30 Mayıs 2017 Salı

Birinci Dünya Savaşı’nın 100. Yılında Ermeni Sorunu, Tehcir ve Pontus Sorununa Genel Bakış BÖLÜM 3


Birinci Dünya Savaşı’nın 100. Yılında Ermeni Sorunu, Tehcir ve Pontus Sorununa Genel Bakış BÖLÜM 3



    Silahlı mücadele amacını taşıyan Asala’nın hedefi, elde edeceği Anadolu topraklarını Ermenistan Cumhuriyeti’ne bağlanmaktı. Bu amacı taşıyan Ermeni teröristler ve Asala şimdiye kadar Türk temsilciliklerine yönelik şu silahlı eylemleri gerçekletirdiler. 

• 27 Ocak 1973’te Türkiye’nin Los Angeles Başkonsolosu Mehmet Baydar ve Konsolos Bahadır Demir şehit edildi. 
• 22 Ekim 1975’te Viyana Büyükelçimiz Danış Tunalıgil şehit edildi. 
• 24 Ekim 1975’te Paris Büyükelçimiz İsmail Enez ve makam şoförü Talip Yener şehit edildi. 
• 16 Şubat 1976’da Beyrut Büyükelçiliği Başkâtibi Oktar Cirit şehit edildi. 
• 9 Haziran 1977’de Vatikan Büyükelçimiz Taha Carım şehit edildi. 
• 2 Haziran 1978’de Madrid Büyükelçimizin eşi Necla Kuneralp ve emekli büyükelçi Beşir Balcıoğlu makam aracına yapılan saldırıda şehit edildiler. 
• 12 Ekim 1979’da Lahey Büyükelçimizin oğlu Ahmet Benler şehit edildi. 
• 22 Aralık 1979’da Türkiye’nin Paris Turizm Müşaviri Yılmaz Çolpan şehit edildi. 
• 31 Temmuz 1980’de Atina Büyükelçiliğimiz İdarî Ataşesi Galip Özmen ve kızı Neslihan Özmen şehit edildiler. 
• 17 Aralık 1980’de Türkiye’nin Avustralya-Sydney Başkonsolosu Şarık Arıyak ve koruması Engin Sever şehit edildiler. 
• 4 Mart 1981’de Paris Büyükelçiliğimiz Çalışma Ataşesi Reşat Moralı ve din görevlisi Tecelli Arı şehit edildiler. 
• 9 Haziran 1981’de Cenevre Başkonsolosumuz sekreteri Mehmet Savaş Yeryüz şehit edildi. 
• 24 Eylül 1981’de Paris Başkonsolosluğu binası 4 Ermeni terörist tarafından işgal edildi. 56 Türk görevli ve vatandaşı rehin alındı. Güvenlik görevlisi 
   Cemal Özen şehit edildi. 
• 2 Nisan 1981’de Kopenhag Çalışma Ataşemiz Cavit Demir, Ermeni saldırganlarca yaralandı. 
•  25 Ekim 1981’de Roma Büyükelçiliğimizin ikinci kâtibi Gökberk Ergenekon saldırıya uğrayarak yaralandı. 
• 28 Ocak 1982’de Los Angeles Başkonsolosumuz Kemal Arıkan şehit edildi. 
• 5 Mayıs 1982’de Boston Fahri Başkonsolosu Orhan Gündüz şehit edildi. 
• 7 Haziran 1982’de Lizbon Büyükelçiliği İdarî Ataşesi Erkut Akbay ve eşi Nadide Akbay şehit edildiler. 
• 27 Ağustos 1982’de Ottowa Büyükelçiliğimiz Askerî Ataşesi Atilla Altıkat şehit edildi. 
• 9 Eylül 1982 Burgaz Başkonsolosluğu İdarî Ataşesi Bora Süelkan şehit edildi. 
• 7 Ağustos 1982’de iki Asala teröristi, Ankara Esenboğa Havalimanına silahlı baskın yaparak 8 kişiyi öldürdü, 72 kişiyi yaraladı. 
• 9 Mart 1983’te Belgrad Büyükelçimiz Galip Balkar şehit edildi. 
• 14 Temmuz 1983’te Brüksel Büyükelçiliği İdarî Ataşesi Dursun Aksoy şehit edildi. 
• 27 Temmuz 1983’te Lizbon Büyükelçilik Müsteşarının eşi Cahide Mıhçıoğlu yapılan saldırıda şehit edildi. 
• 16 Haziran 1983’te İstanbul Kapalıçarşı saldırısını düzenleyen Ermeni teröristler 2 kişiyi öldürdü. 21 kişiyi de yaraladı. 
• 15 Temmuz 1983’de Türk Hava Yollarının Paris Orly Havalimanı Bürosu bombalandı. Olayda 2’si Türk 8 kişi öldü, 63 kişi yaralandı. Bu olay, tarihe 
    Orly Katliamı olarak geçti. 
• 28 Nisan 1984’te Tahran Büyükelçiliğimizin sekreterinin eşi olan işadamı Işık Yönder şehit edildiler. 
• 20 Haziran 1984’te Viyana Büyükelçiliğimiz Çalışma Ataşesi Erdoğan Özen şehit edildi. 
• 19 Kasım 1984 Türkiye’nin BM Temsilciliğinde görevli Enver Ergun şehit edildi. 

Ermeni terör örgütleri dış dünyanın tepkileri üzerine 1980’li yıllarda taktik değiştirerek, PKK terör örgütü ile iş birliğine girdiler. 1984 yılında ASALA ile PKK işbirliği yaptı. Böylece Ermeni terörü geri plana çekilerek PKK terörü öne çıkarıldı. Belgelerle, Bekaa ve Zeli kamplarında iki terör örgütünün birlikte eğitim gördükleri açıktır. Türk güvenlik güçlerinin PKK terör örgütü ile mücadelede 
başarı sağlanması üzerine Ermeni diasporası bu kez emellerini Ermenistan Devleti tarafından verilen açık destekle sürdürdü. 1991 yılında Ermenistan bağımsız oldu. Türkiye dağılan Sovyetler Birliği’nin diğer cumhuriyetlerini tanıdığı gibi Ermenistan’ı da tanıdı. 
Ancak iki ülke arasında diplomatik ilişkiler kurulamadı. Çünkü 23 Ağustos 1990’da kabul edilen Ermeni Bağımsızlık Bildirgesi ve anayasasının 11. maddesinde “ Ermenistan Cumhuriyeti, Osmanlı Türkiyesi ve Batı Ermenistan’da gerçekleştirilen 1915 soy kırımının uluslararası kabul görmesi çabasını destekler ” maddesine yer verilmişti. Ermenistan Cumhuriyeti, Türkiye’ye yönelik iddialarını bir devlet politikası hâline getirdi. Ermenistan Anayasası’nın giriş bölümünde Ermenistan Bağımsızlık Bildirisinde kayıtlı ulusal hedeflerin Ermeni Devleti’nin temel ilkeleri olduğu beyanı, yine Ermenistan Anayasası’nın 13. maddesinin 2. paragrafında Devlet Arması’nda Ağrı Dağı’nın bulunduğu kaydı yer almaktadır. 

Ermeniler, zulme ve haksızlığa uğramış bir toplum imajı yaratarak sözde soy kırımın tanınması için girişimlerini artırdılar. Birçok ülkede bunu kabul ettirdiler. Hatta Avrupa devletlerinin bazılarında ve Amerika okullarında sözde soy kırım iddiaları ders olarak okutulmaya başlandı. Çünkü Ermeniler bulundukları ülkelerde özellikle ABD’de oylarını bölmeyerek önemli bir siyasî güç oluşturdular. Oylarını verdikleri partilere şart olarak isteklerini öne sürdüler ve kabul ettirdiler. Türkiye-Ermenistan ilişkileri Ter-Petrosyan yönetiminde ılımlı bir dönem geçirdi. Ancak 1998’de Taşnaksutyun örgütünün gizli lideri Koçaryan’ın cumhurbaşkanı olmasından sonra ilişkiler daha da gerginleşti. Koçaryan yaptığı resmi bir konuşmada “Soy kırımı hiçbir zaman unutmayacaklarını, dünyaya bu trajediyi hatırlatmak durumunda olduklarını, soy kırımın cezasız kaldığını, uluslararası tanıma ve kınamanın layık olduğu şekilde gerçekleşmediğini” 
ifade etti ve 4 T planının uygulanmasına hız verdi. Koçaryan gibilere en güzel cevabı yine Türkiye’de yaşayan Ermeni cemaati verdi. Kandilli Ermeni Kilisesi Başkanı, Dikran Kevorkan; 

Soykırım ve tehcir farklı anlamlara gelir. Emperyalistlerin oyunları, Ermeni idarecilerin apolitik düş öncüleri ( Medya, kilise, din adamları ) bütün bu olaylara sebep olmuştur. Bugün dünya üzerindeki Ermenilerin en rahatlıkla, en güçlü şekilde kendi kimliklerini muhafaza ettikleri ülke Türkiye’dir. Yurt dışında, Diasporadaki Ermeniler, isimlerini değiştirerek mücadeleye giriyor. Çünkü oralarda, bir kültür ağırlığıyla, o insanların kültürünü eritmek var. Bugün Türkiye’nin aleyhine konuşan Diasporadaki Ermeniler çok iyi biliyorlar ki, Amerika’nın belli kiliselerinde kurban ayinleri Pazar günleri İngilizce yapılıyor, Ermeniler ana lisanlarını kaybediyorlar. 

Bunu söylediğim zaman kötü kişi oluyorsun. Biz onun için Türkiye’deki Ermeni vatandaşlar olarak üzüntümüzü dile getiriyoruz. Ne için? Atatürk’ün emanet ettiği Kuvayımilliye ruhuna bir haksızlık yapılmaktadır. PKK! ASALA! Bütün bunlar dışarıdakilerin oyunudur. Biz Türkiye’deki vatandaşlar olarak Ermenilere bir haksızlık yapıldığını düşünmüyoruz. Ermeniler eğer akıllıysa maşa olarak kullanılmasınlar. diye cevap verdi. 

Ermeniler asılsız soy kırım iddialarını kabul ettirmek için lobi faaliyetlerinde bulundukları ülkelerin hükümetlerini ve parlamentolarını etkilemeye çalıştılar. Maalesef 24 Nisan gününü başta Fransa, İtalya, Arjantin, Rusya, Kanada, Yunanistan, Lübnan, Vatikan, Uruguay ve Güney Kıbrıs Rum yönetimi olmak üzere, ABD’nin yirmi yedi eyaletinde kabul ettirdiler. Tarihî gerçeklerden uzak olan bu durumun kabul edilmesindeki asıl amaç siyasî alanda Türkiye’yi zor duruma düşürmektir. Bütün bu siyasal kararların ve çabaların arkasında çok farklı amaçlar bulunduğu kuşkusuzdur. Hukukî bakımdan bağlayıcılığı olmayan bu kararların, uluslararası camiada etkili olduğu görülmektedir. Zamanla bu tasarılarla gündeme getirilen taleplerin, Türkiye’nin dış ilişkilerinde ( Avrupa Birliği vb.) bir “ Dayatma ” unsuru olarak kullanılması da söz konusu olabilecektir. 

Ermenilerin soykırım iddialarına karşı Türkiye 2001 yılı sonunda “Asılsız Soy kırım İddialarıyla Mücadele Koordinasyonu Kurulu”nu oluşturdu. Bu kurul Ermeni iddialarının asılsızlığı konusunda bilimsel çalışmalara başladı. Ayrıca Ermeni sorunu okulların müfredat programlarına alınarak gençlerin bilinçlendirilmesi süreci başlatıldı. 

Birinci Dünya Savaşı sebebiyle Kafkas cephesinde bulunan Osmanlı ordularına ihanet eden ve Ruslarla birlikte hareket ederek Van, Kars ve Erzurum gibi Osmanlı vilâyetlerinin Rusların eline geçmesine yardımcı olan Ermenilere karşı, Osmanlı Devleti’nin tehcir uygulaması, her devletin tabii olarak kendini müdafaası olarak görülmelidir. Özellikle Osmanlı Devleti’ni aralarında 
paylaşmayı düşünen Rusya, İngiltere, Almanya, Fransa gibi batı devletleri tarafından kışkırtılarak harekete geçirilen Ermenilerin, komiteler ve dernekler kurarak bağımsız bir Ermenistan oluşturma çabaları, savunmasız masum pek çok Türkün öldürülmesiyle sonuçlanmıştır. Öyle ki, Kars’ta, Van’da, İzmit’te, Erzurum’da, Bitlis’te ve diğer Osmanlı vilâyetlerinde akıl almaz hunharlıkla gerçekleştirilen katliamlar, işgalci Rus komutanları bile tiksindiren boyutlara ulaşmıştır. Nitekim Rus ve Ermeniler tarafından sadece Kars ve Ardahan’da otuz bin Müslümanın katledildiği belirtilmekte, bu sayı bütün Osmanlı vilâyetleri genelinde düşünülecek olursa yüz binleri geçmektedir. 

Osmanlı Devleti, bir tedbir olarak, savaş müddetince, önce savaş sahasına yakın yerlerdeki Ermenilerden başlamak üzere mecburi iskân uygulamıştır. Daha sonra bu nakil, Ermeni çetelerinin katliamdan vazgeçmemeleri ve Osmanlı Devleti aleyhine yabancı devlet mensuplarına bilgi aktarmaları sebebiyle, Katolik ve Protestan mezhebinde olanlar ile yetimler, kimsesiz kadınlar ve hastalar hariç olmak üzere, diğer bütün Ermenileri de kapsayacak şekilde genişletilmiştir. Bununla beraber devlete bağlılığı bilinen Ermeniler, bu kararın alınmasına rağmen tehcir harici tutulmuştur. 

Tehcir tabii olarak meşakkatli geçmiştir. Dönemin şartları içinde binlerce insanın bir anda yerlerinin değiştirilmesi muhakkak ki kolay bir şey değildir. Bununla beraber, kafilelerin hangi güzergâhtan gideceği, toplanma mahallerinin önceden tespiti, nakilde özellikle tren istasyonlarının merkez olarak seçilmesi ve naklin büyük ölçüde trenle yapılması, kafilelerin iaşe ihtiyacının devlet tarafından karşılanması, kafilelere sıhhiye memurları tayin edilmesi, kafilelerin güven içinde hareketleri için zaptiye eşliğinde gönderilmeleri gibi tedbirlerin alınmış olması; tehciri, belki de asrın en sistemli yer değiştirmesi hâline getirmiştir. 
Tabii ki, yukarıda da belirttiğimiz gibi, nakil sırasında, Ermeni çetelerinin katliamına uğrayan halktan bazı gurupların kafilelere bir tepki olmak üzere saldırıları vuku bulmuş ve Ermenilerle yapılan çatışmalarda yaklaşık dokuz-on bin kişi yaşamını yitirmiştir. Ayrıca tıpkı Rumeli’den Anadolu’ya göç eden Türklerde olduğu gibi, bu şekilde büyük nüfus kütlelerinin yer değiştirmelerinde her zaman rastlanacak bulaşıcı hastalıklar sebebiyle de ölümler meydana gelmiştir. 

Şüphesiz bunların hiçbiri tehcir emrini verenlerin istedikleri şeyler değildir. Nitekim görülen suiistimallere karşı, devamlı tedbirler alınmış, kafilelerinin korumasız çıkarılmaması için emirler verilmiş, suiistimali görülenler cezalandırılmış tır. Savaşın sona ermesinden sonra ise isteyenler için geri dönüş kararnamesi çıkarılmış, dönenler için hukukî düzenlemeler yapılmış, tehcirden kurtulmak için din değiştirenlerin istedikleri takdirde eski dinlerine dönebilecekleri bildirilmiş, Müslüman aileler yanında bulunan yetim Ermeni çocukları Ermenilerden oluşturulan komisyona teslim edilmiş, dönenlere belli bir müddet iaşe yardımı yapılmış, şikâyetler ve Ermenilere fenalıkta bulunanlar için tahkikat komisyonları kurulmuş, memleketlerine dönenlerin malları iade edilmiş, dönenlerin yol masrafları karşılanmış, bazı vergilerden muaf tutulmuş, resmî dairelerde geçici olarak muhafaza edilen eşyaları geri verilmiş ve geri dönenlerin mallarının iadesiyle ilgili komisyonlar kurulmuştur. 

Yukarıdaki bilgiler; hükümetin, Ermenileri soy kırıma ve hatta katle yönelik bir düşüncede olmadığını, devletin kendi güvenliği için bir tedbir olarak savaşın 
devamı müddetince tehciri uyguladığını, savaş sonrasında Ermenilerin memleketlerine geri dönmelerine izin verdiğini ortaya koymaktadır. 
Nitekim bir müddet sonra Türkiye’yi işgal eden Rus, İngiliz ve Fransız kuvvetlerinin yanında önemli sayıda Ermeninin bulunduğu ve bu işgal sırasında Müslüman halka yapılan akıl almaz işkence ve katliamda bu Ermeni grupların rol oynadığı ortaya çıktı. İşgalci devletlerin kendi resmî belgelerine de yansıdığı 
gibi işgalcilerin Anadolu’yu terkleriyle birlikte, büyük sayıda Ermeninin de onlarla birlikte Anadolu’dan çekildikleri bir gerçektir. 
Buna karşılık Osmanlı Devleti’nin yukarıdaki kararları ve uygulamaları, soykırım düşüncesinde olan bir devletin alacağı kararlar olmadığı gibi, Dâhiliye Nezareti’ne bağlı Şifre Kalemi ve Emniyet-i Umumîye Müdüriyeti gibi dairelerin gizli belgelerinin hiç birinde de, değil katliam yapmak, ima bile edilmediği görülmektedir. Buna karşılık, başta Amerika konsolosları olmak üzere, pek çok yabancı gazeteci ve görev şeflerinin tehciri takip ettikleri, hatta fotoğraf çektikleri ve bir katliamdan söz etmedikleri belgelerden anlaşılıyor. 

Fakat ne gariptir ki, buna rağmen Avrupa’da ve Amerika’da, özellikle Amerika sefirinin raporları ve bazı batılı gazetelerin yayınları ile tehcir, bir Ermeni katliamı şeklinde kamuoyuna duyurulmuştur. Bunda, Osmanlı Devleti’ni ve bilhassa Anadolu’yu paylaşmayı düşünenlerin, bu tehcirle emellerine belli bir süre set çekilmesi rol oynamış olsa gerektir. Yoksa İtilaf Devletleri İstanbul’u işgal ettiklerinde, Osmanlı Devleti’nin bütün arşiv belgelerine de sahip oldukları bir dönemde, bunu zaman geçirmeksizin ortaya çıkarır ve sorumluları daha o zaman mahkûm ederlerdi. Nitekim İngilizlerin soykırımla suçladıkları Osmanlı ileri gelenlerinden pek çoğunu Malta’ya gönderdikleri ve yargıladıkları ve bu yargılama sonunda suçlayacak bir delil bulamadıkları bilinmektedir. 

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

****

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder