Kafkasya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kafkasya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Şubat 2017 Salı

ERMENİ MEZALİMİNİN SÜRGÜNDEKİ TANIKLARI MALAKANLAR


ERMENİ MEZALİMİNİN SÜRGÜNDEKİ TANIKLARI MALAKANLAR’IN 
TÜRKLER ve ERMENİLERLE İLİŞKİLERİ 

Sinan KIYANÇ*1 
*Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı Doktora Öğrencisi 
sinankiyanc@gmail.com, 

Çarlık Rusya’sının Hıristiyanlığı resmi olarak kabul etmesinden sonra Kilise ve Çar’ın baskıları karşısında oluşan muhalif köylü hareketinin temsilcilerinden olan 
Malakanlar, Çarlık Rusya’sı tarafından Güney Kafkasya’ya sürülmüştür. Böylece Ruslar hem bu muhalif hareketten uzak kalmış, hem de bölgenin Ruslaştırılması 
için son derece önemli bir adım atmışlardır. 

1877-1878 Osmanlı Rus savaşı sonucunda Kars Ardahan ve Batum’un savaş tazminatı olarak Çarlık Rusya’nın eline geçmesiyle; zaten Anadolu sınırlarına kadar gelmiş olan Malakanlar bu bölgelere yerleştirilmiştir. 15 Ağustos 1918 yılında ise Kars’ın Osmanlı Devleti topraklarına katılmasıyla, Malakanlar’ın önemli bir kısmı ayrılsa da bir kısmı burada yaşamaya devam etmiştir. 

İşgal dönemlerinde Çarlık Rusya’sının askeri yöneticileri nedeniyle bölgede yaşayan Müslümanlar ile iyi ilişkiler kurulamazken, Kars’ın Osmanlı Devleti toprağına katılmasıyla, bölgede yaşayan ve sonra da göç eden Müslümanlar ile iyi ilişkiler kurulmuştur. Bu dönemde Ermeniler ile Malakanlar aynı dine sahip olmalarına karşın Ermenilere herhangi bir yakınlık duymamışlardır. Çünkü Ermeniler Müslümanlara yaptıkları katliamların yanı sıra Malakanlara da büyük zulümler yapmışlardır. 

Bu zulüm karşısında bazı Malakanlar göç etmek zorunda kalmışlardır. Malakan ve Müslüman köyleri hudut komutanlıklarına müracaat ederek yardım istemişlerdir. 

İnanışları gereği savaşı ve silah kullanmayı reddeden, insan öldürmeyi en büyük günahlardan birisi olarak gören Malakanlar bu mezalim karşısında Müslümanlar gibi savunmasız kalmışlardır. Halen Kars’ta yaşayan bir avuç Malakan’ın anılarında bu acı anılar tazeliğini korumaktadır. Ermeni Mezaliminden kaçan Türkler ise Malakanlar’ın evlerine sığınmışlardır. 

Bu çalışmada Kafkasya’ya sürgün edilen bir halk olan Malakanlar’ın I. Dünya Savaşı’nın sona erdiği yıllar ve sonrasında bölgede yaşadıkları olaylar, Ermeni mezalimi karşısında Türkler ve Ermenilerle olan ilişkileri, Osmanlı Arşiv belgelerinin ışığında ortaya konulacak; Kars’ta yapılan saha araştırmaları ve yöre halkı ile yapılan görüşmelerle birlikte değerlendirilecektir. 

Anahtar Kelimeler; Malakan, Müslüman, Ermeni Mezalimi, Rusya, Kars, Kafkasya. 


GİRİŞ 

Malakanlar Çarlık Rusya’sına hâkim olan ve Çarı Allah’la özleştiren hükümran kiliseye başkaldıran, Rus kilisesini protesto eden orta sınıf Rusya köylüleridir 
(Denisenko, 2011:181). 
Malakanlar Hıristiyanlığın bozulmamış özelliklerine dayalı Malakanizm inancını ortaya çıkarmışlardır. Malakanizm, Malakanlar’ın inançlarını ve toplumsal normlarını belirleyen, temeli İncil’e dayalı bir inanç sistemidir. 

Malakanlar’ın Kiliseye başkaldırmalarıyla başlayan sürgünleri günümüze kadar devam etmiştir. Günümüzde Rusya başta olmak üzere Amerika, Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan, Türkiye ve Avustralya gibi birçok ülkede yaşamaktadırlar. 

Malakanlar’ın bir kısmı 1877-1878 Osmanlı Rus savaşı (93 Harbi) sonunda, Kars ve çevresi Çarlık Rusya’nın hâkimiyetine girince Kafkaslardan Anadolu’ya göç etmişlerdir (Semyenov ve Karagöz, 2009:112). 

Malakanlar inanışları gereği savaşmayı en büyük günahlardan birisi olarak görmüşlerdir. Bu nedenle Ermeni Mezalimi Malakanlar Ermenilere seviyeli durmuşlardır. 

Buna karşın Malakanlar Kars ve civarında beraber yaşamaya başladıkları Müslüman halkla ilişkilerini güçlendirmişlerdir. Ermeni çetecilerinin bu dayanışmayı kırmak için bölgede yaşayan Malakanlara şiddet uygulamışlardır. 

1. Malakanlar’ın Anadolu’ya Gelmeden Önceki Tarihi 

Rusya’nın Hıristiyanlığı Resmikabulünden sonra Hıristiyan dininin yaygınlaştırılması için Kilise’nin baskısı her geçen gün artmıştır. Bunun yanı sıra ağır vergiler altında ezilen Rus köylüsü, daha resmikabulün ilk yıllarında başlayan muhalif akımların içinde olmuşlardır. İlk dönemlerde bu muhalif akım “ Dini Sapkınlar ” ya da “ Ruhani Hıristiyan ” olarak tanımlansa da ilerleyen zamanda bu muhalif akım kendi içinde farklılıklar göstermiştir. 

Tambov Kilise Yönetimi ise 1765’te Sinot’ta görüşülmek üzere hazırladığı raporda bu halkı Kilise tarafından oruç ve hayvansal gıdaların alınmasını yasaklanan dini perhiz günlerinde bu yasaklara karşı çıkmalarından ötürü “Malakan” olarak adlandırılmıştır. Malakanlara göre süt Tanrının insanlara sunduğu en temiz içecekti ve her zaman kullanılmalıydı. Malakan; Rusça Moloko (süt), kelimesinden türeyerek süt içen veya perhizi bozan anlamına gelmektedir.2 Malakan ismi önceleri aşağılamak için kullanılmışsa da bir süre sonra halk tarafından benimsenmişti (Semyenov ve Karagöz, 2009: 19-23). 

2. Malakanlar’ın Anadolu’ya Göçleri 

1877-1878 Osmanlı Rus (93 Harbi) savaşının sonunda toplanan 1878 Berlin Kongresinde İmparatorluğun üç önemli parçası (Bosna- Hersek, Kıbrıs Adası ve Kars Sancağı), üç büyük devletlerin geçici idaresine bırakılmıştı (Ortaylı, 2004: 399). Çarlık Rusya, Kafkas cephesinde Batum, Çıldır, Kars ve Beyazid sancaklarını işgal etmiş ve 3 Mart 1878 tarihli Ayastefanos Antlaşması ile Osmanlı Hükümeti, savaş tazminatının bir kısmına karşılık olarak Kars, Ardahan, Batum ve Beyazid (Karaköse) vilayetleriyle Dobriçe'yi Çarlık Rusya'ya vermeyi kabul etmiştir (Karal, 1988: 66). 

Çarlık Rusya sınır hattında bulunan Malakan ve onlar gibi zorla göç ettirilmiş muhalif toplulukları elde edilen yeni yerleşim yerlerine iskân ettirerek hem bölgedeki Rus nüfusunu artırmaya hem de Malakanlar gibi muhalif gurupları merkezden uzak tutmaya çalışmışlardı. 

Malakanlar 1878 sonbaharında Güney Kafkasya’dan; bir kısmı Rusya’nın içlerinden Ortodoks ve mezheplere ait olan (Dukhobor, Prigunı, Subbornik vb.) Ruslar, Rumlar ve Ermeniler Kars ve civarına gelmeye başlamışlardır (Badem, 2010: 59). Sınır güvenliğinin tam olmamasından dolayı göç hareketleri büyük oranda kontrol altına alınamadan devam etmiştir. Bu dönemde Rus ve Osmanlı sınırları sürekli ihlal edilmiştir (Aygün, 2007: 89-116). 

1881 yılında Rus yönetimi tarafından yapılan ilk sayımın sonuçlarına göre Kars vilayetinde toplam nüfus 125.634'tür (Alp, 2012: 96). 1882 yılında bu sayı 145.412'ye çıkmıştır. Toplam nüfus içerisinde Müslüman Türk nüfus yaklaşık % 62'lik bir orana sahipti (Badem, 2010: 50). 

Çarlık Rusya’sının Kars Vilayeti 1879 yılı durumuna ilişkin raporuna göre: 1879-1884 arası gelen Malakanlar Taht sancağına 474, Zaruşad sancağına 273, 
Ardahan Sancağına 47 olmak üzere toplam 794 hanedir (Badem, 2010: 60). Arazi komisyonunun 1881 yılı raporuna göre verdiği sayılarda ise 1881 yılında 
vilayete yerleşen Malakanlar’ın sayıları aşağıdaki tabloda belirtildiği gibidir. 




Kaynak: Badem, C. (2010), Çarlık Yönetiminde Kars Vilayeti, İstanbul, s.60 

İşgalden sonra eski Kars sancağına katılan Oltu ve Ardahan’la birlikte bölgenin nüfusunda büyük değişme meydana gelmiştir. İşgalden 20 yıl sonra yapılan 
1897 nüfus sayımına göre, Kars sancağının nüfusu 162.723’ü erkek ve 129.755’i kadın olmak üzere 292.478’dir. Bu artışın bölgenin değişen etkin yapısına 
bakıldığında 20 yıllık bir artış hızından değil de yoğun bir kolonizasyondan ileri geldiği açıkça görülmektedir. Aşağıda 1897 Çarlık Rusya’nın sayımına göre 
bu gruplar belirlenmiştir. 




Kaynak: Ortaylı, İ. (2004), Çarlık Rusyası Yönetiminde Kars, Osmanlı İmparatorluğunda İktisadi ve Sosyal Değişim Makaleleri I, Ankara, s.42 


Malakanlar Kars’a geldiklerinde kurdukları köyler aşağıda belirtilmiştir. 


Kaynak: Badem, C. (2010), Çarlık Yönetiminde Kars Vilayeti, İstanbul, 304-352 

Bu köylerin büyük çoğunluğu Kars’ın Ruslar tarafından işgalinden sonra Türklerin boşalttığı köylerdir. Köyler fiziki yapı olarak geniş düzlükler üzerine kurulmuş ve sulak alanlardan oluşmaktadır. Malakanlar kullandıkları tarım metotları sayesinde kısa zamanda tarım alanında bölgenin kalkınması konusunda önemli katkılar sağlamışlardır. 

3. Osmanlı Devleti İdaresinde Malakanlar 

15 Ağustos 1918’de Sultan Vahdettin tarafından çıkarılan fermanla Kars Osmanlı Devletine katıldı. Kars’ın yeniden yapılandırılması için Dâhiliye Nezareti müsteşarı Abdülhalık Bey başkanlığındaki heyet bölgede mülki teşkilata ilişkin incelemelerini tamamlayarak ayrıntılı bir rapor hazırlamıştı. Bu rapor 30 Temmuz 1918 tarihinde hükümete sunulmuştur. Raporda Malakanlar’ın Rus etkisini güçlendirdiği belirtilmiştir.3 Rapor 7 Ağustos 1918 tarihinde Dâhiliye Nazırı İsmail Bey tarafından dönemin sadrazamı Talat Paşa’ya sunulmuştur. Rapor 11 Ağustos 1918 tarihinde Meclis-i Vükela’da gündeme alınmış ve Kars’ın mülki teşkilatının yeniden yapılandırılması hususu görüşülmüştür.4 

Kafkaslarda yaşanan kuvvetler boşluğundan dolayı 1919'da Kars merkezli Güneybatı Kafkas Geçici Hükûmeti kurulmuştu. Bu hükümetin parlamentosuna her 10 bin seçmene karşılık 1 milletvekili olmak üzere toplam 64 milletvekili seçilmişti. Bunlardan 60'ı Müslüman, 3'ü Rum, biri ise Kafkasya doğumlu bir Malakandı (Denisenko, 2009: 64). Bu da bize o tarihlerde Malakan sayısının 10 binden fazla olduğunu göstermektedir. 

4. Ermeni Meselesi ve Malakanlar 

Çarlık Rusya’da yaşanan Bolşevik Devrimi sonrasında Kars’tan çekilmesiyle bir kısım Malakan Rusya başta olmak üzere Amerika ve Avrupa’ya göç etse de, bir kısmı göç etmeyerek yaşantılarını Kars’ta devam ettirmişti. Bu sırada Kafkaslardan ve Anadolu’dan gelen Müslümanlarla iyi komşuluk ilişkiler kurmuşlardı. Malakanlar inançları gereği savaşmayı en büyük günahlardan gördüklerinden dolayı Ermeni Mezalimine karşı bir tavır almışlardır. Ermeniler Malakanlar’ın bu tutumları karşısında bölgede yaşayan Malakanlara da zulüm etmişlerdir. 

Kafkas Cephesinden muhacirlerle beraber göç etmekte olan Malakanlar’ın da Sarıkamış’ta Ermeniler tarafından soyulmuşlardır. Bu durum Malakanlar arasında büyük korkuya ve endişeye neden olmuştur.5 

09 Haziran 1920 tarihinde Akçakale Çukurunda meydana gelen olaylardan dolayı o bölgedeki on altı köy Bardız’a göç etmiştir. 

Ermeniler Novoselim Malakan köyü ile Karaçayır, Iğdır, Akpınar, Kırkpınar ve Cavlah köylerini yağmalayıp on kişiyi katletmiş; hayvan ve eşyalarını yağmalamışlardı. 

Ahalinin bir kısmı bu nedenle zorunlu olarak Tiknis’e göç etmişlerdi.6 

07 Aralık 1920 tarihinde Ermeniler Kars’ın Belenköy’ü ahalisinden Malakan Değirmenci İstefan Semrin’den at, inek, un, arpa, yağ, bal ve bütün giyim malzemelerini gasp etmişlerdi.7 

Kars’tan firar eden Ermeniler, Sarıkamış yolunda Malakan bir değirmencinin erzak ile on beş adet kaz ve otuz adet tavuğu alarak çoluk çocuğun tüm eşyasını gasp etmişlerdi.8 

25 Mayıs 1920 tarihinde Kars’ın Malakan köyü olan Çakmak Köyüne top ve makineli tüfeklerle donanmış Ermeni müfrezesi saldırmış, ahalinin canını ve eşyalarını gasp etmişlerdi.9 Bu şiddet karşısında Çakmak Köyünde yaşayan Malakan ve Müslümanlar Hudud Komutanlığından yardım istemişlerdir.10 

30 Ocak 1920 tarihinde Ermeni Birlikler Komutanı tarafından Zarşat ve çevresi için yayınlanan bir bildiride Ermeni Tabiliğine katılmayan her kim olursa 
(Müslüman, Rus-Malakan hatta Ermenilerin bile) evlerin topçu ateşiyle yakılacağından ve mallarının gasp edileceği tehdidinde bulunmuştur.(Dayı, 2002: 11) 

Malakanlar Ermeni Çetelerinin yaptıkları mezalimden dolayı göç etmek zorunda 
kalmışlardı. Osmanlı Devleti tarafından Kars’tan güvenli yol olarak kullanılan Samsun’a oradan ise İstanbul’a elli bir kadın, erkek ve çocuktan oluşan Malakan iskân edilmiştir.11 

Kars iline bağlı Arpaçay ilçesinde yaşamakta olan Malakan Lavrenti Türkseven’nin 2 Temmuz 2012 tarihinde Aksiyon Dergisine verdiği röportajda Ermeni Meselesi ve bu dönemde yaşadıkları hakkında ifadesi şöyledir: “Ben Ermenileri hiçbir zaman tasdik etmem. Onların öldürüldüğünü tasdik etmem. Türkleri tasdiklerim. 

Çünkü yaşadıklarım var. Annemin babası ve annesi Kars’ın Karacaören köyünde yaşıyorlarmış. Ermeni ayaklanması baş gösterince yıllarca birlikte yaşadıkları Ermeni komşularınca esir edilmişler. 

Ermeniler büyükçe bir kazana su doldurup altına ateş yakmışlar. Suyu kaynatıp annemin yaşlı babası ile annesini kaynar suya basmak istemişler. Allah razı olsun, o sırada köye Türk askerleri yetişmiş. Havaya ateş açmışlar. Ermeniler dedem ile nenemi bırakıp kaçmışlar. Ermeniler büyük dedem ile nenemin Hıristiyan olduğunu bile bile yapmışlar bunu. Türklerle iyi geçindikleri için onları haşlamaya çalışmışlar. Ermeniler aynı dinde olduğu komşusunu haşlamak isterken, Müslüman Türkler Hıristiyan komşularının yardımına koşmuş. Bu yardımı nasıl unuturuz!”12 

5. Milli Mücadele ve Cumhuriyet Döneminde Malakanlar 

Kars’ın kurtuluşu neticesinde Malakanlar ile tanışan Kazım Karabekir, onlarla sıcak ilişkiler kurmuştur. Kars’ın Çakmak köyünde Malakanlar tarafından misafir edilen Kazım Karabekir Malakanlar hakkında son derece olumlu izlenimler edinmiş ve bölgenin kalkınması hususunda Malakanlar’ı önemli bir unsur olarak görmüştür. 
Ancak bu olumlu hava SSCB etkisiyle artan Komünizm etkisiyle ortadan kalkmıştır. Bölgenin kalkınması için son derece önemli bir rol üstlenen Malakanlar bir anda SSCB ve Komünizm etkisinin ana etkenlerden birisi olarak görülmüştür. Bu tutum iki ülke arasında olumsuz bir hava oluşmasına da neden olmuştur. Malakanlar’ın askere alınma kararı dini inanışlarına göre savaşa, şiddete karşı olduklarından son derece olumsuz karşılanmıştır. Böylece Malakanlar’ın büyük bir kısmının yaşadıkları yerleri terk edip, Rusya'ya göç etmek için Rusya'nın Kars Konsolosluğu'na müracaat etmelerine yol açmış, böylece kendi istek ve arzuları ile Rusya'ya göç etmeyi kabul etmelerine neden olmuştur (Aslan, 2001: 284). 

Moskova Antlaşması'ndan sonra Türk-Sovyet ilişkilerinde ortaya çıkan sorunlar nedeniyle RKP Merkezi Komitesi Üyesi ve Bütün Ukrayna Orduları Başkomutanı M. Frunze Ankara’ya gelmiştir. Burada Mustafa Kemal ile 25 Aralık 1921'de yaptığı görüşmede Malakanlar Sorununu da gündeme getirerek, bu sorunun çözümlenmesi için Mustafa Kemal’den yardım istemiştir. Mustafa Kemal, bu konu ile ilgili olarak çok az bilgisi olduğunu ve Türk-Sovyet ilişkilerinde önemsiz bir sorun olduğunu belirterek, Rusya'nın durumunu anlayışla karşıladığını ve sorunu Frunze'nin istekleri doğrultusunda halledeceğini belirtmiştir (Aslan, 2001: 37). 

Yukarıda belirtilen durumlar neticesinde Malakanlar’ın 20 Ocak 1921 tarihine değin Türkiye’yi terk etmedikleri takdirde askere alınacağını mecliste karar altına alınmıştır.13 
Böylece Malakanlar’ın Anadolu’dan ilk göçü başlamıştır. Diplomatik girişimler ve notalar sonucu Kars ve Ardahan'a yerleşmiş olan Malakanlar’a 1926'da Rusya Rostov bölgesindeki kıraç Sal'ski steplerinde toprak teklif edilmiştir. Malakanlar’ın yüzde 90’ı SSCB’ye dönmeyi kabul etmişti (Denisenko, 2009: 65). 


1935 yılında Kars’a gelen İsmet İnönü Malakanlar’ın köylerini ziyaret etmişti. İsmet İnönü, Şark Raporunda Malakanlar’ın çalışkanlıkları ve tarım konusunda yeteneklerini belirtmişti (Öztürk, 2001: 57-58). Yine aynı yıl devlet üç yüz kadar nüfusu olan halka fert başına 14 dekar olmak üzere toprak dağıttığı gibi ayrıca her evin aile reisi için de 15 dekar vermişti. Böylece önceden tapusuz olan araziler tespit edilerek bir plana göre tanzim edilmiştir (Denisenko, 2011: 196). 

1962 yılında göç yaşanmadan önce Malakanlar’ın elinde bulunan toplam arazi 8.000-10.000 dekar arasındaydı (Türkdoğan, 2005: 68). 

6. Malakanlar’ın Anadolu’dan Ayrılışları 

Rusya'ya gitmek istemeyerek, Türkiye'de kalan Malakanlar’ın büyük bir bölümü Kars'ın Yalınçayır (Zöhrep), Atçılar ve Çalkavur Köylerinde ve ayrıca bir bölümü de Kars, Ağrı ve Erzurum'un çeşitli bölgelerine dağılmış bir şekilde 1962 yılına kadar yaşamışlardır. Bu dönemde bulundukları yerlerde Müslüman ailelere kız vermişlerdir. 

Ancak Müslüman aileler Malakanlara kız vermemişlerdir. Malakanlar az sayıda kalmalarından ötürü evlenmeler sonrasında akrabalık oluşması nedeniyle genç erkeklerin evlenmeleri sorun olmuştur. 
Malakan inanışlarına göre akraba ile evlilik büyük günahlardan sayılmaktadır. Amerika ve Rusya propagandasının da etkili olmasıyla Malakanlar’ın kalan kısımları da göç etmişlerdir. 

1960 yılı nüfus sayım sonuçlarına göre, Türkiye'de bulunan Malakanlar’ın sayısı 1.500’den fazladır (Türkdoğan, 2005: 62). Başbakanlık Cumhuriyet Arşivlerinde ki belgeye göre 1964 yılında Kars iline bağlı 2.338 Malakan izinsiz olarak Sovyet Rusya’ya gittiklerinden dolayı İçişleri Bakanlığı’nın talebi üzerine Bakanlar Kurulu Kararı ve Cumhurbaşkanının imzasıyla Türk Vatandaşlığından çıkartılmıştır.14 


Kars’ın Atçılar Köyünde bulunan Malakanlar’ın ilk göçü 60 kişilik 10 aile hudut postası ile 22 Kasım 1961 tarihinde Rusya’ya göç etmiştir.15 Bu dönemde Malakanlar Sovyet Rusya ve Amerika’ya göç etmişlerdir. Bu son göç ile Malakanlar’ın 1877·1878 Osmanlı-Rus Savaşları sonrası başlayan Türkiye serüveni son bulmuştur. 

SONUÇ 

Çarlık Rusya’nın Hıristiyanlığı Resmikabulü sonrasında ortaya çıkan muhalif köylü hareketlerinden birisi olan Malakanlar inançları uğruna göç ve sürgünlere maruz kalmışlardır. 

Güney Kafkasya’nın Çarlık Rusya tarafından işgal edilmesiyle bu bölgeye sürgün edilen Malakanlar, Osmanlı Rus harbi sonrasında Anadolu’ya göç etmişlerdir. 
Çarlık Rusya’nın yıkılması sonrasında bir kısım Malakan geri dönmeyerek Kars başta olmak üzere çevre illerde yaşamaya devam etmişlerdir. 

Bu dönemde Anadolu’nun içlerinden ve Kafkaslardan gelen Müslüman halkla sıkı komşuluk ilişkileri kurmuşlardır. Bu ilişkiler neticesinde bazı Müslüman gençler 
Malakan kızlarla evlenmiştir. 

Ermeni çetelerinin Kars ve civarından başlattıkları Mezalim karşısında kesin bir tavır alan Malakanlar, Müslüman komşularıyla iyi ilişkilerini devam ettirmişlerdir. 

Bu durum karşısında Ermeni Çeteleri Malakanlar’ın da mal ve canlarına kast etmişlerdir. Belgelerle ortaya konan bu mezalimde Malakanlar da büyük acı çekmişlerdir. 

Bu acılar Kars ve civarında yaşayan halkın hafızalarında tazeliğini korumaktadır. 

Kars merkez, Susuz ilçesi, İncesu, Meliköy ve Çamçavuş köylerinde yapılan incelemeler de halen Malakan izleri bulunmaktadır. Yapılan alan çalışmasında Malakanlar’ın bölge insanının hafızasında geniş bir yer tuttuğu tespit edilmiştir. Bir miras olarak görülen Malakanlar’ın tarım ve hayvancılıkta geliştirdikleri teknikler halen bu bölgede eski isimleriyle kullanılmaktadır. Bu ilişkiler öylesine güçlüdür ki Rusçadan Türkçeye geçmiş birçok kelime bölge halkı tarafından kullanılmaktadır. 

DİPNOTLAR;

1 Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı Doktora Öğrencisi 
   sinankiyanc@gmail.com, 
2 Malakan ismi üzerine farklı tanımlar bulunmaktadır. Ancak biz bunlardan en yaygın olanı olan “ Süt İçen ” tanımını kullandık. 
3 BOA, DH/İ-UM, 20-20/13-9. 
4 BOA, MVM.212/127. 
5 BOA. HR. SYS. HU, 136, 1919 VII 9 
6 BOA. HR. SYS. 2878/38. 
7 BOA. HR. SYS.2878/72. 
8 BOA. HR. SYS. 2878/73. 
9 BOA. HR. SYS. 2878/3. 
10 BOA. HR. SYS. 2878/34 
11 BOA. MAD.d..23109. 
12 http://www.aksiyon.com.tr/dosyalar/kars-in-sakli-yuzu-malakanlar_532935/ 20.04.2015 
13 www.molokane.org/Malakanlar Kimdir?/20.04.2015 
14 BCA/30 18.1.2/179.46.1. 
15 www.milliyet.com.tr/23.11.1961 (Milliyet Gazetesi Arşivi)/20.04.2015 


KAYNAKÇA 

1. Arşiv Belgeleri 

BOA, DH/İ-UM, 20-20/13-9. 

BOA, MVM.212/127. 

BOA. HR. SYS. HU, 136, 1919 VII 9 

BOA. HR. SYS. 2878/38. 

BOA. HR. SYS.2878/72. 

BOA. HR. SYS. 2878/73. 

BOA. HR. SYS. 2878/3. 

BOA. HR. SYS. 2878/34 

BOA. MAD.d..23109. 

BCA/30 18.1.2/179.46.1. 

2. Kitap, Makaleler ve Tezler 

Alp, A. (2012), Kars Tarihi Bakımından Bir Kaynak Olarak Vilayet Gazetesi Kars”, TSA Dergisi, Yıl 16, Sayı 1, Nisan 2012 

Aslan, Y. (2001), Milli Mücadele Döneminde Türk-Sovyet ilişkilerinde Molokanlar (Malakanlar) Sorunu”, A.Ü. Türkiye Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Sayı 18, 

Aygün, N. (2007), Kafkasya’da Rus Osmanlı Mücadelesi ve Kars Dolaylarında Sınır İhlâlleri, 1826, Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi (CTAD), Yıl 3, Sayı 6. 
Badem, C. (2010), Çarlık Yönetiminde Kars Vilayeti, İstanbul 

Dayı, S. Esin, Azerbaycan’ın Elviye-i Selase (Kars, Ardahan ve Batum)’deki Milli Mücadele Destekleri, (Atatürk Üniversitesi Atatürk İlke ve Inkılap Tarihi Enstitüsü 
Müdürlüğü) Atatürk Dergisi, Cilt III., Sayı: 2 (2002) 
Denisenko, L. (2009), “Rus Emperyalizmi Kafkasya’nın Ruslaştırılması ve Malakanlar”, Toplumsal Tarih, Sayı 187, Temmuz 
Denisenko, L. (2011), Böyle Bir Kars, İstanbul 
Karabekir, K.(1988), İstiklal Harbimiz, İstanbul 
Karal, E. Z.(1988), Osmanlı Tarihi, C. VIII, Ankara 
Kırzıoğlu, M. F. (1953), Kars Tarihi, İstanbul 
Kıyanç, S. (2014), Malakanlar, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi) Muğla Sıtkı 
Koçman Üniversitesi Sosyal Bilimleri Enstitüsü, 
Ortaylı, İ. (2004), Çarlık Rusyası Yönetiminde Kars, Osmanlı İmparatorluğu.nda İktisadi ve Sosyal Değişim Makaleleri I, Ankara 
Öztürk, S. (2001), Kasadaki Dosyalar, Ankara 
Semyenov, I.Y. ve Karagöz, E.(2009), Sürgün Bahçesinin Solan Renkleri Molokanlar, İstanbul 
Türkdoğan, O. (2005), Kars.ta Bir Etnik Grup Malakanlar.ın Toplumsal Yapısı, İstanbul 

3. İnternet Kaynakları 

www.milliyet.com.tr/23.11.1961 (Milliyet Gazetesi Arşivi) 
www.molokane.org/Malakanlar Kimdir? 
http://www.aksiyon.com.tr/dosyalar/kars-in-sakli-yuzu malakanlar_532935/ 








6 Kasım 2014 Perşembe

TÜRK - ERMENİ KÜLTÜR İLİŞKİLERİNDE MİTOLOJİK BOYUT..,





TÜRK -  ERMENİ  KÜLTÜR  İLİŞKİLERİNDE  MİTOLOJİK  BOYUT..,



*Dr.Yaşar KALAFAT
*ASAM,Kafkasya Masası Başkanı

Türk - Ermeni Kültür İlişkileri farklı dönem başlıkları altında ele alınırken şüphesiz normlar da değişecektir. XIX ve XX yy. lar esas alındığında Ermenilerde cemaat olma dönemi büyük ölçüde geride kalmış. Gregoryen ağırlıklı kilise kültürü Hayk kavmi ile özdeşleşmiş Ermeni kültürel kimliği olarak mesafe almaya başlamıştır. Bu dönemin Osmanlı Türk Kültürü ile Ermeni Kültür etkileşiminin resim, tiyatro, muziki. mimari ve benzeri alanlardaki seyri rahmetli hocamız Prof. Dr. Nejat Göyünç tarafından ele alınmıştır.Halk kültür etkileşimi ise masal,destan gibi alanlarda incelenmiştir. Bu sahada yapılmış çalışmalardan biz Prof.Dr. Fikret Türkmen'i anmakla yetinelim.

Biz bu yazımızda etno-sosyal kültürel etkileşimi mitolojik dönem zemininde ele almaya çalışacağız. Türklerin islam, Hayk kavminin Gregoryen olmadan evvelki dönemleri üzerinden günümüze gelebilen halk kültürünün halk inançları boyutu üzerinde durmaya çalışacağız. Hristiyanlığı, bölgede ilkin Kıpçak Türkleri benimseyip bölgedeki Türk soylu olmayan halklar Hristiyanlığı bu yolla mı edindiler? Murat Adji bu kanaattedir.

Bu görüşünü açıklarken M. Adji. "Ermeniler hacın kurtarıcı gücüne inanıyorlardı. Halbuki onlar o zaman henüz putperest idi. Ama Kıpçakların işaretleri bulunan bayrakları altında savaştıkları için haçı çok iyi ve yakından biliyorlardı...Piskopos Grigoris Kıpçaklardan askeri yardım istemeye gelmemişti. Tanrı inancını öğrenmeye Avrupalılardan ilk olarak Hristiyan Piskoposu Girgoris gelmiş ve sonra halkını da aydınlatmak istemişti. Aslında Grigoris. Geser'in ve Erke Han'ın yaptıkları faaliyetlere aynen devam etmek istiyordu, ama bu sefer Avrupa'da", türünden açıklamalar da bulunmaktadır.

Her iki ırkın Türkler ve Ermenilerin (Bu ifade ile Gregoryen inancını benimseyen ve giderek Ermeni adını olan High toplumunu kastediyoruz.) Hristiyanlığa girme itibariyle etkileşimde Peter B. Golden'in görüşüne göre Göktengri inançlı Hun Türkleri Hristiyanlığı Ermenilerden öğrenmişlerdir. Bu konudaki görüşlerini açıklarken P.B. Golden 535 -537 yıllarında Kuzey Kafkasya'da bir kısım Hun'un Papaz Kordost önderliğinde Ermeni misyonerlerce vaftiz edildiğini bu arada Hunca için bir yazı sistemi geliştirdiklerini belirtmektedir. P.B.Golden'in bu konulu tespitlerini inanç içerikli boyutu ile yazımızın ileri bölümünde ayrıca ele alacağız. Biz yazımızda daha ziyade hocamız Prof.Dr. Mehlika Aktok Kaşgarh'nın tespitlerini esas alacağız ve halk inançlarından yola çıkarak bir rota izleyeceğiz. M.A. Kaşgarlı "Anadolu Ermeni Destanları-Efsaneleri ve Masalları Kritiği" isimli konumuz itibariyle fevkalade önemli yazısında, bizim için ulaşılması çok zor olan Avedis Ahoranion'un 1901 yılında Lozan Üniversitesi'nden yaptığı "Ermeni Gelenek ve İnançları (Leş Anciennes Traditions Et Croyances Armeniennes) isimli doktora tezini irdelemiştir. Dönemin uzmanı olan kültür tarihçisi M.A. Kaşgarh modern batı dillerinin yanısıra Krafar ve Çağdaş Ermenice'yi de bilmektedir.

Konuyu ortaçağ dönemi ve evveli itibariyle ele alan Aziz Gregorin kimliğinin Türk olabileceğini de irdeleyen ilk bilim adamı hocamız Prof. Dr. M.Fahrettin Kırzıoğlu olmuştur. Kırzıoğlu Gregoryen Kültürünün o dönemi üzerinde dururken dil, abece ve bu arada halk inançları üzerinde de durmuştur.Gregoryen ve müslüman Türklerin halk inançları ağırlıklı olmak üzere genel dini hayatlarının karşılaştırmasını ayrıntılı olarak yapan bilim adamı ise Hocam Prof. Dr. Abdurahman Küçük olmuştur.

Halk inançları ile tarih çalışmalarının Ermenilik-Türklük, Gregoryenlık-İslamiyet, Göktengri inancı-Poganizm itibariyle kavşak noktasında şu söylenebilir: Günümüz Ermeniler ve Türklerinin bir kısmı bugünkü ulus kimliklerini edinmeden farklı dönemlerde ara kimliklerle geçiş yaptılar. Kıpçak- Hun döneminden de evvel başlayan bölge Türklüğünü uzun sürecinde High kavmi ve Ermeniler bu ismi almadan evvel ve sonra eski Türk dininden etkilendiler, bazen Hristiyanlığı Türklerden alıp bazen de Ona Hristiyanlığı enjekte ettiler. XIX ve XX yy.a gelinirken Gregoryen Cemaat içerisinde Türklerin kaderi Ermeni Kimliği içerisinde erimek şeklinde tecelli etti. Zira kurumlaşan Ermeniler. Gregoryenlik adına, siyasî, kültürel, dinî ve eğitsel faaliyetlerde inisiyatifi ellerinde tutuyorlardı. Bu döneme müteakip isyan eden, iskan edilen ve Gregoryenlikle özleşen Ermeni kimliği içerisinde Gregoryen Türkün yazgısı Ermenilerin kaderini paylaşmak oldu. Anadolu'da kalan ve İstanbul gibi büyük merkezlerde toplu yaşama imkanı bulamayan Anadolu'nun Ermeni veya Türk Gregoryenlerinin kaderi ne oldu. İsyan ve İskan artığı bu insanlar bölgelerinde gizli Ermeni toplumları teşkil ettiler. Muhtemelen bunlardan bir kısmı islamlaştılar.

Avedis Ahoranion'a göre, Primitif Arkaik Ermeniler ateşe tapıyorlardı, "ateş, iyilik ve kötülük prensibine dayanan bir din, antik İran Zerdüştlük dininin bir koludur. Dualizme / ikicilik ilkesine göre kurulmuş olan doktrini Avesto'da toplamış olan Zerdüştlük, Avedis Ahoranion'a göre Ermenilere İran'dan geçmiş değildir. Hint-Avrupa toplumu olmaları dolayısıyla Ermenilerin etnik niteliklerinde mevcuttur" Ermenilerin Hint-Avrupa menşeyîi bir toplum olmadıkların bizzat Ermeni tarihçileri bilhassa sanat tarihçileri izah etmişlerdir.

İran Zerdüşizm'inden ateş ile ilgili inançlar konusunda etkilenmeyen ve Hint -Avrupa toplumu da olmayan Ermenilerdeki ateş muhtevalı inancın kaynakları arasında Türk inanç sistemi aranılmaz mı? Bu sistemde od ateş bir külttür. Ateşdeki bu kuvvelerin aklara paklayıcı olduğuna da inanılır. Ateşde ak ve kara iyeler vardır. Ateş Tanrı değildir, ancak O'na saygılı davranılmalıdır. Su dökülerek söndürülmesi gerekse mutlaka besmele ile dökülür. Ateşe tükürülmez, gece dışarıya ateş verilmez, oda, ateşe, ocağa sacı yapılır. Ak ve Kara iyelerin dualizm ile iltisakı nedir? Sağlıklı açıklama yapmak kolay değildir. Ancak birlikte yaşayan iki halktan Türkler Ermeniler'i sadece Türk-İslam İnançları ile etkilemediler. Halk inançlan itibariyle de doğal olarak çoğunlukla olan etkiledi. Bununla beraber biz etkileme üzerinde durmuyoruz. Bize göre zamanla Ermeni genel ad altında toplanan kesimin bir bölümü Hristiyan olmadan evvel Türklerle aynı inanç sistemi içerisinde idiler. Benzerliklerin kaynağı bu olabilir.

M.A. Kaşgarlı Ermeni halk kültürü konusunda; "Ermeni folkloru, Ermenistan tarihi gibi, Ermenilerin azınlık olarak yaşadıkları ülkelerin milli tarihi ve milli folklorunun Provincial (Taşra) niteliğinde bir kopyasıdır. Ermeni Folkloru Kafkasya'da Doğu Türkleri, Gürcü ve Rus, Ortadoğu'da ise Batı Türklerinin etkisinde ve izindedir." demektedir.

A.Ahoranion "Hristiyanlık öncesi Arkaik Ermenilerde Kötülük ilâhı şeytan, dev veya ejder adını taşır"diyor. Kaşgarlı ateş kelimesinde olduğu gibi dev kelimesinin de Ermeniceden yola çıkarak etimolojik tahlilini yapıp Ahoranion'un yanıldığını izah etmektedir. Dev,. Div Türk halk inançlarındaki kara iyelerden olup, tezahür şekillerine ve fonksiyonlarına göre farklı isimlerle tanınırlar.

Ahoranıon metnindeki ateş- ışık ilişkisine dair görüşlerini açıklarken, onun Ermenilerdeki ateş kültünün Hristiyanlığa girildikten sonra Hz. İsa ile ışık inancıyla birleşmiş olduğu fikrine katılmaktadır. Esasen Türk inançlarındaki Ocak Kültü ayrıca kutsal mekan, kutsal kişinin bulunduğu mekan, suyu veya toprağı kutsal olan mekan, anlamındadır. Bu şekilde "Ocak" olarak bilinen ağaçlar vardır. Ayrıca belirli ocakların şifa oldukları belirli hastalıklar vardır. Hak aşıkları kutlu kişilerdir. Bunlar çok kere ışık olarak bilinirler. Ulu kişilerin mezarlarına muayyen zamanlarda ışık- nur indiğine inanılır.

Gregoryen inançlı Hıgh kavmi kiliselerinin önünde, mezar taşı olarak boynu haçlı koç - koyun at heykellerinin bulunması, aynı heykellerin doğu Anadolu Türk mezarlarında tamamen aynı fakat bu defa haç yerine Arap harfleri ile rahmet içeren ifadelerin bulunması bu iki kültürün geçmişte aynı topluma ait olması bizi düşündürmüştür. Nitekim bu tespitimizi bizimle paylaşan onlarca literatüre de rastladık. Aynı taşları Ortodoks Gürcü coğrafyasında da görüyorduk. Bunlar taşların üzerindeki tığ, iğne, tarak, teşik gibi kadına işaret eden ve kama, kılıç, ok, mızrak gibi erkeğe işaret eden kabartmalar içeriyorlardı. Müteakip ziyaretlerimizde bu taş heykelli mezar taşlarını Karakalpakistan, Kazakistan, Türkistan gibi Asya Türk bölgesinin müzelerinde de görmeye başladık ve bunları resimleyip yazılarımızda bunlara yer verdik. Azerbaycan'ın muhtelif kesimlerinde bunlardan müzelere mebzul miktarda taşınmıştı. Bütün bunlar bize Ulug Türkistan'dan Kafkasya'ya ve Ön Asya'ya taşınmış bir halkın maddi kültür unsurları olduklarını gösteriyordu. Bu taş mezar heykellerini İran'ın Tebris müzesinde ve Irak'ın Erbil bölgesinde mezarlıklarda da resim çekerek dokümante etmiştik. Esasen Prof. A. Çay bu mezar taşlarının coğrafyasını tespit edip kitaba dönüştürmüştür. Bizim üzerinde durduğumuz husus, bu mezar taşlarının islamiyet ve Hristiyanlıktan önce Uluğ Türkistan'da mevcut oldukları bunların ilk yurtlarından Kafkasya ve ön Asya'ya taşınan halklar tarafından yeni bölgelere taşındıkları ve bu halkların girdikleri yeni dinlerde de varlıklarını sürdükleridir. Bu bilinen hususa anılan mezar taşlarının diğer Hristiyan bölgelerinde görülmediklerini de eklemeliyim.

Kafkasya Türklükle, içice geçmiş zaman dilimlerinde Kıpçaklar, Hunlar ve Hazarlar dönemlerinde tanış olmuştur. Bu mezar taşı mimarisinin hangi Türk boyu ve boyları tarafından bölgeye taşındığını kesinlikle söylemek zordur. Doğu Anadolu'yu da kapsadığından daha ziyade hatıra Hazarlar ve Kıpçaklar gelmektedir. Bununla beraber Hunlar dahil her üç Türk ulusu da bu mimariyi taşımış olabilir.

Kafkasya'daki bu denli yoğun Türk varlığı Oğuz Türkleri bölgeye gelmeden evvel ne olmuş olabilirler. Oğuzlar bölgeye ya Müslüman Türkler olarak geldiler ya da bölgeye İslamiyetin girdiği yıllarda geldiler. Bunların uzantılarını Selçuklular Beylikler, İran Anadolu ve Kafkasya Türk devletleri içinde aramak doğaldır. Semavi dinlerden evvel gelen veya semavi dinlerin zuhur döneminde gelen Hazarlar gibi olanlar İsevi, Musevi ve Muhammedi oldular. Peçenekler ve Hunlar gibi Semavi dinleri bölgede tanıyan Türk toplumları hangi dini kimliğe girdiler? Bölgede bu toplumların birlikte getirdikleri Tengricilik inancının derin izleri var iken, tamamen Tengricilik inancı mensubu olan bir toplum yoktur. Bu Türk kesimleri doğaldır ki Hristiyan oldular. Bölgenin Ortodoks cemaatını oluşturdular. Bir kısmı zamanla Gregoryen oldular. Bölgede hâlen Ortodoks Türk toplumu veya Gregoryen Türk toplumundan bahsedemediğimize göre, Musevi olanlar bir yana Hristiyanlığı seçenler Gürcüler ve Ermeniler arasında eridiler. Bu iki toplumun dini kültürünü irdeleyerek bu iddiamızı izleyebiliyoruz.

Peter B.Golben muhtelif kaynaklardan yaptığı tespitlerini açıklarken: "535 veya 537'de, Papaz Kardost'un başını çektiği bir Ermeni misyoner takımı Kuzey- Kafkasya Hunlarının bir kısmını vaftiz etti. Bu olayı nakleden, Süryani kaynağı, Hunca için bir yazı sisteminin geliştirildiğini de gösterir. 681'de Meç Kuenak piskoposu Israyel, Kafkas Albanyası hükümdarı Varaz-Trdat tarafından Kuzey Kafkasya Hunlarıyla görüşmek üzere gönderildi. O'nun. (şeytanın saptırdığı, ağaca ibadet hatası ile delirmiş bu kabile) içindeki Hristiyanlaştırma başarısının hikayesi, Dosxurane'i korumuştur. Bu kaynağa göre, onlar yıldırım veya ateşin yaktığı nesneleri tanrı Kuar'a kurban olarak görüyorlardı. (T'angri han olarak çağırdıkları dev vahşi bir canavar" at kurban ediyorlardı. Aynı zamanda ateşi, suyu(belli yol tanrılarını ) ayı ve (onların gözünde bir derece ehemmiyeti olan bütün mahlukatı) sayıyorlardı. Bu haberde (üzüm putlar ve sunaklardaki kirli derili ç'op'ay) hakkında bahisler de bulunur. Bu unsurların hepsi Türk halklarının uygulamalarına denk gelir. Tangri Xan tabii ki, Altay halklarının yüce gök ilâhı olan Tengri Han'dır. Büyük ölçüde Hazar döneminden kalma ve dolayısıyla aidiyeti belirsiz (Hazar veya Hun) olan, başta unvanlar olarak dil verileri, Kuzey Kafkasya Hunlarının etnik-dilsel aidiyetleriyle ilgili bir hüküm vermemize imkan sağlamak için yetersizdir. Bunlar Hazar devletinin önemli bir parçası olmuşlardır ve 7.yy. sonlarında bile ayrı bir unsur idiler. Bundan sonra kaynakların görüş alanından çıkarlar.

Kuzey Kafkasya Ermenilerinin bir kısmının da olsa Ermeni misyonerlerce vaftiz edilmiş olmaları. Gregoryen cemaat içinde yer alıp zamanla Ermeni toplumunun oluşmasına Hunlar gibi Türk toplumlarının vücut vermiş oldukları hususu bizim tezimizi doğruluyor.

Ermeni abecesinde Türk ses ve harflerinin yer almış olduğunu Prof. Kırzıoğlu'nun çalışmalarından biliyoruz. Kastedilen dönem ve faaliyet farklı olsa da bu konuda Kırzıoğlu ayrıntılı bilgi vermektedir.

A.Küçük. IV.yy."da henüz Ermeni Alfabesi'nin olmadığını kaynakların ifadelerini karşılaştırarak izah etmektedir. Bu yüzyılda alfabe ve uygun bir literatürü olmadığı için Ermeni liturjisi henüz teşekkül etmemiştir." Ermeni Alfabesindeki "B". "E". "İ". "DZ", "K", "N". "Ç". "R". "V". "NG" gibi harflerin Türk oyma yazısından alındığını F.Kırzıoğlu yukarıda ismi geçen eserlerinde açıklamaktadır. Rahmetli hocamız Prof. Dr. İ. Kafesoğlu. Ermeni Alfabesinin Türk yazısı yoluyla meydana gelmiş olabileceği üzerinde durmaktadır.

Kuzey Kafkasya'da Alban - Ermeni ilişkisi ve etkileşimleri üzerinde durulan Türk - Ermeni Kültür münasebetleri itibariyle ayrı bir önem arzetmektedir. Bu konuda paylaşılan ortak kanaat; " Tarihi, kültürel, toponomik, onamastik ve arkeolojik bulgular, milattan önceki dönemlerden itibaren Kafkasya'da yaşamaktı olan, Kafkasya'nın otoktan halkı olan ve M.Ö.I. yüzyıldan itibaren Alban adıyla bir siyasal birlik oluşturan etnik toplulukların Kafkasya'nın otoktan Türk halkı olabileceği tezini kuvvetlendirmektedir. Albanlar, Güney Kafkasya'nın önemli bir bölümünü 1000 yıl kadar hakimiyetlerinde bulundurmuş ve VIII. Yüzyıla kadar bağımsız yaşamıştır. Bundan sonra ise yukarıda ifade edilen tarihi süreç içinde önce siyasi bağımsızlıklarını kaybetmiş, müteakiben de mensubu olduklan Gregoryen Kilisesi vasıtasıyla dil ve kültür olarak Ermenileştirilmişlerdir. Gregoryen cemaat kültüründeki Türk kültür öğelerinin tetkik edilmesi, tarihin belli bir döneminde Türkler ve Ermeniler tarafından ortaklaşa yaratılan birtakım kültür değerlerini ve Ermeniler'in bu değerleri nasıl Türkler'i yok sayarak, gerektiğinde sınırdışı ederek, gerektiğinde Albanlar örneğinde olduğu gibi zorla asimile ederek tek başlarına sahiplendiklerini ortaya çıkartacaktır.

Ağaç ve Orman Türk -İnanç sisteminde bir kült oluşturmuştur. Ağaçlardan kayın ve çam gibi olanlar Türk destan hayatında mitolojik değere sahiptirler. Bazı ağaçlara kutsiyet atfedilir. Karayların Paltatiymez kutsal ormanlarından "Eben Ağacı" na dokunulmaz. Hayat Ağacı motifinin derinliklerinde inanç vardır. Birçok ağacın efsanesi vardır. Muncuk atma Nevruz'da gül ağacının altında olur. Özel haller için ziyaretlerdeki ağacın kavuğundan geçilirken, ulu zatların türbe ağaçlarına adak bezi asılır. Kutsal Ötügen'de ağaçlar da kutsaldı. Anadolu'da türbelere ait koruların sahipli olduğuna inanılır. Yapraklarına dahi dokunulmaz.

Yıldırım etrafında da Anadolu'da bir inanç halesi yaşatılmaktadır. Yıldırım çakınca belirli dualar okunur. Gökten geldiğine inanılır. Tunceli çevresinde Yıldırım çarpması sonucu hayatını kayıp eden kimsenin mezarı kutsal sayılır, ziyaret muamelesi görür. Tunceli çevresindeki yıldırım çarpması sonucu yanmış kurumuş ağaç ziyaret işlemi görür. O'na kimse dokunmaz. Bazı hallerde yıldırım çarpması sonucu yanan ağaçların kütükleri özel hanelerde kutsal mekan olarak ziyarete açılırlar. Halk bu türden yerleri muhtelif hacetleri için ziyaret eder.

Ocağa gelince yukarıda belirtildiği gibi o da keza od ateş iyesi ile ilgili kabul edilir ve bir kült oluşturulmuştur. Gece ocakta ateş verilmez. Ocak su dökülerek söndürülmez. Ocağa tükürülmez. Ocağın ateşi kömürü ve külü ile ilgili inançlar vardır. Ateşe çeşitli saçılar yapılır. Ateşe bakılarak geleceği okuyanlar vardır. Ateşin yanış şeklini anlamlandıranlar olur. Kaşka-ilerde damadın otağına ateş baba evinden söndürülmeden götürülür.

At'ın da Türk inanç sisteminde özel konumu vardır. Hamile hanımın doğumu kolay olsun diye eşiğin önünde Aygır kişnetilir. Gelinin atına çok erkek çocuk doğurması için erkek çocuk bindirilir. Gelin attan inerken silâh atılır. Makedonya Türkmenlerinde gelinin eli bereketli olması için ocağı at gemi takılı halde götürülür. Al karısı hamile kadını basmasın diye yastığının altına at gemi veya üzengisi konur. Atın yelesi, kuyruk kılı üzengisi, nalı ile ilgili inançlar vardır. Komutan savaşa giderken atının kuyruğu örülür. Sahibi ölen atın eğeri ters bağlanılarak mezara indirilir. İstanbul'da hasta atların götürüldükleri at mezarlıkları vardır. Kırgızistan'da Yılk beyi olan atlar kutsal sayılır ve onlara binilmez ve onlara yük taşıtılmaz. Göktürk ve Hunlar kutsal mağaralar ve ulu tepelerde Atalar ruhu için at kurban ediyorlardı.

Ay Göktengri inanç sisteminde bir kült oluşturmuştu. Günümüzde ne kadarı Budizmden geldiği bilinmemekle beraber halk arasında yaşayan ayla ilgili inançlar vardır. Cılız çocuklar için Aylık kesilir. Ay ilk doğunca muayyen dualar okunur. Aya saygısızlık yapılmaz. Ay tutulunca yapılan özel dua ve uygulamalar vardır.

Biz. evvelce yaptığımız bir çalışmada Hazar Türklerinin ve Gregoryenlerin halk inançlarını genel Türk halk inançları ile karşılaştırmış bazı müşterekler bulmuştuk.

M.A. Kaşgarlı bildirisinde, Beatrice Kasbarian'ın XIX. Yüzyılda Ermeni Toplumu (La Societe Armenienne au XIX) isimli eserine de yer vermektedir. Beatrice kitabında: ''Ermeni ailesi, ataerkildir. Aile en büyük erkeğinin yönetimindedir. Aileye baba bakar, ihtiyaçlarını baba karşılar, kadının çocuğu olmazsa, kısırsa aileşine geri gönderilir. En büyük beddua "ocağın sönsün" terimidir. Kızlardan ziyade erkek çocukları makbuldür.

M.K. Kaşgarlı Türk İslam aile hayatında görülen bu uygulama ve prensiplerin yüz yıllarca beraber yaşayan bu iki toplumda çoğunluk azınlığı temelinden etkileyişinden kaynaklandığını belirtmektedir. Biz de M.K. Kaşgarlı'ya katılmaktayız. Türk aile tipi de ataerkildir. Ailede otorite babadadır. Baba yoksa yaş sırasına göre erkek evlatlar yetkili ve sorumludurlar. Büyük kardeş baba adına söz sahibidir. Erkek evladı olmayan babasız ailelerde, amca aileye nezaret eder. Aileden gelin götürülürken erkek kardeşin, kız kardeşinin kuşağını bağlamak gibi görevleri vardır. Erkek kardeşi olmayan gelinin kuşağını amcasının oğlu bağlar. Evlilikte çocuk önemlidir. Erkek çocuk annesi olmayan, bilhassa hiç çocuğu olmayan kadınların kocalarının ikinci evlilik yapmaları doğal karşılanır. Boşama pek olmaz ancak kuma getirilir.

Türk halk inançlarında Ocak, içerisinde yaşanılan hane. yuva demektedir, "ocağın şen olsun" "Ocağın yıkılsın" "ocağı sönük" "Ocağın direği" "Kör Ocak" "Ocağına incir dikmek" ve benzerleri hep bu inancı ve zihniyetin ürünüdür. Rüyasında ocağının yıkıldığını gören kadının eşinin öleceğine inanılır. "Kör Ocak" veya "Ocağı bağlı" erkek evladı olmayan hane demektir. Zira Ocak, erkek zürriyet ile sürer. Ocağına incir dikilen şahsın ailesi dağıtılmış olur, erkek evlat, ocağın direği olarak tanımlanır. Anadolu ve Türk dünyasının sair kesimlerinde çocuklarının sayısı sorulan kimse daha ziyade erkek evlatlarının sayısını söyler.

Irz ile ilgili olaylar en büyük namus davalarıdır. Kan davasının başlıca sebepleri arasında rıza gösterilmeden kaçırılmak suretiyle evlenilmek istenilmesi gelir. Ana ve arvat üzerine yapılan yeminler en büyük yeminler arasındadır. Gelinler yeni evlerinde "Gelinlik" yaparlar. Gelinlik bazan bir ömür sürer. Gelinler sabahleyin en erken kalkar ve akşamları en geç yatarlar. Gelinler "ses saklama" veya "ses sakınma" uygulaması yaparlar. Bu uygulamada gelin büyüklerin ve kayınlarının yanında konuşmaz. Bu uygulamanın sona ermesi için "dil açma" merasimi yapılarak geline hediye alınmak suretiyle konuşmasına izin verilir. Ses saklamanın derinliklerindeki gerçek sesin duyulma suretiyle kara iyelerin muhtemel zararından korunmaktadır. Halk sufizminde en iyi dilekte bulunma şekli sessiz dilektir. Kişi gönlü ile konuşabilir. Kalbi dilekler lafzı dileklerden, dualardan daha makbul sayılır.

Türk halk inançlarında "Baba" bir külttür. Tanrı tarafından kutsanılmıştır. Hakan, Han, bey ve aile reisi bulundukları toplumun semavi boyutu da bulunan öğeleridir. Kız babasından istenir. Evlenecek kız için ailede son sözü baba söyler. Babadan izin alınır. Babaya sorulur. O ocağın reisidir. Saygın hanımlık kocaya itaatle başlar. Kayın valide ve kayın peder, valide ve peder muamelesi görürken kayın birader, birader konumundadır.

Bütün bu tespitlerden sonra denebilir ki, Türk ve Ermeni toplumunun halk kültürleri ve destan hayatları göstermektedir ki, bu iki toplum sadece birlikte yaşamış olmanın doğal etkileşimi itibariyle bazı halk kültürü değerlerini paylaşmış olmakla beraber veya biri diğerlerinin dinini seçmek suretiyle onun kültür dairesine girmekle kalmamış, bazı Ermeniler günümüz Türklüğünün yapı taşlarından iken bir kısım Ermeniler de Türk soyludurlar.

 ..