Ermeni Meselesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ermeni Meselesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Nisan 2015 Perşembe

Lozanda Ermeni Meselesi Nasıl Ele Alındı - 2





Lozanda Ermeni Meselesi Nasıl Ele Alındı - 2


Dr. M. Galip Baysan ,
Çarşamba, Temmuz 31, 2013


Lozan’da, Ermeniler konusuna ilk teşebbüslerdeki başarısız hamlelerden sonra, Azınlıklar Alt Komitesinin 15 Aralık toplantısında temas edilmiştir. Komisyon Başkanı İtalyan Montagna, alt komisyonun Ermeni yurdu sorununu ele alabileceğini söylemiş, fakat Türk temsilcisi Rıza Nur Bey böyle bir sorunu görüşmeyi reddettiğini bildirmiştir. Bu komitenin 22 Aralık toplantısında M.Montagna azınlıklar temsilci heyetlerinin dinlenmesi konusunu ortaya atmış, Rıza Nur böyle heyetlerin dinleneceği oturumların alt komitelerin resmi oturumları sayılmayacağını ve Türk Delegasyonunun bu toplantılara katılamayacağını söylemiştir. (8) 
Bu gelişmelere rağmen alt komite 26 Aralık 1922 günü dinlemeyi gündeme aldı, Türk temsilciliği bir saat önce haberdar edildi. Rıza Nur alt komite başkanlığına bir memorandum yazarken, İsmet Paşa da komisyon başkanına bir memorandum vererek, Ermeni delegesinin Ermeni Hükümetini temsil etmediğini ve eğer bu delegeler Türkiye’deki Ermenileri temsil ediyorlarsa durumu protesto ettiklerini belirttiler. Ayrıca bu delegelerin ancak Romanya, Sırbistan ve Yunanistan’daki azınlıklar, bütün Müslüman ülkeler ve İrlanda temsilcileri ile birlikte dinlenebileceği belirtildi. (9) O gün yapılan toplantıda Ermeni temsilcileri, o güne kadar, Ermenilerin Anavatanlarına ihanetini ve düşmanla nasıl işbirliğinin adeta bir itirafı kabul edilecek bir konuşma ile Ermeni isteklerini sıraladılar. Delegeler İtilaf Devletlerinin kendilerini bağımsızlık vaad ederek nasıl kışkırttıklarını, Ermenilerin Fransız Doğu Ordusunun önemli bir bölümünü oluşturduklarını, bu askerlerin General Allenby’nin kuvvetlerinin ön saflarında Türklere karşı savaştığını beyan ederek konuşmasını kendilerine söz verildiği gibi bir Ermeni Yurdu isteğiyle tamamlamıştır. (10) 
Ermenilerle ilgili Lozan’da görüşmeler yapılırken, Türkiye dışında yaşayan Ermeniler mümkün olan her şeyi kullanarak propaganda yapmaya ağırlık vermişlerdi. 10 Aralık günü Norodunkyan Efendi, yanında Ermeni ihtilalcilerinden birisi ile birlikte İsmet Paşa’yı ziyaret ederek, Türkiye’nin herhangi bir kesiminde bir Ermeni Vatanı ayrılmasını talep ettiler. (11) 8 Aralık’ta bir İsviçre temsilci ve 27 Aralık günü de “Ermeni sempatizanları” adı ile Amerikalı, Fransız ve İsviçrelilerden oluşmuş bir grubun temsilcileri gelerek bir Ermeni vatanı oluşturulması ile ilgili arzularını ilettiler. İngiliz ve Amerikan gazeteleri bir Ermeni anavatanı için kampanya başlattılar. 16 Aralık tarihinde önemli Fransız isimlerinin yer aldığı imzalı bir istek Türklerin kaldığı otel’e bırakıldı. ABD’de Ermeni isteklerini desteklemek için beş milyon’dan fazla imza toplandı. (12) 
Rıza Nur anılarında Ermenilerin Türk heyetini tehdit edecek kadar ileri gittiklerini şu sözlerle anlatır:
“Hûlasa Ermenilere Kilikya’da yer vermeliymiş. Dedim ki bu olmaz bir şeydir. Türk milleti buna izin vermez deyince Amerikalı adam kızdı, terbiyeyi bir tarafa bırakarak sertçe ‘Siz eğer Ermenilere yurt vermezseniz sizi vuracaklar’ dedi. Ben sakin sakin ‘bizim kabahatimiz mi vermeyen Türk Hükümeti, biz olmasak başkasını memur ederler’ deyince de ’Hayır sizinde kabahatiniz vardır, sizi vurunca başka şahıs yurt vermemeğe cesaret edemez’ diye cevap verdi. Söylediği sözler çok vahimdi. Bizi Ermeniler namına ölümle tehdit ediyordu.” (13) 
İkinci bölüm görüşmeler sırasında Ermeniler Delegasyonu başkanı A.Aharonian; Lord Curzon’a bir mektup göndererek yapılacak ikinci tur görüşmelerde Ermeni isteklerinin dikkate alınmasını talep etti. Lord Curzon, 4 Nisan tarihinde verdiği cevapta: “görüşmeler sırasında Ermeni isteklerinin görüşülme şansı olmadığını ancak fırsatlardan yararlanmaya çalışabileceklerini” belirtti. 25 Nisan tarihinde yapılan yeni teşebbüsler de olumlu sonuç vermedi. (14) Ermeniler iyice sertleşmeye başladılar. 10 Mayıs 1923 günü Rus delegesi Verevski bir suikastle öldürüldü. (15) Türk Heyeti’de tehdit altındaydı, Yunan ve Fransızlar tarafından bazı Ermeni teröristlerin yıkıcı faaliyetlerde bulunmak üzere teşvik edilerek Türkiye’ye gönderildiği bilgilerinin alınması üzerine; Lozan’daki Türk Delegasyonu Konferans Sekreterliğine, 12 Mayıs’ta bir not gönderdi. Birkaç gün sonra Almanya’da teşkilatlanmış Hınçak ve Taşnak örgütlerinin Türk Delegasyonunu öldürmek için Almanya’ya iki grup gönderdiği öğrenildi. 16 Mayıs’da İsmet Paşa Lozan’daki İngiliz, Fransız ve İtalyan Delegasyonuna durum hakkında bilgi veren ve protesto eden birer mesaj gönderdi. İstanbul’daki Ermeni Patriği de kaderlerinin Türklerle birlikte olacağı anlamına gelen bir telgraf gönderdi. (16) 
Lozan’dan sonra Ermeni meselesinin ağırlık merkezi ABD’ye kaydı. Orada Ermeni Lobisi tamamen “tek kale”ye oynuyordu. Ermeni görüşleri dışında bir tek ses, bir tek yazı bulmak hemen hemen imkânsızdı. Türkiye ile ilgili olumlu gelişmeler havada buhar edilip uçuruluyor, Türkler aleyhindeki düşünceler, görüşler, yakıştırmalar, yazılar büyük teşvik ve destek görüyordu. Meselâ Lozan’da Türkiye ile ABD arasında 6 Ağustos 1923’te bir Dostluk ve Ticaret anlaşması imza edilmişti. Bu anlaşmanın Kongre’de tasdik edilmemesi için Ermeniler büyük bir Lobi faaliyetine giriştiler. Demokrat Parti bu konuyu seçim kampanyasına bile dâhil etti. Neticede anlaşma ABD Senatosunda 19 Ocak 1927’de yapılan oylamada 2/3 ekseriyetten 6 oy eksiği ile reddedildi. (17) 
Barış antlaşması bütün zorluklara rağmen 24 Temmuz 1923 günü imzalandı, böylece Ermenileri son 50 yıl içinde en fazla harekete geçiren “Büyük Ermenistan” hayali tarihin sayfalarına gömülmüş oldu. Ancak Türk heyeti Lozan’da çok büyük sıkıntılarla karşılaştı, hemen hemen tüm batı dünyası ile mücadele etme mecburiyetinde kaldılar. Tarafsız bir yazar G.L. Ellison, orada da olayları yakından izlemişti. Anılarından kısa bir bölüm sunarak Lozan konusunu kapamak istiyoruz. 
“Kuşkusuz ilk elden bilgi edinmenin güçlüğünden dolayı, pek çok insan Türklerin aleyhinde olmuştur. Meselâ Rıza Nur, ‘Ermenilerin ulusal yurdu’ saçmasını saatlerce sabırla dinledikten sonra, gerçeği söylemesine izin verilmeden büyük bir ruh kırıklığı içinde konferans odasını terk etmişti. Gerçek, önemli konular üzerinde bilgi veremedikleri zaman gazeteler ‘nefret alevlerini’ Türkler aleyhine körüklemek ya da suçlama parmağını onlara çevirmek için hesaplı ve birkaç gereksiz ayrıntıyı büyütmeye hazırdırlar. Gazeteler belki de hiç yapılmamış küçük hatalar için sütunlar doldururken, hayati önemdeki sorular basında hemen hemen bütünüyle ihmal edilmektedir ve atak Asyalıların içi acı bir nefretle dolmaktadır.” (18) 
“Milletler Cemiyeti’nin kendi basının şerefli ve tarafsız başkanı şunu bildirmektedir. ‘Biz Yunan ve Ermeni propagandasının gerçek değerini yakaladık, sonuçta Türklere sempati duyduk’ Böyle bir pişmanlık çok geç ama belki yine de akıllı bir politika güdülmesine yol açabilir.” (19) 
Bayan Ellison İsmet Paşa’nın şikâyetlerini de şu sözlerle naklediyor: 
“Biz barış için elimizden geleni yapıyoruz. Fakat bir ulusun, diğer bütün devletlere karşı koyması çok zordur. İsteyerek ya da istemeyerek bizim ulusal amaçlarımızın, bizim için ne anlama geldiğini göremiyorlar. Onların Yunanlılara ve Bulgarlara teklif etmeyi akıllarından geçiremeyecekleri şartları, gururlu bir ulus olarak bize nasıl kabul ettirebilirler.” (20) 

DİPNOTLAR:
(8) Ermeni Sorunu, S.56 (Hizmete Özel, Önsöz Kâmuran Gürün, 29 Nisan 1981). 
(9) Dr. Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım, İstanbul –1968; Dr. Rıza Nur’un Lozan Hatıraları, S.115-116 (Boğaziçi Yayınları, İstanbul-1992); Ömer Turan, The Armenian Question At The Lousanne Peace Talks, s.222 (The Armenians in The Late Ottoman Period, Edited BY Türkkaya Ataöv, Ankara –2001). 
(10) Ömer Turan, a.g.e., S.222.
(11) Bilâl Şimşir, Lozan Telgrafları Vol. 1.p.192 (Türk Tarih Kurumu, Ankara – 1998). 
(12) Aynı Eser, Vol. 1. S.229-230.
(13) Dr. Rıza Nur’un, Lozan Hatiraları, s.102-106, İstanbul, 1991. 
(14) Ömer Turan, a.g.e. S.234.
(15) A.N. Karacan a.g.e., S.285.
(16) Aynı Eser, S.234-235.
(17) Ermeni Sorunu, S.59-49.
(18) G.M. Ellison, An English Women S.302.
(19) Aynı Eser, S.322.
(20) Aynı Eser, S.315.


Dr. M. Galip Baysan


http://haberguncel.blogspot.com.tr/2013/07/lozanda-ermeni-meselesi-nasil-ele-alndi-2-galip-baysan.html

..

15 Nisan 2015 Çarşamba

Bir Fransız Avukatın Gözünden Ermeni Meselesi





Bir Fransız Avukatın Gözünden Ermeni Meselesi 

Galip Baysan,
Mart 30, 2015


Avrupa’daki gelişmeleri cesur bir Fransız Avukatı Georges de Maleville’nin kitabından daha doğru bir deyimle gördükleri karşısındaki isyanından alacağımız kısa notlarla netleştirmek istiyoruz. 
“Fransız Hükümeti – Türkleri hiç de ilgilendirmeyen çeşitli nedenlerle –Alfartville’de, Ermenilerin hepsinin ve hemencecik,  Türklere karşı gösterecekleri ve sonsuza dek olması gerekeceği kinin ifadesi olan “kin Anıtı”nın dikilmesine izin verdi. 
İletişim araçlarıyla her yerde tekrarlanan bu slogana inanılacak olursa, Türkler Türk olarak, her zaman için, Ermenilerin amansız düşmanı idiler. Bu söylenti hemen hemen bayağı bir düşüncedir. 
Gerçekten de böyle bir söz günümüz yetişkin insanlarına çok eski anılar, çok eski devirlerle ilgili bir zamanlar okunmuş olan öyküleri anımsatmaktadır. Kuşaklar önce ölen siyaset adamlarının söylemlerini; “Ermeni katliamı” hakkında Gladstone’un intikam alıcı sözlerini... 
L. Genet’in 1945 yılında yayınlanan ve Fransa’da özgür ortaöğretim döneminin resmi el kitabı olan çok ılımlı “Çağdaş Tarih Kitabı, S:517’de, Abdülhamit hakkında şunlar okunabilmektedir. ‘Gladstone İngiltere’si Ermenileri korumak istermiş gibi davranınca, sultan reformları ilan eder. Gerçekte o katliamları hazırlamaktadır. 1894’ten 1896’ya kadar, arka arkaya üç katliam gerçekleştirilir. Bu bunalım 250.000 kişinin ‘canını almıştır.” 1945 yılında, geleneksel ortamlarda, küçük Fransızlara öğretilen şeyler bunlardı.” (1) 
“Sonra birden bire, 1975’de, Lübnan’ın parçalandığı sırada, son derece uyumlu bir plâna göre, kendisinden söz ettirmek üzere yabancı ülkelerde görevli bir dizi Türk diplomatını öldürmek suretiyle, ‘olay yaratan’ Yakın Doğu’da üstlenen terörist elemanların desteğiyle açıkça harekete geçen devrimci bir Ermeni örgütünün ortaya çıktığı ve dünyanın tüm ülkelerinden gelen teröristlerin hemencecik bu “Ermenilere” katıldığı görülmektedir. 
Paris’in ENA’sında, bir öğretim elemanının bu konuda temiz yüreklilikle şunları yazması insanı şaşırtmaktadır. ‘Üç dört yıl süreyle önemli bir başarısızlığa uğramadan, yapan kişilerin adlarını gizli tutan operasyonların sonunda, Ermeni terörizmi, bu suikastlara yol açan soykırım gerçekliliği ve öneminin olayların dehşeti içerisinde, kınamayı rahatça aştığı ölçüde, Ermeni davasına hizmet etmiştir. Acı duyulsun ya da duyulmasını, tanıtıcı terörizm burada haklılığını bulmaktadır.’
Böylece, tartışılan olaylara tamamen yabancı yüksek düzeydeki görevlilerin açıkça katledilmeleri, katillere özgü siyasi nedenler içerisinde, haklılığını bulacaktı. Kurbanın katilinin bağımsız olarak ve kendi iradesi ile kendisinden nefret etmek nedenlerinin bulunduğunu sandığı bir ulusa ait olması halinde, herhangi bir kimse, herhangi bir kimseyi öldürmekle kendini “haklı” bulur. Bu, ‘İnsan öldürme çılgınlığının egemenliği’ ve barbarlığın kurumsallaşmasıdır.” (2) 
“Ermeni davasının sözde öç alıcıları çeşitli ülkelerin havayolları bürolarını havaya uçurmaya, daha sonra, hemen hemen her yerde, hava limanlarındaki halkı makineliyle taramaya başladıklarında, kamuoyu, büyüklenmelerine karşın, bu sözde güçsüzlerin hakkını koruyan insanlarda, uluslararası terörü yöneten eli kanlı deliler görmekte gecikmemiştir. Kısacası, bunlara ceza yasalarını tam sertliğini uygulamak gerekirdi. (3) 
“Terörist taşkınlıklar olgusuyla karşılaşılan başarısızlıktan sonra, “Ermeni davasının intikam alıcıları” da kamuoyu karşısında taktik değiştirmeleri gerektiğini ve en iyi yöntemin, kararın birkaç “tarafsız müttefikin” ilgilendiği yardım sayesinde, sürpriz olacağı resmi siyasi kuruluşlara propagandalarının doğruluğunu kabul ettirmekten ibaret olduğunu anlamışlardır. 
Strasburg parlamentosundaki en yeni durum budur. Ve orada olup bitenlerin sonucu, sadece hiçbir şey elde edememiş olan Ermenistan için değil, Avrupa için de ağırdır. 
Olayın asıl nedeni, Avrupa Parlamentosunun siyasi komisyonuna sunulan Vandemeulebrouke raporunda yatmaktadır. Bu raporda, bu parlamenter, her türlü gerçeğe rağmen “Ermeni soykırımının” Cenevre’de Birleşmiş Milletler Alt Komisyonu tarafından onaylandığını ve bunun sonucu olarak, Avrupa parlamentosunun da bu sorunu kesip atması gerektiğini söylemekteydi. 
Burada bir kez daha, Ermeni propagandasının, kelime oyunları ve karışımları kullanmak suretiyle, giderek daha geniş bir dinleyici karşısında, büyük bir kudurganlıkla sürdürülen gerçeklerin çarpıtılması politikasının ortaya konulduğu gözlemlenmektedir.
Söz konusu rapor, 26 Haziran 1986 tarihinde, Avrupa Parlamentosunun Siyasi Komisyonu tarafından kabul edilemez olarak beyan edilmiştir. Ancak belli bir lobinin yeni bir atağı ile, 1987 Şubatında, rapor yine aynı komisyonunu önüne getirilmiş ve komisyon bunu tartışılmak üzere, tüm üyelerin katıldığı toplantıya göndermiştir. İşte bu koşullar altındadır ki Avrupa Parlamentosu 18 Haziran 1987 tarihinde, şaşırtıcı bir karar almıştır. Üyelerin çoğunluğu yokken (Tıpkı 2001 Ocak ayında Fransız Meclisinde yapacakları gibi), Avrupa Parlamentosu az bir çoğunlukla (518 üyeden, 128 üyenin katıldığı bir toplantıda 68 oy leyhte, 60 aleyhte olmak üzere) ‘Ermeni Lobisi’ tarafından dolaylı olarak önerilen karar kabul edilmiştir.” (4) 
“İntikam olayları iletişim araçlarının yardımı ile 1984’de, Paris’de, Sorbonne’da toplanan böyle bir (düzmece) mahkemeye başvurmuşlardır. Bu sözde ‘Halklar Mahkemesi’ Türk tarafının göstermiş olduğu kanıtlardan bir tekini dahi incelemeden kararını vermiş ve Türkiye Cumhuriyetini 1915 trajedisi için mahkûm etmiştir.” (5)
Bu satırların gerçekler karşısında susmanın asıl insanlık suçu olduğunu anlamış bir Fransız Avukatının kaleminden çıktığını tekrar hatırlatırız. 

DİPNOTLAR:


(1) Georges de Maleville, 1915 Osmanlı – Rus – Ermeni Trajedisi, Fransız Avukatın Ermeni Tezleri Karşısında Türkiye Savunması, S:14 (Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul – 1998) 
(2) Aynı Eser, S.104-105
(3) Aynı Eser, S.105
(4) Aynı Eser, S. 112- 115
(5) Aynı Eser, S. 107-108


Dr. M. Galip Baysan

http://haberguncel.blogspot.com.tr/2015/03/bir-fransiz-avukatin-gozunden-ermeni-mesalasi-galip-baysan.html

25 Ocak 2015 Pazar

Ermeni Meselesi FULL VİDEO BELGESELİ



Ermeni Meselesi  FULL  VİDEO BELGESELİ





Ermeni Meselesi FULL BELGESEL(1 SAAT 30 DK)

29 Kasım 2014 Cumartesi

Fahreddin Paşa - Ermeni Meselesi




Fahreddin Paşa - Ermeni Meselesi 





Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı başlayınca seferberlik ilan etmişti. 17 Ağustos 1914’te 12. Kolordu kumandanlığına tayin edilen Fahreddin Paşa, bu tarihlerde seferberlik gereği Musul’da bulunan kolordusunu, aldığı emir icabı Haleb’e nakletti. Fahreddin Paşa, 26 Ocak 1915’te 12. Kolordu’daki vazifesine ilaveten Başkumandanlık tarafından karargâhı Şam’da bulunan 4. Ordu kumandan vekilliğine getirilmişti.

Savaş sırasında Osmanlı Devleti, Mısır’daki İngiliz kuvvetlerine karşı bir cephe açmaya karar vermişti. Mısır seferinin kumandanı Cemal Paşa bu harekât için çeşitli hazırlıklar yapıyordu. Gerekli olan kuvvet, cephane ve malzeme hakkında 21 Temmuz 1915 tarihinde Başkumandanlık Vekâleti’ne verdiği bir raporda Cemal Paşa şöyle diyordu: “Suriye’de sabit kuvvetlerin kumandanlığına 12. Kolordu Kumandanı Fahri Paşa en münasibidir. 12. Kolordu Erkân-ı Harbiye Reisi Kont Volfskel Bey’i seyyar orduda istihdam edeceğinden, Fahri Paşa için muktedir bir erkân-ı harp reisi lâzımdır.”

Bu rapordan da anlaşıldığı üzere, Fahri Paşa 4. Ordu kumandan vekili ve 12. Kolordu kumandanı sıfatıyla 8. Kolordu’nun Suriye’de kalan kısımlarıyla birlikte mıntıkanın (Kudüs hariç) savunması, iç ve dış güvenliği ile görevlendirilmiştir. O, kolordusuyla Mısır seferine katılmayacak, menzil işleriyle uğraşmayacak, sadece Suriye’nin asayiş ve huzurundan mesul olacaktı.

Ermeni Tehciri Sırasındaki Görevleri
Osmanlı Devleti’nin bilhassa Doğu Anadolu bölgesinde bulunan Ermeniler uzun bir süreden beri İngiliz, Fransız, Rus ve Amerikalılar tarafından kışkırtılmaktaydı. Bunlar, Birinci Dünya Savaşı’na kadar Osmanlı Devleti aleyhine çeşitli isyanlar ve zararlı faaliyetlerde bulunmuşlardı. Savaşa girilmesinin hemen ardından Ermeniler başta Ruslar olmak üzere düşmanla işbirliği yapmışlardı. Ermenilerin bu faaliyetlerine karşı cephe gerisi güvenliğinin sağlanması gerekiyordu. Bu gaye ile Ermenilerin 4. Ordu’nun yetki sahasındaki Suriye bölgesine göç ettirilmesi kararlaştırıldı (27 Mayıs 1915). Tehcir kararının alınmasından sonra da Ermenilerin isyanları artarak devam etti. Ermenilerin iskân bölgesinin sorumlusu olan Fahreddin Paşa, bölgesinde meydana gelen bazı isyanların bastırılmasında görev almıştı.

Ermenilerin Zeytun (Süleymanlı) İsyanları 
Zeytun’da ilk Ermeni isyanı 1867’de ortaya çıkmıştı. Zeytun Ermenileri Birinci Dünya Savaşı’na kadar defalarca devlete isyan etmişlerdi. Daha savaş başlamadan önce güvenlik kuvvetlerine karşı direniş halindeydiler. Yine 22 Nisan 1914 tarihinde Ermeniler bir evde saklanan sekiz eşkıyanın yakalanması için görevlendirilen jandarmalara silah ve taşlarla karşılık vererek suçluların yakalanmasına izin vermemişlerdi. 10 Ağustos 1914 tarihinde Zeytunlular askere çağırıldı. Burada yaşayan Ermeniler askere gitmeyi kabul etmeyerek dağa çıktılar. Ermeni çeteleri 30 Ağustos 1914’te Zeytun Askerlik Şubesi’nden köylerine dönmekte olan yüzü aşkın Andırınlı Müslümanı soyup, birçoğunu öldürdüler. Aynı günlerde kırk kişilik bir Ermeni çetesi de Zeytun’a bir saat uzaklıkta yirmi bir Türk yolcusuna saldırıp 12.000 kuruşlarını gasp ettiler.

Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasından sonra Osmanlı Devleti’nin seferberlik kararına uymayan Ermeniler birçok yerde görüldüğü gibi Zeytun’da da askere gitmeyi ve vergi vermeyi reddetmişlerdi. Zeytun Ermenilerini bu kadar cesaretlendiren şey, Rus Kafkas orduları komutanından silah ve cephane desteği almalarıydı. Yine Zeytun’da bazı asker kaçağı Ermeniler hapishaneye hücum ederek, jandarmalarla yaptıkları çatışmalarda birkaç eri şehîd ettiler. Hapishaneyi basan Ermeni saldırganların kimlikleri tespit edildiğinde şiddetle cezalandırılacaklardı. Zeytunlu Ermeniler bu hadiselerden büyük bir telaşa kapılarak İstanbul Ermeni Patrikhanesi ve Sis Katagigosluğu’na telgraflar çektiler. Bu telgraflarda bazı Ermeni ileri gelenleri büyük bir telaş içinde hapishane baskınının bir kaç uygunsuz şahıs tarafından işlendiğini ve bütün Ermeni halkının hükümete karşı sadık ve bağlı olduğunu beyan ettiler. Bu istekler üzerine Ermenilerin samimiyetlerine inanılarak suçluların cezalandırılmasından vazgeçildi (14 Mart 1915). Ayrıca hükümet, suçluları cezalandırma hakkının yalnız devlete ait olduğunu vurgulayarak, bu vesile ile halktan hiç kimsenin Ermenilere ve diğer vatandaşlara karşı tecavüzkâr ve aşağılayıcı davranışlarda bulunmamasını yetkililere tebliğ etti.

Hükümetin bu yumuşak tavrına rağmen Ermeni isyancılar 18 Mart 1915 tarihinde Tekke (Tekye) Manastırı’na toplanarak isyan ettiler. 25 Mart’ta, manastırdaki 500-600 Ermeni ile yapılan çatışmada asker ve jandarmalardan on ikisi hafif olmak üzere yirmi altısı yaralanmış, bir binbaşı ve sekiz asker şehîd olmuştu. Eşkıyadan otuz yedi ölü ve yüz kadar yaralı vardı. 27 Mart günü Zeytun’da toplanan Ermeniler, köylerine dağıtılmış ve ertesi gün kasabada genel bir arama yapılarak beş eşkıya, on altı şüpheli şahıs tutuklanmıştı. Bu aramalarda birçok silah, barut ve zararlı evraklar bulunmuştur. Bu harekât etrafta tesirini göstermiş, 300 kadar Ermeni eşkıya kendiliğinden güvenlik kuvvetlerine teslim olmuştu.

2 Nisan’da kasabanın dört saat güneybatısında yer alan Ali Kayası ve Sultandağı mevkilerine toplanan Ermeni direnişçilere karşı Zeytun’dan top takviyeli bir müfreze gönderilmişti. Bu sırada bölgede Binbaşı Hurşid Bey kumandasında 22. Alay’ın bir nizamiye taburu, Halep Müretteb Fırkası’na mensup üç depo taburu, iki süvari bölüğü ile iki cebel topu bulunuyordu. Ayrıca 4. Ordu Kumandanı Cemal Paşa, Maraş’a gidecek olan Fahreddin Paşa’ya gerekli olursa o çevredeki askerî birliklerin artırılması emrini vermişti (5 Nisan 1915).

Zeytun’daki bu gelişmeler, Ermeni patrikliğini harekete geçirmişti. Patrik, bazı yanlış bilgilerle Osmanlı Başkumandanlık Vekaleti’ne yaptığı başvuruda güvenlik kuvvetlerini suçluyordu. Buna mukabil, Başkumandanlık tarafından 8 Nisan 1915 tarihinde verilen cevabî yazıda; patriğin iddialarının doğru olmadığı, Ermeni milletine güvenildiği fakat yabancıların iğfallerine kanmış bazı Ermenilerin de bulunduğu, yabancı oyunlarına kananlara karşı hükümetin, vatanı korumak için en sert tedbirleri alacağı vurgulanıyordu.

Aynı günlerde Osmanlı hükümeti, Osmanlı ordularının dünya devletlerine karşı savaştığı bir sırada isyan ederek dâhilî bir cephe açan Zeytun Ermenilerinin Konya’ya göç ettirilmelerini teklif etti ve neticede Zeytun ve Maraş’ta zararlı faaliyetlerde bulunan Ermenilerin Konya taraflarına göç ettirilmelerine karar verildi.

Ermenilerin yol esnasında ve gittikleri yerlerde istirahatlarının temin edilmesi hususunda her türlü tedbir alınmıştı. Maraş’tan Konya’ya üç yüz Ermeni ailesi gönderildi. Bunlar Karapınar ve Sultaniye civarında iskân edildi. İsyan etmeyi adeta alışkanlık haline getirmiş Zeytun ve Maraş Ermenilerinin Konya’ya iskânı, o civardaki Ermenilerle işbirliği yapmalarından endişe edilerek bir süre sonra durduruldu. O yıllarda Konya’da bulunan Dr. Dodd, şehre gelen Ermenilerin 1000 kişi kadar olduğunu belirtmektedir. Osmanlı Hükümeti’nin Zeytun tehcirinde rahatlığını gösteren en önemli delillerden biri de, Konya’ya iskân edilen Ermenilere yardım etmek isteyen Amerikan Heyeti’ne 10 Haziran 1915’te iskân mıntıkasına gitme izni vermesidir. Nitekim kısa bir süre sonra İskenderun, Dörtyol, Adana, Haçin (Saimbeyli), Zeytun, Sis (Kozan) gibi yerlerden göç ettirilmesi gereken Ermenilerin Haleb’in güneydoğusu ile Zor ve Urfa havalisine yerleştirilmesi kararlaştırıldı (24 Nisan 1915). Osmanlı hükümeti başlangıçta Zeytun bölgesinden yalnızca isyan eden Ermenileri tehcir etmişti. Fakat 9 Mayıs’ta Zeytun’daki Ermenilerin tamamının göç ettirilmesi emredildi.

Maraş’ta alınan bütün tedbirlere rağmen Ermeni hadiselerinin önü alınamıyordu. Bu defa da tehcir edilmelerine karar verilen Fındıcak/Fındıcık ve Dönüklü köyü Ermenileri kendilerini yeni iskân merkezlerine götürecek olan yirmi kadar jandarmaya silahla karşılık vererek köylerini ateşe verdiler. Zeytun ve Haçin eşkıyası burada toplanmış ve rast geldikleri köyleri yakarak, ahalisini katletmeye başlamışlardı. Bölgede görevli 132. Alay kumandanıyla Maraş Mutasarrıfı Fethi Bey karışıklığı önlemeye çalışıyorlardı (29 Temmuz 1915).

Maraş’ın Fındıcak köyünde toplanan ve burayı tahkim eden 400 kadar Ermeni eşkıya yeni bir isyan başlattı. Eşkıyalar birkaç gün içerisinde çevredeki Müslüman köylerde birçok Müslüman’ın evini yakmış, ondan fazla Müslüman’ı katletmiş ve yaralamıştı. Bu direnişi bastırmak için görevlendirilen 132. Alay ile Ermeniler arasında 1 Ağustos 1915 tarihinde yapılan çatışmada jandarmadan iki şehit ve üç yaralı vardı. Osmanlı hükümeti isyanı bir an önce bitirmek için 132. Alay’a takviye olarak bir nizamiye taburu ile bir cebel takımını Adana Valisi Hakkı Bey’in emrinde bölgeye gönderdi. Valiye verilen emirde eşkıyanın imhası sırasında, Müslümanların işe karıştırılmaması ve devlete bağlı Ermenilerin incitilmemesini hatırlatıldı. Fındıcak’ta meydana gelen bu Ermeni olayları Sivas vilayetinden sevk ve iskân edilecek 4000 haneden fazla Ermeni’nin de artık güvenli olmayan Maraş yoluyla değil Elbistan üzerinden gönderilmelerine sebep oldu (3 Ağustos 1915).

Amerikan Milli Ermeni Savunma Komitesi Başkanı Miran Seraslan ve maiyetinin İngiliz Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği mektupta; Kilikya’ya gönüllü sevk etmek için hazırlık yaptıkları, oradaki Ermenilerin Sis, Haçin, Zeytun, Fırnıs (Maraş’ta köy), Maraş ve Fındıcak’ta isyan bayrağı açarak Toroslar’dan Akdeniz’e kadar bir savaş sahası oluşturacakları, böylece Türklerin Mısır’a doğru ilerlemelerine engel olunabileceği bildirilmekteydi. Osmanlı hükümetinin yabancı devletlerin bütün kışkırtmalarına rağmen Zeytun Ermenilerinin savaş sırasında ülke içinde bir cephe açmalarını önlemiş oldu.

Ermenilerin Urfa İsyanı ve Fahreddin Paşa
19. yüzyılın son çeyreğinden itibaren Urfa ve çevresi Fransız, İtalyan, İspanyol, Alman, İsviçreli ve Amerikan misyonerlerin yoğun faaliyet sahalarından biri haline geldi. Urfa’nın misyonerlerin ilgi odağı olmasındaki en önemli sebeplerden biri şehrin kavmî etnik ve kültür yapısındaki çeşitlilikti. Osmanlı Devleti’nin birçok yerinde olduğu gibi Urfa şehrinde de Türk, Kürt, Arap, Ermeni, Rum, Süryani ve Yahudi unsurlar ile birçok din ve mezhep mensubu yaşamaktaydı. Misyonerler açtıkları okullarda bu yapıya uygun olarak Türkçe, Fransızca, Arapça ve Ermenice olmak üzere dört dilde eğitim yapıyorlardı.

1914 yılına gelindiğinde misyonerler tarafından eğitilen ve desteklenen Ermeniler sistemli bir şekilde, özellikle Halep yoluyla silahlanmışlardı. Bu yıllarda Urfa Sancağı’nda 149.384 Müslüman’a karşılık 18.370 Ermeni ve 1400 kadar da Süryani nüfus bulunuyordu. Urfa Sancağı, asayişin sağlanması ve ordunun harekâtının güvenliğini temin için bulundukları mahallerden çıkarılan Ermenilere iskân mıntıkalarından biri olarak tayin edilmişti. Ancak Urfa Ermenileri Meşrûtiyet’ten bu yana isyan için hazırlanmakta idiler. İsyan için uygun bir zaman beklenirken silah toplanması ve 1894 doğumluların askere alınması sırasında Sason, Zeytun, Haçin ve Diyarbakır bölgelerinden kaçan Ermeni askerler de komitacılara katılınca, 19 Ağustos 1915 Perşembe günü Urfa’ya 7,5 km. uzakta bulunan Germüş (Dağeteği) köyünde ve Urfa’da ilk isyanlar başladı. Bu başkaldırılar üzerine Urfa’da güvenliği sağlamak için halkın elindeki silahların toplanması kararlaştırıldı. Yapılan aramalarda Urfa merkezde 720 tüfek, 406 tabanca, 74 yaralayıcı alet ile 4922 fişek ele geçirildi. Daha sonra Urfa amele taburunun bir bölüğündeki Ermeni askerler ellerindeki kazma küreklerle saldırarak yüzbaşılarını ve bazı Müslüman erlerin bir kısmını şehîd ettiler ve bir kısmını yaraladılar.

Bu sıralarda menzil nakliye kolları, amele taburları, hamal ve inşaat bölüklerinin dörtte üçü Ermeniydi. Bu güne kadar zararlı herhangi bir davranışı görülmeyen Ermeni askerlere artık güvenmek mümkün değildi. Osmanlı Devleti’nde huzur ve adalet içinde yaşarlarken bu son yıllarda bilhassa dış mihrakların kışkırtma ve maddî yardımlarıyla artık hâdiseler vahim neticelere doğru gidiyordu. Meydana gelmesi muhtemel yeni saldırılara karşı 10 Ağustos 1915 tarihinde istenen sekiz yüz tüfekten kalan altı yüz tüfeğin de fişekleriyle birlikte gönderilmesi ve Islahiye’de kırk bölük kadar askerî kuvvetin bulundurulması Başkumandanlık’tan istendi (28 Ağustos 1915).

Bu saldırılardan sonra 29 Eylül 1915 tarihine kadar sükûnet sürmüştür. Aynı gün Tarakçıoğullarının evinde toplanan Tarakçıoğullarından Bedros, Sarkis ve asker kaçağı Yedikardeşoğlu Mıgırdıç ve Sasonlu bir maceracının sebepsiz yere silah atması üzerine, bu evi aramaya giden polis ve jandarmaya ateşle karşılık verilmesiyle Urfa’da isyan başladı. Ermeni mahallesinin hâkim konumu ve evlerin gayet sağlam olması sebebiyle jandarma kuvvetleri asayişi sağlayamıyordu. Çıkan çatışmada altı jandarma yaralandı. Bu yaralılardan biri şehîd oldu.

Ermeni direnişçiler, Müslüman evlerine hücum ederek bazılarını ele geçirmişlerdi. Urfa Mutasarrıf Vekili Nazmi Bey, Başkumandanlığa çektiği şifrede bu isyanın bastırılması için şehirdeki jandarma kuvvetlerinin iki misline çıkarılmasının yetmeyeceğini; bölgeye bir topla birlikte nizamî bir kuvvetin gönderilmesini istedi. Bu arada Ermeniler, Müslümanlardan da 10 kadını daha şehîd etmişlerdi. Urfa Mutasarrıflığı’nın askerî kuvvet istemesi üzerine Başkumandanlık, 4. Ordu Kumandanlığı’na hâdiselerin daha da büyümemesi ve Ermenilerin uzaklaştırılmaları için kuvvet sevkini emretmiştir. Bu sırada jandarmadan iki şehîd, sekiz yaralı ile halktan otuz kadar ölü ve yaralı vardı (5 Ekim 1915).

Düşmanlık eden Ermeni tebaasının bulunduğu Urfa’da durum nazik olduğundan gerekli tedbirlerin derhal ve usulünce alınması için 9 Ekim 1915 tarihinde Fahreddin Paşa görevlendirilmişti. Fahreddin Paşa, Urfa’da dayanıklı binalara sığınan Ermeni eşkıyası üzerine bir piyade taburu, bir süvari bölüğü ve iki sahra topu ile takviye edilmiş bir kuvvetle harekete geçmiştir. 

Bu tarihlerde Halep Amerikan Konsolosu Jackson, Urfa Ermenilerinin tehcir edilmemek için isyan ettiklerini belirttikten sonra mahallelerini tahkim ettiklerini, barikatlar kurduklarını ve diğer mahallelere geçmeye yarayan tüneller kazdıklarını anlatarak, direnmek için her türlü tedbiri aldıklarını iddia etmektedir. Konsolos, Fahreddin Paşa’nın altı bin kişilik birliğine karşı direnen Ermenilerin hepsinin tüfekli hatta mitralyözle donanmış, uzun süre yetecek yiyeceğe sahip olduklarını anlatmaktadır. İsyancıların bir kısmı Ermeni mahallesi civarında bulunan Amerikalı Misyoner Leslee’nin yetimhanesine sığınmıştı.

Bunun üzerine Fahreddin Paşa önce Ermenilere hitaben bir beyanname yayınlayarak, teslim olmalarını istedi. Ama Ermeniler “teslim ol” çağrısına uymadıkları gibi mazgallar açarak savunma vaziyeti almaya devam ettiler. Hal böyle olunca Fahreddin Paşa, Misyoner Leslee’nin yetimhanesine yedi yabancıyı çağırarak Urfa hâdiselerini aynen gördükleri gibi anlatan bir tutanak hazırlatmış ve imzalamalarını istemişse de bunlar tutanağı imzalamamışlardır. Müteakiben Leslee’ye Ermenilerin teslim olması için iki mektup daha gönderilmiştir. Amerikalı Misyoner Leslee ise bir hileye baş vurarak beyaz bir bez üzerine “Çıkmak istiyoruz, fakat bırakmıyorlar” cümlesini yazarak asmıştır.

Ermenilerin bütün çabalara rağmen direnmeye devam etmesi üzerine, âsilere karşı kullanılacak top ateşi esnasında yetimhane ile içindeki yabancıların zarar görmesi ihtimaline karşı Amerikan sefirine bilgi verilmiştir (9 Ekim 1915). Urfa’daki isyanın bir an önce bastırılması son derece önemli idi. 4. Ordu Kumandanlığı’na gönderilen 12 Ekim 1915 tarihli emirde şu maddeler öne çıkmaktadır:

1- İsyan eden Ermeniler bir an önce yola getirilmelidir.
2- İsyanın bastırılması, benzerlerine tesirli bir ders olması bakımından da önemlidir.
3- Gereken tedbirlerin tam vaktinde ve gereği gibi alınması mecburidir.
4- Halen Urfa’da bulunan kuvvetler bir an evvel yerlerine gönderilmelidir. Bunun için isyanın hemen bastırılması lüzumlu ve önemlidir.

Bu emir üzerine Fahreddin Paşa, emrindeki kuvvetlerle evvela Ermeni mahallelerinin ön kısımlarını ele geçirmiş ve sığındıkları yerlerden bütün ikazlara rağmen çıkmayarak direnmeye devam eden Ermenileri top ateşiyle teslim olmak zorunda bırakmıştır. Ancak kısa bir müddet sonra Ermeni çetelerinin elebaşları yine bir kolayını bularak başka bölgelere kaçmış ve isyan ve katliam faaliyetlerine devam etmiştir.

Urfa isyanının propaganda malzemesi yapılmasını önlemek amacıyla üç gün sonra Başkumandanlık tarafından İtilâf Devletleri ile yabancı vatandaş ve kurumlara hiçbir zarar verilmediği, elçiliklere ve basına duyurularak gerekli bilgilendirme yapılmıştır. 

Âsilerin çok sağlam binalara sığınmış olmaları, onlara karşı top ateşi kullanmayı zaruri kılmış ve isyanın bastırılmasını geciktirmişti. Âsilerden, yüz yirmiyi aşkın mavzer ve martin tüfek ile yüzü aşkın revolver tabanca ele geçirilmişti.

Asker, jandarma ve ahaliden yaklaşık yirmi şehîd ve elli kadar yaralı vardı. Diğer taraftan Osmanlı hükümeti, Urfa’da isyanın başından beri üç yüz kırk dokuz Ermeni âsinin öldüğünü bildirmektedir. Sağ olarak ele geçen direnişçiler Divan-ı Harb-i Örfîlere sevk edilmiş, iki bin Urfa Ermenisi güvenlik içinde Musul’a göç ettirilmiştir.

İsyanın bastırılmasından sonra Urfa Amerikan Yetimhanesi Müdürü Leslee ile yabancı uyruklu kişiler güvenlik kuvvetlerine teslim olmuş ve koruma altına alınmıştır. Fakat bir süre sonra isyanın elebaşlarından biri olduğu anlaşılan Mr. Leslee bir not bırakarak intihar etmiştir. Misyoner Leslee’nin intihar etmeden önce bıraktığı not kısaca şöyledir: “Benim Urfa’daki eylemlerimden hiç kimse sorumlu değildir. Özellikle Kunzler ve Echart aileleri de sorumlu değildir. Bunlar yapmış olduğum hiçbir şeye karışmamışlardır. İçtiğimi önceki misyonerhâneden getirdim. Ermeni ihtilaline katılmadım. Fakat ihtilal beni de sürükledi.”

Misyoner Leslee’nin mektubu isyanda rolü olan Kunzler ve Echart’ı korumaya yöneliktir. Urfa’daki Ermeni isyanında yabancı devletlerin rolünün bulunduğu ortada idi. Bu tarihte şehirde beş yüz yirmi dokuz İtilâf Devleti vatandaşının bulunması ve isyanda kullanılan silahlar da bu ihtimali güçlendirmektedir. Bu şartlar altında Ermenilerin isyanlarına destek veren Alman Misyoner Dr. Kunzler’in, daha sonra yazdığı eserinde belki suçluluk psikolojisiyle Fahreddin Paşa’yı ve Türk kuvvetlerini suçlaması ne derece doğrudur? Dr. Kunzler anılarında hızını alamayarak Fahreddin Paşa’nın kurmay başkanı Kont Eberhard Woltskeel adlı soydaşını Ermenilere hain dediği için suçlamaktan geri durmamaktadır. Nitekim bu yıllarda Urfa’da bulunan Alman Doğu Misyonu’na bağlı olarak çalışan Jacob Kunzler ve Franz Echart da Urfa isyanını bastıran Fahreddin Paşa hakkında burada yazmaya bile gerek duymadığımız ve asılsız iddialarda bulunmaktadırlar. 

Ermeni isyanından önce Urfa gibi Antep de tehcir uygulaması dışında bırakılmıştı. Van başta olmak üzere bazı Doğu vilayetlerinden gelecek Ermenilerin buraya iskânı düşünülmüştü. 1914 Osmanlı nüfus istatistiklerine göre Antep’te kazalar hariç 14.466 Gregoryen, 393 Katolik ve 4635 Protestan olmak üzere 19.494 Ermeni yaşıyordu. Müslümanların sayısı 90.000 kadardı. Buraya çok yakın olan Zeytun ve Urfa’da İtilâf Devletleri’nin desteğiyle çıkan Ermeni isyanları, Antep halkını da kötü yönde etkilemiştir. Antepliler, yaşananlardan büyük tedirginlik duymasına rağmen Ermenilerle Müslümanlar arasında herhangi bir çatışma meydana gelmemişti. Bazı Ermeni ve Halep Amerikan konsolosluk kaynakları şehirde Ermenilerle Müslümanlar arasında çatışmaların olmamasını Fahreddin Paşa’nın dirayet ve gayretine bağlamıştır. Çünkü Fahreddin Paşa, Hıristiyanların da hazır bulunduğu bir toplantıda Müslümanları da ikaz etmiş, herkesin birbirine karşı hak ve hukuka saygılı olmasını tembihlemişti. Ayrıca Fahreddin Paşa şehirde tek bir Hıristiyan öldürüldüğü takdirde, buna cüret edeni öz kardeşi bile olsa asacağını açıklamıştı. Fahreddin Paşa, şehirdeki gerginliği azaltmak için gayrimüslim ileri gelenleri ile sürekli haberleşme ve işbirliği içerisinde olmuş, Antep Koleji’ni ziyaret ederek himayesine almış, şehirde huzur ve asayişi sağlamıştı.

Musa Dağ Vakası ve Fahreddin Paşa’nın Raporu
Musa Dağ, Hatay’a bağlı Samandağ (Süveydiye) İlçesi’nden geçen Asi Nehri’nin Akdeniz’e karıştığı Amanos Dağları eteklerinde bin metre yüksekliğinde büyük sivri kayalık ve çalılarla kaplı bir dağdır. Bu dağın dünya çapında meşhur olması, Ermenilerin burada yaptıkları isyanı anlatan ve daha sonra sinemaya da aktarılan, Franz Werfel’in “Musa Dağ’da Kırk Gün” adlı romanı ile olmuştur. Yanlış olarak bir tarih kitabı veya belgesel olarak algılanan roman ve film, Batı’da Türk aleyhtarı bir kamuoyunun oluşmasında hayli tesirli olmuştur.

Bu roman ve film projesi daha o yıllarda Almanya, Türkiye ve ABD açısından bazı siyasî ve diplomatik gelişmelere sebep olmuştur. Biz burada 1933’te yayınlanmasından itibaren dünya kamuoyunu Türkler aleyhine etkileyen romanın dayandığı Musa Dağ Ermeni hâdiselerine kısaca temas edeceğiz.

Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasından sonra İskenderun ve Halep bölgesini işgal imkânı arayan başta Fransa olmak üzere İtilâf Devletleri İskenderun şehrini altı defa denizden bombalamakla kalmayarak Doğu Akdeniz’i de denizden abluka altına almışlardı. Yapmak istedikleri çıkarmayı kolaylaştırmak için bölgenin Hıristiyan halkını ayaklandırmaya çalışıyorlardı.
Yine bir Ermeni araştırmacı tarafından yapılan çalışmaya göre 14 Eylül 1915 tarihine kadar Fransız savaş gemileri tarafından Port Said’e getirilen Musa Dağlılar 4.088 kişidir. Bu bilgilere rağmen hâlâ Musa Dağ Ermenilerinin devlet tarafından planlı yok edildiği propagandasını yapmanın ne kadar büyük bir yanlış olduğu ortaya çıkmaktadır. Aynı gazetenin iddiasına göre Musa Dağ’da Osmanlı güvenlik kuvvetlerine direnen 5.000 kişiden 951’i ölmüştü. Bu rakamın da gerçeği yansıtmadığı rakamların tutarsızlığından anlaşılmaktadır. Mavi Kitap’ta ise Musa Dağı Ermenilerinin sayısı hakkında 4.058 ilâ 4.200 arasında çelişkili rakamlar verilmektedir.

21 Ekim 1915 tarihinde Egyptian Gazetesi bu haberi direnişçilerden aldığı bilgiye dayanarak şöyle vermektedir: “Tepe eteğindeki köylerimizi savunmanın imkânsız olduğunu düşünerek alabildiğimiz kadar yiyecek ve malzeme ile üç saat mesafedeki Musa Dağ’ın Damlacık denilen tepelerine çekildik. Altı Ermeni köyü olarak toplam 5.000 kişi idik. Hayatta kalanlar, 4 yaşının altındaki bebek ve çocuklar 413, 4-14 yaş arası kızlar 505, 4-14 yaş arası oğlanlar 606, 14 yaş üstü kadınlar 1.449, 14 yaş ve üzeri erkekler 1.076 olmak üzere toplam 4.049 kişidir”.

Amerika’da çıkan Outlook gazetesinin 1 Aralık 1915 tarihli sayısında Zeytun ve Musa Dağ isyanları hakkında bilgi veren Papaz Dikran Andreasyan ise Musa Dağ isyanının 1915 yılı baharında Osmanlı Devleti’nin 6.000 kadar askerini kasabanın yakınındaki kışlalara yerleştirmesi ve Ermeni manastırının boşaltılmasını istemeyen Ermenilerin askerlere direnmesiyle başladığını iddia etmektedir. Bu ifadeler, Ermenilerin isyan çıkarmak için suni sebepler aradıklarını göstermektedir.
Papaz Dikran’ın daha sonra anlattıkları da bu tespiti doğrulamaktadır. Çünkü İskenderun gibi düşman askerlerinin çıkarma yapması ihtimali bulunan bir yerdeki kışlaya hükümetin asker yerleştirmesi çok normal bir harekettir. Bölgede Osmanlı vatandaşı olarak yaşayan Ermenilerin kendi güvenliklerini sağlamaya da yönelik bu teşebbüsten aslında memnunluk duymaları gerekirdi. Papaz Dikran, bu direnişten sonra hükümetin 13 Temmuz 1915 tarihinde tehcir kararı aldığını ve bu karara uymak istemeyen altı Ermeni köyünün direnmek üzere Musa Dağ’a çıktıklarını belirtmektedir. Samandağ Ermenilerinin isyanlarında, İtilâf Devletleri’nin Çanakkale’de başarılı olacağı ümidi de etkili olmuştur.

İsyan eden Ermeniler yanlarına uzun süre yetecek yiyecek, içecek ve hayvan sürülerini de almışlardı. Musa Dağ’ın Damlacık mevkiine çıkan 5.000 kadar Ermeni siperler kazarak ve dağa çıkan önemli geçitleri tutarak muhkem bir savunma hattı kurmuşlardı. Ermenilerin ellerinde 120 adet son model tüfek, av tüfekleri, filinta tüfekler ve süvari tüfekleri bulunuyordu.

21 Temmuz’da Ermeniler ile Türk kuvvetleri arasında çatışmalar başladı. Bu çatışmalarda sayıca güvenlik kuvvetlerinden çok olan Ermeniler 200’den fazla askeri şehit ettiler. Kırk gün kadar devam eden direnişlerinden sonra Ermeniler, yiyecek ve cephanelerinin azalması üzerine Halep’teki Amerikan Konsolosu Mr. Jakson’a ve İskenderun kıyılarında bulunan İngiliz, Fransız, Rus ve İtalyan savaş gemilerine haber göndererek onlardan Hıristiyanlık adına kendilerini Kıbrıs’a götürmelerini, bu mümkün olmazsa yeterli silah ve cephane göndermelerini istediler. Alacakları silahlarla Türklerle savaşmaya devam ederek İtilâf Devletleri’ne yardımcı olacaklarını da söylemekten geri kalmadılar (2 Eylül 1915).

Papaz Dikran Andreasyan, direnişlerinin elli üçüncü günü Türk güvenlik kuvvetlerinin çatışmayı keserek Ermenilere teslim çağrısı yaptıkları bir sırada Guichen (Goşin) adlı bir Fransız savaş gemisinin yardımıyla Jeanne D’arc (Jandark), Desaix kruvazörü, dört Fransız ve bir de İngiliz kruvazörü ile 14 Eylül 1915 tarihinde Port Said Limanı’na rahat bir şekilde nakledildiklerini anlatmaktadır. Bu kadar çok Ermeni’nin Kıbrıs’a gönderilmesi kabul edilmeyince Fransız muhripleriyle İskenderiye’ye nakline karar verildi.

Musa Dağ Ermenileri Süveyş Kanalı’nın Asya tarafında Lazaret toplama kampına yerleştirildiler. 4. Ordu Kumandanı ve Bahriye Nazırı’nın Kudüs’ten Başkumandanlık Vekâleti’ne gönderdiği 14 Eylül 1915 tarihli şifreli yazıda bu hâdise şöyle anlatılmaktadır:

“Musa Dağ’da direnen Süveydiye Ermenileri büyük ihtimalle aldıkları davet üzerine Viktor Hugo, Hanri Fastersin, Lui ve isimleri anlaşılamayan diğer üç Fransız harp gemisinde toplanmışlar. Âsilere karşı 41. Fırka’nın iki alayı ile bir cebel takımı sevk edilmiştir. Viktor Hugo ve Dördüncü Hanri gemileri Kabaklı (Mevaklı) civarındaki kıtaların ordugâhını da bombardıman ederek asker ve ahaliden 8 şehîd, 2 yaralı ve 20 hayvanın telef olmasına sebep olmuştur. 30 Ağustos 1331 (12 Eylül 1915) gecesi âsilerin saklandıkları Damlat’a gelen müfreze hiçbir âsiye rastlayamamıştır. Bunların gece yarısı düşman gemilerine gittikleri anlaşılmıştır.”

“Fransız filosuna karşı ordugâhın gizlenmesine ehemmiyet vermeyerek boş yere kayıp verdirenlerle, Ermenilerin kaçmasına sebep olanları şiddetli cezalandırmak için Fahreddin Paşa, Bahriye Nâzırı’nın emri üzerine derhal oraya gitti. Bundan sonra İskenderun ve Antakya’daki Ermenilerin tehciri hızlandırıldı.”

Fahreddin Paşa, Birinci Dünya Savaşı sırasında ortaya çıkan bu hadiseleri ve kendi ilgisini, yukarıda adı geçen romanın yayınlanmasından sonra şöyle anlatmaktadır:

“Birinci Dünya Harbi sırasında İtilâf Devletleri’nin İskenderun kıyılarına bir çıkarma yapacağı sözleri etrafa yayılınca Samandağ bucağına bağlı yedi Ermeni köyü halkı hükümete olan vergi borçlarını ödememişler, Osmanlı Silahlı Kuvvetleri’nin ihtiyacı için gereken yardımı yapmamışlar ve isyan etmişlerdir. Bu isyanın hemen bastırılması için askerî kuvvetlere ihtiyaç duyulmuş, bunun üzerine bir jandarma alayı bölgeye gönderilmiştir. Daha sonra da 4. Ordu Kumandanlığı tarafından bu bölgelerde yaşayan Ermenilerin başka yerlere göç ettirilmesi Başkumandanlığa tavsiye edilmiştir. 

Başkumandanlıktan alınan yetkiye göre âsilere göç için yedi günlük bir süre verilmiş, fakat âsiler bu sürenin sonunda göç etmeyerek Musa Dağ’a çıkmışlardır. Bunun üzerine hükümet, emirlere uymaları için âsilere memurlar göndermişse de Ermeniler bunları dinlememiş ve silahla karşı koymuşlardır. Başka bir çıkar yol bulamayan bölge kumandanı Albay Galip jandarma alayıyla Musa Dağ’a inen yolları kontrol altına aldırmış ve bizzat kendisi Musa Dağı’na çıkarak son bir defa daha isyancılarla konuşmak istemişse de, dağ üzerinde hiç bir kimsenin kalmadığını görmüştür. Yapılan incelemede, Ermenilerin denize doğru inen bir yamaçtan Akdeniz’e indikleri anlaşılmıştır. İzleri takip ederek deniz kıyısına kadar inen Albay Galip, burada 20-30 kadar hayvan ölüsüyle karşılaşmıştır. Yapılan araştırmada İskenderun kıyılarını gözetleyen bir Fransız harp gemisinin Musa Dağı’ndan verilen işaret üzerine kıyıya bir sandal göndererek buradaki Ermeni çete başlarını ve diğer isyancıları gemiye taşıdıkları anlaşılmıştır. Bu konu Fransız hükümetinden sorularak, doğruluğu öğrenilebilir. Daha sonra Musa Dağı’nda yapılan araştırmalarda, hiçbir insan cesedine rastlanmadığı gibi, yaralı veya hasta bir kimse de bulunamamıştır. Bu bakımdan Yahudi asıllı Werfel tarafından yazılan ve bütün dillere çevrilerek dağıtılan bu kitabın konusunun tamamen hayalî ve uydurma olduğu, Türkler aleyhinde kamuoyunu yanıltmak için bir propaganda niteliği taşıdığı sonucuna varılmıştır.”

Görüldüğü gibi, bir Türk askeri olarak Fahreddin Paşa, bölgesi Suriye’de, Adana, Urfa, Zeytun (Süleymanlı) ve Haçin (Saimbeyli) Ermeni isyanlarının bastırılmasında önemli bir rol oynamıştır. Yaptığı başarılı çalışmalardan dolayı Fahreddin Paşa Başkumandanlık Vekâleti tarafından 27 Eylül 1915’de muharebe gümüş madalyası ile taltif edilmiştir.

Devlete isyan ederek asayişi bozan ve masum insanları katleden Ermenilerin isyanlarını bastırmış olması dolayısıyla İngiliz casusu Lawrence ve Fransız subayı Bremond tarafından haksız yere Ermeni düşmanı olarak suçlanmıştır. Ermeniler hakkında sadece vatanperver ve vazifeşinas bir Osmanlı subayı olarak hizmet eden Fahreddin Paşa yalnız suçlanmakla kalmamış, Ermeni Komita Merkezi tarafından kara listeye alınarak öldürülmesine karar verilmiştir. Ancak Ermeniler bu kararlarını uygulama imkânı bulamamışlardır.

Çarpıtılan Tarihî Gerçekler
Fahreddin Paşa’nın içinde bulunduğu hâdiseler incelendiğinde, tehcir uygulaması dışında bulunan Güneydoğu ve Çukurova Ermenilerinin Osmanlı Devleti’ne isyan etmek amacıyla uzun bir süredir hazırlık içinde oldukları anlaşılmaktadır. Devlet görevlileri Ermeni isyanlarını yatıştırmak için elinden geleni yapmıştır. Fakat bütün bu iyi niyetlere Ermeni direnişçiler tarafından ateşle karşılık verilmiştir. Bununla da kalınmayarak isyanların bastırılması, Türklerin Ermenileri katli şeklinde duyurulmuştur.

Fahreddin Paşa’nın sorumluluk sahasında meydana gelen Ermeni isyanlarında İtilaf Devletleri ve misyonerlerin önemli rolü olmuştur. Ermeniler hem bölgedeki misyonerler, hem de İtilaf Devletleri tarafından kışkırtılmış ve silahlandırılmıştır. Ermenilerin direnme imkânı kalmadığında ise Musa Dağ’da olduğu gibi Hıristiyan kardeşlik ve menfaatleri adına direnişçiler İtilaf Devletleri tarafından kurtarılmışlardır. Musa Dağ’da Ermeniler çok az kayıp vermelerine rağmen isyan eden herkesin öldürüldüğünü öne sürecek kadar gerçek dışı açıklamalarda bulunmuşlardır.

Bu hadiselerin ortak özelliği, mecburî göç sahası dışında olmalarına rağmen Ermenilerin isyan etmiş olmasıdır. Dolayısıyla bu isyanların tehcir edilme korkusuyla meydana geldiği iddia edilemez. Hatta bu bölge diğer yerlerden tehcir edilen Ermenilerin iskân mıntıkası olarak seçilmişti. Bu isyanlar hakkında batılı konsolos, görevli ve misyonerlerin verdiği bilgilerin çoğu taraflı, çelişkili ve yanlıştır. Urfa isyanında Alman Misyoner Kunzler, Fahreddin Paşa’yı sebepsiz yere Ermenileri öldürtmekle suçlarken, bazı Ermeni ve Halep Amerikan konsolosluk kaynaklarının Antep’te barış ve huzurun onun sayesinde sağlandığını belirtmesi bu tezada güzel bir örnektir.

Bu çalışmada tekrar görülmüştür ki tarih; onu yaşayanın veya gerçeğin değil, yazanın, hatırlayanın, anlatanın, yansıtanın, canlı tutanın ve sahip çıkanın arzu ettiği tarzda şekillenmektedir. Türk-Ermeni ilişkilerindeki kırılmada yaşananların sonuçlarından çok sebeplerini anlamaya yönelik çabalar öğretici ve yararlı olacaktır. Bütün bu vakalar olduğu şekliyle ve tarafların hepsinin ifadesiyle incelendiğinde gerçeğe yakın bir resmin ortaya çıkması; düşmanlık ve nefreti sürdürme yerine birbirini anlama, analiz ve sentez etme gibi yararlı bir yola dönüştürülebilir. Son söz olarak görevini titizlikle yapmaktan başka bir maksadı olmayan Fahreddin Paşa’yı Ermeni kasabı ve vatanını korumaktan başka bir gaye gütmeyen milletimizi soykırımla suçlamak büyük bir haksızlık, yanlışlık ve gerçeği saptırmadır. 

Doğu Lejyonu
Fransızlar, Musa Dağı’ndan götürdükleri ve silahlandırdıkları 4000 kadar Ermeni’yi Türklere karşı kullanmak amacıyla 15 Kasım 1916’da Doğu Lejyonu’nu (bu birliğin adı 1918’de Ermeni Lejyonu oldu) kurma kararı aldı. Bu lejyonun kurulmasında büyük payı olan Fransız Albay Bremond kendi Dışişleri Bakanlığı’na verdiği raporda; “Musa Dağı’ndan getirdiğimiz Ermeniler için size daha önce de yazmıştım. Bunların kamp masraflarını -ayda 30.000 Frank’ın üzerinde- savaş sonunda nasıl olsa İngiltere’ye ödemek zorundayız. Hiçbir teşebbüste bulunmazsak, üstelik parasını cebimizden ödeyerek, bu Ermenilerin İngilizleşmelerine, Amerikanlaşmalarına veya Ermenileşmelerine imkân vermiş olacağız. Bunun için de, şimdiye kadar olan davranışlarımızdan derhal vazgeçip tam bir geriye dönüş yapmamız lâzımdır. Bugün süratle davranırsak bu Ermeniler her istediğimizi yapacaklardır. Bunun temini için de başlarına bir Fransız subayını kumandan tayin etmemiz ve bu subayı da doğruca Paris’e bağlamamız gereklidir. Böylece elimizin altında güvenebileceğimiz bir güç bulunacaktır. Unutmayalım ki aksi bir davranış ile bu Ermenileri kaybedeceğiz ve üstelik bunlardan faydalanacak olan İngiltere’ye de para ödeyeceğiz.” (Erdal İlter, Türkiye’de Sosyalist Ermeniler ve Silahlanma Faaliyetleri (1890-1923), İstanbul 1995, s.100-101).

Ermeni Lejyonu, her biri 200 kişi olan altı bölükten kuruldu. 160 Suriyeli gönüllüden de bir bölük teşkil edildi. Bu birliklerin en iyileri Osmanlı ordusunda asker olan Ermeniler ve Musa Dağı Ermenileri idi. Bu lejyondaki Ermeniler Kıbrıs’ta Magosa’nın Boğaztepe Ermeni Lejyoner askerî kampında eğitildiler. Ermenilerden oluşturulan üç taburluk bu lejyon kuvveti 1919 ve sonrası Fransa adına Antep, Maraş, Adana ve Urfa bölgesinde Türk İstiklâl Mücadelesine karşı savaşmıştır.

Kaynaklar: BOA, Dâhiliye Nezâreti Şifre Kalemi, nr. 54-A/220; İrâde, Taltifat 21 Zilkade 1333/36; Naci Kâşif Kıcıman, Medine Müdafaası, İstanbul 1971; Feridun Kandemir, Peygamberimiz Gölgesinde Son Türkler Medine Müdafaası, İstanbul 1974; Şevket Süreyya Aydemir, Makedonya’dan Orta Asya’ya Enver Paşa, III, İstanbul 1972; İsmet Görgülü, On Yıllık Harbin Kadrosu, Ankara 1993; Cemal Paşa, Hatıralar, Haz. Behçet Cemal, İstanbul 1977; Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi IV.Cilt I. Kısım: Sina-Filistin Cephesi, Genel Kurmay Basımevi, Ankara 1979; Mekki Şebike, El-Arab ve’s-Siyasetü’l-Britaniyye Fi’l-Harbi’l-Âlemiyye El-Ûlâ, Beyrut (Lübnan) 1971; İhsan Sabis, Harb Hatıralarım, I, Ankara 1943, s. 171; Esat Uras, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, Ankara 1950; Mehmet Hocaoğlu, Tarihte Ermeni Mezalimi ve Ermeniler, İstanbul 1976; Kâmurân Gürün, Ermeni Dosyası, Ankara 1983; Cevdet Küçük, Ormanlı Diplomasisinde Ermeni Meselesinin Ortaya Çıkışı, (1878-1897), İstanbul 1984; Ermeni Komitelerinin Amâl ve Harekât-ı İhtilâliyesi, Haz. Cengiz Erdoğan Ankara 1984; Azmi Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, Ankara 1990; Kemal Çiçek, Ermenilerin Zorunlu Göçü (1915-1917), Ankara 2005; Talat Paşa’nın Anıları, Haz. Alpay Kabacalı, İstanbul 1994; Arnold J. Toynbee, James Bryce, Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermenilere Yönelik Muamele 1915-1916, II, Çev. Atilla Tuygan-Jülide Değirmenciler, İstanbul 2006; Ergünöz Akçora, “Talat Paşa’nın 1915 Urfa İsyanı Hakkındaki Raporu”, XI. Türk Tarih Kongresi (Eylül1990), Ankara 1994, s. 1785; Arşiv Belgeleriyle Ermeni Faaliyetleri (1914-1918), I, Ankara 2005; Askeri Tarih Belgeleri Dergisi, sayı 81 (Aralık 1982), nr. 1820, nr. 1823, nr. 1824, nr. 1836, nr. 1837, nr. 1840, nr. 1841, nr. 1842, nr. 1843, nr. 2020; sayı 83 (Mart 1983), nr. 1922; sayı 85 (Ekim 1985), nr. 2017, nr. 2020; sayı 86 (Nisan 1987 ), nr. 2048, nr. 2053, nr. 2057, nr. 2058; Hans-Lukas Keiser, Iskalanmış Barış Doğu Vilayetlerinde Misyonerlik Etnik Kimlik ve Devlet 1839-1938, Çev. Atilla Dirim, İstanbul 2005; a.g.mlf., “Bir Misyoner Hastanesinin Çevresindeki Küçük Dünya: Urfa, 1897-1922”, Falih Rıfkı (Atay), “Hicaz’daki Son Türk”, Büyük Mecmua, Sayı l (6 Mart 1919), s. 4; Yenigün, 30 Teşrin-i Sani 1918; Halil Aytekin Kıbrıs’ta Monarga (Boğaztepe) Ermeni Lejyoner Kampı, Ankara 2000; Edmond Brémond, Le Hedjaz Dans La Guerre Mondiale, Paris 1931; Thomas Edwards Lawrence, Seven Pillars of The Wisdom, London 1983, Türkçe terc.: Bilgeliğin Yedi Direği: Bir Casusun Anıları, Çev. Yusuf Kaplan, İstanbul 1991; Kâzım Karabekir, İstiklal Harbimiz, İstanbul 1988; Erich Feigle, “Franz Werfel And The Forty Days Of Musa Dagh: A Bestseller Serves As A Fake Bıble”, Ermeni Araştırmaları Dergisi, Sayı 4 (Şubat 2001), s. 155-156, 243-254; Guenter Lewy, The Armenian Massacres in Ottoman Turkey, Salt Lake City 2005; Sedat Laçiner-Şenol Kantarcı, Ararat Sanatsal Ermeni Propagandası, Ankara 2002.


Prof.Dr.Süleyman Beyoğlu
(Yedikıta Dergisi, Sayı 39, Kasım 2011)