26 Ekim 2016 Çarşamba

ALDATILAN KİMLİK 1914 -2014 YÜZYILIN HİKAYESİ ERMENİ İSYANLARI



ALDATILAN KİMLİK 
1914 -2014 YÜZYILIN HİKAYESİ  
ERMENİ İSYANLARI ,





Gürbüz MIZRAK

1908 Öncesi Ayaklanmalar ,

İsyancı Ermenilerin Doğu Anadolu üzerindeki talepleri 1870'lerden sonra Osmanlı Devleti için siyasi bir sorun olmuştu. 
Bu bölgedeki Ermeni komiteleri önce Ermeni halkı üzerinde baskı kurdular. Zenginlerinden ağır tehditlerle büyük paralar sızdırdılar. Cyrus Hamlin 23.8.1895 tarihli New York Times gazetesinde “İhtilalci Ermenilerin istenilen parayı vermeyen kendi soydaşlarını da öldürdüklerini” yazıyordu. Bu suretle toplum terörize edildi; komitenin emirlerini dinlemeyen, tebaası olduğu Devletine sadık yüzlerce Ermeni’yi öldürdüler. Ermeni halkının büyük bir kısmını -tehdit, şantaj ve ham hayallerle- amaçları için kullanılacak konuma getirdiler. Ortamı amaçları için uygun hale getirdikten sonra, devlete karşı ayaklanmaya, bölgelerindeki 
Müslüman Türk ve özellikle aşiret köylerini basıp yağmalamaya, ahaliyi göçe mecbur bırakarak bölgeyi Müslümanlardan boşaltmaya yönelik akıl almaz işkencelerle öldürmelere başladılar. 

İsyancı Ermenilerin 1908 öncesi çıkardığı bazı önemli ayaklanmalar sırasıyla: 

. Sivas ayaklanması (11 Ekim 1881), 
. Erzurum olayı (20 Haziran 1890), 
. İstanbul'da Kumkapı ayaklanması (15 Temmuz 1890), 
. Yozgat olayı (Ekim 1893), 
. Tokat olayı (Ağustos 1894), 
. Birinci Sason isyanı (Haziran 1893 - Ağustos 1894), 
. İstanbul'da Bâb-ı Âli baskını (18 Eylül 1895), 
. 1892 - 1896 ayaklanmaları (Geyve, Yozgat, Kayseri, Develi, Diyarbakır, Siverek, Harput, Malatya, Arapgir, Adıyaman, Maraş, Urfa, Antep, Sivas, Niksar, Divriği, Merzifon, Amasya, Trabzon, Gümüşhane, Bitlis, Muş, Erzincan, Bayburt, Erzurum ve Hınıs ayaklanmaları), 
. Adana olayları (Ekim 1895 - Mart 1896), 
. Zeytun isyanları (Temmuz 1895 - Ocak 1896), 
. Van isyanları (Ekim 1895 - Ekim 1896), 
. Osmanlı Bankası baskını (14 Ağustos 1896), 
. İkinci Sason İsyanı (1898 - 1904) ve 
. Sultan Abdülhamid'e suikast girişimi, bomba olayı (21 Temmuz 1905). 


11 Ekim 1881’deki Sivas ayaklanması, daha sonra Hınçak Partisi üyelerinin girişimleriyle Devlete karşı gerçekleşen 20 Haziran 1890'daki Erzurum İsyanı ve 15 Temmuz'da İstanbul'daki Kumkapı Nümayişi ile Türk ve isyancı Ermeni çatışmaları başlamış oldu. Çatışmalarda iki taraftan da ölenler oldu. Bu olaylarda yer alan Ermenilerin Batı ülkelerinin baskısı üzerine hafif cezalar almaları veya hiç cezalandırılmamaları, ilerleyen dönemde daha fazla olayın çıkması yönünde etkili olmuştur. 1891 yılında II. Abdülhamid olaylara karışan Ermeniler için bir af çıkarttı, ancak bu af da daha sonraki olayları durdurmadı. 

1892-1896 yıllarında Kayseri, Yozgat, Çorum ve Merzifon'da ayaklanmalar oldu. Hınçak ve Taşnaksutyun gibi Ermeni militan örgütleri 1894'ten itibaren tedhiş eylemlerini iyice artırdılar. Bu dönemde Sason olayı vuku buldu. Bunu müteakip 11 Mayıs 1895'de Avrupa devletleri, Ermenilere hamiliklerini tescilleyen bir notayı Osmanlı idaresine verdiler. Notada “Vilâyât-ı Sitte” [1] olarak isimlendirilen Erzurum, Bitlis, Van, Sivas, Mamûretülaziz (Elazığ) ve Diyarbekir vilayetlerinde ıslahat yapılması istendi. Bu istekte yer alan vilayetlerin kapladığı alan ayrılıkçı Ermenilerin daha sonraları yapacakları toprak talepleri için kendilerince bir meşru zemin teşkil etmiştir. Avrupa devletlerinin kolladığı Ermeniler Birinci Sason isyanını, Bâb-ı Âli Gösterisini ve Zeytun İsyanlarını gerçekleştirdiler. 

[1]  Vilâyât-ı Sitte: Osmanlı dönemi idari haritasına göre; Erzurum, Bitlis, Van, Sivas, Mamûretülaziz (Elazığ ili ve civarı) ve Diyarbekir vilayetleri olup bugünkü haritamıza göre yaklaşık Erzurum, Erzincan, Ağrı, Van, Hakkari, Bitlis, Muş, Şırnak, Batman, Siirt, Diyarbakır, Mardin, Elazığ, Tunceli, Malatya, Bingöl, Sivas, Amasya, Gümüşhane, Bayburt ve Tokat illeri ile Giresun’un Şebinkarahisar ilçesini kapsamakta; o zaman dışarıda kalan Kars vilayeti de eklendiğinde Artvin, Iğdır, Ardahan ve Kars illerimizi de içine almaktadır. 


     Bitlis Ayaklanması Ermeni isyanlarının nasıl çıkarıldığını göstermesi bakımından tipiktir. Bitlis'teki Amerikan kolejinin isyanı teşvikte çok önemli rolü olmuştur. Kolej, Bitlis'ten Amerika'ya gitmiş bir Ermeni tarafından açılmıştı, Amerikalının Bitlis'te doğmuş ve çocukluğunu geçirmiş olan Misyoner oğlu Corc'un idaresindeydi. Bitlis havalisinden gelen Ermeni çocukları burada yatılı olarak okumakta, kafaları hükümet aleyhine ihtilâl ve isyan düşünceleriyle doldurmaktaydı. Buradan mezun olanlar köylerine döndüklerinde yakınlarını ve komşuları olan Ermenileri - ihtilâl ve isyan fikirleri aşılayarak- bağımsızlık hayaline sürükleyip, Osmanlı Devleti ve Türk Milleti’ne düşman ettiler. 

Misyoner Corc ile yörenin piskopos vekili, Ermenilerin ileri gelenlerine, onlar da Ermeni halkına Hınçak komitesinin programını telkin ederek ayaklanma düşüncesini zihinlere yerleştirip isyan için fedai kaydına başladılar. Bu fedailer Bitlis'te toplandı ve hayalî vaatlerle cesaretlendirildi. Devlet memuru olan Ermeniler istifa ettirildi. Ermeni esnafı alış veriş için dükkânlarına gelen Müslümanlara küstahlığa başladı. Ortamın bu şekilde oluşturulmasından sonra Diyarbakır, Erzurum ve Van Ermeni komiteleri Bitlis Ermenilerini 1895 yılının Ekim ayında isyan ettirdiler. Ermeniler tenhalarda rast geldikleri Müslümanları 
öldürmeye, Müslüman kızları kaçırıp ırzlarına tecavüz etmeye, Cuma namazı kılmak için camilerde toplananlara saldırmaya başladılar. Müslümanların saygı duyduğu bir toplum liderini kaçırıp vahşice şehit ettiler. Tüm bunlar Müslüman ahalinin sabrını taşırdı ve Ermeni isyanına karşılık vermeleri sonucunu doğurdu. Ermeni isyanı ve Müslümanların karşılık vermesi Bitlis'in kaza ve köylerine de sıçradı. Bu ayaklanmalarda Müslümanlardan ve isyancı Ermenilerden ölenler ve yaralananlar oldu. 

1896 yılında Osmanlı Bankası Ermeniler tarafından basıldı ve işgal edildi. 1896 yılında Van İsyanı, 1903'te ise İkinci Sason İsyanı gerçekleşti. 21 Temmuz 1905'te Ermeni suikastçılar 

Osmanlı Padişahı II. Abdülhamid'e suikast düzenlediler, ancak başarılı olamadı lar. 1909'daki Adana Olayları patlak verdi. 

1896 yılındaki Osmanlı Bankası baskını ve sonrasında gelişen olaylar dikkate şayandır. Bu baskında 26 Ermeni teröristten oluşan çete dünyada ses getirmek için İstanbul’da Osmanlı Bankasına bombalarla saldırdı, 23 Türk’ü öldürdü ve 57’sini yaraladı. Çıkan silahlı çatışmada çete başı öldürüldü, yerine Pastırmacıyan Karakin geçti. Yabancı devlet elçilerinin araya girmesi ile silah bırakan çete üyelerinin Fransa’ya gitmelerine izin verildi. Bunlardan çete reisi olan Pastırmacıyan, daha sonra İsviçre’de okumuş, Kimya doktoru olmuş, Tiflis’e dönmüş ve 1913 Osmanlı Parlamento seçimlerinde sekiz Ermeni mebustan biri 
olarak meclise girmiştir. Ardından Birinci Dünya Savaşında Osmanlı-Rus muharebeleri başlamadan 1914 yılında 2000 atlısı ile Rusya tarafına geçmiş ve Osmanlı ordusuna karşı savaşmıştır. 1918 de ise Ermenistan Cumhuriyetinin Washington elçisi olarak Amerika’ya gitmiş, aynı yıl Boston’da İngilizce, Türk düşmanlığını körükleyen yalan ve yanlışlarla dolu iki kitap yayınlamıştır. 
Günümüzde bu kitaplar Diyaspora Ermenilerine propaganda malzemesi olmaktadır. Buna karşılık küçük kardeşi Berç Keresteciyan Kafkas cephesinde Osmanlı ordusundayken ayağından Rus veya Ermeni kurşunu ile vurulmuş, hizmetlerinden dolayı Osmanlı Bankası ikinci Müdürlüğüne kadar yükselmiş ve Atatürk tarafından “Türker” soyadıyla ödüllendirilmiştir. 

Ermeni isyanları olurken Yurtdışındaki Ermeni komiteciler, Avrupa ve Amerikan gazetelerinde “Türklerin Hıristiyanları doğradığı” yalanını yayıyor ve menfi propaganda yapıyorlardı. Büyük isyanlarda Avrupa ülkelerinin konsoloslarına müdahale ettiriyorlardı. Devlet, Anadolu’da yer yer çıkan küçük Ermeni isyanlarını bastırdı, imkânları ölçüsünde bazı tedbirler de aldı. 

İkinci Meşrutiyetten Sonra Ayaklanmalar 

İmparatorluğun hızla parçalanmakta olduğunu gören İttihatçılar, II. Meşrutiyet 'in başlarında "ittihad-ı Anâsır" [2] stratejileri doğrultusunda Ermeni komiteleri ile birlikte hareket etme arayışlarına girdiler. 

[2] İttihad-ı Anâsır: Unsurların birliği anlamına gelmektedir. II. Abdülhamid tarafından ortaya atılmıştır. Osmanlıyı oluşturan unsurların güçlenen milliyetçilik akımına karşı eşit birer unsur olarak tanımlanarak, bir bütün oluşturmasına çalışılmıştır. 


Bundan Ermeni komitecileri azami ölçüde yararlandı. Ermeni siyasi suçlular, mahkûmlar ve kaçakçılar İstanbul'a doluştular. 
Bunlar, ihtilalci siyasetlerini bir tarafa bırakmış, Meşrutiyet’e yardımcı olma, memleketin iktisadi ve medenî gelişmesi için çalışma görüntüsü vererek İttihatçıları kandırıp, onların desteğini aldılar. Diplomatlık makamları dâhil, Devletin yüksek mevkilerine getirildiler. Bayram ve merasimlerde en önlerde önemli Devlet görevlileri yanında yer alıyor, rağbet görüyorlardı. Şişli 
mezarlığında sözüm ona Meşrutiyet uğruna ölen Ermeni fedaileri adına düzenlenen törene üst düzey Devlet bürokrasisi katılmış; 

Türk ve İslâm düşmanı Patrik Matyos İzmirliyan sürgünde bulunduğu Kudüs'ten İstanbul'a gelirken, Devlet görevlileri tarafından kahraman edasıyla karşılanmıştı. 

Taşnak, Hınçak ve diğer komiteler yeniden örgütlenmeye, şubeler açmaya başlamış, bunlar adına müsamere ve konserler verilmekteydi. Tüm bunlar olurken İstanbul'daki Ermeni basınında da Türk-İslâm düşmanlığını körükleyen yazılar birbirini takip ediyordu. 

İttihatçıların iyi niyetli girişimleri fayda vermemiş, ayrılıkçı isyanlar gün be gün artmış, İmparatorluk kan kaybetmeye devam etmiştir. Bu dönemin isyanların dan Adana Ayaklanması tipiktir. Adana piskoposu Muşeg, dönemin emperyalist devletlerin dikkatini çekmek ve Türkiye'de bir Ermenistan devleti kurabilmek için aylarca hazırlanmış, binlerce Ermeni çeteciyi silahlandırmıştı. 
Piskopos, Osmanlı Devletinin en nazik anında, 31 Mart Vakasını takip eden günlerde (14 Nisan 1909) isyan emrini verdi. Adana, Tarsus, Erzin, Misis, Dörtyol, Bahçecik ve diğer kazalardaki Ermeniler ayaklanarak savunmasız buldukları Türk evlerine girip, ırza, mala ve cana saldırmağa başladılar. Üç günde Adana ve çevresi altüst oldu. Ermeni çeteleri beşikteki Türk çocuklarını bile öldürüyor, hazırlıksız olan asker ve polis bu çetelere karşı koyamıyordu. İsyana bizzat Türk halkı müdahale etti, kendini savundu, Ermeni çetelerini bozguna uğrattı. Piskopos Muşeg Mısır'a kaçtı. Ermeniler durumu Avrupa basınına “Türklerin zulüm ve barbarlığı” şeklinde aksettirip, Avrupa ve Amerikan basınında mazlum olarak ilan edildiler. 

Ayaklanmanın sonunda harp divanı kuruldu. Uzun tahkikat ve muhakemeler sonucunda 9 Türk, 6 Ermeni idama mahkûm edildi. 
Dış baskılar sonucunda, dönemin yöneticileri Avrupa'ya şirin görünmek için yeniden harp divanı kurdular. 47 Müslüman Türk daha idam edildi. Ermenilerden ise yalnız bir kişi idam oldu. 

Birinci Dünya Savaşında Ermeni Olayları 

Erzurum'da Taşnakların liderliğinde 28 Temmuz - 14 Ağustos 1914 tarihleri arasında bir kongre düzenlenmişti. Amaç, Ermenilerin Osmanlı-Rus savaşı çıkması durumunda takınacakları tavrın kararlaştırılmasıydı. İktidardaki İttihat ve Terakki iki önemli üyesini temsilci olarak kongreye yolladı. 

Bu temsilciler Ermenilerden; 

. Savaş çıkması durumunda devlete sadık kalmaları, 
. Ruslara karşı savaşacak orduya asker vermeleri ve 
. Rusya'daki Ermenilerin cephe gerisinde Osmanlılara yardım etmeleri taleplerinde bulundular. 


Ermeniler ise; 

. Osmanlı Devletine sadık olduklarını, ama İttihat ve Terakki hükümetiyle aynı görüşleri paylaşmayıp bağımsız hareket edeceklerini, 
. Kafkaslardaki ayaklanma teklifine karışmayacaklarını, çünkü oralardaki Ermenilerin Rusya’ya sadık olduklarını ilettiler. 


Büyükelçi Ahmet Esat Uras'a göre Taşnaklar Ruslarla işbirliği yapma ve Osmanlıya karşı ayaklanma kararını gizlice almışlardı. Askeri tarihçi Erikson'a göre, bu toplantı sonrasında İttihat ve Terakki Partisi, “Osmanlı Ermenilerinin Rusya ile işbirliği içinde oldukları ve bölgeyi Osmanlı İmparatorluğu'ndan ayırmayı amaçladıkları” kanaatine vardı. İttihat ve Terakki yönetimi, 
Doğu'daki Ermenilerin muhtemel bir Rus istilasından önce ayaklanarak Ruslara destek olacağı endişesini taşıyordu. Nitekim bu kaygılarında haklı çıktılar. 


Osmanlı Hükümeti'nin Almanya yanında Birinci Cihan Harbi'ne girme kararı almasının en önemli nedenlerinden biri, devleti Rusya'ya karşı koruma düşüncesi idi. Bu karar; karşı cephede bulunan Rus, Fransız ve İngiliz “Müttefikler” (İtilaf devletleri) için ayrılıkçı Ermenileri önemli bir koz haline getirdi. Müttefikler, öteden beri siyasi çıkarlarına alet ettikleri ayrılıkçıları, Osmanlı devletine karşı kullanmak üzere harekete geçti. İngiliz ve Fransız Konsolosları bulundukları yerlerde, Çarlık Genel Valisi de Tiflis'te Ermeni komitelerini amaçları doğrultusunda organize etmeye, para ve cephane desteğiyle isyana hazırlamaya başladılar. 

Rus istihbarat raporlarına göre “Van, Bâyezid, Bitlis, Erzurum ve Trabzon vilayetlerdeki Ermenilerin hepsi Rusya tarafındaydılar. Bütün Ermeniler Türkiye'ye karşı düşmanca tavırda bulunuyorlar ve Ermeni toprakları olarak kabul ettiği bölgeyi, Rusya'nın işgal etmesini bekliyorlardı. Ermeni Patriği Rusya'ya Türkiye'deki Ermeni halkını kurtarması için yalvarmaktaydı”. 

1914 yılında Ermeni komiteleri Türkiye'deki şubelerine "Bölgelerinde bir Osmanlı-Rus savaşı çıkması halinde, Rus ordusu sınırdan ilerler ve Osmanlı ordusu geri çekilirse, her tarafta birden eldeki vasıtalarla başkaldırılacak” talimatını vermekteydiler. Bu durumda “Osmanlı ordusu iki ateş arasında bırakılacak, resmî binalar bombalanacak, iaşe depolarına sabotajlar düzenlenecek”; bunun tersi olur Osmanlı ordusu taarruza geçerse “Ermeni askerleri firar edip Ruslara katılacak ve silah altına alınanlar kıtalarından kaçarak, Türk birliklerinin geri cephelerine zarar vermek ve ülke içinde çeşitli olaylar çıkarmak için çeteler kuracaktı”. 

İstanbul’daki Ayrılıkçı Ermeni komitesi Osmanlı meclisinde Erzurum milletvekili olan Karakin Pastırmacıyan’ı Kafkasya'ya gönderdi. Karakin ve ekibinin organizasyonunda firariler ve diğer ayrılıkçı Ermeni gönüllüleri Rus ordusuna, Türkiye'ye karşı savaşacak çetelere ve intikam alaylarına katılmak üzere Kafkasya'ya, Tiflis'e yönlendiriyordu. Ruslar, Osmanlı’yla savaşın olacağı bölgeyi iyi bilen Ermenileri ordularına almaya başlamışlardı. 

I. Dünya Savaşı 28 Temmuz 1914 tarihinde Avrupa'da başladı. Osmanlı Devleti; Almanya, Avusturya-Macaristan ve Bulgaristan ile birlikte, Avrupa ve diğer kıtalarda bulunan yirmi beş devletin bulunduğu İtilâf grubuna karşı savaşacaktı. Osmanlı savaş öncesi 20-45 yaş grubu Ermenileri askere aldı. Ancak, Ermeniler, seferberliğin ilan edildiği 3 Ağustos 1914 tarihinden itibaren ordudan kaçmaya başladılar. Firarilerden bir kısmı ülke içindeki çetelere, diğer bir kısmı da Rus Ordusu'nda kurulan Ermeni Gönüllü Tugaylarına katıldılar. 

Türk Boğazlarını geçerek Karadeniz’e giren iki Alman gemisinin Rus gemilerini ve limanlarını bombalaması, daha sonra da Osmanlıya sığınması üzerine 1 Kasım 1914’de Rus ordusu Kafkasya Cephesi’nde sınırı geçerek Osmanlı topraklarına girdi. 
Böylece dört yıl sürecek kanlı bir savaş başlamış oldu. Eş zamanlı olarak Osmanlı’nın cephe gerisinde bulunan, Rusya tarafından teşvik edilen ve desteklenen Rum ve Ermeni çeteleri Türk ordusunun ikmal hatlarına ve haberleşme tesislerine saldırılara, Anadolu topraklarında ve Kafkasya’da büyük bir Türk ve Müslüman katliamına başladılar. Seferberlik nedeniyle askere alınan Ermeniler, silahları ile topluca firar ediyorlardı. Bunlardan bir kısmı Rus ordularıyla birlikte Osmanlı ordusuna karşı savaşa katılırken, diğerleri Ermeni gönüllü birlikleri ve çetelerine dâhil oldular. 


Doğu Anadolu’da bulunan Osmanlı 3. Ordusu, Rus saldırılarına karşı savaşı Erzurum’un doğusunda kabul edecek şekilde hazırlıklarını yapmıştı. Bir Türk birliği Batum yönünde harekete geçerek Artvin, Ardanuç ve Borçka’yı ele geçirerek Çoruh vadisini düşmandan temizledi. 3. Ordunun 9. ve 10. Kolorduları, Erzurum istikametinde saldırıya geçen Rusları, büyük zayiatlar verdirerek 
Köprüköy önlerinde durdurdular. 

Ruslar, Doğu Avrupa’da Almanlara karşı büyük bir askeri yığınak yapmışlardı. Almanlar, müttefikleri olan Türklerin Kafkas 

Cephesinde başlatacağı taarruz neticesinde Rusların önemli bir kuvveti Doğu Avrupa’dan Kafkaslara kaydıracağını düşünüyorlardı. Osmanlı Orduları Başkomutanı Enver Paşa’yı, Ruslara karşı bir baskın taarruz planı yapmaya ikna ettiler. Kafkas cephesinde bulunan 3. Orduya planın uygulanması talimatı verildi. 3. Ordu kurmayları bölgedeki çetin kış şartlarını göz önüne alarak taarruzun bahar aylarında yapılmasını teklif ettiler. Ancak, bu teklifi kaale almayan Enver Paşa sevk ve idareyi üzerine alarak askere 22 Aralık 1914’de taarruz emrini verdi. Sarıkamış Harekâtı olarak bilinen bu olayda Allahuekber ve Soğanlı dağlarında kar, 


 Yeni Resim (39)

Ermeni çeteciler tarafından Silvan yakınlarında Şeytankaya mevkiinde miladi 28 Haziran 1331 tarihinde öldürülen, Hamid 
Efendi kumandasındaki erzak kafilesi jandarma ve subayları. Kaynak: Ermeni Komitelerinin Amal ve Harekât-ı İhtilâliyesi: İlân-ı 
Meşrutiyetten Evvel ve Sonra. İstanbul 1919 ad ve basın tarihli kitaptan 
tipi ve soğuktan Mehmetçiğin büyük bir bölümü donarak şehit düştü. Sarıkamış’a girebilen az sayıda kuvvet de Rus ordusu 
tarafından geri atıldı. Böylece 3. Ordu tamamen devreden çıktı. 

Doğu Anadolu’nun kapıları Rus ordusuna açılmış oldu. 

Bu ortamda Ermeni çeteleri rahatça Türk ve Kürt köylerine saldırabiliyor, cephe gerisinde ikmal yollarını kesip sabotajlar yapıyor, Müslüman halkı katledip bulundukları bölgelerden kaçırmak için birçok vilayette silahlı ayaklanmalar yapıyor, isyanlar çıkartıyorlardı. Tüm bu olaylar üzerine Osmanlı Devleti, Ermeni ıslahatı için 8 Şubat 1914'te imzalamış olduğu Yeniköy Anlaşması'nın geçersiz olduğunu ilan etmiş, 1915 Şubat ayından itibaren Osmanlı ordusundaki Ermenileri silahsızlandırmıştır. 

Bu dönem ayaklanmalarının başlıcaları; Zeytun Olayları, Kayseri Olayları, Bitlis ve Muş Olayları, Erzurum ve Erzincan Olayları, Elazığ (Harput) Olayları, Yozgat Olayları, Sivas Olayları, Adana Olayları, Trabzon ve Samsun Olayları, İzmit ve Adapazarı Olayları, Urfa Olayları ve Van İsyanı’dır. 

Bu Ermeni isyanları arasında en büyüğü Van'dakidir. 1915 Nisanında Osmanlı Ordusu Çanakkale ve Irakta ölüm kalım savaşı vermekte, Van bölgesindeki askerlerimiz ise Rusların Kafkaslardan yaptığı saldırılara karşı koymaya çalışmaktaydı. Bu durumu değerlendiren Ermeniler 15 Nisandan itibaren Van ve çevresinde isyanlar çıkarmaya başladılar. Bu isyanlarda memur ve jandarma lar öldürülmüş, karakollar ve Türklerin evleri saldırıya uğramış, resmî binalar kundaklanmıştı [3]. Van Jandarması ve bazı aşiretler Ermenilere karşı savaşmış, ancak isyanları bastıramamışlardı. 

[3] O dönem Van’da bir Hıristiyan yetimhanesinde hemşire olarak görev yapan Käthe Ehrhold yaşananları şöyle anlatmıştır: “Van’da 20 bin kişi yaşıyordu. Rusların yaklaşması ile birlikte Ermeniler sakladıkları silahları çıkararak savaşa başladılar. Şehirde büyük bir iç savaş, kardeş savaşı başladı. Günlerce sokak çatışmaları oldu. Ruslar kente iyice yaklaşınca, Türkler kenti boşaltma kararı aldılar ve bir gecede sivil ve asker kenti terk etmek zorunda kaldı. Geriye yalnız kadınlar, yaşlılar ve hasta Türkler kaldı. Ertesi gün şehir Ermeni çetelerinin ve Rusların eline geçince, Ermeniler kaçamayan kadın, yaşlı ve hasta Türkleri katlettiler. Dindar bir Hıristiyan olarak önce kendilerine bu günü veren Tanrı’ya şükretmeleri gerekiyordu. Fakat onlar bunu yapmadılar, bağımsız oldukları ilk gün yaptıkları bu cinayetleri büyük bir günahkârlık olarak görüyorum. 

Ermeniler, Türklerin geride bıraktıkları mal ve mülke el koydu ve sanki kendilerininmiş gibi kullanmaya başladı. Yetimhaneme, şimdi Ermeni köylüleri yerine çevre köylerden Türk kadınlar gelmeye başladı. Rusların bölgede bulup topladığı bu kadınları yetimhanemizde korumaya aldık. 

Yoksa bu zavallılar tutanın elinde kalacaklardı. Bu kadınlara çok fazla yardımcı olamadık. Çünkü çetecilerden çok kötü muamele görmüş, namuslarına tecavüz edilmiş bu kadınlar korkudan tir tir titriyorlardı.” 

Diğer bölgelerden de isyancı Ermenilerin yol kestikleri, Müslüman köylerini basarak halkını katlettikleri haberleri yayılıyordu. Fransız ve İngiliz donanması 1915 Mart ortalarında Çanakkale’deki tüm binaları, sivil ev ve hastaneler dâhil topa tutmuştu. Çıkartma yapacakları belliydi. 



Van'ın Rus ordusu tarafından işgalini kolaylaştırmak için isyan eden Ermenilerin Osmanlı askerlerine karşı siperlerdeki fotoğrafı.

 Kaynak: http://www.kurtulustv.itgo.com/. 

Osmanlı hükümeti, Ermenilerin çıkardığı isyan ve yaptığı katliamlar karşısında Ermeni Patriği, Ermeni milletvekilleri ve Ermeni halkının ileri gelenlerine “Ermenilerin Müslümanları arkadan vurmaya ve katletmeye devam etmeleri halinde gerekli önlemleri alacağını” bildirmişti. Bu ihtar isyancı Ermenilerce “blöf” olarak algılanmıştı. Onlara göre Türkler her yerde kaybediyordu, müttefikler her an Çanakkale’ye çıkartma yapabilir ve İstanbul’u işgal edebilirlerdir. 

Ermeni isyanlarının ve katliamlarının durmak yerine giderek yoğunlaşması üzerine, 24 Nisan 1915 tarihinde Ermeni Komiteleri kapatıldı, isyancılara yardım ettikleri tespit edilen 235 Ermeni İstanbul’da tutuklanıp trenle Ankara, Ayaş ve Çankırı istikametine yollandı. Bazıları hapishanelere, çoğunluğu da Polis nezaretinde evlere dağıtıldı. Bunlardan suçsuz bulunup bağışlanan ve yabancı 
uyruklu olan 31’i serbest bırakılmış, suçları sabit olanlardan 25’i Ayaş’a ve 57’si de Zor’a nakledilmiştir. Zor’a nakledilenlerden iki Ermeni’yi öldüren Osmanlı yurttaşı Çerkez Ahmet’le yandaşı Halil cinayetten suçlu bulunarak Şam’da asılmışlardır. Geri kalan Ermeniler Çankırı’da üç-beş kişilik gruplar halinde evlere yerleştirilmiş, parası olmayanlarına devlet yardımı yapılmış, bunların gün sonunda karakola gidip kaçmadıklarını kanıtlamaları istenmiştir. Türkiye dışındaki Ermenilerin her yıl "Ermeni soykırımının yıldönümü" diye andıkları 24 Nisan, işte bu 235 komitecinin tutuklandığı tarihtir. Bu olayın ertesi gecesi ise yani 25 Nisan’da Çanakkale’de İngiliz-Anzak-Fransız kıtaları muhtelif yerlerde karaya çıktılar ve Kara Savaşları başladı. 

Ermeni çeteleri eşliğindeki Rus orduları Murat suyu vadisi, Malazgirt ve Tortum’u işgal etmişti. İşgalciler 17 Mayısta Van’ı da ele geçirdiler. Ermeni birlikleri Van’da korkunç katliamlara giriştiler. Ağustos ayı içinde Osmanlı Ordusu bir süreliğine Van'ı ele geçirdi ise de, Rus ve Ermeni kuvvetleri şehri tekrar geri aldılar. Van ve çevresinde 250 bin kadar Ermeni toplandı. Ermeniler şehir ve çevre halkından 60 bin Müslüman’ı katlettiler. Osmanlı Ordusunun ikmal yollarını kestiler. Ordu geri çekilmek zorunda kaldı. Saldırıya devam eden Ruslar Erzurum, Bitlis ve Trabzon’u da işgal ettiler. Ruslardan cesaret alan Ermeniler, Müslümanlara karşı tecavüzlerini iyice artırdılar. Pek çok Müslüman aile canlarını kurtarmak için Anadolu’nun iç bölgelerine çekildiler. 


 http://www.ermenisorunu.gen.tr/images/fotobu/a1_38_1.jpg


İzmit'e bağlı Bahçecik, Arslanbey ve Yuvacık köylerinde ele geçirilen Ermeni silahları. 

Kaynak: Ermeni Ayaklanmaları ve İhtilal Hareketleri. 

Birinci Dünya Harbi döneminde Ermeni silahlı çeteleri tarafından İran’ın en çok gelişmiş Urmiye, Hoy, Makü, Salmas ve diğer Azerbaycan kentlerinde 150 ila 200 bin Türk ve Müslümanı feci şekilde katledilmişlerdir. Bu acımasız masum Müslüman katliamına, İran İslâm Cumhuriyetinin de aslında sessiz kalmaması gerekirdi. Ama ne yazık ki, günlük siyasetin çıkar hesapları sebebiyle bu büyük insanlık faciasına karşı duyarsız kalınabilmektedir. 



..

ALDATILAN KİMLİK 1914 -2014 YÜZYILIN HİKAYESİ




ALDATILAN KİMLİK 1914 -2014 YÜZYILIN HİKAYESİ,



İSYANCI ERMENİLERİN ÖRGÜTLENMESİ, 

Gürbüz MIZRAK



   İkinci Viyana bozgunundan sonra Osmanlı duraklama sürecine girince, batılı emperyalistler devletimizi yıkmak için planlar hazırlayıp iç işlerimize karışmaya başladılar. Azınlıkları, Osmanlı’ya karşı ayaklandırmak için çeşitli çalışmalar yaptılar. 
Başta dönemin Rusya yöneticileri olmak üzere İngiltere, Fransa ve ABD’nin yetkilileri, konsoloslukları vasıtasıyla açtıkları misyoner okulları ve yönlendirdikleri kiliselerde Ermeniler arasında milliyetçilik ve ayrılık fikirlerinin gelişmesini sağladılar. Bu faaliyetlere 1860 yılından itibaren emperyalistlerin güdümündeki yurt içi ve dışında kurulan Ermeni dernekleri de dâhil oldu. Bu tür 
Ermeni okulları, kiliseleri ve dernekleri, ihtilalci fikirlerin aşılandığı en önemli merkezler haline geldi. Tüm bunların sonucu emperyalistlerin kandırdığı ayrılıkçı Ermeni grupları oluştu. 

1877’de Rusya’dan İsviçre’ye tahsile yollanan bir grup Ermeni genç Hınçak Partisini kurdular. Amaçları Osmanlı Ermenilerini kurtarmaktı. Hâlbuki Rusya’daki Ermeniler çok daha zor durumdaydılar. 

1877-1878 Osmanlı Rus Harbinde Rus ordusu İstanbul kapılarına kadar dayandı. Ermeni Patriği Nerses, Ruslardan “İstanbul’u almalarını” talep etti. Ermeniler, Rusya'dan, "işgal ettiği Doğu Anadolu topraklarından çekilmemesini, bölgeye özerklik verilmesini veya Ermeniler lehine ıslahat yapılmasını" istediler. Yapılan Ayastafanos (Yeşilköy) anlaşmasıyla Osmanlı, Ruslara Kars’ı ve Ardahan’ı bırakmayı ve savaş tazminatı ödemeyi kabul etti. Daha sonra 13.7.1878 tarihinde toplanan Berlin Konferansında Osmanlının Ayastafanos anlaşmasıyla verdiği tavizlerin bazıları hafifletildi. Buna karşılık “Ruslara, Osmanlı 
İmparatorluğundaki Hıristiyanların korunması yetkisi verilmesi” ve “Doğu
Anadolu'da Ermeni azınlığının olduğu bölgelerde ıslahat yapması” kararları alındı. Osmanlı Devleti'nin içişlerine müdahalede en önemli unsuru teşkil edecek bu kararlar, Tanzimat ve Islahat fermanlarıyla azınlıklara tanınan haklar, ayrılıkçı Ermenileri iyice şımarttı. 

1880 yılında Hınçak Partisini yeterli sertlikte görmeyen üç Rus Ermeni genci, bu kez Tiflis’te İhtilâlcı Ermeni Partisi, “ Taşnak ”ı kurdular. Onlar da bahane olarak ezilen Rusya’daki Ermenileri değil de, Türk Ermenilerini kurtaracaklardı. Aynı tarihlerde İngiliz Başbakanı Gladstone avam kamarasında “Konuşmaya değmez Türk, ölümü hak etmiştir” diye bağırıyordu. 

Osmanlı Devletinde yaşayan ayrılıkçı Ermenilere ait Adana, Van ve Muş’ta ki dernekler 1880 yılında bir araya gelerek Ermenilerin Birleşik Derneği’ni oluşturdular. Bu dönemde ve daha sonraları kurulan ayrılıkçı derneklerin amaçları arasında “gerekli yerlerde isyanlar çıkartmak ve gençleri silahlandır mak” dahi vardı. Nitekim Erzurum'da 1881'de kurulan “Müdâfi Vatandaşlar Derneği” çeteler kurdu, dört yüzden fazla usta çeteci yetiştirip komutanlar atadı, bunları düzenli silahlı eğitime tabi tuttu, silâh ve cephane depoları kurdu. 


Bu ve benzeri dernekler zamanla dış yardım ve kışkırtmalarla, Ermenileri devlete karşı ayaklandıran Hınçak ve Taşnaksutyun komiteleri haline geldiler. Bunlardan İsviçre'de Kafkasyalı Ermeniler tarafından 1887'de kurulan Hınçak Komitesi, 
Sosyalizmi benimsemişti. Amacı Türkiye Ermenistan’ını kurmak, daha sonra Rusya ve İran Ermenistanlarıyla birleştirerek bağımsız bir Ermenistan yaratmaktı. 1890'da Kafkasya'da kurulan Taşnaksutyun Komitesi (Ermeni İhtilâl Cemiyetleri Birliği) ise ideoloji olarak Nasyonal-sosyalizmi benimsemişti. Amacı Ermeni örgütlerini birleştirmek, Türkiye'ye geçen çetelere yardım etmek, 
isyanlar çıkartmak suretiyle Türkiye Ermenistan’ı için siyasî ve iktisadi özgürlük elde etmekti. Bu Komitenin örgütüne verdiği emir şu idi: "Türkü, Kürdü her yerde, her türlü koşullar altında vur! Mürtecileri, ahdinden dönenleri, Ermeni hafiyelerini, hainleri öldür, intikam al!". 

Bu komiteler Osmanlı Devleti’nin zayıf zamanlarında çeşitli isyanlar çıkartarak yabancı devletlerin müdahalesini beklediler. Böylece “Balkan ülkeleri gibi bağımsızlıklarını kazanacaklarını, müstakil bir Ermenistan kuracaklarını” umuyorlardı. Her ne kadar nüfus içerisinde çoğunluğu teşkil etmemiş olsalar da (Ek-1) Anadolu toprakları üzerinde hak iddia etmeye, Osmanlı idarecilerine suikast teşebbüslerinden masum Müslüman halkın katledilmesine kadar geniş bir yelpazede cereyan eden teröre ve şiddete başladılar. 

Buna rağmen, Batı kamuoyunda taraftar buldular, Türk halkının "masum Ermeni halkının katlinden sorumlu barbarlar" olarak nitelendirilmesini sağladılar. 

Batılı emperyalistler her şartta destekçileri oldu. 


..



..

ALDATILAN KİMLİK MİLLETLERİN BAYRAĞI ÇİĞNENİR Mİ.?




ALDATILAN KİMLİK  
MİLLETLERİN BAYRAĞI ÇİĞNENİR Mİ.? 






GÜRBÜZ MIZRAK




              Ermenistan’da bir ilkokul.

Türk’e kin ve Nefret duygularıyla yetişen Çocuklar.



Türkiye Sivil Toplum Birliği (TÜRKBİR)
Ankara 

Türk’e Kin ve Nefret duygularıyla yetişen çocuklar. 

Ocak 2015, Ankara 
İletişim 
Milli Düşünce Merkezi 
GMK Bulvarı Özveren Sokak Nu:2/2 Kızılay/ANKARA 
Tel: 0 (312) 231 31 94 Belgeç: 0 (312) 231 31 22 
www.millidusunce.org - www.millikanal.com 
bilgi@millidusunce.org 
Yayın Numarası: 1 
Kapak Tasarım: Cenker AFYONLUOĞLU 
Dizgi Tasarım: Abdullah Nuri SOMUNCUOĞLU 
ISBN: 9786056234514 
Baskı 
Basımevi: 

BA: BT: 




MİLLETLERİN BAYRAĞI ÇİĞNENİR Mİ? 



Mustafa Kemal Paşa, Karşıyaka’da İplikçizade Köşkü’nde konaklayacaktı. Girişte kadınlı, erkekli muazzam bir topluluk birikmişti. Onları selamlayarak köşke yöneldiğinde, birden yüzü asıldı. Kaşlarını çattı. Çünkü geçeceği yerde boylu boyunca bir Yunan Bayrağı seriliydi. Karşılayıcılara bunun sebebini sordu. Onlar da, “Yunan Kralı Konstantin’in 1921 yılında İzmir’e geldiğinde bu köşkte ağırlandığını; yere serilen Türk Bayrağını çiğneyerek içeri girdiğini” anlattılar. 
Mustafa Kemal Paşa’nın cevabı kısa ve kesindi: “Yunan Kralı hata etmiş. Çünkü bayrak bir milletin şerefidir. Ben bu hatayı tekrarlamam” diyerek, yerdeki bayrağı kaldırttı. Köşkün bembeyaz mermerlerinde ilerleyerek, içeri girdi. 

İşte size iki kimlik: Bir milletin şeref ve haysiyetini temsil eden bayrağa karşı; Yunan Milletini temsil eden Yunan Kralının tavrı ile Türk Milletini temsil eden Mustafa Kemal Paşa’nın tavrı. Hangisi asaleti, başkalarının kutsallarına saygıyı, yüksek insanlık değerini ve medeniyeti; hangisi ırkçılığı, bağnazlığı, kin, nefret, intikamı ve düşmanlığı temsil ediyor? 

Kapaktaki resme gelince; “ Nefret, kin ve intikamı ” kimlik yapan Ermenilerin, her yıl Türk Bayrağını yakması, meydanlarda yırtması ve yetişen çocuklarına, resmi törenlerde çiğneterek bu kirli ve hastalıklı kimliği aşılamaya çalışması, insanlık adına utanç verici değil mi? 

Cevabı; “ Ben insanım, her millete ve insana saygılıyım, Başkasının şeref ve haysiyetini, hak ve hukukunu, kendiminki gibi savunurum ” diyenler versin!.. 

SUNUŞ 

Ermeniler ile Türkler arasındaki kapsamlı ilişkiler 1015-1020 yılları arasında Büyük Selçuklu Devleti kumandanı Çağrı Bey'in Doğu Anadolu'ya düzenlediği keşifler sırasında başlamıştır. O dönem Ermeniler, Doğu Roma İmparatorluğu himayesinde yaşamaktaydılar. 1071'deki Malazgirt Meydan Muharebesi'nde Selçukluların galip gelmesi ve Anadolu'ya yerleşmesinin ardından bir kısım Ermeniler, Doğu Roma himayesinde Kilikya (Adana ve Mersin havalisi) bölgesine yerleşerek, burada bir prenslik kurdular. Haçlılarla sıkı ilişkiler içine girdiler. Bu dönemde bilhassa Fransızlardan etkilendiler. Kılık kıyafet ve yaşam tarzlarını Fransızlara benzettiler, hatta bazı Ermeniler Gregoryen mezhebinden Katolikliğe geçtiler. Moğol istilasından sonra ise İlhanlılara bağlanıp, birlikte Memluk Devletine karşı savaştılar. 1375 yılında Memlûk Sultanlığı tarafından prenslikleri yıkıldı. Memluklara bağlı Ramazanoğlu Beyliği hâkimiyetinde yaşamaya başladılar. 

Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminde Ermeniler genellikle Çukurova, Doğu Anadolu ve Kafkasya bölgelerindeki Beyliklerin altında yaşıyorlardı; Kütahya'da ise bir ruhani merkeze sahiptiler. Osmanlı Beyliği, 1324 yılında Bursa'yı başkent 
yapmasının ardından, Kütahya'daki Ermenilerin çoğunluğunu ve Ermeni ruhani merkezlerini Bursa'ya nakletti. İstanbul’un başkent oluşundan sonra da Fatih Sultan Mehmet Bursa'da bulunan Ermeni piskoposluğu ve Anadolu'daki bazı Ermenileri, devletin yeni başkenti İstanbul'a getirtti. Samatya'da bulunan Sulumanastır isimli kiliseyi Ermenilere veren Fatih, yayınladığı bir fermanla İstanbul Ermeni Patrikhanesini kurdurttu ve bir patrik tayin etti. Yavuz Sultan Selim döneminde Ramazan Oğlu Beyliğinin Osmanlıya tabi olması ve Çukurova 'da Osmanlı hâkimiyetinin kabul edilmesi üzerine Kilikya Ermenileri Osmanlı egemenliğine girmiş oldular. 1514-1516'da Güney Kafkasya ve Doğu Anadolu fethedildi ve buralardaki Ermeniler İstanbul Patrikliğine bağlandı. Ermeniler, zamanla Anadolu'dan gelen göçlerle İstanbul'da büyük bir cemaat oluşturdular. Osmanlı ayrı dinden olanların mahallî teşkilatlarına kendi kendini yönetme hakkı tanımış, Yahudi ve Rum gibi Ermeni cemaati de kendi dinî yöneticilerinin idaresinde özgürce yaşamıştır. 

Ermeniler diğer gayrimüslim azınlıklar gibi askere gitmezlerdi. Ticarette, zanaatta ve başta mimari ile Türk Musikisi olmak üzere sanatta büyük başarılar gösterip, toplum içinde ön plana çıktılar. Hayat tarzlarını ve kültürlerini Müslüman Türk toplumununkine yaklaştırdılar. Türk Dili’ni benimsediler. Soyluları ve şehirlileri, 18. asır ortalarına kadar Türkçeden başka dil konuşmazlardı. Kiliselerinde bile İncil'in Türkçesi okunurdu. Osmanlı toplumunda orta sınıfın üstünde bir refah seviyesine ulaştılar. Zamanla devlet 
bürokrasisinde üst düzey dâhil görevlere getirildiler. Osmanlı idaresinde refah ve huzur içinde yaşayıp, Devletin sâdık tebaası (Millet-i Sâdıka) olup el üstünde tutulurlardı. 

Öyleyse: 


. Ne oldu da, sadık tebaa, can düşmanına dönüştü? 
. Ne oldu da, azınlıkta oldukları halde, Ermeni Devleti kurma ve kendilerinden    olmayan Müslüman çoğunluğu soykırımla yok etme planları yaptılar? 
. Ne oldu da, isyancı Ermeniler, 1914-1922 yılları arasında vatanımızı işgal eden düşman tarafına geçerek kendi devletine ihanet ettiler? Düşmanla bir olup aynı vatanda birlikte yaşadıkları Türklere ve özellikle masum sivil halka toplu katliamlar uyguladılar? Anadolu coğrafyasında 1.189.132 ve Trans Kafkasya’da 413.000 olmak üzere toplam 1.692.132 Türk’ü ve Müslüman’ın katlinde rol aldılar? 
. Ne oldu da görevleri başındaki pek çok diplomatımızı katlettiler? 
. Ne oldu da Azerbaycan’da soydaşlarımızı 20. yüzyılın yüz karası kanlı terör, işkence ve aşağılayıcı hareketlerle katlettiler; soydaşlarımızın evlerini, yurtlarını gasp ettiler. 
. Ne oldu da yalan, yanlış ve iftiralarla Dünya kamuoyuna Milletimizi “katil”, devletimizi “soykırımcı” göstermek için çabalayıp durmaktalar? 
. Ne oldu da Türk Vatanı’nın bir parçasını gasp etmek için rekabete girdikleri PKK ile birden bire can ciğer, kuzu sarması oldular. 

Ne mi oldu? Devletimiz zayıf düştüğünde, dönemin emperyalist devletleri sâdık tebaanın hamisi kisvesinde devreye girmeye başladı. Biryandan "Islahat" adı altında Osmanlı devletinin iç işlerine karışırken, diğer yandan da Ermenileri Osmanlı yönetimine karşı teşkilatlandırdılar. Görevlendirdikleri misyonerler, açtıkları kolejler, kullandıkları papaz okulları vasıtalarıyla Ermeni gençlerinin beyinlerini yıkadılar. Onları Türk ve Müslüman düşmanlığı ile şartlanmış fedailere dönüştürüp Ermeni cemaatinin içine propagandist olarak saldılar. Bunların kandırıp kullandığı isyancılar, Ermeni cemaatine millî hisleri kullanarak, tehdit ve şantaj dâhil çeşitli yollarla tahakküm etmeye başladılar. Devletin sâdık tebaasının önemli bir kısmını Türk ve Müslüman düşmanına, eli kanlı katil çetelerine dönüştürüp istilacı emperyalist devletlerin kullanımına sundular. 

İsyancı Ermeniler Doğu Anadolu’daki Erzurum, Trabzon, Sivas, Bitlis, Mamuretülaziz (Elazığ ili ve civarı), Diyarbakır ve Van vilayetlerinin kapladığı alanı “Batı Ermenistan” olarak adlandırdılar. Buralarda azınlıkta olmalarına rağmen bir ermeni devleti kurma çabasına giriştiler. Daha önce emperyalist devletlerin desteklediği isyancıların, Balkanlar’da, Kırım’da ve Kafkaslarda uyguladığı gibi, öldürerek ya da kaçırtarak Türk ve Müslüman ahaliden buraları “temizlemek” istediler. 

Tebaası oldukları devlete ihanet edip Çarlık Rusya’sı, Britanya ve Fransa ile işbirliği yaptılar; bunlarla savaşan Osmanlı Ordularına saldırılar düzenleyip, cephe gerisinde sabotajlar ve ikmal yollarını kesme eylemlerine giriştiler. Tüm bu eylemler sonucu Kafkas cephesinde konuşlanan 3. Ordu’nun, Suriye ve Filistin’i korumakla görevli 4. Ordu’nun ve Irak’ta çarpışan 6. Ordu’nun 
güvenliği tehdit altına girmişti. Düşmanla çarpışan bu üç ordunun ikmal yollarının tıkanması, cephe gerilerindeki bölgelerde kanlı Ermeni saldırılarının yaygınlaşması ve bunların doğurduğu sonuçlar, Osmanlı hükümetini, tedbir olarak, detayları bu yayında verilen “Tehcir” (Sevk-i İskân) kararını almak zorunda bıraktı. 
Savaş hukukuna göre, düşman saflarında yer alan, düşman sayılır. Bu durumda, Osmanlı Devleti’nin önünde üç yol vardı: birincisi, düşmanla da savaşmak; ikincisi, düşmanı savaş sahasından uzaklaştırmak; üçüncüsü, düşmanın ihanet, bozgunculuk ve katliamlarına seyirci kalmak. İşte Osmanlı Devleti, bunlardan en insanî olanını, savaş sahasından uzaklaştırmayı seçmiştir. “Tehcir” de zaten budur. 

Özet olarak; emperyalist devletler, Ermeni azınlığı yayılma siyasetleri doğrultusunda kullanmak için saldırgan hale getirdiler. Söz konusu devletler misyonerlik ve propaganda faaliyetleri ile düşmanlık tohumları ekerek Ermeni ırkçılığını teşvik ettiler, Ermeni militanları yetiştirdiler ve çeteleri silâhlandırdılar. Dünya kamuoyuna, Ermeni çetelerinin her saldırısını masum gösterirken, suçlu olan Türklermiş gibi tanıtmaya çalıştılar. Bu yaklaşımlar isyancı Ermenilerin şiddete yönelmelerini teşvik etmiş; hain planların figüranları olarak, patronlarına da dua okutacak derecede yukarıda bir kısmını özetlediğimiz tüm kötülükleri yapmalarını tetiklemiştir. Dolayısıyla Ermenilerin yaptığı kanlı olayların baş sorumluları ve azmettiricileri, bunları amaçları için kullanan emperyalist devletlerdir. 

Cumhuriyet döneminde de, Ermeni çetelerinin ve Ermenistan devletinin terör eylemleri, saldırganlığı ve geleceğe yönelik düşmanca emelleri devam etti: 
. Eli kanlı Ermeni çetelerinin mirasçıları, -kullanıcıların düğmeye basmasıyla-, 1973-1984 yıllarında, ASALA cinayetleriyle, 53 sene sonra yeniden saldırılara başladılar. Pek çok diplomatımızı ve vatandaşımızı kalleşçe pusu kurarak şehit ettiler. 
. Ermenistan Parlamentosu, 1989’da Türkiye’nin Ermenistan ile mevcut sınırının çizildiği Moskova Anlaşması’nı fesih kararı alarak, Türkiye-Ermenistan sınırını kabul etmediğini, açıkça Türkiye’den toprak talebinde bulunduğunu açıkladı. 

. Ermenistan devleti isyancı ve katliamcı dedelerini aratmadı; 1990’lı yılların başında Azerbaycan topraklarını işgal ederek, Hocalı’da çoluk çocuk, kadın, 
ihtiyar demeden işkence ve soykırımlar yaptı. 

. Ermeni örgütleri ASALA, ARF ve ANCA, PKK ile görüşmeler yaparak müşterek emelleri doğrultusunda, “Türkiye’den koparmayı kararlaştırdıkları toprakların, 
Ermeniler ile PKK arasında bölüşülmesi” planlarını yapmaya başladılar. 
. İsyancıların mirasçısı Diyaspora Ermenileri, suçluyu mazlum mazlumu suçlu yerine koyma konusunda oldukça başarılı oldular. Uluslararası toplumu “Türklerin, Ermenilere soykırım uyguladığı” yalanına kolayca inandırdılar. Zira emperyalist patronlar ile onların etki alanındaki uydu devletler zaten bu yalana inanmaya hazırdılar. Bu yalanı; 

. Haçlı zihniyetlerini hortlatarak Müslüman Türk Milletini karalamak, 
. İç politikada Ermeni kökenlilerin oylarını almak için seçim malzemesi yapmak ve 
. Şantaj olarak kullanarak kapalı kapılar ardında Devletimizden ticari ve siyasi tavizler koparmak amaçlarıyla kullandılar. 

Türkleri soykırımla suçlayan kararları parlamentolarında onaylamaya, hatta “soykırım olmamıştır” denmesini suç kabul eden yasaları çıkarmaya başladılar. 

Ne yazık ki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan bazı akademisyenler, yazarlar ve sanatçılar Ermeni iddialarının savunuculuğuna soyunup, kendi ülkesini ve atalarını soykırım yapmakla suçlamaktadırlar. Üstelik en üst düzeyde bir kısım devlet adamlarımız da bu grupların düzenlediği Türklüğü suçlayıcı iftira kampanyalarına destek vermektedirler. Ermeniler ve Ermeni iddialarını destekleyen yabancı ülkeler, “Türk Devleti’nin en üst yöneticileri bile Türklerin soykırım uyguladığını kabul ediyor” demeye başladılar. Tüm bunlar, Türkiye aleyhine menfi propaganda yapılmasına fırsat sağlamış, gerçekleri bilmeyen 
insanlarımızın zihinlerinde tereddütler oluşturmuştur. 

Vatandaşlık görevlerini samimiyetle yerine getiren ve kanunlarımıza saygılı Ermeni asıllı vatandaşlarımız geçmişte olduğu gibi devletimizin ve insanlarımızın 
baş tacı olmaya devam edecekler; Milletimiz, bunları geçmişte olduğu gibi birinci sınıf vatandaşlar olarak kucaklamayı sürdürecektir. Yurt dışında yaşayan ve 
Diyasporaya rağmen gerçekleri ifade eden Ermeniler bizlerden hep saygı görecekler, geçmişin mirası ortak kültürel değerlerimiz gelecekte de bunlarla iyi ilişkilerimizin sürdürülmesinde aramızda köprü olamaya devam edecektir. 

Netice olarak halkımızın ve namuslu dış dünyanın Ermeni olayları hakkında doğru bilgilendirilmesi, başta entelektüel insanlarımız olmak üzere tüm vatandaşlarımızın müştereken yürütmeleri gereken millî bir görev olmuştur. Bu görevi gereği gibi yapmak için de öncelikle doğru bilgi kaynaklarını kamuoyumuza sunmak gerekmektedir. 

Elinizdeki Mütevazı yayın bu amaç için hazırlanmıştır. Ankara, Eylül 2014 



..

25 Ekim 2016 Salı

XIX. Yüzyılda Rusya’nın Kafkas Politikası ve Ermeniler





XIX. Yüzyılda Rusya’nın Kafkas Politikası ve Ermeniler




(04.04.2014)



Yrd. Doç. Dr. Ahmet TOKSOY*
Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Öğretim Üyesi

Türk milletinin Kafkasya ile ilişkileri milattan önceki tarihlere kadar uzanmakta dır. 
Prof. Dr. Mustafa Kafalı’ya göre Kafkaslardaki Türk varlığı üç bin yılı geçmektedir[1].  

Özellikle milattan sonra Avrupa Hunları ile başlayan Türk hâkimiyeti günümüze kadar devam etti.

Rusya, 1700’lü yıllarda ilk olarak, nüfusunun büyük kısmı Müslüman Türklerden oluşan Kırım’ı işgal ederek Kafkaslara doğru harekâta başladı. Bu harekâtı takiben, kendi sömürge politikaları gereği, bölgenin demografik yapısını değiştirmeye yöneldi. Rusya’nın bu amacını gerçekleştirebilmesi için başlıca iki yönlü politika izlemesi gerekliydi. 

Birincisi, Kafkasya’dan Türklerin sürülmesi politikasıydı ki, bu sürgün politikası hem barış hem de savaş zamanlarında bütün hızıyla devam ettirildi. Bunun sonucu olarak XIX. yüzyıl boyunca iki milyondan fazla Müslüman-Türk yurdundan sürüldüğü gibi birçoğu da öldürüldü. Bu bölgeden kaçabilenler ise kendilerine en güvenli yer olarak Osmanlı Devleti’ni görerek bu devlete sığındılar. 

İkincisi ise, Kafkaslara, Hıristiyanların yerleştirilmesi politikasıdır. Bu politikasının gereği olarak bir taraftan Slav Hıristiyanları Kuzey Kafkasya’ya yerleştirilirken, diğer taraftan da Ermeniler Güney Kafkasya’ya davet edildiler[2]

Rusya, Kafkasya’ya indikten sonra, takip ettiği bu plan gereğince, burada bulunan Gürcü ve Ermeni cemaatleriyle ayrı ayrı dostluk ve ticaret antlaşmaları imzaladı. Bu anlaşmalara göre Ruslar, Gürcü ve Ermeni cemaatleriyle ticaret yapmayı ve bu iki topluluğun ileri gelenlerinin çocuklarını da okutmayı kabul ediyordu[3].

Esasen Osmanlı Devleti’nin gerileme alametlerini göstermeye başladığı XVIII. yüz yılda bazı Ermeni liderler de kurtuluş için gözlerini Rus çarlığına çevirdiği sırada Rus Çarı I. Petro’da, gerek Osmanlı Devleti ve gerekse İran’a karşı yaptığı savaşlarda Ermenileri değerli bir müttefik olarak gördü. Özellikle Kafkasları işgal etmek ve bölgenin ezici çoğunluğunu oluşturan Müslüman Türk nüfusunun büyük bir kısmını yok etmeye dayanan bu korkunç planında Ermenileri kullandı[4]. Nihayet 1722’de Rus ordularının İran’ın kuzeyine yönelik giriştiği kapsamlı bir istila harekâtı dolayısıyla Ermeniler büyük bir heyecana kapıldılar. Ancak Ruslar, Türk diplomatik ve askeri tehditleri karşısında bölgeden çekilmek zorunda kaldı. Fakat yine de sadık müttefiki Ermenileri unutmadı. Çar, Ermenileri Rus topraklarında yerleşmeye davet ettiği gibi kendilerine dini ve dünyevi her türlü imtiyaz ve garantileri vermeye hazır olduğunu bildirdi[5].

II. Katerina, 1768’de ordularını Türklere karşı harekete geçirince, Ermenileri Türkler aleyhine kışkırtmaya başladı. Yani kısaca 1768–1774 Türk-Rus Harbi’nde Ermeniler, yeniden II. Katerina tarafından Rusya’nın himayesi altında bir Ermeni Krallığı kurulması ümidiyle cesaretlendirildiler. Rus orduları başkumandanı Prens Potemkim, Rusya’nın kontrolü altında olacak bir Ermeni krallığının hayallerini görmekteydi. Hatta bu teşviklerden cesaret alan Argotyan/Argutiyan adlı Ermeni Piskoposu, Osmanlı toprakları ile İran arasında “ Ararat Krallığı ” projesini hazırlayarak Petersburg’a takdim etti. Bu proje çariçe hükümeti tarafından da uygun görüldüyse de[6] uygulanamadı (veya uygulanmadı)[7].

Diğer yandan Rusya’nın yayılmacı ve istilacı siyasetinin karşısına Türkler parçalanmış olarak çıktılar. Safevi hanedanlığının çöküşünden sonra Azerbaycan ve İran’da yerleşen Oğuz boylarından birisi olan Afşar/Avşarlar hanedanı hâkimiyetini ilan etti[8]
Afşarların zayıflaması üzerine XVIII. yüz yılda Azerbaycan ve İran’da başka bir Oğuz hanedanı olan Kaçarlar hâkim oldular. Ancak merkezi otoritenin giderek sarsılması bölge için pek de hayırlı olamadı. Çünkü Kaçarların bölgeden çekilmesiyle Azerbaycan’da mahalli Türk beylikleri kuruldu[9]
Fakat bu durum Azerbaycan’ın aleyhine oldu. Zira Türkler hanlıklara ayrılırken güçlerinde de azalma oldu[10].

1783’de himaye usulüyle Gürcistan’ı kendisine bağlayan Rusya, bunun yanı sıra, henüz İran sınırları içerisinde bulunan Eçmidyazin ve Katolik tesirinden uzak kalmış Ermeniler üzerindeki faaliyetlerini yoğunlaştırmaya başladı. Gürcü ve Ermeni cemaatleriyle daha önce yapılan antlaşmaları yenileyen Ruslar, Ermeni ve Gürcüleri Osmanlı Devleti’ne karşı korumayı vaat etti. Bu arada Türkleri de boş bırakmak istemeyen Rusya, Azerbaycan Hanlıkları’na çeşitli hediyeler göndererek kendi tarafına çekmeye çalıştı. Fakat bu politikasında pek başarılı olamadı. 
Bunu başaramayınca da onları tehdit etmeye başladı. Bunun üzerine harekete geçen Osmanlı idaresi, 1782 ve 1784’de Çıldır Valisi vasıtasıyla Azerbaycan Hanları’na hediye ve nişanlar göndererek morallerini düzeltmeye çalıştıysa da Osmanlı Devleti bu boş faaliyetlerinde başarılı olamadı. Çünkü Osmanlı Devleti’nin pasifliğini gören Azerbaycan Hanlıkları da Rusya tarafına meyletmeye başladılar. Fakat buna rağmen yine de hanlıkların çoğu İstanbul’a bağlılıklarını sürdürdüler[11].

1799 kışında Rus başkenti Petersburg’ta, Ermeni bağımsızlığı için önemli toplantılar yapıldı. Bu toplantıya Ermeniler adına katılan Argutyan ile Hovhannes Lazaryan adına, iki Ermeni okulunun açılmasına karar verildi. Böylece bu okullardan yetişecek Ermeni gençlerinin kurulacak olan Ermeni devletinde görev almaları sağlanacaktı. Yapılan toplantıda, Ermenistan’ın ancak böyle tedbirlerle ve Rusya’nın himayesinde ayakta kalabileceği kararlaştırıldı. Ayrıca Türkiye ve İran’dan alınacak topraklar üzerinde kurulacak bu Ermeni Devletine, Rusya gerekli askeri ve mali yardımı da yapacaktı. 
Fakat 1791’de Rus Çariçesi’nin ölmesi üzerine Rusya’da çıkan problemlerden dolayı Ermeniler, umduklarını bulamadılarsa da faaliyetlerine ara vermeden devam ettirdiler[12].

Çar orduları generali Sisyanov, 1805’de Çar’a gönderdiği raporda, Karabağ coğrafi bakımdan Anadolu, İran ve Azerbaycan’ın kapısıdır, diyerek Kür-Aras nehirleri arasındaki bölgenin stratejik önemini belirtti. Dolayısıyla Çarlık Rusyası, bu coğrafyaya sahip olabilmek için varını yoğunu harcadı. 1990’lı yıllarda Ruslar, “neden Karabağ sorununda Ermenileri desteklemişlerdir” sorusunun cevabını burada bulabiliriz. Nihayet Rusya, 1804–1805’de Kafkaslarda harekete geçerek Bakü, Nahçivan, Karabağ ve Revan Hanlıkları’nı işgal etti ve sınırlarını Hazar Denizi’nden Karadeniz istikametinde genişletti. Böylece Rus hâkimiyeti, Maveray-ı Kafkas bölgesinde yerleşerek Kuzey Azerbaycan’dan Aras Nehri’ne kadar uzandı[13].

Rusya, Napolyon sorununu hallettikten sonra yeniden Kafkasya’ya dönerek muhtemel bir İran saldırısına karşı Ermenileri ve Gürcüleri himaye edeceğine dair söz verdi ve 1813’de bu fırsatı yakaladı. 1813’de yapılan İran-Rus savaşında Ermenilerin yardımları sayesinde Ruslar, Tebriz’e kadar ilerlediler. Bundan dolayı da Çar I. Aleksandr, Ermenilere özel teşekkür etti[14]. Yapılan savaşta İran Ordusunun mağlup olması üzerine İran Şah’ı Rusya ile anlaşma yoluna giderek 12 Ekim 1813’de Karabağ’ın Gülistan Şehri’nde Rusya ile barış anlaşması imzalandı. Gülistan Anlaşması ile daha önce işgal edilen bütün Azerbaycan hanlıkları Rusya’ya bırakıldı. İran, Doğu Gürcistan ve Dağıstan’daki haklarından tamamen vazgeçti. Buna rağmen yine de Revan ve Nahçivan Hanlıkları İran’ın himayesi altında bağımsızlıklarını koruyabildiler[15]. Gülistan Antlaşması’nın getirdiği düzen, iki rakip gücün Trans-Kafkasya için düellolarının ilk raundunun sonu oldu[16]. XVIII. yüzyılın sonları ile XIX. yüzyılın başlarında Kafkasya’yı işgal eden Rusya’nın başlıca hedefi Revan Hanlığı’nı ele geçirmekti[17].

Rusya ile İran arasında 1813’de imzalandığını söylediğimiz Gülistan Anlaşması kısa sürdü. Kaçar hanedanından Abbas Mirza, 1826’da Çar I. Aleksandr’ın ölüm haberi üzerine Ruslarla mücadeleye başladı. Mayıs 1826’da Lenkeran, Şamahı ve Nuka’yı ele geçirerek Rusları Şuşa’da kuşatma altına aldı. Böylece bir kez daha ordusunun başında Kuzey Azerbaycan’a girdi. Bu sırada Taliş Han’ın da isyan etmesi üzerine Ruslar oldukça zor durumda kaldılar. Ermeniler, Rusların zor durumda kaldığını anlayınca bu mücadelelerde tekrar Ruslara yardım ettiler. 1827’de General Paskeviç komutasında Rus ordusu Kafkaslarda ilerlemeye başlayınca Eçmiyadzin[18] Katolikosu Nerses Asdarekes/Aşdaragesi, Ermenilere, Ruslarla birlikte savaşmalarını emretti. Hatta kendisi de her taraftan kuvvet toplayarak gönüllü Ermeni alayları kurdu. Bu yardım sayesinde, daha da güçlenen Ruslar, İran’ı mağlup etmeyi başardılar. Bu mağlubiyetle birlikte Revan, Ermeniler tarafından Rus komutanı General Paskeviç/Paskeyeviç’e teslim edildi. 8 Şubat 1828’de imzalanan Türkmençay Antlaşması ile Revan ve Nahçivan’ın Ruslara terk edildiği tasdik edildi. Böylece Rusya, Güney Kafkasya’daki topraklarına Revan’ı da ilave etmiş oldu[19].

Antlaşmaya göre Ruslar, bütün Kuzey Azerbaycan’ı Kür ve Aras Nehirleri arasındaki yerleri, Revan ve Nahçivan dâhil, Mugan Ovası’nın büyük bir kısmını ele geçirdiler. Bunu fırsat bilen Ruslar, Ermeni kilisesinin yardımıyla İran’ın hâkimiyet sahasındaki Güney Azerbaycan’dan kırk bin Ermeni’yi göç ettirerek, Revan Hanlığı topraklarına yerleştirdiler. Böylece Çar I. Nikola, Türkmençay Antlaşması ile ele geçirdiği bölgeleri, “Ermeni İli” olarak ilan etti. Rusya açısından, sınır boyuna yerleştirilen bu nüfus, bölgeye ekonomik yönden bir canlılık getireceği gibi askeri yönden de faydalar sağlayacak ve bir güvenlik koridoru oluşturacaktı. Ayrıca gelecekteki işgalleri için önemli stratejik bir üs olarak da kullanılacaktı[20].

1828’de başlayan Osmanlı-Rus Savaşı (1828–1829), aynı anda Balkan ve Kafkas cephelerinde devam etti. Bu savaşta Rus orduları Doğu Anadolu’da, Ermenilerin de yardımıyla Kars’ı ele geçirerek Erzurum’a kadar ilerledi. Esasen daha savaş başlamadan önce Ruslar, Ermenilere, kendilerine yardım etmeleri şartıyla çeşitli imtiyazlardan başka kendilerine özerklik verileceğini dahi vaat ettiler. Böylece Kars, Ahıska, Beyazıt ve Erzurum gibi kaleleri ele geçiren Rusların bu başarısında Ermenilerin rolü çok büyük oldu[21]. Nihayet savaş, Rusya’nın üstünlüğü ile kapandı. Sonuçta 2/14 Eylül 1829’da Edirne’de imzalanan anlaşmayla Osmanlı Devleti, Rusya ile İran arasında daha önce (10/22 Şubat 1828)  imzalanan “Türkmençay Barışı” ile Rusya’ya bırakılan Revan ve Nahçivan Hanlıkları’nın Rusya’ya ait olduğunu tanıdı[22].

Esasen 1828 yılı Revan için önemli bir dönüm noktası oldu. Çünkü Revan bölgesinde yapılanlar, daha sonra Rus işgaline girecek olan Doğu Anadolu’da yapılacak olanların ilk işaretidir. Zira 1828’den önce Revan’ın nüfusunun % 80’i Müslüman Türk’tü. Hatta Ruslar Erzurum’a doğru ilerlerken, yapılan anlaşmaya uyarak onları nümayişle karşılayan ve Ruslara açıkça sempati göstermiş olan yüz bin Ermeni, Erzurum ve Eleşkirt bölgesinden, Rusya’ya geçerek Türk halkının sürgün edildiği Karabağ, Revan, Ahılkelek ve Ahıska bölgelerine yerleştirildiler[23].

Çarlık Hükümeti, işgal ettiği bu bölgelerde daha sonra Ruslaştırma politikası yoluna giderek Ermenilerin Büyük Ermenistan hayallerinin ortaya çıkmasını engellemeye çalıştı. Çünkü Çarlık Rusya’sının ekonomik, politik çıkarları, bağımsız Ermenistan fikirleriyle çakışıyordu. Ancak bağımsız Ermenistan konusunda Rusya’ya yönelen Ermeni politikacılar, Rusya’nın amacının ve Çarlık Hükümeti’nin geleneksel politikasının Ermeni kitlesinin emellerini gerçekleştirmekten ziyade, Ermenilerin yaşadıkları toprakları işgal etmek, esaret ve sömürü altına almaktan ibaret olduğunu anlayamadılar[24].

Rus işgalinden yirmi yıl sonra nihayet Revan, Nahçivan, Gümrü, Yeni-Beyazıt ve Ordubad kazalarından oluşan ve aynı ad altında yeni bir vilayete merkez oldu. 1850’den sonra resmen kurulan Revan vilayetinin başında askeri bir vali bulunduruldu ve aynı zamanda vali muavini ile diğer yüksek Rus memurlarının katılımı ile bir vilayet meclisi oluşturuldu. Bu meclisten başka, yine Rus memurlarından oluşan bir vilayet mahkemesi, mahalli Şeyhül-İslam’ın başkanlığı altında Müslümanlara mahsus bir şer’i meclis kuruldu. 1868’de yapılan yeni taksim ile Revan vilayeti, Revan, Gümrü, Nahçivan, Yeni-Beyazıt, Sürmeli, Daralagez, Eçmiyadzin’den ibaret yedi kazaya ayrıldı[25].

Özellikle Selçuklu fethinden beri Türk hâkimiyeti altında yaşamış olan Ermeniler, tarihlerinin hiçbir döneminde görmedikleri bir özgür ortama kavuştular. Öyle ki, Bizans İmparatorluğu’nun zulmü altında ezildiklerinden dolayı Büyük Türk hakanları Alp Arslan ve Melik-şah’ın saltanat yıllarında vergiden de muaf tutulmuşlardır. Yaşadıkları özgür ortamda Türk ülkesinin her bölgesinde yaşama imkânına sahip olan bu kavim, önce Rusya’nın daha sonra da Avrupa’nın gözdesi durumuna geldiği zaman yıllar yılı hâkimiyetlerinde yaşadıkları insanları, gözlerini kırpmadan öldürmek ve yok etmekten çekinmemişlerdir. Dün olduğu gibi bugünde Kafkaslar dünyanın hâkimiyetini elde tutmak isteyen güçlerin faaliyet sahasıdır. Türkiye Türklüğü ile Azerbaycan Türklüğü yani Oğuzlar, bu pahalı coğrafya üzerinde yaşadıkları müddetçe yaşamları da pahalı olacaktır.  


*Bu makaleyi hazırlarken, - Hayatının baharında ebedi âleme uğurladım- sevgili eşim Doç. Dr. Nurcan Toksoy’un Revan’da Son Günler, adlı eserinden geniş ölçüde yararlandım. Bu Makalemi onun aziz hatırasına ithaf ediyorum.

KAYNAKÇALAR;

[1]Kenan Erzurumlu, Mustafa Kafalı, Ankara 2013, s. 75

[2]Justın Mc Carthy, Otoman Archives Yıldız Collection The Armenian Question, İstanbul 1989, s. 74

[3]Mehmet Saray, “Türk-Sovyet Münasebetleri ve Ermeni Meselesi”, Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu 8–12 Ekim 1984, Ankara 1985, s. 127; Nurcan Toksoy, Revan’da Son Günler, Türk yönetiminden Ermeni Yönetimine, Ankara 2007, s. 23

[4]Salahi R. Sonyel, Türk-Ermeni Çıkmazı Barışma Ümitleri, Çvr. Hasan Ünal, Ankara, s. 21

[5]Sonyel, Türk-Ermeni Çıkmazı Barışma Ümitleri, s. 21; Kemal Beydilli, “1828–29 Osmanlı-Rus Savaşında Doğu Anadolu’dan Rusya’ya Göçürülen Ermeniler”, Belgeler, Türk Tarih Belgeleri Dergisi, XIII/17 (1988), s. 368.

[6]Yusuf Akçura, Osmanlı İmparatorluğunun Dağılma Devri, Ankara 1985, s. 21; Sonyel, Türk-Ermeni Çıkmazı Barışma Ümitleri, s. 22

[7]Arşiv Belgelerine Göre Kafkaslar’da ve Anadolu’da Ermeni Mezalimi 1906–1918, I, Ankara 1995, s. 11.

[8]Bu hanedanın Türk milli şuuruna sahip olan hükümdarı Nadir Şah, Osmanlı Devleti ile ilişkiler kurmuş ve iki hanedan arasında kavmi bir akrabalık olduğunu tekrarlamıştır. Bkz. Mustafa Kafalı Makaleler I, Hzl. Semih Yalçın, Süleyman Özbek, Ankara 2005, s. 419

[9]Kurulan bu hanlıklardan birisi de günümüzde bir sorun olarak Türk Dünyasının kanayan yarası olan Karabağ Hanlığıdır. Penah Ali Bey tarafından kurulmuştur.

[10]Mustafa Kafalı Makaleler I, s. 421

[11]Mehmet Saray, Yeni Türk Cumhuriyetleri Tarihi, Ankara 1996, s. 20

[12]Nurcan Toksoy, Revan’da Son Günler, Ankara 2007, s. 24

[13]Akdes Nimet Kurat, Türkiye ve Rusya, Ankara 1990, s. 50, Saray, Yeni Türk Cumhuriyetleri, s. 22–24; Mustafa Kafalı Makaleler I, s. 296

[14]Mehmet Saray, Ermenistan ve Türk-Ermeni İlişkileri, İstanbul 2003, s. 27; Mirza Bala Mehmetzade, Milli Azerbaycan Hareketi, yay. Hzl. Ahmet Karaca, Ankara 1991, s. 31

[15] Yavuz Aslan, “Rus İstilasından Sovyet Ermenistan’ına Erivan (Revan) Vilayetinin Demografik Yapısı (1827–1922), Yeni Türkiye, 2001, S: 38, s. 1018; İntikam Beşiroğlu, “19–20. Yüz yıllarda Ermenistan’daki Azeri Türklerinin Göç Ettirilmesi ve Soykırım Gerçekliği”, Avrasya Dosyası, İlkbahar 2001, VII/1, s. 456

[16]Tadeusz Swıetochowsk, Müslüman Cemaatten Ulusal Kimliğe Rus Azerbaycan’ı 1905–1920, Çvr. Nuray Mert, İstanbul 1988, s. 23–24

[17]Osmanlı Devleti ile Azerbaycan Türk Hanlıkları Arasındaki Münasebetlere Dair Arşiv Belgeleri, I, Ankara 1992, s. 17

[18] Üç Kilise, Aras Nehrinin kuzeyinde ve Türkiye sınırına çok yakındır. Ermenilerin dini merkezi olarak kabul edilmiş, Ermeni patriği de burada ikamet etmiştir. Bkz. Edgar Ahmet Caferoğlu, “Azerbaycan Tarihine Umumi Bir Bakış”, Azerbaycan Yurt Bilgisi, Yıl. 1, S. 1, İstanbul 1932, s. 9; David Marshall Lang, Armenia, Cradle of Civilazation, London 1970, s. 158–159

[19]Richard G. Hovannisian, Armenia on The Road to Independance 1918, Los Angeles 1967, s. 8; Vassan Giray Cabağı, Kafkas- Rus Mücadelesi, İstanbul 1967 s. 48; V.V. Barthold, Rusya ve Avrupa’da Oryantalizm, İstanbul 2004; 392; Kurat, Türkiye ve Rusya, s. 57; Fahir Atabek, Doğu Cephesi (1919–1921), s. 3; Swıetochowsk, Müslüman Cemaatten Ulusal Kimliğe Rus Azerbaycan’ı 1905–1920, s. 23–24; Mehmet Emin Resulzade, “Kafkasya Türkleri”, Azerbaycan, Bakü 1990, S. 12, s. 149;  Revan, Rusların eline geçtikten sonra Çar I. Nikola, bu olayı Ermenistan’ın kurtuluşunun ilk adımı olarak ilan etmiş ve olay Eçmiyadzin kilisesi tarafından kutlanmış ve çara Ermenistan’ın kralı unvanı verilmiştir.  Nurcan Yavuz, İşgal ve Mezalimde Erzincan, Ankara 1996, s.
177
[20]Arşiv Belgelerine Göre Kafkaslar’da ve Anadolu’da Ermeni Mezalimi 1906–1918, C. I, s. 12; B.A. Boryan, Armeniya Mejdunarodnaya Diplomatiya İ SSSR, Cast II, Moskova 1929, s. 217; Saray, Ermenistan ve Türk-Ermeni İlişkileri, s. 28; Hovannisian, Armenia on The Road to Independance 1918, s. 8; Arif (Şıhaliyev), Kafkasya Jeopolitiğinde Kafkasya, İran, Türkiye Rekabetleri ve Ermeni Faktörü, s. 16

[21]Arşiv Belgelerine Göre Kafkaslar’da ve Anadolu’da Ermeni Mezalimi 1906–1918, C. I, s. 12;  Mc Carthy, Otoman Archives Yıldız Collection The Armenian Question, İstanbul 1989, s. 74; Sonyel, Türk-Ermeni Çıkmazı Barışma Ümitleri, s. 25  

[22]Kurat, Türkiye ve Rusya, s. 57; Toksoy, Revan’da Son Günler, s. 29

[23] Toksoy, Revan’da Son Günler, s. 30; Hovannisian, Armenia on The Road to Independance 1918, s. 8; Mc Carthy, Otoman Archives Yıldız Collection, s. 74; Gürün, Ermeni Dosyası, s. 57; Allen, W.E.D., Poul Muratoff, 1828–1921 Türk-Kafkas Sınırındaki Harplerin Tarihi, Ankara 1966, s. 42–43; Arif (Şıhaliyev), Kafkasya Jeopolitiğinde Kafkasya, İran, Türkiye Rekabetleri ve Ermeni Faktörü, s. 17; Fahrettin Kırzıoğlu, “Armenya Yukarı-Ellerde 2700 Yıllık Türk Varlığı, Ermenilerin Rus İstilasına Alet Olması ve Mezalimi”, XX. Yıl Armağanı Ermeniler Hakkında Makaleler ve Derlemeler, II, Ankara 1978, s. 58–59

[24]Boryan, Armeniya Mejdunarodnaya Diplomatiya, s. 15; Hüsamettin Yıldırım, Rus-Türk-Ermeni Münasebetleri (1914–1918), Ankara 1990, s. 31

[25] Hovannisian, Armenia on The Road to Independance 1918, s. 10; Mehmetzade Mirza Bala, “Revan”, İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1954, s. 314




,,

Aynı Çatı Altında 700 Yıl





Aynı Çatı Altında 700 Yıl



Yazı: ermenisorunu.gen.tr  

21.02.2015
Selçuklular ile başlayan, 
Türk beylikleri dönemi ve sonrasında Osmanlı Devleti ile devam eden bu dönemin önemi, Türkler ile Ermenilerin resmen bir arada yaşamaya başladıkları zaman dilimi olmasıdır. Türklerin Anadolu’da meskun olmasından kabaca Küçük Kaynarca Antlaşması’na kadar geçen süre Türk-Ermeni ilişkilerinin en uzun dönemini temsil eder. Çünkü artık bir arada yaşamaya başlamış iki topluluk bulunmaktadır. Her ne kadar bu ilişki de problemlerden uzak olmasa da konuyu Müslim-Gayrimüslim ilişkileri çerçevesinde çalışan uzmanların hemen hepsi Türk-Ermeni ilişkilerinin zikredilen döneme kadar görece bir huzur ve refah içerisinde yürüdüğünü ifade eder. Bu anlamda dönemin önemi bir arada yaşamın yüzyıllara yayılan öyküsünde yatmaktadır. Ancak 1915’in çalışmaların odak noktası olması, bu dönemin ya görünmez kılınmasını yahut da dönemin olaylarının çarpık bir okumaya kurban edilmesine neden olmuştur.
İkili ilişkiler açısından son derece geniş olan bu dönemin aktörleri arasında belirli bir noktaya kadar Selçuklular, Anadolu Türk beylikleri, Bizanslılar ve Safeviler sayılabilir. Bunun dışında Osmanlı yönetimi ile Ermeni halkı da kuşkusuz dönemin aktörleri arasındadır. Ayrıca, dinî bir kurum olmanın ötesinde misyonlar üstlenen Ermeni Kilisesi ile Katolikosluğu’ndan da bahsetmek gerekir. Dönemin bir diğer önemli figürleri ise Batılı misyonerlerdir.
Dönemin önemli konu başlıkları ve tartışmaları arasında öncelikle Türkler ile Ermenilerin birlikte sürdürdükleri yaşamın mahiyeti sayılabilir. Bir anlamda Müslüman-Gayrimüslim ilişkilerini bir çerçeveye oturtan Pax-Ottomana’nın olumlu ve olumsuz özellikleri ve çeşitli kesimlerce nasıl yorumlandığı, bağlantılı bir konu olarak millet sistemi ve bu sistemde Ermenilerin nasıl bir muamele gördükleri ve millet sistemi içindeki hukuk anlayışı, döneme ilişkin tartışmaların ana başlıklarından bazılarıdır. 
Bunun dışında Ermeni Kilisesi ile manevi bir merkez olan Eçmiyazin’in üstlendiği anlam ve görevler de önem taşır. Son olarak, milliyetçi Ermeni tarihyazımlarında öne sürüldüğü gibi XI. yüzyıldan itibaren birtakım bağımsızlık hareketlerinden bahsetmenin mümkün olup olmadığı, Ermeni toplumunun Osmanlı idaresinde zulüm ve baskı altında mı yoksa refah içinde mi yaşadığı tartışılan diğer konulardır.