Diyarbakır etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Diyarbakır etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Ekim 2016 Çarşamba

ALDATILAN KİMLİK 1914 -2014 YÜZYILIN HİKAYESİ ERMENİ İSYANLARI



ALDATILAN KİMLİK 
1914 -2014 YÜZYILIN HİKAYESİ  
ERMENİ İSYANLARI ,





Gürbüz MIZRAK

1908 Öncesi Ayaklanmalar ,

İsyancı Ermenilerin Doğu Anadolu üzerindeki talepleri 1870'lerden sonra Osmanlı Devleti için siyasi bir sorun olmuştu. 
Bu bölgedeki Ermeni komiteleri önce Ermeni halkı üzerinde baskı kurdular. Zenginlerinden ağır tehditlerle büyük paralar sızdırdılar. Cyrus Hamlin 23.8.1895 tarihli New York Times gazetesinde “İhtilalci Ermenilerin istenilen parayı vermeyen kendi soydaşlarını da öldürdüklerini” yazıyordu. Bu suretle toplum terörize edildi; komitenin emirlerini dinlemeyen, tebaası olduğu Devletine sadık yüzlerce Ermeni’yi öldürdüler. Ermeni halkının büyük bir kısmını -tehdit, şantaj ve ham hayallerle- amaçları için kullanılacak konuma getirdiler. Ortamı amaçları için uygun hale getirdikten sonra, devlete karşı ayaklanmaya, bölgelerindeki 
Müslüman Türk ve özellikle aşiret köylerini basıp yağmalamaya, ahaliyi göçe mecbur bırakarak bölgeyi Müslümanlardan boşaltmaya yönelik akıl almaz işkencelerle öldürmelere başladılar. 

İsyancı Ermenilerin 1908 öncesi çıkardığı bazı önemli ayaklanmalar sırasıyla: 

. Sivas ayaklanması (11 Ekim 1881), 
. Erzurum olayı (20 Haziran 1890), 
. İstanbul'da Kumkapı ayaklanması (15 Temmuz 1890), 
. Yozgat olayı (Ekim 1893), 
. Tokat olayı (Ağustos 1894), 
. Birinci Sason isyanı (Haziran 1893 - Ağustos 1894), 
. İstanbul'da Bâb-ı Âli baskını (18 Eylül 1895), 
. 1892 - 1896 ayaklanmaları (Geyve, Yozgat, Kayseri, Develi, Diyarbakır, Siverek, Harput, Malatya, Arapgir, Adıyaman, Maraş, Urfa, Antep, Sivas, Niksar, Divriği, Merzifon, Amasya, Trabzon, Gümüşhane, Bitlis, Muş, Erzincan, Bayburt, Erzurum ve Hınıs ayaklanmaları), 
. Adana olayları (Ekim 1895 - Mart 1896), 
. Zeytun isyanları (Temmuz 1895 - Ocak 1896), 
. Van isyanları (Ekim 1895 - Ekim 1896), 
. Osmanlı Bankası baskını (14 Ağustos 1896), 
. İkinci Sason İsyanı (1898 - 1904) ve 
. Sultan Abdülhamid'e suikast girişimi, bomba olayı (21 Temmuz 1905). 


11 Ekim 1881’deki Sivas ayaklanması, daha sonra Hınçak Partisi üyelerinin girişimleriyle Devlete karşı gerçekleşen 20 Haziran 1890'daki Erzurum İsyanı ve 15 Temmuz'da İstanbul'daki Kumkapı Nümayişi ile Türk ve isyancı Ermeni çatışmaları başlamış oldu. Çatışmalarda iki taraftan da ölenler oldu. Bu olaylarda yer alan Ermenilerin Batı ülkelerinin baskısı üzerine hafif cezalar almaları veya hiç cezalandırılmamaları, ilerleyen dönemde daha fazla olayın çıkması yönünde etkili olmuştur. 1891 yılında II. Abdülhamid olaylara karışan Ermeniler için bir af çıkarttı, ancak bu af da daha sonraki olayları durdurmadı. 

1892-1896 yıllarında Kayseri, Yozgat, Çorum ve Merzifon'da ayaklanmalar oldu. Hınçak ve Taşnaksutyun gibi Ermeni militan örgütleri 1894'ten itibaren tedhiş eylemlerini iyice artırdılar. Bu dönemde Sason olayı vuku buldu. Bunu müteakip 11 Mayıs 1895'de Avrupa devletleri, Ermenilere hamiliklerini tescilleyen bir notayı Osmanlı idaresine verdiler. Notada “Vilâyât-ı Sitte” [1] olarak isimlendirilen Erzurum, Bitlis, Van, Sivas, Mamûretülaziz (Elazığ) ve Diyarbekir vilayetlerinde ıslahat yapılması istendi. Bu istekte yer alan vilayetlerin kapladığı alan ayrılıkçı Ermenilerin daha sonraları yapacakları toprak talepleri için kendilerince bir meşru zemin teşkil etmiştir. Avrupa devletlerinin kolladığı Ermeniler Birinci Sason isyanını, Bâb-ı Âli Gösterisini ve Zeytun İsyanlarını gerçekleştirdiler. 

[1]  Vilâyât-ı Sitte: Osmanlı dönemi idari haritasına göre; Erzurum, Bitlis, Van, Sivas, Mamûretülaziz (Elazığ ili ve civarı) ve Diyarbekir vilayetleri olup bugünkü haritamıza göre yaklaşık Erzurum, Erzincan, Ağrı, Van, Hakkari, Bitlis, Muş, Şırnak, Batman, Siirt, Diyarbakır, Mardin, Elazığ, Tunceli, Malatya, Bingöl, Sivas, Amasya, Gümüşhane, Bayburt ve Tokat illeri ile Giresun’un Şebinkarahisar ilçesini kapsamakta; o zaman dışarıda kalan Kars vilayeti de eklendiğinde Artvin, Iğdır, Ardahan ve Kars illerimizi de içine almaktadır. 


     Bitlis Ayaklanması Ermeni isyanlarının nasıl çıkarıldığını göstermesi bakımından tipiktir. Bitlis'teki Amerikan kolejinin isyanı teşvikte çok önemli rolü olmuştur. Kolej, Bitlis'ten Amerika'ya gitmiş bir Ermeni tarafından açılmıştı, Amerikalının Bitlis'te doğmuş ve çocukluğunu geçirmiş olan Misyoner oğlu Corc'un idaresindeydi. Bitlis havalisinden gelen Ermeni çocukları burada yatılı olarak okumakta, kafaları hükümet aleyhine ihtilâl ve isyan düşünceleriyle doldurmaktaydı. Buradan mezun olanlar köylerine döndüklerinde yakınlarını ve komşuları olan Ermenileri - ihtilâl ve isyan fikirleri aşılayarak- bağımsızlık hayaline sürükleyip, Osmanlı Devleti ve Türk Milleti’ne düşman ettiler. 

Misyoner Corc ile yörenin piskopos vekili, Ermenilerin ileri gelenlerine, onlar da Ermeni halkına Hınçak komitesinin programını telkin ederek ayaklanma düşüncesini zihinlere yerleştirip isyan için fedai kaydına başladılar. Bu fedailer Bitlis'te toplandı ve hayalî vaatlerle cesaretlendirildi. Devlet memuru olan Ermeniler istifa ettirildi. Ermeni esnafı alış veriş için dükkânlarına gelen Müslümanlara küstahlığa başladı. Ortamın bu şekilde oluşturulmasından sonra Diyarbakır, Erzurum ve Van Ermeni komiteleri Bitlis Ermenilerini 1895 yılının Ekim ayında isyan ettirdiler. Ermeniler tenhalarda rast geldikleri Müslümanları 
öldürmeye, Müslüman kızları kaçırıp ırzlarına tecavüz etmeye, Cuma namazı kılmak için camilerde toplananlara saldırmaya başladılar. Müslümanların saygı duyduğu bir toplum liderini kaçırıp vahşice şehit ettiler. Tüm bunlar Müslüman ahalinin sabrını taşırdı ve Ermeni isyanına karşılık vermeleri sonucunu doğurdu. Ermeni isyanı ve Müslümanların karşılık vermesi Bitlis'in kaza ve köylerine de sıçradı. Bu ayaklanmalarda Müslümanlardan ve isyancı Ermenilerden ölenler ve yaralananlar oldu. 

1896 yılında Osmanlı Bankası Ermeniler tarafından basıldı ve işgal edildi. 1896 yılında Van İsyanı, 1903'te ise İkinci Sason İsyanı gerçekleşti. 21 Temmuz 1905'te Ermeni suikastçılar 

Osmanlı Padişahı II. Abdülhamid'e suikast düzenlediler, ancak başarılı olamadı lar. 1909'daki Adana Olayları patlak verdi. 

1896 yılındaki Osmanlı Bankası baskını ve sonrasında gelişen olaylar dikkate şayandır. Bu baskında 26 Ermeni teröristten oluşan çete dünyada ses getirmek için İstanbul’da Osmanlı Bankasına bombalarla saldırdı, 23 Türk’ü öldürdü ve 57’sini yaraladı. Çıkan silahlı çatışmada çete başı öldürüldü, yerine Pastırmacıyan Karakin geçti. Yabancı devlet elçilerinin araya girmesi ile silah bırakan çete üyelerinin Fransa’ya gitmelerine izin verildi. Bunlardan çete reisi olan Pastırmacıyan, daha sonra İsviçre’de okumuş, Kimya doktoru olmuş, Tiflis’e dönmüş ve 1913 Osmanlı Parlamento seçimlerinde sekiz Ermeni mebustan biri 
olarak meclise girmiştir. Ardından Birinci Dünya Savaşında Osmanlı-Rus muharebeleri başlamadan 1914 yılında 2000 atlısı ile Rusya tarafına geçmiş ve Osmanlı ordusuna karşı savaşmıştır. 1918 de ise Ermenistan Cumhuriyetinin Washington elçisi olarak Amerika’ya gitmiş, aynı yıl Boston’da İngilizce, Türk düşmanlığını körükleyen yalan ve yanlışlarla dolu iki kitap yayınlamıştır. 
Günümüzde bu kitaplar Diyaspora Ermenilerine propaganda malzemesi olmaktadır. Buna karşılık küçük kardeşi Berç Keresteciyan Kafkas cephesinde Osmanlı ordusundayken ayağından Rus veya Ermeni kurşunu ile vurulmuş, hizmetlerinden dolayı Osmanlı Bankası ikinci Müdürlüğüne kadar yükselmiş ve Atatürk tarafından “Türker” soyadıyla ödüllendirilmiştir. 

Ermeni isyanları olurken Yurtdışındaki Ermeni komiteciler, Avrupa ve Amerikan gazetelerinde “Türklerin Hıristiyanları doğradığı” yalanını yayıyor ve menfi propaganda yapıyorlardı. Büyük isyanlarda Avrupa ülkelerinin konsoloslarına müdahale ettiriyorlardı. Devlet, Anadolu’da yer yer çıkan küçük Ermeni isyanlarını bastırdı, imkânları ölçüsünde bazı tedbirler de aldı. 

İkinci Meşrutiyetten Sonra Ayaklanmalar 

İmparatorluğun hızla parçalanmakta olduğunu gören İttihatçılar, II. Meşrutiyet 'in başlarında "ittihad-ı Anâsır" [2] stratejileri doğrultusunda Ermeni komiteleri ile birlikte hareket etme arayışlarına girdiler. 

[2] İttihad-ı Anâsır: Unsurların birliği anlamına gelmektedir. II. Abdülhamid tarafından ortaya atılmıştır. Osmanlıyı oluşturan unsurların güçlenen milliyetçilik akımına karşı eşit birer unsur olarak tanımlanarak, bir bütün oluşturmasına çalışılmıştır. 


Bundan Ermeni komitecileri azami ölçüde yararlandı. Ermeni siyasi suçlular, mahkûmlar ve kaçakçılar İstanbul'a doluştular. 
Bunlar, ihtilalci siyasetlerini bir tarafa bırakmış, Meşrutiyet’e yardımcı olma, memleketin iktisadi ve medenî gelişmesi için çalışma görüntüsü vererek İttihatçıları kandırıp, onların desteğini aldılar. Diplomatlık makamları dâhil, Devletin yüksek mevkilerine getirildiler. Bayram ve merasimlerde en önlerde önemli Devlet görevlileri yanında yer alıyor, rağbet görüyorlardı. Şişli 
mezarlığında sözüm ona Meşrutiyet uğruna ölen Ermeni fedaileri adına düzenlenen törene üst düzey Devlet bürokrasisi katılmış; 

Türk ve İslâm düşmanı Patrik Matyos İzmirliyan sürgünde bulunduğu Kudüs'ten İstanbul'a gelirken, Devlet görevlileri tarafından kahraman edasıyla karşılanmıştı. 

Taşnak, Hınçak ve diğer komiteler yeniden örgütlenmeye, şubeler açmaya başlamış, bunlar adına müsamere ve konserler verilmekteydi. Tüm bunlar olurken İstanbul'daki Ermeni basınında da Türk-İslâm düşmanlığını körükleyen yazılar birbirini takip ediyordu. 

İttihatçıların iyi niyetli girişimleri fayda vermemiş, ayrılıkçı isyanlar gün be gün artmış, İmparatorluk kan kaybetmeye devam etmiştir. Bu dönemin isyanların dan Adana Ayaklanması tipiktir. Adana piskoposu Muşeg, dönemin emperyalist devletlerin dikkatini çekmek ve Türkiye'de bir Ermenistan devleti kurabilmek için aylarca hazırlanmış, binlerce Ermeni çeteciyi silahlandırmıştı. 
Piskopos, Osmanlı Devletinin en nazik anında, 31 Mart Vakasını takip eden günlerde (14 Nisan 1909) isyan emrini verdi. Adana, Tarsus, Erzin, Misis, Dörtyol, Bahçecik ve diğer kazalardaki Ermeniler ayaklanarak savunmasız buldukları Türk evlerine girip, ırza, mala ve cana saldırmağa başladılar. Üç günde Adana ve çevresi altüst oldu. Ermeni çeteleri beşikteki Türk çocuklarını bile öldürüyor, hazırlıksız olan asker ve polis bu çetelere karşı koyamıyordu. İsyana bizzat Türk halkı müdahale etti, kendini savundu, Ermeni çetelerini bozguna uğrattı. Piskopos Muşeg Mısır'a kaçtı. Ermeniler durumu Avrupa basınına “Türklerin zulüm ve barbarlığı” şeklinde aksettirip, Avrupa ve Amerikan basınında mazlum olarak ilan edildiler. 

Ayaklanmanın sonunda harp divanı kuruldu. Uzun tahkikat ve muhakemeler sonucunda 9 Türk, 6 Ermeni idama mahkûm edildi. 
Dış baskılar sonucunda, dönemin yöneticileri Avrupa'ya şirin görünmek için yeniden harp divanı kurdular. 47 Müslüman Türk daha idam edildi. Ermenilerden ise yalnız bir kişi idam oldu. 

Birinci Dünya Savaşında Ermeni Olayları 

Erzurum'da Taşnakların liderliğinde 28 Temmuz - 14 Ağustos 1914 tarihleri arasında bir kongre düzenlenmişti. Amaç, Ermenilerin Osmanlı-Rus savaşı çıkması durumunda takınacakları tavrın kararlaştırılmasıydı. İktidardaki İttihat ve Terakki iki önemli üyesini temsilci olarak kongreye yolladı. 

Bu temsilciler Ermenilerden; 

. Savaş çıkması durumunda devlete sadık kalmaları, 
. Ruslara karşı savaşacak orduya asker vermeleri ve 
. Rusya'daki Ermenilerin cephe gerisinde Osmanlılara yardım etmeleri taleplerinde bulundular. 


Ermeniler ise; 

. Osmanlı Devletine sadık olduklarını, ama İttihat ve Terakki hükümetiyle aynı görüşleri paylaşmayıp bağımsız hareket edeceklerini, 
. Kafkaslardaki ayaklanma teklifine karışmayacaklarını, çünkü oralardaki Ermenilerin Rusya’ya sadık olduklarını ilettiler. 


Büyükelçi Ahmet Esat Uras'a göre Taşnaklar Ruslarla işbirliği yapma ve Osmanlıya karşı ayaklanma kararını gizlice almışlardı. Askeri tarihçi Erikson'a göre, bu toplantı sonrasında İttihat ve Terakki Partisi, “Osmanlı Ermenilerinin Rusya ile işbirliği içinde oldukları ve bölgeyi Osmanlı İmparatorluğu'ndan ayırmayı amaçladıkları” kanaatine vardı. İttihat ve Terakki yönetimi, 
Doğu'daki Ermenilerin muhtemel bir Rus istilasından önce ayaklanarak Ruslara destek olacağı endişesini taşıyordu. Nitekim bu kaygılarında haklı çıktılar. 


Osmanlı Hükümeti'nin Almanya yanında Birinci Cihan Harbi'ne girme kararı almasının en önemli nedenlerinden biri, devleti Rusya'ya karşı koruma düşüncesi idi. Bu karar; karşı cephede bulunan Rus, Fransız ve İngiliz “Müttefikler” (İtilaf devletleri) için ayrılıkçı Ermenileri önemli bir koz haline getirdi. Müttefikler, öteden beri siyasi çıkarlarına alet ettikleri ayrılıkçıları, Osmanlı devletine karşı kullanmak üzere harekete geçti. İngiliz ve Fransız Konsolosları bulundukları yerlerde, Çarlık Genel Valisi de Tiflis'te Ermeni komitelerini amaçları doğrultusunda organize etmeye, para ve cephane desteğiyle isyana hazırlamaya başladılar. 

Rus istihbarat raporlarına göre “Van, Bâyezid, Bitlis, Erzurum ve Trabzon vilayetlerdeki Ermenilerin hepsi Rusya tarafındaydılar. Bütün Ermeniler Türkiye'ye karşı düşmanca tavırda bulunuyorlar ve Ermeni toprakları olarak kabul ettiği bölgeyi, Rusya'nın işgal etmesini bekliyorlardı. Ermeni Patriği Rusya'ya Türkiye'deki Ermeni halkını kurtarması için yalvarmaktaydı”. 

1914 yılında Ermeni komiteleri Türkiye'deki şubelerine "Bölgelerinde bir Osmanlı-Rus savaşı çıkması halinde, Rus ordusu sınırdan ilerler ve Osmanlı ordusu geri çekilirse, her tarafta birden eldeki vasıtalarla başkaldırılacak” talimatını vermekteydiler. Bu durumda “Osmanlı ordusu iki ateş arasında bırakılacak, resmî binalar bombalanacak, iaşe depolarına sabotajlar düzenlenecek”; bunun tersi olur Osmanlı ordusu taarruza geçerse “Ermeni askerleri firar edip Ruslara katılacak ve silah altına alınanlar kıtalarından kaçarak, Türk birliklerinin geri cephelerine zarar vermek ve ülke içinde çeşitli olaylar çıkarmak için çeteler kuracaktı”. 

İstanbul’daki Ayrılıkçı Ermeni komitesi Osmanlı meclisinde Erzurum milletvekili olan Karakin Pastırmacıyan’ı Kafkasya'ya gönderdi. Karakin ve ekibinin organizasyonunda firariler ve diğer ayrılıkçı Ermeni gönüllüleri Rus ordusuna, Türkiye'ye karşı savaşacak çetelere ve intikam alaylarına katılmak üzere Kafkasya'ya, Tiflis'e yönlendiriyordu. Ruslar, Osmanlı’yla savaşın olacağı bölgeyi iyi bilen Ermenileri ordularına almaya başlamışlardı. 

I. Dünya Savaşı 28 Temmuz 1914 tarihinde Avrupa'da başladı. Osmanlı Devleti; Almanya, Avusturya-Macaristan ve Bulgaristan ile birlikte, Avrupa ve diğer kıtalarda bulunan yirmi beş devletin bulunduğu İtilâf grubuna karşı savaşacaktı. Osmanlı savaş öncesi 20-45 yaş grubu Ermenileri askere aldı. Ancak, Ermeniler, seferberliğin ilan edildiği 3 Ağustos 1914 tarihinden itibaren ordudan kaçmaya başladılar. Firarilerden bir kısmı ülke içindeki çetelere, diğer bir kısmı da Rus Ordusu'nda kurulan Ermeni Gönüllü Tugaylarına katıldılar. 

Türk Boğazlarını geçerek Karadeniz’e giren iki Alman gemisinin Rus gemilerini ve limanlarını bombalaması, daha sonra da Osmanlıya sığınması üzerine 1 Kasım 1914’de Rus ordusu Kafkasya Cephesi’nde sınırı geçerek Osmanlı topraklarına girdi. 
Böylece dört yıl sürecek kanlı bir savaş başlamış oldu. Eş zamanlı olarak Osmanlı’nın cephe gerisinde bulunan, Rusya tarafından teşvik edilen ve desteklenen Rum ve Ermeni çeteleri Türk ordusunun ikmal hatlarına ve haberleşme tesislerine saldırılara, Anadolu topraklarında ve Kafkasya’da büyük bir Türk ve Müslüman katliamına başladılar. Seferberlik nedeniyle askere alınan Ermeniler, silahları ile topluca firar ediyorlardı. Bunlardan bir kısmı Rus ordularıyla birlikte Osmanlı ordusuna karşı savaşa katılırken, diğerleri Ermeni gönüllü birlikleri ve çetelerine dâhil oldular. 


Doğu Anadolu’da bulunan Osmanlı 3. Ordusu, Rus saldırılarına karşı savaşı Erzurum’un doğusunda kabul edecek şekilde hazırlıklarını yapmıştı. Bir Türk birliği Batum yönünde harekete geçerek Artvin, Ardanuç ve Borçka’yı ele geçirerek Çoruh vadisini düşmandan temizledi. 3. Ordunun 9. ve 10. Kolorduları, Erzurum istikametinde saldırıya geçen Rusları, büyük zayiatlar verdirerek 
Köprüköy önlerinde durdurdular. 

Ruslar, Doğu Avrupa’da Almanlara karşı büyük bir askeri yığınak yapmışlardı. Almanlar, müttefikleri olan Türklerin Kafkas 

Cephesinde başlatacağı taarruz neticesinde Rusların önemli bir kuvveti Doğu Avrupa’dan Kafkaslara kaydıracağını düşünüyorlardı. Osmanlı Orduları Başkomutanı Enver Paşa’yı, Ruslara karşı bir baskın taarruz planı yapmaya ikna ettiler. Kafkas cephesinde bulunan 3. Orduya planın uygulanması talimatı verildi. 3. Ordu kurmayları bölgedeki çetin kış şartlarını göz önüne alarak taarruzun bahar aylarında yapılmasını teklif ettiler. Ancak, bu teklifi kaale almayan Enver Paşa sevk ve idareyi üzerine alarak askere 22 Aralık 1914’de taarruz emrini verdi. Sarıkamış Harekâtı olarak bilinen bu olayda Allahuekber ve Soğanlı dağlarında kar, 


 Yeni Resim (39)

Ermeni çeteciler tarafından Silvan yakınlarında Şeytankaya mevkiinde miladi 28 Haziran 1331 tarihinde öldürülen, Hamid 
Efendi kumandasındaki erzak kafilesi jandarma ve subayları. Kaynak: Ermeni Komitelerinin Amal ve Harekât-ı İhtilâliyesi: İlân-ı 
Meşrutiyetten Evvel ve Sonra. İstanbul 1919 ad ve basın tarihli kitaptan 
tipi ve soğuktan Mehmetçiğin büyük bir bölümü donarak şehit düştü. Sarıkamış’a girebilen az sayıda kuvvet de Rus ordusu 
tarafından geri atıldı. Böylece 3. Ordu tamamen devreden çıktı. 

Doğu Anadolu’nun kapıları Rus ordusuna açılmış oldu. 

Bu ortamda Ermeni çeteleri rahatça Türk ve Kürt köylerine saldırabiliyor, cephe gerisinde ikmal yollarını kesip sabotajlar yapıyor, Müslüman halkı katledip bulundukları bölgelerden kaçırmak için birçok vilayette silahlı ayaklanmalar yapıyor, isyanlar çıkartıyorlardı. Tüm bu olaylar üzerine Osmanlı Devleti, Ermeni ıslahatı için 8 Şubat 1914'te imzalamış olduğu Yeniköy Anlaşması'nın geçersiz olduğunu ilan etmiş, 1915 Şubat ayından itibaren Osmanlı ordusundaki Ermenileri silahsızlandırmıştır. 

Bu dönem ayaklanmalarının başlıcaları; Zeytun Olayları, Kayseri Olayları, Bitlis ve Muş Olayları, Erzurum ve Erzincan Olayları, Elazığ (Harput) Olayları, Yozgat Olayları, Sivas Olayları, Adana Olayları, Trabzon ve Samsun Olayları, İzmit ve Adapazarı Olayları, Urfa Olayları ve Van İsyanı’dır. 

Bu Ermeni isyanları arasında en büyüğü Van'dakidir. 1915 Nisanında Osmanlı Ordusu Çanakkale ve Irakta ölüm kalım savaşı vermekte, Van bölgesindeki askerlerimiz ise Rusların Kafkaslardan yaptığı saldırılara karşı koymaya çalışmaktaydı. Bu durumu değerlendiren Ermeniler 15 Nisandan itibaren Van ve çevresinde isyanlar çıkarmaya başladılar. Bu isyanlarda memur ve jandarma lar öldürülmüş, karakollar ve Türklerin evleri saldırıya uğramış, resmî binalar kundaklanmıştı [3]. Van Jandarması ve bazı aşiretler Ermenilere karşı savaşmış, ancak isyanları bastıramamışlardı. 

[3] O dönem Van’da bir Hıristiyan yetimhanesinde hemşire olarak görev yapan Käthe Ehrhold yaşananları şöyle anlatmıştır: “Van’da 20 bin kişi yaşıyordu. Rusların yaklaşması ile birlikte Ermeniler sakladıkları silahları çıkararak savaşa başladılar. Şehirde büyük bir iç savaş, kardeş savaşı başladı. Günlerce sokak çatışmaları oldu. Ruslar kente iyice yaklaşınca, Türkler kenti boşaltma kararı aldılar ve bir gecede sivil ve asker kenti terk etmek zorunda kaldı. Geriye yalnız kadınlar, yaşlılar ve hasta Türkler kaldı. Ertesi gün şehir Ermeni çetelerinin ve Rusların eline geçince, Ermeniler kaçamayan kadın, yaşlı ve hasta Türkleri katlettiler. Dindar bir Hıristiyan olarak önce kendilerine bu günü veren Tanrı’ya şükretmeleri gerekiyordu. Fakat onlar bunu yapmadılar, bağımsız oldukları ilk gün yaptıkları bu cinayetleri büyük bir günahkârlık olarak görüyorum. 

Ermeniler, Türklerin geride bıraktıkları mal ve mülke el koydu ve sanki kendilerininmiş gibi kullanmaya başladı. Yetimhaneme, şimdi Ermeni köylüleri yerine çevre köylerden Türk kadınlar gelmeye başladı. Rusların bölgede bulup topladığı bu kadınları yetimhanemizde korumaya aldık. 

Yoksa bu zavallılar tutanın elinde kalacaklardı. Bu kadınlara çok fazla yardımcı olamadık. Çünkü çetecilerden çok kötü muamele görmüş, namuslarına tecavüz edilmiş bu kadınlar korkudan tir tir titriyorlardı.” 

Diğer bölgelerden de isyancı Ermenilerin yol kestikleri, Müslüman köylerini basarak halkını katlettikleri haberleri yayılıyordu. Fransız ve İngiliz donanması 1915 Mart ortalarında Çanakkale’deki tüm binaları, sivil ev ve hastaneler dâhil topa tutmuştu. Çıkartma yapacakları belliydi. 



Van'ın Rus ordusu tarafından işgalini kolaylaştırmak için isyan eden Ermenilerin Osmanlı askerlerine karşı siperlerdeki fotoğrafı.

 Kaynak: http://www.kurtulustv.itgo.com/. 

Osmanlı hükümeti, Ermenilerin çıkardığı isyan ve yaptığı katliamlar karşısında Ermeni Patriği, Ermeni milletvekilleri ve Ermeni halkının ileri gelenlerine “Ermenilerin Müslümanları arkadan vurmaya ve katletmeye devam etmeleri halinde gerekli önlemleri alacağını” bildirmişti. Bu ihtar isyancı Ermenilerce “blöf” olarak algılanmıştı. Onlara göre Türkler her yerde kaybediyordu, müttefikler her an Çanakkale’ye çıkartma yapabilir ve İstanbul’u işgal edebilirlerdir. 

Ermeni isyanlarının ve katliamlarının durmak yerine giderek yoğunlaşması üzerine, 24 Nisan 1915 tarihinde Ermeni Komiteleri kapatıldı, isyancılara yardım ettikleri tespit edilen 235 Ermeni İstanbul’da tutuklanıp trenle Ankara, Ayaş ve Çankırı istikametine yollandı. Bazıları hapishanelere, çoğunluğu da Polis nezaretinde evlere dağıtıldı. Bunlardan suçsuz bulunup bağışlanan ve yabancı 
uyruklu olan 31’i serbest bırakılmış, suçları sabit olanlardan 25’i Ayaş’a ve 57’si de Zor’a nakledilmiştir. Zor’a nakledilenlerden iki Ermeni’yi öldüren Osmanlı yurttaşı Çerkez Ahmet’le yandaşı Halil cinayetten suçlu bulunarak Şam’da asılmışlardır. Geri kalan Ermeniler Çankırı’da üç-beş kişilik gruplar halinde evlere yerleştirilmiş, parası olmayanlarına devlet yardımı yapılmış, bunların gün sonunda karakola gidip kaçmadıklarını kanıtlamaları istenmiştir. Türkiye dışındaki Ermenilerin her yıl "Ermeni soykırımının yıldönümü" diye andıkları 24 Nisan, işte bu 235 komitecinin tutuklandığı tarihtir. Bu olayın ertesi gecesi ise yani 25 Nisan’da Çanakkale’de İngiliz-Anzak-Fransız kıtaları muhtelif yerlerde karaya çıktılar ve Kara Savaşları başladı. 

Ermeni çeteleri eşliğindeki Rus orduları Murat suyu vadisi, Malazgirt ve Tortum’u işgal etmişti. İşgalciler 17 Mayısta Van’ı da ele geçirdiler. Ermeni birlikleri Van’da korkunç katliamlara giriştiler. Ağustos ayı içinde Osmanlı Ordusu bir süreliğine Van'ı ele geçirdi ise de, Rus ve Ermeni kuvvetleri şehri tekrar geri aldılar. Van ve çevresinde 250 bin kadar Ermeni toplandı. Ermeniler şehir ve çevre halkından 60 bin Müslüman’ı katlettiler. Osmanlı Ordusunun ikmal yollarını kestiler. Ordu geri çekilmek zorunda kaldı. Saldırıya devam eden Ruslar Erzurum, Bitlis ve Trabzon’u da işgal ettiler. Ruslardan cesaret alan Ermeniler, Müslümanlara karşı tecavüzlerini iyice artırdılar. Pek çok Müslüman aile canlarını kurtarmak için Anadolu’nun iç bölgelerine çekildiler. 


 http://www.ermenisorunu.gen.tr/images/fotobu/a1_38_1.jpg


İzmit'e bağlı Bahçecik, Arslanbey ve Yuvacık köylerinde ele geçirilen Ermeni silahları. 

Kaynak: Ermeni Ayaklanmaları ve İhtilal Hareketleri. 

Birinci Dünya Harbi döneminde Ermeni silahlı çeteleri tarafından İran’ın en çok gelişmiş Urmiye, Hoy, Makü, Salmas ve diğer Azerbaycan kentlerinde 150 ila 200 bin Türk ve Müslümanı feci şekilde katledilmişlerdir. Bu acımasız masum Müslüman katliamına, İran İslâm Cumhuriyetinin de aslında sessiz kalmaması gerekirdi. Ama ne yazık ki, günlük siyasetin çıkar hesapları sebebiyle bu büyük insanlık faciasına karşı duyarsız kalınabilmektedir. 



..

14 Şubat 2016 Pazar

ERMENİLERİN OSMANLIDAN TALEP ETTİĞİ TOPRAKLAR




ERMENİLERİN  OSMANLIDAN TALEP ETTİĞİ TOPRAKLAR


Osmanlı İmparatorluğu’ndan istenilen Topraklar..,


    Osmanlı İmparatorluğu’ndan istenen topraklar konusunda Ermenistan Cumhuriyeti ile Bogos Nubar Paşa arasında fark bulunduğunu belirtmemiz gerekmektedir.
Aharonyan Erivan’dan ayrılmadan önce, o sıralarda parlamento görevini üstlenmiş olan Ermeni “Horhunt”u kendisine Barış Konferansı’nda altı vilayet ile Karadeniz’e bir çıkış istemesi talimatını verilmişti. Ancak adıgeçen Paris’te Ermenistan için istenilecek topraklar konusunda Bogos Nubar Paşa’nın görüşlerini benimsemiş ve böylelikle Konferansta iki Ermeni delegasyonunun aynı talepleri ileri sürmesi mümkün olmuştur.



HARİTA 1

Aharonyan’ın konuşmasındaki “Kafkas Ermenileri, Cumhuriyetin (Ermenistan’ın) Türkiye’nin Ermeni Vilayetleriyle birleşmesini... hararetle istemektedirler” sözleriyle esas
toprak taleplerinin Altı Vilayet olduğunu açıkça belirtmiştir. Buna karşın konuşmasında Bogos Nubar Paşa’nın ısrarla istediği Kilikya hakkında bir belirsizlik vardır. Adıgeçen bu
konuda “Ermenistan’ın iki kısmı, Kuzeyde Gori ve Borcalı’dan aşağıya Akdeniz’e ve güney’de Ermeni Toroslarına uzanan tek bir coğrafya ve ekonomik bütünlüğü temsil
etmektedir” sözleri Altı Vilayet dışında da bazı toprakların istendiğini düşündürmekte ve bu toprakların hem Akdeniz’e hem de Toroslara kadar uzanan yerler olduğu anlamı çıkmaktadır.
Ancak Akdeniz Torosların güneyinde olduğundan bu fiilen mümkün değildir. 

Bir yandan Erivan’dan aldığı talimata uymak diğer yandan Müttefiklerin karşısına tek cephe olarak çıkmak için Bogos Nubar Paşa’yı desteklemek durumunda kalan Aharonyan’ın, kasten
belirsiz beyanlarda bulunduğu, Akdeniz sözcüğünü telaffuz ederek Bogos Nubar Paşa’yı tatmin ettiği, toprak talebinin Toroslara kadar (Torosların ötesindeki Akdeniz’e kadar değil)
olduğunu ifadeyle de Erivan’ın talimatına sadık kalmaya çalıştığı izlenimi edinilmektedir. 

Aharonyan’ın Kilikya sözcüğünü hiç kullanmamış olması bu düşünceyi desteklemektedir. Bogos Nubar Paşa ise taleplerine Kilikya ile başlamaktadır. Kilikya Romalılardan kalma bir coğrafya terimidir. Genel olarak Toros Dağları ile Akdeniz arasında, Batıda yaklaşık Anamur, Doğuda ise İskenderun arasında kalan bölgedir. Osmanlı İmparatorluğu’nda Kilikya adında bir idari bilim yoktur.


HARİTA 2

Bogos Nubar Paşa Kilikya’ya ek olarak Maraş Sancağını talep etmektedir. Böylelikle Kilikya ile Altı Vilayet arasında bir köprü kurulmakta ve tek parça halinde bir Ermenistan vücuda getirilmeye çalışılmaktadır.

Bogos Nubar Paşa’nın diğer bir talebi Erzurum, Bitlis, Van, Diyarbakır, Harput (Mamüret-ül Aziz) ve Sivas vilayetleri, diğer bir deyimle Altı Vilayet’tir. Son talep olarak da, Karadeniz’e bir çıkış sağlamak üzere, Trabzon Vilayeti’nin bir bölümü istemiştir. Bogos Nubar Paşa daha sonra bu taleplerinden bazılarından kısmen vazgeçerek Hakkâri’nin ve Diyarbakır’ın güneyinin Kürt, Sivas’ın batısının da Türk bölgesi olduğunu ifadeyle buraları istemediklerini bildirmiştir. 
Bu “ Çömertçe ” hareket, herhalde, istenilen diğer tüm yerlerin Ermeni toprağı olduğuna dinleyenleri ikna etmek amacıyla yapılmış olsa gerektir. Bogos Nubar Paşa’nın talep ettiği yerler 387.424 km2 kadardır. Bu yerler günümüz

Türkiyesinin yaklaşık yarısına (% 49,6) tekabül etmektedir. 


Türk Tarih Kurumu  
Sayfa 24,

DİĞERBİR  BAKIŞ  AÇISIYLA  KONU  ŞÖYLE  DEĞERLENDİRİLİYOR..
( ERMENİ ARAŞTIRMALAR ENSTİTÜSÜ YAZISI )


Birinci Dünya Savaşı sonrasında yeni bir uluslararası düzen  kurmak üzere Paris’te toplanan Barış Konferansı, taleplerini öğrenebilmek için bazı ülke veya toplumların temsilcilerini dinlemişti.

Osmanlı İmparatorluğu Ermenilerini temsilen Bogos Nubar Paşa, Kafkasya’daki Ermenistan Cumhuriyeti’ni temsilen de Avetis Aharonyan 26 Şubat 1919 tarihinde Barış Konferansı’nın Onlar Konseyi’nde birer konuşma yapmışlardır. Bu konuşmaların İngilizcesi ve tarafımızdan yapılan Türkçe çevirisi Derginin Arşiv Belgeleri bölümündedir.   

Bogos Nubar Mısırlı bir paşadır. Babası Mısır’da bakanlık yapmış, kendisi de bir süre Mısır Demiryolları Müdürlüğü’nde bulunmuştur. Zengin ve kozmopolit bir kişi olan Bogos Nubar Paşa 1912 yılında, Balkan Savaşlarından sonra, Eçmiyazin’deki Katolikos (Baş Patrik) Beşinci Kevork tarafından, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki “Ermeni Vilayetleri”nde[1] reform yapılmasını konularını görüşmek üzere, Avrupa ülkelerine özel temsilci olarak atamıştır. Bogos Nubar Paşa bundan sonra Osmanlı Ermenilerinin daimi temsilcisi gibi hareket etmeye başlamıştır. Ayrıca 1916 yılında büyük çoğunluğunu Ermenilerin oluşturduğu Fransız “Legion d’Orient’ının kurulmasına yardımcı olmuştur. Bilindiği gibi bu birlik Filistin ve Suriye’de çarpışmalara katılmış, savaştan sonra da Fransız bayrağı altında Güney Anadolu’nun bir kısmını işgal etmiştir.

Avetis Aharonyan bir yazardır. Taşnak Partisi üyesidir. 1918 yılında bir süre Tiflis’teki Ermeni Mili Konseyi’nin başkanlığını yapmış ve sıfatla İstanbul’da ateşkes müzakerelerini yürütmüştür. Ermenistan Hükümeti tarafından Paris Barış Konferansı’na temsilci olarak atanan Aharonyan’ın Erivan’dan Paris’e gelmesi yaklaşık iki ay sürmüştür. Bunun başlıca nedeni İngiliz makamlarının kendisine ve beraberindekilere Ermeni Devleti’nin temsilcisi olarak vize vermekte tereddüt etmeleridir. İngilizler, Komünist idareye karşı Beyaz Rusların isyan ettiği bir dönemde Rusya’nın bölünmesi anlamına gelebileceği için Ermenistan’ın bağımsızlığını tanımaktan ve resmi temasta bulunmaktan bir süre kaçındıkları anlaşılmaktadır.

Onlar Konseyi’nde ilk konuşmayı Aharonyan yapmıştır. Ermenilerin savaş sırasında Müttefiklerin yanında yer aldığını uzun uzun anlatarak, Ermenistan Cumhuriyeti’nin usulüne uygun bir tarzda kurulduğunu vurguladıktan sonra, Konferanstan başlıca iki talepte bulunmuştur. Bunlardan birincisi Ermenistan Devleti’nin tanınmasıdır. Aharonyan bu talebini Paris Barış Konferansı’nda yer almalarına izin verilmesi olarak ifade etmiştir. İkinci talep ise Ermenistan Cumhuriyeti’nin Türkiye’nin “Ermeni vilayetleriyle” birleşmesidir.

Bogos Nubar Paşa’nın konuşmasıysa çok daha uzundur. O da Ermenilerin savaşta Müttefiklerin yanında yer aldığını, Légion d’Orient’a da atıf yaparak söylemiş, Ermenilerin ayrıca Fransız Légion Etrangère içinde de çarpıştığını belirtmiş, İtilaf Devletlerinin Müttefiklerin davasına bağlılığının Ermenilerin “maruz kaldıkları katliam ve sürgünlerin saiklerinden biri” olduğunu iddia etmiş, Ermenilerin “savaşan taraf” olduğunu vurgulamış ve savaşta Ermenilerin yaşam olarak ödediği bedelin diğer ülkelerinkinden daha ağır olduğunu ileri sürmüştür. Bogos Nubar Paşa konuşmasında yeni kurulacak Ermenistan’ın sınırları konusuna uzun uzun değinmiş, Ermenistan’a verilmesini istediği yerlerdeki nüfustan da örnekler vererek bahsetmiştir. 

Bogos Nubar’ın taleplerine gelince bunlar Osmanlı İmparatorluğu’ndan bazı toprakların Ermenistan’a katılması ve Ermenistan Devleti’nin “mandat” idaresine verilmesi olarak özetlenebilir.

Her iki Ermeni temsilcinin konuşmalarında en önemli konu şüphesiz Osmanlı İmparatorluğu’ndan Ermenistan’a verilmesini istedikleri topraklardır. Bu taleplerini desteklemek üzere de Ermeni nüfusu hakkında bazı bilgiler vermişlerdir. Bu iki konuyu aşağıda ayrıca inceliyoruz.

Osmanlı İmparatorluğu’ndan istenilen topraklar

Osmanlı İmparatorluğu’ndan istenen topraklar konusunda Ermenistan Cumhuriyeti ile Bogos Nubar Paşa arasında fark bulunduğunu belirtmemiz gerekmektedir.

Aharonyan Erivan’dan ayrılmadan önce, o sıralarda parlamento görevini üstlenmiş olan Ermeni “Horhunt”u kendisine Barış Konferansı’nda altı vilayet ile Karadeniz’e bir çıkış istemesi talimatını verilmişti. Ancak adıgeçen Paris’te Ermenistan için istenilecek topraklar konusunda Bogos Nubar Paşa’nın görüşlerini benimsemiş[2] ve böylelikle Konferansta iki Ermeni delegasyonunun aynı talepleri ileri sürmesi mümkün olmuştur. 

Aharonyan’ın konuşmasındaki “Kafkas Ermenileri, Cumhuriyetin (Ermenistan’ın) Türkiye’nin Ermeni Vilayetleriyle birleşmesini... hararetle istemektedirler” sözleriyle esas toprak taleplerinin Altı Vilayet olduğunu açıkça belirtmiştir. Buna karşın konuşmasında Bogos Nubar Paşa’nın ısrarla istediği Kilikya hakkında bir belirsizlik vardır. Adıgeçen bu konuda “Ermenistan’ın iki kısmı, Kuzeyde Gori ve Borcalı’dan aşağıya Akdeniz’e ve güney’de Ermeni Toros’larına uzanan tek bir coğrafya ve ekonomik bütünlüğü temsil etmektedir” sözleri Altı Vilayet dışında da bazı toprakların istendiğini düşündürmekte ve bu toprakların hem Akdeniz’e hem de Toros’lara kadar uzanan yerler olduğu anlamı çıkmaktadır. Ancak Akdeniz Toros’ların güneyinde olduğundan bu fiilen mümkün değildir.

Bir yandan Erivan’dan aldığı talimata uymak diğer yandan Müttefiklerin karşısına tek cephe olarak çıkmak için Bogos Nubar Paşa’yı desteklemek durumunda kalan Aharonyan’ın, kasten belirsiz beyanlarda bulunduğu, Akdeniz sözcüğünü telaffuz ederek Bogos Nubar Paşa’yı tatmin ettiği, toprak talebinin Toros’lara kadar (Toros’ların ötesindeki Akdeniz’e kadar değil) olduğunu ifadeyle de Erivan’ın talimatına sadık kalmaya çalıştığı izlenimi edinilmektedir. Aharonyan’ın Kilikya sözcüğünü hiç kullanmamış olması bu düşünceyi desteklemektedir.

Bogos Nubar Paşa ise taleplerine Kilikya ile başlamaktadır. Kilikya Romalılardan kalma bir coğrafya terimidir. Genel olarak Toros Dağları ile Akdeniz arasında, Batıda yaklaşık Anamur,  Doğuda ise İskenderun arasında kalan bölgedir. Osmanlı İmparatorluğu’nda Kilikya adında bir idari bilim yoktur.

Bogos Nubar Paşa Kilikya’ya ek olarak Maraş Sancağını talep etmektedir. Böylelikle Kilikya ile Altı Vilayet arasında bir köprü kurulmakta ve tek parça halinde bir Ermenistan vücuda getirilmeye çalışılmaktadır.

Bogos Nubar Paşa’nın diğer bir talebi Erzurum, Bitlis, Van, Diyarbakır, Harput (Mamüret-ül Aziz) ve Sivas vilayetleri, diğer bir deyimle Altı Vilayet’tir.

Son talep olarak da, Karadeniz’e bir çıkış sağlamak üzere, Trabzon Vilayeti’nin bir bölümü istemiştir[3].

Bogos Nubar Paşa daha sonra bu taleplerinden bazılarından kısmen vazgeçerek Hakkâri’nin ve Diyarbakır’ın güneyinin Kürt, Sivas’ın batısının da Türk bölgesi olduğunu ifadeyle buraları istemediklerini bildirmiştir. Bu “cömertçe” hareket, herhalde, istenilen diğer tüm yerlerin Ermeni toprağı olduğuna dinleyenleri ikna etmek amacıyla yapılmış olsa gerektir.

Bogos Nubar Paşa’ın taleplerini gösteren bir harita (HARİTA I)[4] eklidir. Talep edilen yerlerin 387.424 km2 kadar olduğu tarafımızdan hesaplanmıştır[5]. Bu yerler günümüz Türkiyesinin yaklaşık yarısına (% 49,6) tekabül etmektedir.

I. Dünya Savaşı sırasında Müttefikler arasında Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasına ilişkin anlaşmalarda[6] bağımsız bir Ermenistan kurulmasından ve bu ülkeye Osmanlı İmparatorluğu’ndan toprak verilmesinden bahis yoktur. Çarlık Rusyası devrilince bu anlaşmalarla Rusya’ya ilhak edilmesi öngörülen toprakların Ermenistan’a verilmesi gündeme gelmiştir. Bu hususta hem A.B.D. hem de İngiltere’de, savaşın bitiminden önce, hazırlık çalışmaları yapılmıştır.

A.B.D.’de kamuoyu ve Hükümet,  Ermenilere Osmanlı İmparatorluğu’nda eziyet yapıldığına ve katliama uğradıklarına, o itibarla Ermenilerin Osmanlılardan kurtarılması gerektiğine öteden beri inanmıştı. Bu kanının yerleşmesinde özellikle Anadolu’daki Amerikan misyoneri neden olmuştur. Başkanın talimatıyla,  savaş sonrası toprak düzenlemeleri ve diğer hususlarda tavsiyelerde bulunmak üzere kurulan ve Unites States Inquiry (Birleşik Devletler Araştırması) adını taşıyan bir uzmanlar örgütü, yukarıda değindiğimiz kanının etkisiyle, savaştan sonra Ermenilere en azından özerklik verilmesi ilkesini benimsemiş ve Osmanlı İmparatorluğu’ndan Ermenistan’a hangi toprakların verileceği üzerinde çalışmaya başlamıştı. 21 Ocak 1919 tarihinde Başkan Wilson’a sunulan tavsiyeler arasında Ermenistan adını taşıyacak yeni bir ülke kurulması ve Milletler Cemiyeti adına hareket edecek bir büyük devletin “mandat”sına verilmesi hususu yer almıştır. Tavsiyeler Ermenistan’a verilecek toprakları da belirlemektedir. Bu topraklar Bogos Nubar Paşa’nın istediği toprakların hemen hemen aynıdır. Ancak Kayseri ile Kafkasya’daki Ahaltsih bölgesini de Ermenistan’a vermekle Bogos Nubar Paşa’nın taleplerinin bile ötesine geçmiştir[7]. ABD’nin Ermenistan’a vermeyi öngördüğü toprakları yaklaşık 390.318 km2 olarak hesapladık.

İngiltere’de de Ermeniler lehine Osmanlılar aleyhine bir hava mevcut bulunuyordu. Osmanlılar I. Dünya Savaşı’na Almanların yanında yer alınca bu hava daha da ağırlaşmıştı.

İngiltere Başbakanı David Lloyd George anılarında, savaşın başında bu insanlık dışı İmparatorluğu  (Osmanlı İmparatorluğu’nu kastediyor) yenmeyi başardıkları takdirde barışın koşullarından birinin, Türklerin alçakça hareketleriyle lekelenmiş olan Ermeni vadilerini onların kanlı ve kötü idaresinden kurtarmayı düşünmüş olduklarını yazmıştır [8]

İngiltere’de uzun çalışmalar sonunda hazırlanan, Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasına ilişkin 7 Şubat 1919 tarihli bir muhtırada büyük bir devletin “mandat” idaresine verilecek olan Ermenistan’ın sınırları şöyle belirleniyordu: Güneyde İskenderun-Diyarbakır hattından sonra Fırat Nehrini izlenerek oradan da İran sınırına ulaşan bir hat; kuzeyde Trabzon Sürmene arasında bir noktadan, Batum’a kadar Karadeniz kıyıları; batıda Mersin-Sivas hattı.

Bu plan Akdeniz’den Karadeniz’e kadar uzanan bir Ermenistan kurmakla beraber Bogos Nubar Paşa’nın talepleri ve Amerikan planına nazaran daha az toprak içermektedir. Hesaplarımıza göre İngilizlerin Ermenistan’a verilmesini uygun gördükleri yerler 226.644 km2 tutmaktadır. Diğer yandan İngiliz planında Karabağ Ermenistan’a verilmemiş, Rusya’nın Erivan Guberniia’sının (vilayetinin) Müslüman halkıyla Karabağ’ın Ermeni halkının mübadele edilmesi öngörülmüştür[9].

Amerikan ve İngiliz planlarında Ermenilere verilmesi öngörülen topraklarla Bogos Nubar Paşa’nın talepleri ekteki Harita II’ de gösterilmektedir[10].

Fransa’ya gelince bu ülkenin bağımsız bir Ermenistan kurulmasına itirazı yoktur. Ancak 1916 Skyes-Picot Anlaşması’yla Fransa’ya verilen Osmanlı topraklarıyla Bogos Nubar Paşa’nın toprak talepleri, Adana, Sivas, Mamuret-ül Aziz veDiyarbakır vilayetlerinde büyük ölçüde örtüşmektedir. Diğer bir deyimle bu bölgelerde Fransızlar ve Ermeniler aynı toprakları talep etmektedirler. Skyes-Picot Anlaşması’yla Fransa’ya bırakılması planlanan topraklar ile Bogos Nubar Paşa’nın talepleri Harita III’ de gösterilmiştir.

Fransız-Ermeni anlaşmazlığı zamanla Kilikya üzerinde yoğunlaşmıştır.  Fransa Kilikya’yı “mandat”sını alacağı Suriye’ye dâhil etmek istemiştir. Fransa’nın güdümünde olup, Suriye’nin çıkarlarını savunmak üzere kurulmuş Suriye Komisyonu Baş Temsilcisi Şükrü Ganem 13 Şubat 1919 tarihinde Onlar Konseyi’nde yaptığı konuşmada Suriye’nin iyi belirlenmiş sınırları bulunduğunu söylemiş ve bu sınırların Toros Dağları, Sina Çölü ve Akdeniz olduğunu söylemiştir [11]. Toros Dağlarını sınır olunca Kilikya’yı Suriye içinde kalmaktadır. O nedenle Bogos Nubar Paşa konuşmasında, Suriyelilerin Kilikya’nın büyük bir kısmını ülkelerine dahil etmek için, son derecede yersiz taleplerde bulunduklarını söylemiş ve ayrıca Suriye’nin kuzey sınırının Toros Dağları değil Amanos Dağları olduğunu ifade etmiştir.  

Ermeni Nüfusu

Gerek Aharonyan gerek Bogos Nubar Paşa konuşmalarında Ermeni nüfusu hakkında bilgiler vermiştir. Bogos Nubar Paşa ayrıca savaş sırasında Ermeni kayıplarından da bahsetmiştir.

Aharonyan’a göre Kafkasya’da 2 milyon Ermeni vardır. Bunlara, Osmanlı İmparatorluğu’ndan kaçan, 400 ila 500 bin kişi dâhildir.

Bogos Nubar Paşa ise savaştan önce dünyada 4,5 milyon Ermeni olduğunu, bunun 2 milyonun Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşadığını ve savaşta Ermenilerin kaybının 1 milyonu aştığını söylemiştir; bunun dışında rakam vermemiştir. Ancak talep ettiği muazzam topraklar için, gerekçe olmak üzere, bazı iddialar ileri sürmüştür. Bu konudaki hayli uzun ve karışık ifadelerinin ana noktaları şöyle özetlenebilir:

- Türk (Osmanlı) Hükümeti istatistikleri Ermenileri az göstermek için tahrif etmiştir.
- Ermeniler Savaştan önce Türklerden fazlaydı.
- Savaş içinde katliam ve sürgünlerden sonra Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermeni kalmadığı veya az sayıda Ermeni kaldığı doğru değildir.
- Savaşta ölenler de yaşayanlar gibi sayılmalıdır.
- Türkler savaşta 2,5 milyon kayıp vermiştir. Bunun yarısı Ermeni vilayetlerindendir. Bu nedenle Ermeniler halen de çoğunluktadır.
- Savaştan sonra Ermeniler Türklerden, hatta Türk ve Kürtlerden daha fazla olacaklardır.
- Kafkasya’daki Ermenilerle birleşilirse bu çoğunluk daha da artacaktır.

Osmanlı İstatistikleri devleti oluşturan tüm halkları kapsamaktadır. O itibarla bu istatistiklerin sadece Ermeniler için tahrif edilmiş olması anlamsız bir ifadedir. Ayrıca

Bugos Nubar Paşa’nın bu sözde tahrif için verilmiş olan üç örnek de tutarsızdır[12].

Savaştan sonra Ermenilerin bu bölgede Türklerden fazla olduğuna gösteren hiçbir kaynak yoktur. Mevcut kaynaklar arasında Ermenilerin sayısın en fazla gösteren ancak doğruluğu kanıtlanamayan, Ermeni Patrikhanesine atfedilen istatistiklerinde bile Altı Vilayette Ermeni nüfusu bu vilayetlerdeki toplam nüfusun  % 39’u olarak gösterilmektedir[13]. Diğer bir deyimle Bogos Nubar Paşa’nın savaştan önce Ermenilerin çoğunlukta olduğu iddiası, Patrikhane istatistikleri tarafından bile desteklenmemektedir.

Bogos Nubar Paşa’nin istediği topraklarda, savaştan önce, 1912 yılında yaşayan Ermeni nüfusu şu şekilde hesaplanmaktadır[14].

Vilayet Ermeni nüfusu Toplam Nüfusun %

 Bitlis     191.156                 31.3
 Mamuret-ül Aziz 111.043 16,3
 Diyarbakır 89.131 11,8
 Van 130,500 15,6
 Sivas 182, 912 12,4

 Altı Vilayetin Toplamı 867.960 17,3

 Adana Vilayeti 74.930 11,2
 Trabzon Vilayeti 63.326 4,5

Toplam 1.006.216 14,02

Görüldüğü gibi o dönemde, Ermeni vilayetleri olarak da adlandırılan Altı Vilayetteki Ermeni nüfusunun oranı % 17,3’dür. Bu vilayetlere Adana ve Trabzonvilayetlerinin eklenmesiyle, yaklaşık olarak, Bogos Nubar’ın istediği topraklara ulaşılmaktadır. Buradaki Ermeni nüfusu daha da düşük olup toplam nüfusun %14,02 kadardır.

Bu vesileyle artık ciddi Ermeni yazarlarının, Altı vilayette veya Osmanlı İmparatorluğu’nun herhangi bir yerinde Ermenilerin çoğunluğu oluşturmadıklarınıkabul ettiklerini belirtelim[15].

Bogos Nubar Paşa’nın tüm gayretinin savaştan sonra Anadolu’da bir Ermeni çoğunluğu bulunduğuna veya olacağına Onlar Meclisi’ni inandırmak olduğu görülmektedir. Bunun için savaşta çok sayıda Türk öldüğünü, buna karşın, sürgün ve katliamlara rağmen, Anadolu’da az olmayan bir sayıda (ne kadar olduğunu söylememektedir) Ermeni kaldığını belirtmekte ve ayrıca ölen Ermenilerin de yaşayanlar gibi sayılması gerektiğini ileri sürmektedir. Bu düşünceye göre ölen Ermeniler ölmemiş sayılacak, böylece Ermeniler, savaştan önce Türklerden fazla oldukları varsayımına göre savaştan sonra da fazla olacaklardır. Ölenleri de saymak mantığın garabetini ayrıca açıklamaya gerek görmüyoruz. Ne var ki, yukarıda belirttiğimiz gibi, Ermeniler, Bogos Nubar Paşa’nın istediği topraklarda, savaştan önce %14,02 oranında olduğundan savaştan sonra ölüleri de saymak bir çoğunluk yaratmamaktadır.

Ermeni Delegelerinin Barış Konferansı’nda yaptığı konuşmalarda, savaş sırasında Ermeni kayıpları hakkında bazı bilgiler bulunduğu görülmektedir.

Bu konuyu incelemeye başlamadan önce kayıp kavramına açıklık getirmek gerekmektedir. Ermeni Diasporası kayıpları sevk ve iskân sırasında öldürülen Ermeniler olarak kabul etmektedir. Oysa kayıp kavramı, bir ülke veya bölge nüfusunda belirli bir dönemdeki azalmayı ifade etmektedir. Bu azalmanın başlıca nedenleri yaşlılık, iyi beslenmeme, salgın hastalıklar, sağlık hizmetleri yetersizliği, kazalar ve son olarak da şiddet hareketlerinin neden olduğu ölümlerdir.

Aharonyan, Ermenilerin savaş sırasındaki fedakârlıklarından uzun uzun bahsetmesine rağmen, kayıplar hakkında doğrudan bir bilgi vermemektedir. Ancak verdiği rakamlardan Kafkas Ermenilerinin kayıplarının hesaplanması mümkündür. Ahoranyan’a göre Kafkasya’daki Ermenilerin nüfusu Birinci Dünya Savaşı’ndan önce de 2 milyon, savaştan sonra da 2 milyondur. Bu son rakama savaş içinde Osmanlı İmparatorluğu’ndan kaçan 400 ilâ 500 bin Ermeni dâhildir. Ermenistan’a sığınan bu kişilere rağmen nüfus aynı kaldığına göre Kafkasya Ermenilerinin savaş içinde 400 ilâ 500 bin kayıp vermiş oldukları sonucuna varılmaktadır.

Bogos Nubar ise kayıplar hakkında birbiriyle çelişen ifadelerde bulunmaktadır. Konuşmasının başında Ermeni sevk ve iskânına değinerek, katliam ve sürgün kurbanlarının bir milyondan fazla olduğunu söylerken, daha sonra Ermenilerin savaşta verdiği 1 milyon kaybın en aşağı yarısının (Osmanlı İmparatorluğu’ndaki) Ermeni vilayetlerinden verildiğini ifade etmektedir. Böylelikle Osmanlı Ermenilerinin kayıpları için biri 500 bin diğeri 1 milyondan fazla olmak üzere iki rakam vermekte ancak ifadesindeki bu çelişkinin nereden ileri geldiğini açıklamamaktadır.

Bogos Nubar Paşa’nın birbirini tutmayan ifadaleri, ayrıca 4,5 milyonluk küçük bir Ermeni nüfusu için milyon ve yarım milyon gibi çok fazla yuvarlatılmış rakamlar vermesi aslında Ermenilerin sayısı hakkında sarih bir bilgisi olmadığını ve mümkün olduğu kadar fazla toprak koparabilmek için abartılı rakamlar öne sürdüğünü düşündürmektedir.

Diğer yandan Müttefiklerin de Ermenilere toprak verilmesini savunmak için bazı alışılmadık formüller icat ettiklerini ve Wilson ilkelerinden sapmaya çalıştıkları görülmektedir. Ermeniler için “ölenlerin yaşayanlar gibi sayılması” fikri bu çerçevededir.  Bu fikrin esasında Ermenilere değil İngilizlere ait olduğu saptanmıştır. 1918 yılı sonunda Osmanlı İmparatorluğu’nun akıbeti hakkında İngiliz Dışişlerinde hazırlanan bir belgede,  bu bölgede tarafların taleplerin orantılı olarak saptanması çalışmalarında, Ermenistan için ölenlerin ve sürgüne gönderilenlerin de dikkate alınması gerekeceği belirtilmiştir. Ayrıca, Yahudi göçmenlere Filistin’de bir yurt kurmak için sağlanacak kolaylıkların yabancı ülkelerdeki Ermenilere tanınması, diğer bir deyimle bunların kurulacak Ermenistan’a göç etmelerine izin verilmesi öngörülmüştür [16]. Bu formülün ileri sürülmesi nedeninin, serf determinasyon ilkesinin uygulanması halinde, Osmanlı topraklarında bir Ermenistan kurulmasının (Filistin’de de bir Yahudi Yurdu yaratılmasının)  imkânsız olmasıdır.  Nitekim yukarıda değindiğimiz 7 Şubat 1919 tarihli İngiliz muhtırasında bu husus “Ermeniler ve Yahudilerin tarihi gerekçelere dayanan talepleri için, sayılarıyla orantılı olmayacak şekilde, self-determinasyon ilkesinin uygulanması“ olarak ifade edilmiştir[17]. Bu sözler, dolaylı bir şekilde, aslında bu bölgelerde self-determinasyon ilkesinin uygulanmayacağını belirtmektedir.

Bu düşünce tarzının adaletsiz olduğunda şüphe yoktur; “tarihi gerekçelere” dayanılarak bir halka toprak verildiği takdirde o topraklarda yaşamakta olan yerli halkın hakkı yenmektedir. Bu da yerli halkın tepkisini neden olmakta ve Arap-İsrail anlaşmazlığında olduğu gibi, çok uzun süren ve ne zaman sona ereceği belli olmayan kanlı bir mücadele başlamaktadır.

Bu vesileyle Anadolu’nun paylaşılmasında Müteffik Devletlerin bu bölgede Türklerin ve diğer Müslümanların büyük çoğunluğunu oluşturduğuna ve self determinasyon ilkesine göre bu bölgenin söz konusu çoğunluk tarafından idare edilmesini gerektiğine hiç önem verilmediklerini belirtelim. Bu davranışın altında mağlup tarafın cezalandırılması isteğinin yatmaktadır. O kadar ki Barış Konferansın başlarında bağımsız bir Türk devleti kurulması düşünülmezken sonraları, özellikle Hindistan Müslümanların halifeliğin ilgasına tepki göstereceği endişesiyle, Sevr Antlaşması’nda, küçük de olsa, bir Türk devletine müsaade edilmiştir.

Diğer yandan Müttefiklerin, Türklerin ülkelerinin paylaştırılmasına direniş göstermeleri olasılığını da dikkate almadıkları görülmektedir. Gerek İngiltere gerek Fransa’nın, fazla sorun yaşamadan idare ettikleri sömürgelerindeki Müslüman halkları örnek alarak, Türklerin de onlar gibi davranacaklarını zannetmiş oldukları anlaşılmaktadır. O dönemde sözünü ettiğimiz Müslüman halklar için önemli olan dini inanç ve geleneklerine karışılmamasıydı. Bu halklar, genellikle aşiret şeklindeki sosyal örgütlenmeleri korunduğu takdirde, yabancıların hâkimiyetini fazla zorlanmadan kabul ediyorlardı. Oysa Osmanlıların son yıllarında yetişmiş olan aydın kuşaklar büyük ve şanlı bir İmparatorluğun mensubu olmanın verdiği gurur ve güvenle kendilerini kimseden aşağı görmüyorlardı. Onların ne büyük devletler ne de düne kadar idare ettikleri haklar (Ermeniler, Yunanlılar) tarafından idare edilmeyi kabul etmeleri söz konusu değildi. Nitekim kısa sayılacak bir zamanda Anadolu’da, Müttefiklerin hayal dahi edemediği bir boyutta, direniş hareketleri başladı. Bir Meclis, bir hükümet ve bir nizami ordu kurularak yeni Türk devletinin temelleri atıldı. Müttefiklerin düşlediği büyük Ermenistan ancak Türklerin karşı çıkmaması halinde kurulabilirdi. Direniş başlayınca Müttefiklerin Ermenistan hakkındaki tutumları da değişti. Nitekim Sevr’in öngördüğü Ermenistan, Bogos Nubar’ın talep ettiği ve başlangıçta İngiliz ve Amerikalarılar tarafından da onaylanan Ermenistan’ın üçte biri kadardır. O dahi gerçekleşmedikten başka Kafkasya’daki Ermenistan Cumhuriyeti de Sevr’den dört ay sonra ortadan kalktı.

Paris Barış Konferansı’nda Ermeni taleplerinin nasıl geliştiği konusuna bir diğer yazınızla devam edeceğiz.


[1] O dönemde ABD ve Avrupa’da bazı basın ve çevreler tarafından kullanılan “Ermeni Vilayetleri” deyimi, Ermenilerin çoğunlukta olduğu iddia edilen, gerçekte azınlıkta oldukları altı vilayeti ifade etmektedir. Bu vilayetler Erzurum, Bitlis, Van, Sivas, Mamuret-ül Aziz (Malatya) ve Diyarbakır’dır.
[2] Anahide Ter Minassian, La République d’Arménie, Bruxelles:Editions Complexe, 1989, ss.158,159 ; Richard G. Hovannisian, The Republic Of , Cilt 1, Berkeley and Los Angeles: 1974, ss. 259-260; Claire Mouradian, L’Arménie, Paris: Que saia-je, 1995, s. 71.
[3] Bogos Nubar Paşa konuşmasında Trabzon ahalisinin çoğunluğunun Rum olduğunu kabul ettiğini ancak bu limanın kuzeyde Ermenistan’ın Karadeniz’e tek çıkış yeri olduğunu, Yunan Başbakanı Venizelos’un  (bu yerleri Ermenistan’a bırakmakla) konuyu büyük bir adalet duygusuyla ele aldığını söylemiştir. Venizelos Barış Konferansı Onlar Konseyi’nde 3 ve 4 Şubat 1919 tarihlerinde konuşmuştur. Amerikan Başkanı W. Wilson’un kendisine yönettiği bir soruya cevaben, 360.000 kişiyi barındıran Trabzon’da bir cumhuriyet kurulması istendiğini,  kendisinin bunu desteklemediğini zira fazla sayıda küçük devlet kurmanın gereksiz olduğunu, ayrıca Trabzon şehri cıvarının çok sayıda Türk tarafından çevrilmiş bulunduğunu ve Trabzon’un Ermeni Devletinin bir parçası olması gerektiği kanısını taşıdığını söylemiştir. (Papers Relating to the Foreign Relations of the . Paris Peace Conference 1919, Cilt IV, United States Government Printing Office,1948, ss. 872,873)
[4] Bu yazıdaki tüm haritalar çeşitlil kaynaklara dayanılarak  Pınar Güven tarafından çizilmiş   ve yüzölçümleri hesaplanmıştır.
[5] Boğos Nubar Paşa’nın ilk talepleri Kayseri ve civarını içermiyordu ve yaklaşık 369.955 km2
kadardı.  Bir yıl sonra, 1920’de, Ermeni Heyetinin konferansa sunduğu bir haritad Kayseri Ermenistan taleplerine dahil edilmiştir. Böylelikle istenen toprakların yüzölçümü 387.424 km2’ye çıkmıştır. 1920 yılı haritası şu kitapta bulunmaktadır: Anita L.P. Burdett, Der.,   Political and Ethnic Bounderies 1878-194,Chipenham, Wilts: Archive Editions, 1998. Map depicting proposed limits of c. 1920. Délégation Nationale Arménienne
[6] Söz konusu anlaşmalar şunlardır: İstanbul ve Boğazlara ilişkin 18 Mart 1915 tarihli Anlaşma, 26 Nisan 1915 tarihli Londra Anlaşması, 16 Mayıs 1916 tarihli Sykes-Picot Anlaşması ve 17 Nisan 1917 tarihli St. Jean de Maurienne Anlaşması
[7] Richard G. Hovannisian, The Republic..., ss. 263–265.
[8] David Lloyd George, Memoirs of the Peace Conference, Cilt 2, London: Victor Gollancz Ltd., 1983, s.496.
[9] Richard G. Hovannisian, The Republic…, ss. 265-272.
[10] Richard G. Hovannisian, The Republic of Armenia..., s. 274’de yer alan harita esas alınmıştır.
[11] Papers Relating to the Foreign Relations..., s. 1025
[12] Bogos Nubar Paşa Türk Hükümeti’nin Van Vilayeti için 80.000 Ermeni gösterdiğini söylemektedir. McCarthy’nin verdiği rakam 130.500’dür; bkz.: Justin McCarthy,  The Population of Ottoman Armenians, The Armenians in the Late Ottoman Period, Ankara: TTK, 2001, s. 70. Maraş Sancaği ve Zeytun Köyü ise küçük yerlerdir. Buralardı Ermeni nüfusu toplam nüfus için bir örnek olamayacak kadar azdır.
[13] Justin McCarthy, The Population of..., s.67. 
[14] Bkz.: Justin McCarthy, The Population of..., s.70’deki tablo.
[15] Ronalds Grigor Suny, Looking Towards Ararat, in Modern History, Indianapolis: Indiana UniversityPress,1993, ss. 128, 129
Richard G. Hovannisian, The Republic of Armenia..., s.265
Anahide Ter Minassian, La République d’Arménie..., s.160
[16] Richard G. Hovannisian, The Republic of Armenia…, s. 267.
[17] Richard G. Hovannisian, The Republic of Armenia…, s. 270
  ----------------------
* Avrasya İncelemeleri Merkezi Başkanı - oelutem@avim.org.tr
- ERMENİ ARAŞTIRMALARI, Sayı 22, Yaz 2006

http://www.eraren.org/index.php?Lisan=tr&Page=DergiIcerik&IcerikNo=416

.. 
















25 Kasım 2014 Salı

Piskopos Kendifyan'ın Diyarbakır'dan Ermeni Faaliyetleriyle İlgili Mektubu





Piskopos Kendifyan'ın Diyarbakır'dan Ermeni Faaliyetleriyle İlgili Mektubu



Piskopos Kendifyan'ın Diyarbakır'dan Ermeni Faaliyetleriyle İlgili Mektubu. Sayfa 1. 

Kaynak:Osmanlı Belgelerinde Ermeniler (1915-1920).




Piskopos Kendifyan'ın Diyarbakır'dan Ermeni Faaliyetleriyle İlgili Mektubu. Sayfa 2. 

Kaynak:Osmanlı Belgelerinde Ermeniler (1915-1920).



Piskopos Kendifyan'ın Diyarbakır'dan Ermeni Faaliyetleriyle İlgili Mektubu. Sayfa 3. 

Kaynak:Osmanlı Belgelerinde Ermeniler (1915-1920).





Piskopos Kendifyan'ın Diyarbakır'dan Ermeni Faaliyetleriyle İlgili Mektubu. Sayfa 4. 

Kaynak:Osmanlı Belgelerinde Ermeniler (1915-1920).


..