19 Mart 2019 Salı

1914 -2014 YÜZYILIN HİKAYESİ - TÜRK KAFKAS İSLAM ORDUSU VE KAFKASLARDA ERMENİ KATLİAMLARI. BÖLÜM 8

1914 -2014 YÜZYILIN HİKAYESİ - TÜRK KAFKAS İSLAM ORDUSU VE KAFKASLARDA ERMENİ KATLİAMLARI. BÖLÜM 8



BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI SONRASI 

Talat Paşa hükümetinin 8 Ekim 1918’de istifasından sonra, İttihat ve Terakki önderleri “savaş suçlusu” ilan edileceklerini bildikleri için bir Alman gemisiyle 1918’de ülkeyi terk ettiler. Bunlardan Talat Paşa, Cemal Azmi ve Dr. Bahattin Şakir Berlin’de; Sait Halim Paşa Roma'da, Cemal Paşa da Tiflis’te Ermeni militanlarca katledildiler. Enver Paşa ise, Tacikistan’da Ruslara karşı savaşırken 
şehit düşmüştür. 

İttihat ve Terakkinin son sadrazamı olan Talat Paşa’nın istifasından sonra 13 Ekim 1918 tarihinde Ahmet İzzet Paşa hükümeti iktidara geldi. Yeni hükümet, İtilaf Devletlerinin hoşuna giden kararlar almaya başlamıştı. İtilaf Devletleri yine de 30 Ekim 1918 tarihinde şartları ağır olan Mondros Mütarekesi’ni Osmanlı Devleti’ne imzalattılar. Üstüne üstlük Mütarekenin şartlarına aykırı olarak İstanbul’u işgal edip neredeyse devletin tüm resmî kurumlarını ele geçirdiler. 

Dönüş Kararnamesi 

Ahmet İzzet Paşa Hükümeti tehcire tabi tutulan Ermenilerden isteyenlerin tekrar eski yerlerine dönmeleri için 31 Aralık 1918 tarihli bir kararname çıkardı. Bu kararnamede, Ermenilerden dönmek isteyenlerin eski yerlerine nakledilmeleri konusunda ilgili yerlere talimat verildiği ve gereken tedbirlerin alındığı belirtilmektedir. Sadece geri dönmek arzusunda bulunanları kapsayan bu dönüş kararnamesinde aşağıdaki hususlar yer almıştı: 

. Yerlerine iade edileceklerin, yollarda perişan olmamaları ve dönüş mahallerinde mesken ve iaşe sıkıntısı çekmelerinin önlenmesi için gerekli tedbirler alınacak; gidecekleri bölgelerin idarecileriyle irtibat sağlanıp bu konudaki tedbirler sağlandıktan sonra sevkiyat ve geri dönüş işlemlerine başlanacaktır. 
. Bu şartlar dâhilinde dönecek olanlara ev ve arazileri teslim edilecektir. 
. Yerlerine daha önce muhacir yerleştirilmiş olanların evleri tahliye edilecek. 
. Açıkta kimse kalmaması için geçici olarak birkaç aile bir arada yerleştirile bilecek. 
. Kilise ve mektep gibi binalarla bunlara gelir getiren yerler, ait olduğu cemaate geri verilecek. 
. Yetim çocuklar, istenildiği takdirde hüviyetleri dikkatlice tespit edilerek velilerine veya cemaatlerine iade olunacak 
. İhtida etmiş olanlar arzu ederlerse eski dinlerine dönebilecekler. 
. Mühtedi Ermeni kadınlardan, bir Müslümanla evli bulunanlar eski dinlerine dönme konusunda serbest bırakılacaklar. Eski dinlerine döndükleri takdirde kocasıyla aralarındaki nikâh bağı kendiliğinden bozulmuş olacaktır. Eski dinine dönmek istemeyen ve kocasından ayrılmaya razı olmayanlara ait meseleler ise mahkemelerce halledilecektir. 
. Ermeni mallarından, henüz kimsenin tasarrufunda bulunmayanlar, kendilerine teslim edilecek; hazineye intikal  edenlerin iadesi de, mal memurlarının muvafakati ile karara bağlanacak. Bu konuda ayrıca açıklayıcı zabıtnameler hazırlanacak.
 . Muhacirlere satılan mülklerin sahipleri döndükçe, peyderpey bunlara teslim edilecek. 
. Muhacirler, ellerinde bulunan ve eski sahiplerine iade edilecek olan ev ve dükkânlarda tamirat ve ilâveler  yapmışlarsa ve arazi ve zeytinliklerde ekim yapmışlarsa, her iki tarafın da hukuku gözetilecek. 
. Ermenilerden muhtaç olanların dönüşlerinde sevk ve iaşe masrafları, harbiye tahsisatından karşılanacak. 
. Şimdiye kadar ne miktar sevkiyat yapıldığının ve bundan sonra her ayın on beşinci ve son günlerinde nerelere ne kadar sevkiyat olduğu bildirilecek. 
. Osmanlı sınırları dışına çıkıp da geri dönmek isteyen Ermeniler, yeni bir emre kadar kabul edilmeyecek. 

Geri dönüş kararnamesiyle ne kadar Ermeni’nin döndüğü hakkında bir açıklama olmamakla beraber, Mondros Mütarekesi'nden sonra, Anadolu'nun daha önce Ermenilerle meskûn olan bölgelerinde, önemli miktarda Ermeni nüfusun 
bulunduğu, hatta bazı bölgelerde işgal kuvvetlerinin desteği ile eskisinden daha fazla sayıda Ermeni’nin yerleştirildiği bilinmektedir. Nitekim Türk İstiklâl Mücadelesi sırasında özellikle Fransızlar tarafından Antep, Maraş ve Adana'ya önemli miktarda Ermeni'nin getirildiği, hatta bunlardan Türklere karşı savaşan askerî birlikler ve milis kuvvetler oluşturulduğu bir gerçektir. Fransızlarla gelen Ermeniler ve milis kuvvetleri, Fransa'nın desteğinde yöre halkına insanlık dışı muamelelerde bulunmuş, binlerce insanı çocuk, kadın demeden katletmiş, Fransa'nın bu bölgeleri terk etmesiyle Anadolu'dan ayrılmışlardır. Bugün gerek 
Suriye'de, gerekse Fransa ve Amerika'daki Ermenilerin menşei bunlar ile tehcir sırasında gidenlere dayanmaktadır. Bu durum, dolaylı olarak tehcir öncesinde ve sonrasında Ermenilerin bir katliama uğramadıklarını gösteren en önemli hususlardan biri olarak değerlendirilmelidir. 

Tehcir Yargılamaları 

İtilâf Devletleri, Birinci Dünya Savaşı sırasında iktidarda bulunan İttihat ve Terakki mensuplarını, 

. İngiliz esirlere kötü davranışlarda bulunmak ve 
. Ermeniler hakkında sevk kararı alıp onlara “katliam” yapmak “suçlarından” cezalandırılmalarını istediler.  İttihatçıların cezalandırılmaları konusunda hem hükümete hem de Sultan Vahdettin’e tehditkâr tavırlarla baskı yapmaya başladılar. 

Ülkenin Birinci Dünya Savaşı’na sokulup bunun da mağlubiyetle sonuçlanması ve milletin ekonomik-sosyal buhranlar içinde bulunması, halkta İttihatçılara yönelik öfkenin doğmasına yol açmıştı. İttihat ve Terakki hükümeti mensuplarından, yaşanan olumsuzlukların hesabının sorulması beklenmekteydi. 

Emperyalist amaçlar güden dış baskılar ile içeride oluşan tepkiler ortak bir zeminde buluşunca, İttihatçıların cezalandırılmaları gündeme geldi. İktidara hazırlanan rakip Hürriyet ve İtilâf Partisi mensupları bu ortamı, bir fırsat olarak değerlendirdi. Tüm bunlar İttihatçılara karşı ifrat derecesinde bir tepki oluşturdu. Netice olarak padişah, olağanüstü bir mahkemenin kurulup, İttihatçıların 
yargılanmasını istemek zorunda kaldı. Oluşan şartlarda İttihat ve Terakkinin iktidarı dönemindeki sadrazamdan en alt seviyedeki memurlara kadar görev yapmış olanlar, potansiyel suçlu olarak görülmüşler ve cezalandırılmalarında herhangi bir sınır ve kural tanınmamıştır. 

Ermeni tehcirini ve sözde “katliamını” gerçekleştirenler ile diğer “suçluları” tespit etmek ve sorgulamak amacıyla İngiliz Dışişleri Bakanlığı, Türkiye’deki İngiliz Başkumandanlığı, Ermeni Patrikhanesi ve Osmanlı vatandaşlarının kurduğu İngiliz Muhipler Cemiyeti ayrı ayrı listeler hazırladılar. Ayrıca 21 Kasım 1918 tarihinde görevli Tahkik Heyetleri oluşturuldu ve bu heyetler on farklı bölgeye ayrılan Anadolu’nun değişik illerine yollandı. İçlerinde, fazla sayıda gayrimüslim üyelerin yer aldığı heyetler; bir taraftan tehciri, sözde “katliam”ı ve diğer sanıkları sorgularken, diğer taraftan da sorgulamalar sonucu kendilerince “suçlu” gördüklerini tutuklattılar. Tutuklular, 16 Aralık 1918 tarihinde İstanbul’da kurulan Divân-ı Harb-i Örfî mahkemesine yargılanmaları için Harbiye Nezareti Cezaevi’ne hapsedildiler. 

Tutuklananlar arasında valiler, milletvekilleri, ordu komutanları, bakanlar, Hüseyin Cahit Yalçın ve Ziya Gökalp gibi yazarlar da vardı. Dönemin Osmanlı (Tevfik Paşa) hükümeti Danimarka, İsveç, İsviçre, Hollanda ve İspanya elçiliklerine yazılar göndererek yargılamalara yargıç göndermelerini istedi. Ancak İngilizler devreye girerek elçiliklerin bu yazıları kendi ülkelerine göndermelerini engellediler. Amaçları hiç kimseyi karıştırmadan kendilerince yargılamaları yapmaktı. Tevfik Paşa’nın görevden uzaklaştırılıp yerine Damat Ferit Paşa’nın Sadrazam olarak atanmasını sağladılar. Damat Ferit tam bir İngiliz işbirlikçisiydi. O da ilave bir liste hazırlayıp İngilizlere verdi. Tutuklamalar devam etti ve eski yöneticilerin bir bir gözaltına alınmaları devam ettirildi. 

Tutuklamalara ve yargılamalara Osmanlı Devleti vatandaşı olan Rum ve Ermenilerin de büyük destek verdiklerini, İtilâf Devletleri’ne karşı üzerlerine düşen görevleri çok iyi yaptıklarını belirtmek gerekir. Ayrıca, İttihat ve Terakki Fırkası’na karşı sert muhalefet yapan Hürriyet ve İtilâf Fırkası’nın particilik taassubuyla, istemedikleri veya sevmedikleri kişilerin, “Ermeni tehciri”, “öldürme”, “karaborsacılık yapma”, “Ermeni mallarını alma” gibi iddialarla tutuklanmalarına sebep oldukları bir gerçektir. Söz konusu fiillerin hiçbirisini işlememiş şahıslar, bu tür iftiralarla tutuklanıp ceza almışlardır. Bu uygulamalar, Ermeni tehciri ve “katliamı” meselesinden ziyade, İttihatçılara karşı içeride ve dışarıda oluşan siyasî linç girişimi olmuştur. 

Divân-ı Harb-i Örfî mahkemesinin ele aldığı ilk dava, 6 Şubat 1919 tarihinde başlayan “Yozgat Tehciri” yargılamasıdır. Kurulan düzmece bir mahkeme olan Nemrut Mustafa Paşa Divanı’nda adil olmayan ve taraflı bir yargılamayla ilk ceza, Boğazlıyan Kaymakamlığı ve Yozgat Mutasarrıf Vekilliği yapmış olan Mehmet Kemal Bey’e verildi. Kemal Bey, “jandarmalara sürgünleri öldürttüğü, görevini kötüye kullandığı” iddiasıyla suçlanmıştı. Mahkeme, olaylara şahit olduğu iddia edilen bazı Ermenilerin anlattıklarını kanıt saymıştı. Kemal Bey suçlamaların hepsini reddetti, ama yine de idama mahkûm edildi. Karar hemen onandı. Kemal Bey, idam sehpasından Beyazıt Meydanında toplanmış halka “Ben masumum. Yabancı devletlere yaranmak için beni asıyorlar.” diye seslendi. Kemal Bey’in 10 Nisan 1919’da suçsuz olduğu halde idam edilmesi üzerine, İstanbul’da büyük bir vatansever topluluğu gösteride bulundu. Cenazesine binlerce insan katıldı. İngilizler halkın tepkisinden ürkerek önde gelen İttihatçı tutukluların yargılanmalarını başka bir ülkeye taşımaya karar verdiler. Mevcut ve sonradan tutuklananlar 28 Mayıs’ta yargılanmak üzere Malta’ya götürüldüler. 


Boğazlıyan 
Kaymakamı Kemal Bey 
Kaynak: http://www. 
kurtulustv.itgo.com/ 

16 Aralık 1918 tarihinde İstanbul’da ve daha sonra Anadolu’nun değişik vilâyetlerinde kurulan "Divân-ı Harb-i Örfî" mahkemelerindeki tehcir davalarında, yaklaşık olarak 86 kişi yargılanmış. Bu 86 kişiden 3’ü vicahen olmak üzere, 16’sı idam cezasına çarptırılmış ve 3’ünün cezaları infaz edilmiştir. Bu üç kişi; Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey, Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey ve Erzincan’da otelcilik yapan Hafız Abdullah Avni’dir. Geriye kalan 13 kişinin idam kararları gıyaben verilmiş. 3’ü gıyaben olmak üzere 9 kişiye hapis cezası verilmiş, 35 kişi ise beraat etmiştir. Mahkemede yargılanmak üzere adı geçen 3’ünün İngilizler 
tarafından Malta adasına sürülmesi, 16’sının da mahkemede bulunmamaları veya ölmüş olmaları sebebiyle haklarında herhangi bir karar verilmemiştir. 

Bu sayılara İngilizlerin Malta adasına götürmüş oldukları önde gelen İttihatçılar dâhil değildir. Onların büyük bir kısmı yargılanmanın ortasında alınıp götürülmüşlerdir. Mahkeme, davanın ayrılmasına karar vermiş, bu kişiler için gıyabî yargılama kararı çıkarmamıştır. Zaten onları Malta’ya götürenler de hiç bir suç unsuru bulamadıklarından cezalandıramamışlardır. 

Bunların dışında, siyasî sebeplerle Bekirağa Bölüğü’ne getirilen, Diyarbakır valiliği yapmış olup tehcir suçlaması ile burada yatmakta iken firar eder Dr. Reşit Bey intihar etmiş; Talat Bey (Küçük Talat) ile Halil Paşa da hapisten kaçmış, 1 kişi de hapishanede ölmüştür. 19 kişi doğrudan doğruya, 29 kişi şahsî kefalet, 4 kişi nakdî kefalet, 1 kişi de emr-i şifah-î ile serbest bırakılmıştır. 

Ortaya çıkan hükümler, yalancı Ermeni şahitlerin ifadelerine göre, çoğunluğunu gayrimüslim üyelerin oluşturduğu Tahkik Heyetinin hazırlamış olduğu raporlar ve bu raporlara dayanarak iddianame hazırlayan savcıların teklifleri doğrultusunda tahakkuk etmiştir. Tahkik Heyetlerinin, Anadolu’nun değişik bölgelerinden “suçlu” diye birçok masum inansı Divân-ı Harb-i Örfî’ye teslim etmelerine, Damat Ferit Paşa hükümetinin de itiraz ettiği bir vakıadır. Bu hükümlerin ortaya çıkışına, İttihat ve Terakki Fırkası ile Hürriyet ve İtilâf Fırkası arasındaki düşmanlığı, İtilâf Devletleri’nin hükümete ve mahkemeye yaptığı baskıyı ve 
mütareke hükümetlerinin aczi de eklenecek olursa, cezaların nasıl verildiği kendiliğinden ortaya çıkar. Dolayısıyla, ceza alanların sayısı kaç olursa olsun, bu sonuçlardan hareketle verilen hükümlere sözde soykırımın bir delili gibi bakma imkânı yoktur. 

Kurtuluş Savaşında Ermeni İsyanları 

Birinci Dünya savaşı sonrası Türk topraklarını paylaşmaya başlayan istilacıların baskısıyla, Suriye-Adana cephesindeki Türk Kuvvetleri Toros dağlarının kuzeyine çekildi. Fransızlar, silahlandırdıkları Ermenilerle Adana, Kozan, Osmaniye, Tarsus, Mersin ve Pozantı’yı işgal ettiler. İngilizler de aynı yöntemle Antep, Maraş ve Urfa’yı işgal etmişlerdi. Daha sonra İngilizler bu üç şehri de Fransızlara bıraktılar. 

Böylece Toros geçitlerinden, Fırat nehrinin doğusuna kadar olan alan Fransızların işgali altına girmiş oldu. Fransızlar bu geniş alanı kontrolleri altında tutmak için Suriye ve Güneydoğu Anadolu’daki Ermenileri, “Çukurova Bölgesinde Klikya Ermeni Devleti kuracakları” vaadiyle kandırıp kullandılar. Öncelikle tehcirle Suriye’ye gelen Ermeniler Fransızların yardımıyla Çukurova’ya yerleştirildi. Bunlar ve bölgenin yerleşik Ermenilerinden önemli bir kısmı Fransız ordusuna katılarak Türklere karşı savaştılar. 

Diğer bir bölümü ise Fransızlar tarafından silahlandırılan çeteler oluşturup Türk yönetimine başkaldırdılar. Türk halkının oluşturduğu millî kuvvetler, cephede Fransız ordusuyla, içte ve geride Ermeni çeteleriyle savaşmak durumunda kaldı. Bu dönemde Çukurova Bölgesinde Fransızlarla işbirliği halinde 10.150 civarında silahlı Ermeni devlete başkaldırmıştır. 

Bölgede Ermeni isyanları 7 Mart 1919’da başladı. Fransızlar, Ankara Hükümeti ile 20 Ekim 1920’de Ankara Anlaşması’nı imzalayıp işgal ettikleri Türk topraklarını boşaltmaya başlayınca, isyancı Ermenilerin önemli bir kısmı da yaptıkları katliamlar ve vahşetten sonra bölgede kalamayıp, Fransız ordusuyla birlikte çekildiler. Geriye kalan kalıntılar ise 6 Eylül 1921’e kadar bölgenin 
değişik yörelerinde çete faaliyetlerine devam etmişlerdir. 

Birinci Dünya savaşı sonunda Kuzeydoğu cephesi Müttefik devletlerin istekleri doğrultusunda Ardeşen-Yusufeli-Oltu-Beyazıt hattına çekilmiş, bunun ötesinde 1918 yılında Ermenistan Cumhuriyeti kurulmuştu. Türk-Rus mutabakatı sağlandıktan sonra 28 Ekim 1920’de Kazım Karabekir komutasında harekete geçen Türk kuvvetleri Ermenistan’ı yenilgiye uğrattı. 1 Aralıkta imzalanan Gümrü Antlaşması’yla günümüzdeki Türkiye-Ermenistan sınırı belirlendi. 


9. CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..

***

1914 -2014 YÜZYILIN HİKAYESİ - TÜRK KAFKAS İSLAM ORDUSU VE KAFKASLARDA ERMENİ KATLİAMLARI. BÖLÜM 7

1914 -2014 YÜZYILIN HİKAYESİ - TÜRK KAFKAS İSLAM ORDUSU VE KAFKASLARDA ERMENİ KATLİAMLARI. BÖLÜM 7





Türk Kafkas İslam Ordusu 
Kaynak: http://www.yusufkisa.com/genel/azerbaycan-osmanliturkiye-iliskileri-gunumuze-kadar-kapsamli/ 

 Kafkas Cephesinde 3. Ordu, Ermeniler ve Gürcülerden Ardahan, Kars, Batum ve Gümrü ile Karakilise civarını aldı. Bu gelişmeler üzerine Ermeniler, Gürcüler ve Azerbaycan Türklerinin Tiflis’te 26 Mayıs 1918’de yaptıkları toplantıdan bu üç unsurun kendi devletlerini kurma kararı çıktı. Ermeni ve Gürcüler toplantı sonrası hemen devletlerini kurduklarını deklere ettiler. 

Bu sıralarda Enver Paşanın talimatıyla Kafkaslar ve Azerbaycan’ın savunulması için Nuri Paşa komutasında Gence’de “Kafkas İslam Ordusu” kurulmuştu. Azerbaycanlı vatanseverler burada toplanıp Azerbaycan Millî Şurası’nı oluşturdular. 28 Mayıs 1918’de de Azerbaycan Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşunu ilan ettiler ve Resulzâde Mehmet Emin Bey’i devlet başkanı yaptılar. Bakü, 
Ermeni asıllı komünist Şaumyan’ın yönetimindeki Bolşevikler ve Taşnak Ermenileri ile bir İngiliz birliğinin işgali altındaydı. Bu nedenle ikinci büyük şehir olan Gence, Azerbaycan Cumhuriyetinin geçici olarak başkenti yapıldı. Böylece Güney Kafkaslarda Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan bağımsız devletler haline geldiler. 

Osmanlı Devleti, Batum’da Ermenilerle 31 Mayıs 1918’de Barış ve Dostluk Anlaşması’nı; Gürcüler ile 3 Haziran 1918’de Barış Anlaşması’nı imzaladı. Azerbaycan ile 4 Haziran 1918 tarihinde imzalanan Yardımlaşma ve İşbirliği Anlaşması’nda “Ülkede asayiş ve güvenliği sağlamaya ihtiyaç duyulursa Osmanlı Devleti Azerbaycan Hükümetine silahlı kuvvetleri ile yardımda bulunmayı 
kabul eder” ifadesi yer aldı. 

Osmanlı İmparatorluğu ile Ermenistan Cumhuriyeti Arasındaki “Barış ve Dostluk Antlaşması”, Osmanlı Devleti’nin Kafkasya’daki Ermeni yurdu üzerinde herhangi bir tasarrufta bulunmaya niyetli olmadığını gösteren önemli bir belgedir. Ermeniler, Birinci Dünya Savaşı’na Hazar Denizi, Karadeniz ve Akdeniz’in çevrelediği “Büyük Ermenistan” hedefine erişmek ve bu çerçevede Doğu 
Anadolu’yu kolonize etmek üzere girmişlerdi. Bu emellerine ulaşmak için yaptıkları mücadelede ağır bir yenilgiye uğramışlar, her şeye rağmen Osmanlı’dan büyük bir anlayış görerek devletlerini kurabilmişlerdi. 


 http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/0/02/Enver_Pasha_Babas%C4%B1_Ahmet_Bey_Kardeshi_Nuri_Killigil.jpg/300px-Enver_Pasha_Babas%C4%B1_Ahmet_Bey_Kardeshi_Nuri_Killigil.jpg

Enver Paşa, Babası Ahmet Bey, Kardeşi Nuri (Killigil). 
Kaynak: http://azturk.blog.com/2011/08/25/nuri/ 

Bölgeye barış ve huzur gelir gibi oldu. Yeşermeye başlayan Türk-Ermeni dostluğunun ilk tohumlarını atmak üzere Aharonian başkanlığında bir Ermeni heyeti, temaslar yapmak üzere Haziran 1918’de İstanbul’a geldi. Dört aya yakın bir süre İstanbul’da kalan bu heyet, Padişah’ın yanı sıra İttihat ve Terakki yönetiminin önde gelen isimleriyle de görüştü. Aynı günlerde, İstanbul’da çıkan 
Taşnakçı Hayrenik Gazetesi’nde ilginç yazılar göze çarpıyordu: “Ermenistan Cumhuriyeti, kuruluşunu Türkiye’ye borçludur. Daha dün en müthiş düşmanımız olan Çar Hükümeti’nin Ermenileri isyan ettirip, Türkiye’nin hayati menfaatleri zararına bir Ermeni Hükümeti teşkil etmek arzusunda olduğuna yeni Ermeni siyasetçileri dikkat etmelidirler.” Hatta gazete, “Ermenilerin 1 nci 

Dünya Savaşı’nda, İtilâf Devletleri’nin safına geçmekle yanlış ata oynadıkların dan dolayı Ermeni toplumu adına pişmanlığını dile getiriyor ve Ermenilerin, maddî ve manevî ilerlemelerinin daima Türk hâkimiyetinde gerçekleştiğini, Osmanlı öncesi Ermeni tarihinin istikrarsızlık ve iç savaşlarla dolu olduğunu, fakat Türklerle medeniyete, refaha ve hürriyete kavuştuklarını” yazıyordu. 

Ermeni Cumhuriyeti görüntüde bu dostluk rüzgârlarını estirirken, Erivan dâhil Ermeni egemenliği ve hâkimiyetinin olduğu pek çok yerde Türklere karşı yürütülen sindirme, taciz ve kaçırtma eylemleri devam ediyordu. Kuzey Kafkasya’da ve Azerbaycan’da Bolşevik Ruslar ve Çarlık kalıntısı Rus Kazakları ile işbirliği yapan Ermeniler benzer eylemlerini sürdürüyorlardı. 

Bakü’de Bolşevik güçleri “Türkleri şehri terk ettirme ve nüfus yapısını lehlerine döndürme” için hazırladıkları planları uygulamaya koydular. Komünist Ruslar ve Ermeni Taşnaklar’ın Türklere yönelik baskı, şiddet ve tacizleri kısa sürede saldırılara dönüştü, saldırılar Karabağ bölgesine yayıldı. Özellikle Bakü, Şamahı ve Ermenistan Cumhuriyeti’nin başkenti Erivan’da Türklere yönelik etnik arındırma harekâtı hız kazanmıştı. 

İngilizler, Azerbaycan’ı kontrol etmek için oluşturulmuş Rus ve Ermeni birliklerine yardım etmek amacıyla Bakü’de 1200 kişilik çok iyi silahlanmış bir kuvvet bulunduruyorlardı. Bakü, İngiliz-Rus-Ermeni ittifakının işgali altındaydı. İşgal ortamından yararlanan Ermeni Taşnaklar, Bakü ve civarında 20 binden fazla Türkü katletmiş, bu olay Azerbaycan’da çok ciddi rahatsızlık doğurmuştu. Resulzâde Mehmet Emin Bey Kafkaslardaki Türk ve Müslüman halka yönelik Ermeni katliamlarının bir an önce durdurulması için Osmanlı Devletinden yardım istedi. Bunun üzerine Şark Orduları Komutanlığı bünyesinde bulunan 5. Kafkas 
Piyade Tümeni’nin, Kafkas İslam Ordusu’na katılması kararlaştırıldı. Tümenin öncü kuvvetleri Gence’ye harekete geçti. 

Yol üzerinde rastlanan ve Bakü petrollerini hedef alan Alman birlikleri zorlanarak Tiflis’e dönmeleri sağlandı, Ermeni çeteleri temizlendi. Tümenin geri kalanı 15 Hazirana kadar Gence’ye ulaştı. 



Şamahı-Acı Dere Türk Şehitliği. Kaynak: Kadir Tosun. 

Bu tarihten itibaren Kafkas İslam Ordusu’nu Türk Kafkas İslam Ordusu olarak isimlendirebiliriz. Gence’de ilk harekât olarak civardaki Ermeniler etkisiz hale getirilip silahsızlandırıldı. Anadolu’dan gelen Mehmetçik ilk şehitlerini bu harekâtta vermiştir. 


Şamahı’da Tenha Mezar. Kaynak: Kadir Tosun. 

Gelişmeler, Bakü’de yönetimi gasp etmiş Bolşevik Rus ve Ermeni Taşnak ittifakının başında bulunan Şaumyan ve ekibini telaşlandırmıştı. Şaumyan durumu Lenin’e bildirdi ve Kızılordu’nun acilen yardıma gelmesini istedi. Osmanlı tarafı ise İngilizlerin İran üzerinden Azerbaycan’a girmesini ve Bakü’yü ele geçirmesini engellemek için teşkilatlandırdığı birliklerini Tebriz, Hoy ve Urumiye gölü civarına sevk etti. Enver Paşa, Şark Orduları Komutanı Halil Paşaya ve Türk Kafkas İslam Ordusu Komutanı Nuri Paşaya gönderdiği gizli emirlerde Bakü’nün bir an önce düşmandan temizlenmesini istiyordu. 

Bakü’deki Şaumyan yönetimi Bolşevik Ruslar ve Ermeni Taşnaklardan 30 taburdan oluşan bir Kızılordu birliği kurmuştu. 

Bu askeri birlik Bakü ve çevresinde bulunan petrol ve sanayi tesislerinde çalışan işçi ve Ermeni gönüllülerle takviye edildi. Bu kuvvetler Gence yönünde harekâta başladı. Kızılordu birlikleri geçtiği yerlerde 50 den fazla Türk köyünü yakıp katliamlar yaptı, insanları öldürdü. Yapılan muharebelerde Türk Kafkas İslam Ordusu kuvvetlerine karşı bazı üstünlükler de sağladı, zayiat verdirdi, aldığı Türk esirlere acı ve elem verici işkenceler yaptılar. Sonunda Türk Kafkas İslam Ordusu, Gökçay’da kesin bir zafer kazanarak Kızılordu birliklerini geri püskürttü. Bu muharebelerde düşmandan çok sayıda silah ve mühimmat ele geçirildi. Savaş bölgesindeki Ermeni ve Ruslar itaat altına alınıp silahsızlandırıldılar. Bozgun halinde kaçan düşman birliklerine taarruz devam ettirilerek savunma hattı oluşturmaları engellendi, Aksu ve Kürdemir kurtarıldı. 

Bakü’ye kadar olan bölge alındıktan sonra Türk Kafkas İslam Ordusu bütün gücünü Bakü’nün kurtarılmasına yöneltti. Bolşevikler, Ermeniler ve İngilizler hatta Osmanlının müttefiki olan Almanlar petrol bakımından zengin olan Bakü’nün Türklerin eline geçmesine karşı idiler. O tarihte Bakü’de silahlı muharip güç olarak 18 bin Ermeni, 1200 İngiliz, 1500 Rus ve bunlara destek sağlayan pek çok Ermeni’yle birlikte 30 bine yaklaşan düşman kuvveti bulunmakta idi. Bakü cephesinde savaşan Türk Kafkas İslam Ordusu ise Anadolu’dan gelen 8 bin Türk askeri ile 7 bin Azerbaycan Türkünden oluşan milis kuvvetine sahipti. 


Osmanlı Ordularının 1918 yılı Kafkaslar Harekâtı 
Kaynak: 
http://tr.wikipedia.org/wiki/Dosya:Ofensiva_turca_de_1918_en_el_Caucaso.png 

Türk Kafkas İslam Ordusu 15 Eylül 1918’de taarruza geçti. Savaşın sonucunu gören İngilizler Bakü’yü terk edip gemilerle Güney Azerbaycan’daki sahil şehri Enzeli istikametine doğru ricat ettiler. Bakü sokaklarında saat 15.00’e kadar devam eden çatışmalarda Ermeni ve Rus birleşik güçlerinin direnişi tamamen kırıldı. Bunlar da yine silahlarını da yanlarına alarak gemilerle kaçıp, Dağıstan’ın 
Derbent şehrinde bulunan Rus Kazağı Biçerakov’un komutası altına girdiler. Bakü yönetimi, Türk komutanları ile temasa geçerek şehri teslim etti. Azerbaycan Halk Cumhuriyeti başkentini Gence’den Bakü’ye taşıdı. 

Ermenilerin askeri liderlerinden olan Andranik, Birinci Dünya Savaşı boyuca önce Doğu Anadolu’da, sonraları da Kuzey ve Güney Azerbaycan’da vahşice işkencelerle Türkleri katletmiş bir canidir. Emrindeki Ermeni çeteleriyle 22 Haziran 1918 tarihinden itibaren Culfa, Nahcivan ve Ordubad yörelerindeki Türk köylerini basmış, talan etmiş, halkı katletmişti. Türk Ordusunun 20 Temmuz 1918’de Nahcivan’a girmesi üzerine, Andranik kuvvetleri bu sefer de Karabağ taraflarına kaçmış, kaçarken de yolu üzerindeki Ermeni köylerini Karabağ’a göç ettirerek bölgedeki nüfus sayısını Türkler aleyhine çevirmeye çalışmıştı. 

Andranik, Karabağ bölgesindeki Ermenilerden de takviye alarak 700 piyade ve 400 süvariden oluşan ağır silahlar da dâhil teçhizatlı bir kuvvet topladı. 22 Ağustos 1918’den itibaren bölgedeki Türklere karşı saldırılara başladı. Andranik’in elebaşlık ettiği Ermeni çeteleri Türklerin hayvanlarını alıyor, direnenlerini öldürüyor; evlerini, okullarını ve camilerini yakıp yıkıyordu. 
Özellikle ihtiyarlar, kadınlar ve genç kızlar akla gelmez işkencelerle vahşice katlediliyordu. Katliam haberleri üzerine Şuşa’da bir heyet kurulmuş, bu heyet bölgede sükûnetin sağlanması ve Ermeni çetelerinin silahlarını bırakması için 
teşebbüs etmiş fakat sonuç alınamamıştı. Bunun üzerine Türk 

Kafkas İslam Ordusu’nun duruma müdahale etmesi istendi. Aksi durumda Karabağ bölgesinde yaşayan Türkler tamamen katledilmiş olacaktı. Türk Kafkas İslam Ordusu’nun 1. Azerbaycan Tümeni, Şuşa ve Karabağ’a yaptığı harekâtlarla Şuşa’da Ermeni muhasarası altında kalan 20.000 Türkü kurtardı, bölgede Andranik kuvvetlerinin yapacağı katliamları önledi ve Ermeni çetelerini etkisiz hale getirdi. 

Dağıstan Türkleri Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’ni kurmuşlar,1918 yılının Nisan ayında bir heyet göndererek Enver Paşadan “Türk Ordusunun kendilerini himaye etmesini” istemişlerdi. Ancak, Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti, kuzeyde Bolşevikler güneyde ise Çar yanlısı Rus Kazağı Biçerakov kuvvetleri arasında sıkışıp kalmıştı. Biçerakov 15 Ağustostan ibaren Derbent’i ve Mohaçkaleyi işgal etmiş, Bakü’den kaçan Ermeni ve Rusların katılımıyla kuvvetlerini de artırmıştı. Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’nin varlığını sürdürmesi için Dağıstan’ın çeşitli bölgelerini işgal etmiş Bolşevik ve Biçerakov kuvvetlerinden temizlenmesi gerekiyordu. 
Azerbaycan’da bulunan 15. Piyade Tümeni ile Dağıstan’lı milislerden oluşan “Kuzey Kafkasya Ordusu” kuruldu. 15. Piyade Tümeni, 20 Eylül 1918’den İstanbul’a sevk emrini alıncaya kadar geçen sürede Derbent ve Mohaçkaleyi alarak düşmandan temizlemiştir. 

Türk Kafkas İslam Ordusu’nun harekâtı devem ederken İstanbul’a gelen Ermenistan Cumhuriyeti heyeti, 6 Eylül 1918 günü Sultan Vahideddin tarafından kabul edildi. Heyet başkanı Aharonian’ın, 9 Eylül’de, Ermenistan Başbakanı Kaçaznuni’ye çektiği telgrafında; 

“6 Eylül günü, namazdan sonra, Sultan’ın huzuruna kabul edildik. Tahta çıkmasından dolayı tebriklerimizi ilettikten sonra, imparatorluğun devamı ve başarıları için iyi niyetimizi bildirdik. Bağımsız bir Ermenistan kurma düşüncesini ilk olarak Osmanlı Hükûmeti’nin düşündüğünü hatırlattıktan sonra, bunu Ermeni ulusunun hiç unutmayacağını ve Ermeni Hükûmeti’nin her iki ülke arasındaki dostça ilişkinin sürmesi ve güçlenmesi için olanca gücüyle çalışacağını bildirdik.” İfadeleri yer alıyordu. 

Bu arada Eylül 1918’de Berlin’e giden Talât Paşa, Alman müttefiklerine Ermeni Devleti’ni tanımaları için teklifte bulunmuş, ne var ki Gürcistan’ı tanıyan Kayzer Almanya’sından bu hususta olumlu cevap alamamıştı. 

1918’in Eylül ayına doğru giderek gelişmeye başlayan Osmanlı- Ermeni Cumhuriyeti dostluğu, kalıcı olamadı. Ekim 1918’de, Mondros Ateşkesi’nin imzalanıp Osmanlıların silâhlarını bırakmaya başlamasıyla birlikte, Ermeniler kendilerine bir fırsat doğduğunu hissederek, yeniden saldırgan politikalarına döndüler. 

Müttefiklerinin yenilip ateşkes istemesi üzerine Osmanlı Devleti de 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Mütarekesi'ni imzaladı. Mütareke şartlarına göre Osmanlı Devleti'nin savaştan önceki sınırlarına çekilmesi gerekiyordu. Ermenilerin İstanbul’daki temsilcileri dönemin hükümet başkanı Ahmet İzzet Paşayı ziyaret ederek, “Türk Askerlerinin Bakü’de 30 bin Ermeni’yi katlettiğini, Karabağ’da da askeri harekâtın devam ettiğini” iddia ederek, “bölgede daha fazla insan ölmemesini” istediler. Bu ve benzeri şikâyetler ile yeni gelişmeler doğrultusunda Türk Kafkas İslam Ordusu İstanbul’dan aldığı emirle 16 Kasım’da Bakü’yü terk 
etmeye başladı ve 15 Aralık 1918 tarihinde Osmanlı askerlerinin Azerbaycan'dan çekilmesi tamamlandı. 

Daha sonrasında Osmanlı Ordusunun terk ettiği bölgelerde İngiliz generali Bristol’un raporunda da bildirdiği gibi [5] Ermeni tedhiş ve katliamları devam etmiştir. Bu defa, 28 Nisan 1920 tarihinde Bolşevik olarak Bakü’ye giren Pankaratov komutasındaki Ermeniler, birkaç gün içinde şehir halkının yarısından fazlasını, on altı bin Azerbaycan Türkünü acımasızca öldürdüler. Azerbaycan 
Demokratik Cumhuriyeti, Ermeni militanları tarafından desteklenen Bolşevikler tarafından işgal edildi. 

[5] O tarihlerde Kafkasya’da görevli olan İngiliz generali Bristol anılarında bu katliamlar hakkında şunları yazıyor: 
“11 Nisan 1920 tarih ve 00214/738 sayılı raporla Dışişleri Bakanlığına durumu bildirdim. Ermeniler; Ermenistan, Azerbaycan ve Türkiye’de Türkleri vahşice katlediyorlar. Bu tam anlamı ile bir soykırımdır. 

Bunun durdurulması ancak Majestelerinin Hükümetinin uyarısı ile olabilir.” 

[6] Tarihçi A. A. Lalayan, “İstoriçeskie Zapinski” isimli eserinde; “Bu dönemde, Ermeniler tarafından Azerbaycanlıların katledilmesi, etnik temizliğe tabi tutulması önceden planlanmış Kilise-devlet politikasıydı. Bu politika sadece Azerbaycan toprakları ile sınırlı kalmamıştır. Bu yüzden Ermenistan’da Taşnak hükümetinin otuz 

Çarın, 1849 tarihinde çıkardığı ferman ile Özerk Erivan Ermeni Bölgesi’nin kurulmasından itibaren, Kafkaslarda Ermeni hâkimiyetinin bulunduğu bölgelerde sistemli bir şekilde yürütülen katliam, tedhiş ve kaçırtmalar sonucu Türk nüfusu sürekli azaltılıp yok edilmek istenmiştir. Bu etnik temizlik politikaları, dönemin tarihçileri tarafından da sık sık dile getirilmiştir [6]. 
İzlenen etnik aylık (Mayıs 1918-Kasım 1920) iktidarı döneminde, Ermenistan arazisinde yaşayan Azerbaycan Türklerinin yüzde altmışının katledilmesine kimsenin şaşırmaması gerekir” diye yazıyor temizlik politikalarının sonucu, Ermeni hâkimiyetindeki bölgenin nüfus yapısındaki değişmelerden de apaçık görülmektedir. 
Ermenilerin 1897 tarihinde yaptıkları nüfus tespitinde Özerk Erivan Ermeni Bölgesinin toplam nüfus 829.550 ve bunun da 313.178’i Azerbaycan Türkü olarak deklere edilmişti. Büyük Sovyet Ansiklopedisi’nin 

. 1926 yılı baskısında Ermenistan’ın toplam nüfusu 1.510.000, bu nüfusun 795.000’i Ermeni, 575.000’i Azerbaycan Türkü ve 140.000 diğer milliyetler; 
. 1960 yılı baskısında Ermenistan’ın toplam nüfusu 1.501.600, bunun 1.301.000’i Ermeni, 107.700’ü Azerbaycan Türkü, geriye kalanı diğer milliyetler ve 
. 1995 yılı baskısında Ermenilerin nüfusunu 2.101.752 ve Azerbaycan Türkünün nüfusunu ise 155.000 olarak verilmiştir. 

2001 yılında Ermenistan’da yayınlanan Ansiklopedia Hırist Armenia isimli ansiklopedide Ermenistan’ın nüfusu 2.969.555, Ermenistan’da yaşayan Azerbaycan Türklerinin sayısı da 5.568’dir. Günümüzde ise Ermenistan’ın nüfusu resmi belgelere göre iki buçuk milyondur ve bunun içerisinde Ermenilerin dışında tek bir fert bile yoktur. 1926 yılında nüfusu 575.000 olan Azerbaycan Türküne ve diğer 140.000’e ne olmuştur? Kafkasya gibi karmaşık bir etnik yapıya sahip olunan bölgede, nüfusunun yüzde yüzü Ermeni olan bir ülke nasıl yaratılmıştır? Bu insanlar, kaybolmaları mümkün olmadığına göre belli ki soykırıma 
uğratılmışlar, zorla sürgüne gönderilmişler ve etnik temizliğe uğratılmışlardır. 


8. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..

***

1914 -2014 YÜZYILIN HİKAYESİ - TÜRK KAFKAS İSLAM ORDUSU VE KAFKASLARDA ERMENİ KATLİAMLARI. BÖLÜM 6

1914 -2014 YÜZYILIN HİKAYESİ - TÜRK KAFKAS İSLAM ORDUSU VE KAFKASLARDA ERMENİ KATLİAMLARI. BÖLÜM 6


Musa Dağı Ermenileri 

Bazı Ermeniler tehcir uygulamalarına karşı isyan etmişlerdir. Bunlardan, Antakya’nın Samandağ’ı ilçesinde, Asi nehrinin denize döküldüğü noktanın kuzeyindeki köylerde yaşayanların hikâyesi ilginçtir. Ermeni Diyaspora sermayesinin, Dünya kamuoyunu Türkler aleyhine kışkırtmak için yayınlattığı kitaplar ve vizyona koydurttuğu filmlere başlık olan “Musa Dağı” bu yörededir. Adı geçen dağ 1555 metre yüksekliğinde, kayalıklar ve çalılıklarla kaplı, batısından denizle çevrili, Suriye ve Lübnan’a giden yolun kavşağındadır. Musa Dağı Ermenileri -yörelerinin konumunun sağladığı avantajlardan da yararlanarak - silah ticareti (kaçakçılığı) yapmakta, Fransızlar ve isyancı Arap liderleri ile ilişki içinde bulunmaktaydılar. 

Fransızlar; Birinci Dünya Harbi'nde Hatay ve Halep vilayetlerinin Akdeniz'e en önemli giriş ve çıkış kapısı olarak gördükleri İskenderun ve Samandağ bölgelerine önem vermişler, bu bölgelere çıkarma harekâtı yapma imkânlarını araştırmışlardır. 
Bu amaçla İskenderun Şehrini 6 defa bombalamışlar, bölgenin Hıristiyan halkını ayaklandırarak Osmanlı hükümetini güç durumda bırakmak istemişlerdir. 

Fransızların çıkarma planını ve Musa Dağı’ndaki altı Ermeni köyü ile ilişkilerini bilen Osmanlı Hükümeti, bu köyler için göç ettirme kararı aldı. Göçe hazırlık için yedi gün süre verildi. Bu karara uyan bir kısım Ermeni, planlandığı gibi Türk muhafızların eşliğinde önce Antakya’ya, oradan da iskân yerlerine ulaştırıldılar. 

Bölgelerine Fransız ve İngilizlerin çıkarma yapacağına inandırılmış isyancı Ermeniler ise göç kararına karşı çıktılar. Bunlar; önemli miktarda silah, yiyecek ve malzemeyi Musa Dağı’nın tepesindeki kayalık bölgeye taşıdılar. Siper kazarak ve kayaları yuvarlayarak barikatlar kurup, keskin nişancılarını bu barikatlara yerleştirdiler. Göç kararını uygulatmak için bölgeye gönderilen jandarmayla 
silahlı mücadeleye başladılar. Daha sonra da Fransız ve İngiliz gemileri tarafından Kıbrıs’a kaçırılıp oradan da Mısır’ın Port-Sait Liman şehrine götürüldüler. 
Buradaki İngiliz askeri tesislerine yerleştirildiler. 

İngilizler sığınmacı Ermeniler için yaptıkları barınma masrafından kurtulmak istiyorlar, Fransızlar da bunları Adana-İskenderun bölgesinde Osmanlıya karşı çete savaşlarında kullanmayı planlıyorlardı. Aralarında yapılan uzun tartışmalardan sonra, Musa Dağı Ermenilerinin yeniden Kıbrıs’a getirilmeleri kararlaştırıldı. Yunanistan’ın Larnaka konsolosu da; “Osmanlı Devleti’nin dağılmak üzere olduğu, Kilikya’da bir Ermeni devleti kurulacağı, Kıbrıs’ta bulunan Ermenilerin Kilikya’ya gönderileceği” söylenerek ikna edildi, hatta konsolostan yardım vaadi alındı. 

Musa Dağı Ermenilerinin yerleştirileceği yer için Kıbrıs’ın Gazimagusa ilçesinin kuzeyinde bulunan stratejik Monargo bölgesi seçildi. Burada oluşturulan kampa Musa Dağı Ermenileri iskân edildiler. Fransızlar, içlerinden asker olarak kullanılabilecek 500 ve işçi olarak yararlanacakları 100 kadar Ermeni’yi “Monargo (Boğaztepe) Ermeni Lejyonu Kampı”na aldılar. 

Bu kampta eğitim gören Ermeniler; Fransızlar ve İngilizler tarafından Çukurova, Antep, Maraş ve Urfa’nın işgalinde; basım yayın işlerinde, Ermeni çetelerine silah temininde, casusluk faaliyetlerinde ve Kıbrıs’taki Türk esir kampının kontrolünde 
kullanılmışlardır. Kampın kapatılmasından sonra bir kısım Ermeni, İngiliz askeri yetkililerin sağladığı kolaylıklardan yararlanarak Yunan Ordusuna ve daha sonra da İzmir’in işgaline katılmışlardır. Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda Musa Dağı Ermenilerinden bazıları, Fransızlar tarafından işgal edilen bölge içinde kalan köylerine geri döndüler. Hatay’ın 1939’da Türkiye’ye katılmasıyla bu Ermenilerin suçluluk duygusu taşıyan önemli bir kısmı bölgeyi terk etti. Geriye Musa Dağının eteklerindeki Vakıflı köyünde yaşayan Ermeniler kaldı. 

TÜRK KAFKAS İSLAM ORDUSU VE KAFKASLARDA ERMENİ KATLİAMLARI 

Kafkaslarda Ermeni katliamları, Rusya İmparatorluğu ile Kaçar Hanedanlığı arasında 1828 yılında imzalanan Türkmençay Anlaşması[4] sonrası olan gelişmeler ile başlar. Bu anlaşma sonrası Ruslar, Türk topraklarına kalıcı olarak yerleşme ve yayılma amaçlarını gerçekleştirmek için Ermenileri kullanmayı planlamış, bu gayeyle kışkırtmış, onlara vatan ve devlet vaat etmişlerdir. 
Takip eden yıllarda ve Çar Nikolay’ın 9 Haziran 1849 tarihinde Erivan özerk bölgesini ilanı sonrasında, Türkiye’den ve İran’dan getirilen Ermeni’ler Erivan’a yerleştirilmeye başlanmıştır. İran’daki Rusya elçisi Griboyadev raporlarında “1829-1830 tarihleri arasında Erivan bölgesine İran’dan kırk bin, Türkiye’den seksen dört bin Ermeni getirilerek yerleştirildi”ğini yazarak bunu teyit etmiştir. Bu dönemde Ruslar, yerli halk olan Azerbaycan Türklerini sürgüne gönderiyorlar, onların topraklarını Ermenilere veriyorlardı. Oysa Erivan Guberniyası (bölgesi) 15. yüzyılın başlarından 1828 yılına kadar Türk hanlar tarafından yönetilmişti 
ve tamamen bir Türk toprağıydı. Ermeni göçlerine kadar bölgede halkın büyük çoğunluğunu Türkler oluşturuyordu. 

[4] Türkmençay Anlaşması, Rusya İmparatorluğu ile İran (Kaçar Hanedanlığı) arasında 21 Şubat 1828 tarihinde imzalanmış bir barış anlaşmasıdır. İran'ın yenilgisiyle sonuçlanan 1826-1828 Rus-İran Savaşı'ndan sonra imzalanmış olan bu anlaşma uyarınca Revan Hanlığı, Nahçıvan Hanlığı ve Talış Hanlığı Rusya'ya verilmiş, Aras Nehri'nin bu iki devlet arasındaki sınırı oluşturmasına karar 
verilmiştir. Gülistan Anlaşması'yla birlikte İran'ın imzaladığı en kötü anlaşmalardan bir olarak kabul edilmektedir. 

Birinci Dünya Savaşında Ruslar, 1916 ve 1917 yıllarında yapılan muharebeler sonunda Doğu Anadolu’nun büyük bir kısmını işgal etmişlerdi. Savaş devam ederken 1917 yılında Ermeniler Güney Kafkasya’daki Türk topraklarına saldırı başlatmışlar, yüzlerce Azerbaycan köyünü yakıp yıkmışlardı. Taşnak saldırganlarından bir birliğin komutanı olan A. Emiryan; “Sadece Erivan 
Guberniyasında Taşnaklar tarafından iki yüz Azerbaycan köyü yakılıp yıkılmıştır” diye yazıyordu. Bu bölgedeki katliamları kendi gözleri ile görmüş ve gören subaylarından bilgi almış olan Amiral Bristol, günlüğüne şunları yazmıştı: “Ben, General Dro ile birlikte çalışmış kendi subaylarımın verdiği bilgilere dayanarak... korumasız köyler önceden bombalanır, sonra zapt edilir, kaçamamış köy sakinleri vahşice öldürülür, köy yağmalanır, bütün mal ve para götürülür, sonra ise yakılırdı. Bütün bunlar Müslümansız (Türksüz) bir Ermenistan için sistemli olarak yapılırdı”. 

Rus Çarlığı 1917 İhtilali ile devrilince, idareyi ele geçiren Bolşevikler savaştan çekilme kararı aldılar. 3.3.1918 tarihinde imzalanan Brest-Litovsk Antlaşması gereğince de işgal ettikleri yerlerden çekilmeye başladılar. Ermeniler, Rusların boşalttığı bölgeler ile Azerbaycan ve Dağıstan gibi Türk coğrafyalarında avantajlı konuma geçmişlerdi. Bu bölgelerdeki Bolşevikler ve Çarlık Rusya’sı kalıntısı Rus kazakları ile işbirliği yaparak, savaş sonrası oluşan kargaşa ortamından da yararlanarak Türk katliamını başlattılar. Kafkasya’daki tüm Türk topraklarını ele geçirmeye kararlı olan Ermeniler, savaştan kaçan Rus askerlerinin de desteği ile 31 Mart 1918 günü Bakü’ye girdiler. On iki bin Azerbaycan Türkünü iki gün içinde katlettiler. Azerbaycan Türklerine ait gazete binalarını, kültür kurumlarını yakıp yıktılar. Camileri ve kutsal mekânları top ateşine tuttular. 

Arşiv belgelerine göre sadece Bakü’de on iki bin; Haçmaz, Kuba, Hacıqabul ve Saylan’da sekiz bin kişiyi, silahsız ve savunmasız yirmi bin Azerbaycan Türkünü katlettiler. 

Olumsuz gelişmeler karşısında Enver Paşa, Azerbaycan ve Dağıstan halkını Ermeni çeteleri ve Rus zulmünden kurtarmak, bölgeyi bu unsurlardan temizlemek için kardeşi Nuri Paşa’yı görevlendirmiş, Nuri Paşa Gence’ye kadar giderek 25.5.1918 tarihinde karargâhını orada kurmuştur. Kafkas İslâm Ordusu adıyla Osmanlı askerleri ile Azerbaycan ve Dağıstan gönüllülerinden oluşan bir ordu ile Azerbaycan ve Dağıstan’ı işgalden kurtarma harekâtını başlattı. Aşağıda o dönemde bölgenin genel durumu ve Kafkas İslam Ordusu’nun yaptığı harekâtlar özetlenmiştir. 

Rusya’da Bolşevik İhtilalı ve Çar’ın görevden çekilmesinden sonra Doğu Anadolu ve İran’da yaşayan Ermeniler, başta Bakü şehri olmak üzere Azerbaycan ve Güney Kafkasların değişik bölgelerine göç etmeye başladılar. Bolşevikler iktidara gelince, Lenin Ermeni asıllı Şaumyan’ı Kafkaslar Fevkalade Komiseri olarak geniş yetkilerle Bakü’ye gönderdi. Şaumyan’a; 

. Güney Kafkaslarda bağımsızlık hareketlerini önleme, 
. Bölgede Komünist Sovyet rejimini tesis etme, 
. Rus ordusu işgali altındaki Doğu Anadolu topraklarında Sovyet Rusya’nın himayesinde bir Ermeni Devleti kurmaya ilişkin çalışmalarda bulunma görev ve yetkilerini vermişti. 

Bolşevikler ve Ermeniler, Abşeron Yarımadası’ndaki zengin petrol yataklarını ele geçirmek için Türkleri bölgeden uzaklaştırmak istiyorlardı. Şaumyan yönetimi Türkiye ve Avrupa cephelerinden dönen Ermeni asıllı Rus askerlerini Bakü’de topluyor, Bakü ve çevresindeki Ermenileri silahaltına çağırıyordu. Bu durum Kafkaslarda yaşayan Türkler arasında infiale yol açmış, göçmen Ermeniler ile bölgenin yerlisi olan Türkler arasında sürtüşmeler başlamıştı. 

Rus Çarlığını devirip idareyi ele geçiren Bolşevikler, Musul’da bulunan 6. Ordu ile 1 Ocak 1918’de mütareke imzalayıp ordularını geri çekmeye başlamış, arkasından da 3 Mart 1918’de Brest-Litovsk Anlaşmasını imzalamışlardı. Bu anlaşma hükümlerine göre; 

. Rus askeri Doğu Anadolu’yu 6-8 hafta içinde terk edecek, 
. Ermeni çeteleri silahsızlandırılacak, 
. Ruslar Ardahan, Kars ve Batum’u derhal boşaltacak; bu bölgenin geleceğine yerli halk ile komşu devletler karar verecekti. 

Rus kuvvetleri geri çekildikçe, boşalttığı yerleri Ermeni Taşnak kuvvetleri dolduruyordu. Bunlar Rus ordusunun geride bıraktığı ağır ve hafif silahlara, nakliye araçlarına, işe yarayacak hayvan ve her türlü eşyaya el koymaktaydılar. Türkler ise ancak Gence civarında durdurabildikleri trenlerdeki piyadelerin silahlarını alabilmekteydiler. Kafkas cephesinden geri çekilen Rus askeri 
birliklerinin yerini alan Ermeni kuvvetleri 36 piyade taburu ve geri teşkilatları ile 50 bin kişilik bir askeri güce ulaşmıştı. 

Türk askeri Doğu Anadolu’da 26 Mart 1918’e kadar yürüttüğü askeri harekâtla Ermeni ve Rum çetelerinin tedhiş ve katliam yaptıkları Kelkit, Erzincan, Bayburt, Tercan, Trabzon, Malazgirt, Hınıs, Erzurum, Köprüköy, Tortum ve Oltu’yu kurtardı; 8 Nisanda Van’a girdi. Van’da Rus ve Ermeniler korkunç katliamlar yapmışlar, şehri harabeye çevirmişlerdi. Türk ordusunun ileri harekâtında Ermeniler firar ederken, geçtikleri Türk köylerinin tamamını yakıp yıkmışlardı. 

Rusların çekilmesinden sonra İngilizler, Ermenilerin hamiliğini üstlenmiş ve bunları teşkilatlandırmaya başlamıştı. Petrol bakımından zengin olan Bakü’ye hâkim olmayı planlayan Almanlar, Türkleri kendileri için rakip görüyor, Gürcülerle ilgileniyorlardı. Brest-Litovsk Anlaşması sonrası Ermeniler Ardahan ve Karsı işgal etmiş, Şaumyan sayesinde Bakü’de duruma hâkim olmuşlardı. Ermeni çeteleri yörelerinde katliamlara devam ediyorlardı. 

Batum’u Gürcüler almıştı. 

7. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..

***

1914 -2014 YÜZYILIN HİKAYESİ - TÜRK KAFKAS İSLAM ORDUSU VE KAFKASLARDA ERMENİ KATLİAMLARI. BÖLÜM 5

1914 -2014 YÜZYILIN HİKAYESİ - TÜRK KAFKAS İSLAM ORDUSU VE KAFKASLARDA ERMENİ KATLİAMLARI. BÖLÜM 5



Tehcir Öncesi Hazırlıklar 

Hükümet, Ermeni tehcirine başlamadan önce aşağıdaki tedbirleri aldı: 

. Bütün vilâyetlere “bölgelerinden geçecek kafilelerin ihtiyaçlarının karşılanması için gerekli tedbirlerin alınması ve yiyecek stoklanması” talimatını verdi. 
. İhtiyaçların tespit ve temini için İskân-ı Aşâir ve Muhacirîn Müdürü Şükrü Bey bizzat görevlendirildi. 
. Sevkiyat sırasında kafilelerin ihtiyaçlarının karşılanması için Konya, İzmit ve Eskişehir sancakları ile Adana, Halep, Suriye, Ankara ve Musul vilâyetlerine toplam 2.250.000 kuruş tahsis edildi. 

Tehcir sırasında ortaya çıkan ihtiyaç için vilâyetler kendi imkânları nispetinde yardımlarda bulunmuşlar, zaman zaman ihtiyaç durumuna göre merkezden yeni para tahsisleri de yapılmış, Amerika'dan Ermeni muhacirlere verilmek üzere gönderilen bir miktar para da Amerikan misyonerleri ve konsolosları tarafından Hükümetin bilgisi dâhilinde Ermenilere dağıtılmıştır. 

Tehcire tabi tutulan Ermenilerin 

. Devlete ve şahıslara olan borçları, ya ertelenmiş ya da tamamen af edilmiş, 
. Kafilelerine hastalık durumlarında tedavi edilmeleri için sağlık görevlileri atanmış, 
. Aralarında bulunan suçlu ve zanlılar hakkındaki takibat ertelenmiş, 
. Malları koruma altına alınmış, 
. Bozulabilir malları, hayvanları veya işletilmesi zorunlu olan imalâthaneleri, kurulan komisyonlar tarafından açık arttırma  ile satılarak, paraları sahiplerine gönderilmiştir. 

Tüm bu işlemler yapılırken herhangi bir suiistimale meydan vermemek için büyük bir dikkat gösterilmiş, bu kapsamda vilayetlere aşağıdaki talimatlar verilmiştir: 

. Tahliye edilmiş olan bölgelere hiçbir şüpheli şahıs sokulmayacak. 
. Eğer bazı şahıslar ucuza mal satın almışlarsa, satışlar feshedilecek ve gerçek değeri takdir olunarak, meşru olmayan bir menfaat teminine meydan verilmeyecek. 
. Tehcir edilen Ermenilerin, istedikleri eşyayı götürmelerine müsaade edilecek. 
. Götüremeyecekleri eşyadan, durmakla bozulacak olanlar zaruri olarak satılacak, fakat bozulmayacak durumdaki eşyalar ise sahipleri adına korunacak. 
. Taşınmaz malların icar, ferağ ve rehin gibi işlemlerinin sahipleriyle olan ilgilerinin bozulmamasına dikkat edilecek ve tehcirin başladığı tarihten itibaren bu hükümlere aykırı olarak yapılan uygulamalar varsa feshedilecek. 
. Bu mallar hakkında anlaşmazlık durumlarına meydan verilmeyecek. 
. Sevke tâbi tutulan Ermenilere, mallarını yabancılar dışında istediği kimseye satmalarına izin verilecektir. 

Talimatlar büyük bir titizlikle uygulanmaya çalışılmış, sevk edilen Ermenilerden kalan sanat ve ticaret müesseseleri iskân şirketleri kurularak, değerleri üzerinden bu şirketlere intikal ettirilmiş; satılan malların bedelleri Emvâl-i Metrüke Komisyonları tarafından sahiplerine gönderilmiştir. Nitekim iskân mahallerine varan muhacirler, kendilerine aktarılan bu paralarla işlerini 
kurmuşlar ve bölgeye uyum sağlamışlardır. 

Tehcirin Başlatılıp Sonlandırılması 

Tehciri Başlatırken 

. Tehcire tabi tutulan kimselerin imhasının söz konusu olmadığı, sevkiyat esnasında emniyetlerinin sağlanması ve  iaşelerine ait her türlü tedbirin -muhacirin tahsisatından sarfiyat yapılarak- alınması, 
. Tehcirin gayesinin hükümet aleyhine faaliyetlerde bulunmalarını engellemeye ve bir Ermenistan Hükümeti teşkili hakkındaki hedeflerini gerçekleştirmelerine mani olmaya matuf olduğu, 
. Yerlerinde kalan Ermenilerin bundan sonra yerlerinden çıkarılmayacağı, asker aileleriyle ihtiyaç nispetinde sanatkâr,  Protestan ve Katolik Ermenilerin sevk edilmeyeceği, 
. Ermeni kafilelerine saldırıda bulunanlar veya bunlara önayak olan jandarma ve memurlar hakkında şiddetli kanunî tedbir  alınacağı ve bu gibiler derhal azl edilerek Divan-ı Harbe teslim edileceği; bu gibi olayların tekrarından vilâyet ve 
sancakların sorumlu tutulacağı hususları yetkililer tarafından ilgililere sıklıkla hatırlatılmıştır. 

İskâna tabi tutulanlar, istedikleri hayvanlarını yanlarına alabiliyor, eşyalarını kağnılarla taşıyorlardı. Kendi kağnısı olmayana devlet bu seyahat için sürücüsü ile bir kağnı veriyordu. İsteyenlerin kıymetli eşyaları denk içinde depo olarak kullanılan kiliselerde, kilit altına alınıyordu. Sahipleri geri döndüklerinde emanetlerini alabilirlerdi. Asıl jandarmalar cephede savaşta olduğundan 
imkânlar ölçüsünde oluşturulan jandarmaların korumasında birkaç yüz kişilik gruplar halinde Haziran sonlarından itibaren yollanmaya başlandılar. Yollarda muayyen yerlerde revir ve Ermeni Papazların bile bulundurulduğu dinlenme-besleme kampları oluşturulmuştu. Bu şekilde Ermeni kafileleri, iskân sahalarına dağıtılmak üzere yol kavşakları üzerinde belirli merkezlerde toplandı. Kafilelerin, muhtemel zorluklarla karşılaşmamaları, emniyet ve muhafazalarının sağlanması için uygun ve yakın güzergâhlardan nakilleri plânlandı. Nitekim Musul'a Kayseri'den ve Samsun'dan gönderilenler Malatya üzerinden; Sivas, Mamuretülaziz, Erzurum ve havalisinden gönderilenler ise Diyarbakır-Cizre yolundan sevk edilmişlerdir. Yolların yoğunluk ve sancakların asayiş durumları dikkate alınarak zaman zaman güzergâhlarda değişiklikler de yapılmıştır. 

Bütün bu güzergâhların seçiminde tren yolları ve nehir nakliye araçları en emniyetli olduklarından dolayı tercih edilmiştir. 

Nitekim Batı Anadolu'dan iskân mahalline gönderilenlerin hemen hepsi trenlerle nakledilmiştir. Cizre yolu ile sevk edilenler de tren ve "Şahtur" denilen nehir kayıklarıyla taşınmışlardır. Tren ve nehir nakliyatının bulunmadığı yerlerde kafileler hayvan ve arabalarla belli merkezlere toplanmışlar ve buralardan trenlere bindirilmişlerdir. Trenle gidenler yerleşim bölgelerine olaysız ve 
az kayıplarla varabildiler. Nitekim güneye yollanan ilk kafilede olan Protestan Ermenilerim vekili Zenop Bezciyan, döndükten sonra İstanbul’daki ABD büyükelçisi Morgenthau’u ziyaret ederek, “hiçbir olay olmadan yerlerine varıp yerleştiklerini ve yeni ikamet yerlerinde iş tuttuklarını” ifade etmiştir. 

 Osmanlı Hükümeti savaş şartlarına rağmen, sevkiyatın bir düzen içinde yürümesine ve kafilelerin herhangi bir zarara uğramamasına itina etmiş, bunun için elindeki imkânları zorlayarak nakli gerçekleştirmeye çalışmıştır. Cepheye asker ve zahire nakli sebebiyle, zaman zaman muhacirlerin sevkinde vasıta sıkıntısına düşülmüştür. Hükümetin, tehcire tabi tutulan Ermenileri büyük bir intizam içerisinde yeni yerleşme alanlarına sevk etmeyi başardığı yabancı misyon tarafından gönderilen raporlarda da doğrulanmıştır. Amerika'nın Mersin Konsolosu Edward Natan, 30 Ağustos 1915'te Büyükelçi Morgenthau’ya 
gönderdiği raporunda, “Tarsus'tan Adana'ya kadar bütün hat güzergâhının Ermenilerle dolu olduğunu; kalabalık yüzünden birtakım sıkıntıların olmasına rağmen Hükümetin bu işi son derece intizamlı bir şekilde idare ettiğini; şiddete ve düzensizliğe yer vermediğini; göçmenlere yeteri kadar bilet sağladığını; muhtaç olanlara yardımda bulunduğunu” belirtmiştir. Buna karşılık Ermeni komiteleri, tehcir devam ederken bile, saldırılarına devam etmiş, âdeta tehcirde devletin ne kadar isabetli davrandığını göstermişlerdi. 

Hükümet; 

. Nakil sırasında konvoylara emniyet kıtaları ve sağlık ekipleri refakat ettirmiş, 
. Nakledilenlerin devlete olan borçlarını silmiş, 
. Kendi ordusuna bile yemek çıkaramazken, tehcire tabi Ermenilerin iaşesini sağlamıştır, 
. Yeni gittikleri bölgelerde toprak, ev, sermaye ve mesleklerini yapabilmeleri için ücretsiz olarak mesleki alet vermek suretiyle gelecek yaşamlarını kolaylaştıracak her türlü yardım ve desteği sağlamıştır. 

Aynı tarihlerde Ruslar, Kafkaslardan bir milyona yakın Müslüman göçmeni aç ve perişan bir şekilde Osmanlı topraklarına sürmüş, yollarda bunlardan yüz binlercesi ölmüştür. Bu yüzden Osmanlı Hükümeti, bir yandan da bu Müslüman göçmenlerin yerleştirilmeleri ve iaşelerinin temini ile uğraşmak durumunda kalmıştır. 

Savaş ortamının getirdiği olumsuz şartlar, kafilelerin emniyetinin sağlanmasını ve iaşelerinin teminini güçleştirmiştir. Yollarda yer yer görülen salgın hastalıklardan can kayıpları olmuştur. Bu kargaşada dağ başlarında idarenin emir ve bilgisi aksine, hırsızlık yapan, cinayet işleyen, ırza geçen, askerin kumanyasını çalıp karaborsada satan, hayvan yemlerini bile çalanlar olmuştur. 
Hama'da bulunan kafilede her gün tifo ve dizanteriden 70-80 kişinin öldüğü ve derhal tedbir alınması hususunda emir verildiği rapor edilmiştir. Kafilelerden bazılarının Arap ve Kürt aşiretlerinin saldırılarına maruz kalarak soyulduğu ve öldürüldüğü istihbaratı alınmıştı. Bu çerçevede bir Amerikan tarihçi şöyle yazmıştır: “Kürt ve diğer haydut çetelerince bazı kafilelere yapılan hücumlar 
hükümetin kontrolü dışındaydı, yokluk ve fukaralık bölgede yaşayanların tümü tarafından pay ediliyordu…”. Erzurum Vilâyeti'nden, Dersim eşkıyasının sevk olunan Ermeni kafilelerinin yolunu keserek katlettikleri ve onları kurtarmanın kabil olmadığı, bildirilmiştir. Bunun üzerine yetkililer ilgili Vilâyetlere, 

. Bundan böyle zaptiyesiz hiç bir kafilenin yola çıkarılmaması ve sevkiyatın emniyet içinde yapılması için gerekli tedbirlerin alınması, kafileleri koruyan muhafızların sayılarının arttırılması; 
. Sevkiyat sırasında güzergâhta bulunan aşiretlerin ve köylülerin taarruzlarına karşı her türlü vasıtanın kullanılması, katle ve gaspa cüret edeceklerin şiddetle cezalandırılması talimatları vermiştir. 

Hükümet, bu Talimatlarına istinaden; 

. Ermeni kafilelerine saldıranlardan kaç kişinin cezalandırıldığını soruşturmuş ve 
. Ermeni kafilelerinin sevki sırasında ihmali veya yolsuzluğu görülen görevlileri tespit etmek üzere tahkik heyetleri kurmuş, 
. Tahkik heyetlerinin verdikleri raporlar ışığında, görevini kötüye kullanan pek çok görevliyi, işten el çektirmiş; bir kısmını  Divan-ı Harb'e sevk etmiş, yargılatarak ağır cezalara çarptırılmalarını sağlamıştır. 

Çeşitli yollardan sevk edilen Ermenilerin ayrıldıkları ve vardıkları yerlerdeki sayıları devamlı şekilde kontrol edilmiş, Ermenilerin belli bir yerde yoğun olarak bulunmaları sakıncalı bulunarak, ayrı kasaba ve köylere yerleştirilmeleri plânlanmıştır. Osmanlı Arşivi'nden derlenen bilgilere göre 9 Haziran 1915'ten 8 Şubat 1916 tarihine kadar tehcirin uygulandığı muhtelif bölgelerden iskân sahalarına Ek-2’deki verilere göre 431.513 kişi nakledilmiş ve 33.921’i yerlerinde bırakılmıştır. ABD görevlileri tehcire tabi tutulan Ermeni sayısını kendilerince kabul edilen en iyi enformasyon kaynaklarına göre 486.000 olarak vermiştir 
(Ek-3). 
Burada dikkat edilmesi gereken husus sayıların Osmanlı verilerinde belgelere dayalı ve rakamların detaylı olarak verilmesi, ABD kayıtlarında ise kendilerince en iyi enformasyona (bilgiye) dayandırılması ve kabaca yuvarlatılmış olmasıdır. 
İki veri arasındaki farklılık, büyük ihtimalle ABD kaynaklarında -propaganda amaçlı olarak- sayıların abartılı olarak yuvarlatılmasından kaynaklanmış olabilir. 

Tehcir sırasında sevkiyat gerek iklim şartları, gerekse meydana gelen yığılmalar yüzünden zaman zaman durdurulmuştur. Ermeni sevkiyatı 15 Mart 1916 tarihinde vilâyetlere ve sancaklara gönderilen bir genel emirle sonlandırılmış, bu tarihten itibaren hiçbir sebep ve vesileyle sevkiyat yapılmaması bildirilmiştir. O tarihte henüz iskân mahallerine varmamış, yani yollarda olan Ermenilerin, bulundukları vilâyet dâhiline yerleştirilmeleri talimatı verilmiştir. Ermeni nüfusun büyük kısmının Suriye tarafına nakledilmesi sebebiyle, 10 Ağustos 1916 tarihinde İstanbul'daki Ermeni Patrikhanesi lağvedilerek Kudüs'e nakledilmiş; bu arada Sis ve Akdamar Katogikoslukları da birleştirilerek Kudüs'e kaldırılmıştır. 

Osmanlı Devleti’nin kayıtlarına göre tehcire tabi tutulan 431.513 Ermeni’den 382.148’i (% 82’si) tehcir yerlerine ulaşmıştır. 

Aradaki fark 56.610 kişi olup, bunlardan 500‘ü Erzurum-Erzincan arasında, 2000’i Meskene’de, 2000’i Mardin civarında ve 5000’i Dersim bölgesinde eşkıya saldırıları sonucunda öldürülmüştür. Bunlara ilave olarak yolculuk esnası ve varılan yerlerde Tifo, Dizanteri gibi hastalıklardan 25.000 civarında ölen olduğu tahmin edilmektedir. Nitekim 1. Dünya Harbi yıllarında 1915-1918 yılları 
arasında Osmanlı ordusunda da hastalıklar nedeniyle 466.759 kişinin vefat ettiği dikkate alındığında tehcir sırasındaki ölümlerin çoğunun salgın hastalıklardan kaynaklandığı gerçeği daha kolay anlaşılabilmektedir. 

Öte yandan tehcir bölgesinde bulunan Ermenilerden bir bölümünün Rusya'ya, Batı ülkelerine ve Amerika'ya gittiklerine/götürüldüklerine dair bilgiler vardır. Nitekim belgelerde, Osmanlı ordusunda silah altında bulunan Ermenilerden 50.000'inin Rus ordusuna iltihak ettiğine, yine Türklerle savaşmak üzere binlerce Ermeni’nin de Amerikan ordusunda üç-dört yıl eğitim gördüğüne dair, merkezi İstanbul'da bulunan ve Osmanlı ülkesindeki Ermenileri menfaat karşılığında 
Amerika'ya kaçıran bir şebekeye ait belgeler vardır. Ayrıca, Ermeniler ve diğer yabancıların verdikleri bilgilere göre; tehcir dışında Kafkasya'ya 345 bin, Suriye'ye 140 bin, Yunanistan ve Ege Adalarına 120 bin, Bulgaristan'a 40 bin, İran'a 50 bin, Lübnan'a 50 bin, Ürdün'e 10 bin, Mısır'a 40 bin, lrak'a 25 bin; Fransa, ABD, Avusturya ve diğer bazı ülkelere 35 bin olmak üzere, toplam 855.000 Ermeni’nin yurt dışına çıktığı anlaşılmaktadır. Bu miktara tehcir yerlerine ulaşan 382.148 Ermeni dâhil edildiğinde toplam sayı 1.237.148 rakamına ulaşmaktadır. Osmanlı Ermenilerinin 1914 Nüfus istatistiğine göre sayılarının 1.221.850 olduğu bilindiğine göre, Ermenilerin iddia ettiği gibi bir Ermeni soykırımı veya 2-3 milyon Ermeni’nin yok edilmesi mümkün değildir. 

Yukarıda verilen bilgilerden de anlaşılacağı gibi Osmanlı tebaası pek çok Ermeni, harpten önce ve harp sırasında Amerika ve Rusya başta olmak üzere çeşitli ülkelere dağılmışlardır. Gösterilen itinaya rağmen; Osmanlı belgelerine göre 1915 yılındaki tehcir esnasında salgın hastalıklardan 25 bin, eşkıya saldırıları sonucu 9 bin civarlarında Ermeni'nin öldüğü anlaşılmaktadır. Bunların dışında ölüm kayıtlarına rastlanılmamaktadır. 

Bütün aksamalara rağmen, “Geçici Sevk ve İskân” yasası istenilen sonucu vermiştir. Ermeni köyleri boşalınca, Ermeni çeteleri saklanacak-beslenecek yer bulamamışlar; sabotajlar bitmiş, asker de savaş yerlerine gidebilmiştir. 

6. CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***