GÜMRÜ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
GÜMRÜ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Ekim 2014 Cuma

SEVR ANLAŞMASI HÂLÂ GEÇERLİ MİDİR ?


SEVR ANLAŞMASI HÂLÂ GEÇERLİ MİDİR ?


Ermeni propagandası Sevr Anlaşmasının kendileri açısından hâlâ geçerli ve yürürlükte olduğunu iddia etmekte ve buna dayanarak Sevr'de öngörülen "Ermeni topraklarının" Ermenilere iadesi gerektiğini savunmaktadır.

Bu anlaşmayı imzalayan devletlerin, anlaşmanın yürürlüğe giremeden ortadan kalktığını ve yerini Lozan Anlaşmasının aldığını imzalarıyla tasdik etmeleri muvacehesinde bu derece gülünç bir iddia nasıl mesmu olabilir, bilinemez. Ancak, bir de Ermenilerin devlet olarak kendi imzaladıkları anlaşmalar vardır.

Bunların başında Batum Anlaşması gelir. Taşnaklar 28 Mayıs 1918'de Erivan'da bir Ermeni Cumhuriyeti ilân etmişler, Osmanlı Devleti Ermenilerle 4 Haziranda 1918'de yaptığı Batum Anlaşması ile bu Cumhuriyeti tanımıştır.

Ermeni Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Hadisyan bu anlaşmadan sonra şunları söylemiştir:

"Türkiye Ermenileri artık Osmanlı İmparatorluğundan ayrılmayı düşünmüyorlar Türkiye'deki Ermenilere ilişkin sorunlar Osmanlılar ile Ermeni Cumhuriyeti arasında görüşme konusu bile yapılamaz. Osmanlı İmparatorluğu ile Ermeni Cumhuriyeti arasındaki ilişkiler mükemmeldir ve gelecekte de böyle olmalıdır Bütün Ermeni siyasi partileri bu konuda aynı görüştedirler. Bu iyi komşuluk ilişkilerinin sürdürülmesi Dışişleri Bakanı olduğum Ermeni Hükûmetince izlenen programın başlıca noktalarından biridir" (43)

Taşnak yayın organı Hairenik de 28 Haziranı 1918 tarihli nüshasında şunları yazmıştır "Rusya'nın Türkiye''ye karşı güttüğü düşmanca politika Kafkasya Ermenilerini de cesaretlendiriyordu. İki dost unsur arasındaki çatışmalara Kafkas Ermenileri neden oldu. Çok şükür ki, bu durum uzun sürmedi. Rus devrimi sonrasında Kafkasya Ermenileri selâmetlerinin yalnızca Türkiye'de olduğunu anladılar ve ellerini Türkiye'ye uzattılar. Türkiye de geçmişte olanları unutmamak istedi ve uzatılan eli şövalye ruhuyla sıktı. Artık Ermeni sorununun çözümlenmiş ve tarihte kalmış olduğunu kabul ediyoruz. Yabancıların ajanı birkaç maceraperestin eseri olan karşılıklı güvensizlik ve düşmanlık duyguları ortadan kalkmalıdır."(44)

Bu ilginç beyanlardan şu sonuçları çıkarmamız mümkündür:

a) Ermeni meselesi kapanmıştır.

b) Olaylardan Türkler değil, Ruslar ve Ermeniler sorumludur.

c) Bir haksızlık varsa, buna uğrayan Türklerdir.

Görüldüğü gibi, bizim bugün söylediklerimizin doğru olduğu bundan 64 yıl önce, 1918'de Taşnaklar tarafından itiraf edilmiştir. Ancak bu açık itiraflara rağmen mesele Ermenilerce kapanmış sayılmayacak ve Ermeni çevreleri ilk fırsatta itiraflarını unutup eski hayallerinin peşinden gideceklerdir. Nitekim, Batum anlaşmasına rağmen Ermeni çete harekâtı devam etmiştir.

Osmanlı Devletinin I. Dünya Savaşında yenilgiye uğraması ve 30 Ekim 1918'de Mondros Mütarekesini imzalanması Ermenileri yeniden harekete geçirmiştir.

Büyük hayaller peşinden koşan Taşnak denetimindeki Kafkas Ermeni Cumhuriyeti kuruluşunun I. Yıldönümü olan 28 Mayıs 1919'da "Türkiye Ermenistan'ını ilhak ettiğini" açıklamıştır. Bu açıklama, İtilâf Devletleri dahil, hiç kimse tarafından ciddiye alınmamıştır.

Sevr diktası ile sonuçlanan Paris Barış Konferansı Ermenistan'ın sınırları konusunu ABD Başkanı Wilson'un hakemliğine bırakmış, Wilson da General James G. Harbord başkanlığındaki bir Amerikan heyetini incelemelerde bulunmak üzere 1919 sonbaharında Türkiye'ye yollamıştır. 1919 Eylül ve Ekim aylarında Türkiye'de incelemeler yapan Harbord heyeti vardığı sonuçları bir rapor halinde ABD Kongresine sunmuştur. Gerçekleri yansıtan bu raporda. "Türkler ile Ermenilerin barış içinde yüzyıllarca yan yana yaşadıkları, tehcir sırasında Türklerin de Ermeniler kadar acı çektikleri Türk köylerinin yakıldığı savaşa giden Türk köylülerinden en çok %20'sinin geri dönebildiği. I. Dünya Savaşının başlangıcında Ermenilerin Türkiye Ermenistanı denilen bölgelerde hiçbir zaman çoğunlukta olmadıkları tehcir edilen Ermenilerin geri dönmeleri halinde tek bir yerleşim merkezinde dahi çoğunluğu oluşturamayacakları, geri döne Ermenilerin tehlike içinde bulunmadıkları ve olaylara ilişkin acıklı ve korkunç iddiaların doğru olmadığının tespit edildiği" belirlenmiştir (45). ABD Kongresi bu rapor üzerine 1920 Nisanında Ermenistan'a mandater olunmasını reddetmiştir.

10 Ağustos 1920'de Ermenileri bir kez daha umutlandıran Sevr Anlaşması imzalanmıştır. Anlaşma, Osmanlı Devletinin Ermenistan'ı özgür ve bağımsız bir devlet olarak tanımasını hükme bağlıyor, sınırın tespitini ise Wilson'un hakemliğine bırakıyordu.

Bilindiği üzere 10 Ağustos 1920'de Türkiye'de biri İstanbul'da Osmanlı Hükümeti, diğeri Ankara'da Meclis Hükümeti olmak üzere iki Hükûmet bulunmaktadır. Sevr'i imzalayan Osmanlı Hükümetidir. Mustafa Kemal Atatürk'ün Ankara Hükümeti "Ermeni Sorununu" kendi başına halledecektir.

Mondros Mütarekesi sonrasında Fransızlar Adana vilâyetini, İngilizler de Urfa, Maraş ve Antep'i işgal etmişlerdi. Daha sonra İngilizler kendi işgal bölgelerini Fransızlara bırakmışlar ve Fransızların beraberlerinde getirerek Fransız üniforması giydirdikleri Ermeniler Türklere saldırmaya başlamışlardır. Bu zulüm Türklerin tepkisiyle karşılaşmış ve Fransız-Ermeni işgaline karşı Türk direnişi örgütlenmiştir. Bunun üzerine yine Türklerin Ermenileri katlettikleri propagandası başlamış, ancak başta Fransız komutanlığı olmak üzere bu kez Ermenilere kimse inanmamıştır.

ABD Kongresinin Ermenistan için mandaterliği kabul etmemesinden sonra, Kafkas Ermeni Cumhuriyetine bağlı düzenli birlikler ve çeteler 1920 Haziranında Türkiye'ye karşı saldırıya geçmişler, Eylülde bu kez Ankara Hükûmeti karşı taarruz emretmiş ve Türk kuvvetleri Ermenileri ağır yenilgilere uğratarak Kars dahil bütün Türk topraklarını kurtarmışlar ve sınırı da aşarak Gümrü'ye girmişlerdir. Bu yenilgi karşısında Ermeni Hükümetinin barış istemesi üzerine 3 Aralık 1920'de Gümrü (Alexandropol) Anlaşması imzalanmıştır. Ermeniler bu anlaşma ile Sevr'in geçersiz olduğunu kabul etmişler ve Türkiye'ye yönelik toprak taleplerinden resmen vazgeçmişlerdir.

Ancak bu anlaşma onaylanmadan Kızılordu Erivan'a girmiş ve Sovyet Ermeni Hükûmeti kurulmuştur.

Erivan'da yönetim Vratzian'ın 18 Şubat 1921'de giriştiği ayaklanma ile tekrar Taşnakların eline geçmiştir. Vratzian Hükûmeti 18 Martta Ankara'ya bir heyet göndererek Ankara Hükümetinden Bolşeviklere karşı yardım istemiştir. Tarihin ne garip cilvesidir ki, daha 2 yıl önce Doğu Anadolu topraklarını ilhak ettiğini açıklayan Taşnak Hükûmeti bu kez varlığını devam ettirebilmek için Ankara'nın yardımını talep etmektedir.

Bu Taşnak Hükûmeti uzun ömürlü olamamış ve Sovyetler Erivan'da yeniden iktidarı ele geçirmişlerdir.

Türkiye 16 Mart 1921'de Sovyetler Birliği ile Moskova Anlaşmasını imzalamış ve bugünkü Türk- Sovyet sınırı çizilmiştir. Bu anlaşmanın tamamlanması amacıyla bu kez 13 Ekim 1921'de Sovyet Ermenistanı ile Kars Anlaşması imzalanmıştır. Her iki anlaşmada da Sevr'in tanınmadığına ilişkin hükümler yer almaktadır. Böylece, Taşnak Hükümetinden sonra, Sovyet Ermeni Hükûmeti de her türlü talepten vazgeçmiş olmakta ve Sevr'in geçersizliği bir kez daha belgelenmektedir.

Sovyet Ermenistanı Adalet ve İşçi Komiseri Şahverdof Kars Anlaşmasının imza töreninde yaptığı konuşmada, "bundan böyle bu iki milleti başkalarının çıkarları uğruna birbirlerinin üzerine saldırtmanın mümkün olamayacağını" vurgulamıştır.

Doğu cephesinin bu şekilde tasfiye edilmesinden sonra, güney, cephesi de 20 Ekim 1921'de Fransa ile imzalanan Ankara Anlaşması ile tasfiye edilmiş ve Fransız kuvvetleri beraberlerinde getirdikleri Ermeni lejyonunu ve mahallî komitecileri yanlarına alarak çekilmişler, mahallî Ermeni halkının büyük kısmını da adeta zorla beraber götürüp Lübnan'a yerleştirmişlerdir. Aynı olaya Hatay'ın anavatana katılmasında da şahit olunacaktır.

24 Temmuz 1923'de imzalanan ve Sevr'in yerini alan Lozan Anlaşmasında ise Ermeniler hakkında hiçbir hüküm bulunmamaktadır.

Böylece mesele Lozan'da bütünüyle çözümlenmiş olmaktadır. Ermenilerin bugün Sevr'e dayalı olarak birtakım iddialarda bulunmaları da hiçbir anlam taşımamaktadır.

Konuyu kapatırken, Sevr anlaşmasının taraf ülkelerce onaylanmamış olduğunu da hatırlamak yerinde olur.

Dipnot: 
(43) SCHEMSI. Kara. op. cit., p. 31.
(44) SCHEMSI. Kara. op. cit., pp. 31-32.
(45) URAS, Esat; a.g.e. sayfa 682 - 683

.

Türkiye-Ermenistan İlişkilerinin Psikolojik Savaş Açısından Değerlendirilmesi




Türkiye-Ermenistan İlişkilerinin Psikolojik Savaş Açısından Değerlendirilmesi 

Dr. Yaşar KALAFAT - Hatem CABBARLI

Dünya tarihinde 30 yıllık, 100 yıllık savaşlar yaşanmış, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları milyonlarca insanın ölümüne ve yaralanmasına neden olmuştur. Karşı cephelerde bulunan halklar veya devletler savaş bittikten sonra tekrar normal ilişkilere dönmek için arayış içinde bulunmuş ve kısa sürede bunu başarmışlardır. 

Savaş yıllarında yaşanan bütün olumsuzluklar, acılar ve kayıplar unutulmaya çalışılmış, ilişkileri ileriye götürmek için yeni projeler geliştirilmiştir. Ancak Ermenilerin Türkiye'ye yönelik görüşleri 20. yüzyılın başlarından itibaren değişmemiş, aksine Türk düşmanlığı görüşleri daha da artmıştır. Bu gelişmede Ermeni milli kimliğinin oluşmasında Türk düşmanlığının esas alınmış olması vardır. Yüzyıllar boyunca Türk devletlerinin tebaası konumunda bulunan Ermeniler, gayet rahat ve sorunsuz bir hayat yaşamıştır. Ancak 19. yüzyılın sonu, 20. yüzyılın başlarından itibaren Osmanlı Devleti için ciddi sorun çıkaran Ermeniler, özellikle Birinci Dünya Savaşı'nda Kafkasya cephesinde Rus ordusu ile işbirliği içinde bulunarak, Osmanlı Devletinin güvenliğini tehdit etmiştir. Bu durum karşısında Osmanlı Hükümeti 1915'te Doğu bölgelerinde yaşayan ve Ruslarla işbirliği yapan Ermenileri cephe bölgesinden alarak daha iç bölgelere göç ettirmiştir. Yaklaşık 90 yıldır Ermeniler dünya kamuoyunu 1915 tehcirinin kendilerine karşı yapılmış "soykırım" olduğuna inandırmaya çalışmaktadır. Öteki merkezli, mistik-oryantalist zihniyetli bu yaklaşım tarzı kin psikolojisini tetiklemektedir.

1991 yılında bağımsızlığını ilan eden Ermenistan, "Bağımsızlık Bildirgesi"nin 11. maddesinde de "soykırım" konusunu gündeme taşımıştır. Ermeniler, ulusal Hay Dat Doktrininde öngörülen Tsviç tsov Hayastan (Denizden denize Ermenistan) projesini hayata geçirmek için komşuları olan Azerbaycan, Türkiye, Gürcistan, İran ve kara bağlantısı olmamasına rağmen, Rusya'ya yönelik toprak iddialarında bulunmaktadır. Hay Dat Doktrini çerçevesinde Ermenistan, Azerbaycan topraklarının yüzde 20'sini işgal etmiştir.

Bağımsızlık sonrası Türkiye'nin Ermenistan ile ekonomik ve diplomatik ilişkiler kurmaya yönelik bütün iyi niyet girişimlerine rağmen, Ermenistan sözde soykırım propagandasına devam etmiş, Türkiye'nin toprak bütünlüğünü tanımamış ve Kars Anlaşmasının iptal edilmesi için propaganda faaliyetlerini sürdürmektedir.

Ermenistan'ın soykırım propagandasına devam etmesi ve Türkiye'nin toprak bütünlüğünü tanımaması, sınır anlaşması yapmaması üzerine, Türkiye Nisan 1993'te Akyaka Sınır Kapısını kapatmak zorunda kalmıştır. Ermeni diasporası olmak üzere, Ermenistan Hükümeti ABD ve Avrupa'daki çeşitli sivil toplum kuruluşları aracılığı ile Türkiye'den sınır kapısını açmayı talep etmektedir. Bunu talep ederken de, Ermenistan'ın ekonomik sorunlarından daha çok, "Batı Ermenistan" diye telakki ettikleri Türkiye'nin doğu illerinin ekonomik sorunlarını öne çıkarmakta, sınır kapısının açılması halinde özellikle Kars ve diğer illerin ekonomik açıdan ciddi bir gelişme kaydedeceğini dile getirmektedirler. Bu konu zaman zaman Ermenistan ve Türkiye basınında da gündeme taşınmaktadır. Bazı Türk basın yayın organları da bu konuda Ermenistan'ın sözcülüğünü yapmaktadır. Bu süreçte Türkiye'de yaşayan ve sayılarının 50-70 bin civarında olduğu ifade edilen Ermenilerin ciddi emeği olduğu söylenebilir. Sayılarının az olmasına rağmen, Ermeniler ciddi bir örgütlenme yapısına sahiptir. Bu örgütlenme sorumluluğunu da Ermeni Patrikliği üstlenmiştir. Patriklik sadece Ermenilerin dini ihtiyacını karşılamakla kalmayıp, Ermeni ulusal kimliği, gelenek ve göreneklerinin korunmasında ve Anavatan olarak tanımladıkları Ermenistan ile ilişkilerin kurulmasında önemli rol oynamaktadır.

Ermeniler, Türkiye'deki bazı medya kuruluşlarında sınır kapısının açılmasının gerekliliği konusunda kendi perspektiflerinden haber ve makaleleri rahatlıkla yayınlatabilmektedir. Türkiye'de bazı köşe yazarları da bu konuda Ermenilerin görüşlerini de savunan yazılarla Türk kamuoyunu etkilemeye çalışabilmektedirler. Bu arada medya organları bu konuda Türk-Ermeni İş Geliştirme Konseyi'nin de görüşlerini de yansıtmaktadır.

Mehmet Altan'ın www.gazetem.net Internet gazetesinin 13 Temmuz 2004 sayısında yayımlanan "Kars'ta Gazete Satılır mı?" adlı makalesinde yazar, 325 bin nüfusa sahip Kars ilinde 56 bin Karslının Ermenistan ile sınır kapısının açılması için imza topladığını, ancak bunun Türk basını tarafından fazla gündeme taşınmamasından duyduğu endişe ve rahatsızlığını dile getirmeye çalışmış, sınır kapısının açılması gerektiğini kanıtlamak için bazı ekonomik hesaplar bile yapmıştır.

Gerçekten de Türkiye'nin bir kısım doğu illeri diğer bölgelere göre ekonomik açıdan daha az gelişmiştir. Ancak Ermenistan ile sınırların açılması bu illerin gelişmesi açısından etkili olmayacaktır. Eğer doğuda Türkiye'nin sınır komşusu Ermenistan değil de daha gelişmiş bir ülke olsaydı, Kars ili kısa sürede ciddi ekonomik kalkınma sağlayabilirdi. Ancak Ermenistan'da asgari aylık ücretin 9 Dolar, emekli maaşının 7,5 Dolar, orta düzey maaşların 38 Dolar, olmasına karşın, bir ailenin aylık tüketim sepetinin yaklaşık 66-70 Dolar olduğu dikkate alınırsa, Ermenistan ekonomisinin Kars ekonomisine katkı yapması imkansız gözükmektedir. Ermenistan ekonomisi iyi düzeyde olsaydı nüfusun yaklaşık yüzde 50'si ülkeyi terk etmez, her yıl sayıları 50-60 bin arasında olduğu tahmin edilen Ermeni, mevsimlik işçi olarak Türkiye'ye çalışmaya gelmezdi. Karsın sınırı paylaştığı Gümrü ve Talin bölgelerinin de Kars'ta olduğu gibi tarımcılık ve hayvancılık ile uğraştığı göz önünde bulundurulursa, sınır kapısının açılması durumunda Kars ekonomisine ciddi zarar vereceği tahmin edilmektedir.

Akyaka Sınır Kapısının açılması konusunda Agos gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Bink'in Birgün gazetesinin 15 Temmuz 2004 tarihli sayısında "Medzamor kapatılsın...Sınır açılsın" adlı yorumu yayınlanmıştır. Dink, Türkiye ve Ermenistan arasındaki sorunları sadece Metsamor Nükleer Santrali ve sınır kapısına endekslemekle çok daha ciddi sorunlar olan "soykırım" propagandasını, Ermenistan'ın Türkiye'nin toprak bütünlüğünü tanımamasını ve 1921 Kars Anlaşmasının iptal edilmesi için yönünde propaganda çalışmalarını göz ardı ettirmekle, Türk kamuoyunun görüşlerini etkilemeye çalışmaktadır. Metsamor güvensizliği tescil edilmiş Ermenistan'ın zayıf karnıdır. Mevcudiyeti Ermenistan için bir koz değil, zafiyettir, nakizedir.

Sınır kapısının açılması için Türkiye'de lobi çalışmaları yapan çevreler, gruplara, romantik, turistik bazı imkanlar sağlamakta böylece gündeme getiricisi Ermeniler olması halinde diplomatik, Kafkasya dezavantaja yer açabilecek hususları Türk aydınının! Ve halkının talebi imişcesine Türklere yaptırılmış olmaktadır.

Türkiye yapacağı açıklamalarla Ermenilerin kabul etmedikleri Türk-Ermeni sınırındaki kapının açılmasını anlatabilmelidir. Ermenistan Türkiye'nin bu bölgesini "Batı Ermenistan" olarak nitelendirirken, açılması üzerinde durulan kapının Türk-Ermeni sınır kapısı değil, Ermenistan'ın iki yakası arasındaki işgal edilerek geçit vermesi engellenen Ermenilere ait kapının açılmasını istemektedirler.

Dr. Yaşar Kalafat, 
Kafkasya Araştırmaları Masa Başkanı,
Hatem Cabbarlı, 
Araştırmacı

Kaynak: www.HABERANALIZ.com