Azerbaycan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Azerbaycan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Mart 2019 Salı

1914 -2014 YÜZYILIN HİKAYESİ - TÜRK KAFKAS İSLAM ORDUSU VE KAFKASLARDA ERMENİ KATLİAMLARI. BÖLÜM 2

1914 -2014 YÜZYILIN HİKAYESİ - TÜRK KAFKAS İSLAM ORDUSU VE KAFKASLARDA ERMENİ KATLİAMLARI. BÖLÜM 2


İSYANCI ERMENİLERİN ÖRGÜTLENMESİ 

İkinci Viyana bozgunundan sonra Osmanlı duraklama sürecine girince, batılı emperyalistler devletimizi yıkmak için planlar hazırlayıp iç işlerimize karışmaya başladılar. Azınlıkları, Osmanlı’ya karşı ayaklandırmak için çeşitli çalışmalar yaptılar. 
Başta dönemin Rusya yöneticileri olmak üzere İngiltere, Fransa ve ABD’nin yetkilileri, konsoloslukları vasıtasıyla açtıkları misyoner okulları ve yönlendirdikleri kiliselerde Ermeniler arasında milliyetçilik ve ayrılık fikirlerinin gelişmesini sağladılar. Bu faaliyetlere 1860 yılından itibaren emperyalistlerin güdümündeki yurt içi ve dışında kurulan Ermeni dernekleri de dâhil oldu. Bu tür 
Ermeni okulları, kiliseleri ve dernekleri, ihtilalci fikirlerin aşılandığı en önemli merkezler haline geldi. Tüm bunların sonucu emperyalistlerin kandırdığı ayrılıkçı Ermeni grupları oluştu. 

1877’de Rusya’dan İsviçre’ye tahsile yollanan bir grup Ermeni genç Hınçak Partisini kurdular. Amaçları Osmanlı Ermenilerini kurtarmaktı. Hâlbuki Rusya’daki Ermeniler çok daha zor durumdaydılar. 

1877-1878 Osmanlı Rus Harbinde Rus ordusu İstanbul kapılarına kadar dayandı. Ermeni Patriği Nerses, Ruslardan “İstanbul’u almalarını” talep etti. Ermeniler, Rusya'dan, "işgal ettiği Doğu Anadolu topraklarından çekilmemesini, bölgeye özerklik verilmesini veya Ermeniler lehine ıslahat yapılmasını" istediler. Yapılan Ayastafanos (Yeşilköy) anlaşmasıyla Osmanlı, Ruslara Kars’ı ve Ardahan’ı bırakmayı ve savaş tazminatı ödemeyi kabul etti. Daha sonra 13.7.1878 tarihinde toplanan Berlin Konferansında Osmanlının Ayastafanos anlaşmasıyla verdiği tavizlerin bazıları hafifletildi. Buna karşılık “Ruslara, Osmanlı 
İmparatorluğundaki Hıristiyanların korunması yetkisi verilmesi” ve “Doğu Anadolu'da Ermeni azınlığının olduğu bölgelerde ıslahat yapması” kararları alındı. Osmanlı Devleti'nin içişlerine müdahalede en önemli unsuru teşkil edecek bu kararlar, Tanzimat ve Islahat fermanlarıyla azınlıklara tanınan haklar, ayrılıkçı Ermenileri iyice şımarttı. 

1880 yılında Hınçak Partisini yeterli sertlikte görmeyen üç Rus Ermeni genci, bu kez Tiflis’te İhtilâlcı Ermeni Partisi, “Taşnak”ı kurdular. Onlar da bahane olarak ezilen Rusya’daki Ermenileri değil de, Türk Ermenilerini kurtaracaklardı. Aynı tarihlerde İngiliz Başbakanı Gladstone avam kamarasında “Konuşmaya değmez Türk, ölümü hak etmiştir” diye bağırıyordu. 

Osmanlı Devletinde yaşayan ayrılıkçı Ermenilere ait Adana, Van ve Muş’ta ki dernekler 1880 yılında bir araya gelerek Ermenilerin Birleşik Derneği’ni oluşturdular. Bu dönemde ve daha sonraları kurulan ayrılıkçı derneklerin amaçları arasında “gerekli yerlerde isyanlar çıkartmak ve gençleri silahlandırmak” dahi vardı. Nitekim Erzurum'da 1881'de kurulan “Müdâfi Vatandaşlar Derneği” çeteler kurdu, dört yüzden fazla usta çeteci yetiştirip komutanlar atadı, bunları düzenli silahlı eğitime tabi tuttu, silâh ve cephane 
depoları kurdu. 

Bu ve benzeri dernekler zamanla dış yardım ve kışkırtmalarla, Ermenileri devlete karşı ayaklandıran Hınçak ve Taşnaksutyun komiteleri haline geldiler. Bunlardan İsviçre'de Kafkasyalı Ermeniler tarafından 1887'de kurulan Hınçak Komitesi, 
Sosyalizmi benimsemişti. Amacı Türkiye Ermenistan’ını kurmak, daha sonra Rusya ve İran Ermenistanlarıyla birleştirerek bağımsız bir Ermenistan yaratmaktı. 1890'da Kafkasya'da kurulan Taşnaksutyun Komitesi (Ermeni İhtilâl Cemiyetleri Birliği) ise ideoloji olarak Nasyonal-sosyalizmi benimsemişti. Amacı Ermeni örgütlerini birleştirmek, Türkiye'ye geçen çetelere yardım etmek, 
isyanlar çıkartmak suretiyle Türkiye Ermenistan’ı için siyasî ve iktisadi özgürlük elde etmekti. Bu Komitenin örgütüne verdiği emir şu idi: "Türkü, Kürdü her yerde, her türlü koşullar altında vur! Mürtecileri, ahdinden dönenleri, Ermeni hafiyelerini, hainleri öldür, intikam al!". 

Bu komiteler Osmanlı Devleti’nin zayıf zamanlarında çeşitli isyanlar çıkartarak yabancı devletlerin müdahalesini beklediler. 

Böylece “Balkan ülkeleri gibi bağımsızlıklarını kazanacaklarını, müstakil bir Ermenistan kuracaklarını” umuyorlardı. Her ne kadar nüfus içerisinde çoğunluğu teşkil etmemiş olsalar da (Ek-1) Anadolu toprakları üzerinde hak iddia etmeye, Osmanlı idarecilerine suikast teşebbüslerinden masum Müslüman halkın katledilmesine kadar geniş bir yelpazede cereyan eden teröre ve şiddete başladılar. Buna rağmen, Batı kamuoyunda taraftar buldular, Türk halkının "masum Ermeni halkının katlinden sorumlu barbarlar" olarak nitelendirilmesini sağladılar. Batılı emperyalistler her şartta destekçileri oldu. 

ERMENİ İSYANLARI 1908 Öncesi Ayaklanmalar 

İsyancı Ermenilerin Doğu Anadolu üzerindeki talepleri 1870'lerden sonra Osmanlı Devleti için siyasi bir sorun olmuştu. Bu bölgedeki Ermeni komiteleri önce Ermeni halkı üzerinde baskı kurdular. Zenginlerinden ağır tehditlerle büyük paralar sızdırdılar. Cyrus Hamlin 23.8.1895 tarihli New York Times gazetesinde “İhtilalci Ermenilerin istenilen parayı vermeyen kendi 
soydaşlarını da öldürdüklerini” yazıyordu. Bu suretle toplum terörize edildi; komitenin emirlerini dinlemeyen, tebaası olduğu Devletine sadık yüzlerce Ermeni’yi öldürdüler. Ermeni halkının büyük bir kısmını -tehdit, şantaj ve ham hayallerle- amaçları için kullanılacak konuma getirdiler. Ortamı amaçları için uygun hale getirdikten sonra, devlete karşı ayaklanmaya, bölgelerindeki 
Müslüman Türk ve özellikle aşiret köylerini basıp yağmalamaya, ahaliyi göçe mecbur bırakarak bölgeyi Müslümanlardan boşaltmaya yönelik akıl almaz işkencelerle öldürmelere başladılar. 

İsyancı Ermenilerin 1908 öncesi çıkardığı bazı önemli ayaklanmalar sırasıyla: 

. Sivas ayaklanması (11 Ekim 1881), 
. Erzurum olayı (20 Haziran 1890), 
. İstanbul'da Kumkapı ayaklanması (15 Temmuz 1890), 
. Yozgat olayı (Ekim 1893), 
. Tokat olayı (Ağustos 1894), 
. Birinci Sason isyanı (Haziran 1893 - Ağustos 1894), 
. İstanbul'da Bâb-ı Âli baskını (18 Eylül 1895), 
. 1892 - 1896 ayaklanmaları (Geyve, Yozgat, Kayseri, Develi, Diyarbakır, Siverek, Harput, Malatya, Arapgir, Adıyaman, 
   Maraş, Urfa, Antep, Sivas, Niksar, Divriği, Merzifon, Amasya, Trabzon, Gümüşhane, Bitlis, Muş, Erzincan, Bayburt, 
   Erzurum ve Hınıs ayaklanmaları), 
. Adana olayları (Ekim 1895 - Mart 1896), 
. Zeytun isyanları (Temmuz 1895 - Ocak 1896), 
. Van isyanları (Ekim 1895 - Ekim 1896), 
. Osmanlı Bankası baskını (14 Ağustos 1896), 
. İkinci Sason İsyanı (1898 - 1904) ve 
. Sultan Abdülhamid'e suikast girişimi, bomba olayı (21 Temmuz 1905). 

11 Ekim 1881’deki Sivas ayaklanması, daha sonra Hınçak Partisi üyelerinin girişimleriyle Devlete karşı gerçekleşen 20 Haziran 1890'daki Erzurum İsyanı ve 15 Temmuz'da İstanbul'daki Kumkapı Nümayişi ile Türk ve isyancı Ermeni çatışmaları başlamış oldu. Çatışmalarda iki taraftan da ölenler oldu. Bu olaylarda yer alan Ermenilerin Batı ülkelerinin baskısı üzerine hafif cezalar almaları veya hiç cezalandırılmamaları, ilerleyen dönemde daha fazla olayın çıkması yönünde etkili olmuştur. 1891 yılında II. Abdülhamid olaylara karışan Ermeniler için bir af çıkarttı, ancak bu af da daha sonraki olayları durdurmadı. 

1892-1896 yıllarında Kayseri, Yozgat, Çorum ve Merzifon'da ayaklanmalar oldu. Hınçak ve Taşnaksutyun gibi Ermeni militan örgütleri 1894'ten itibaren tedhiş eylemlerini iyice artırdılar. Bu dönemde Sason olayı vuku buldu. Bunu müteakip 11 Mayıs 1895'de Avrupa devletleri, Ermenilere hamiliklerini tescilleyen bir notayı Osmanlı idaresine verdiler. 

Notada “Vilâyât-ı Sitte” [1] olarak isimlendirilen  Erzurum, Bitlis, Van, Sivas, Mamûretülaziz (Elazığ) ve Diyarbekir vilayetlerinde ıslahat yapılması istendi. 
Bu istekte yer alan vilayetlerin kapladığı alan ayrılıkçı Ermenilerin daha sonraları yapacakları toprak talepleri için kendilerince bir meşru zemin teşkil etmiştir. Avrupa devletlerinin kolladığı Ermeniler Birinci Sason isyanını, Bâb-ı Âli Gösterisini ve Zeytun İsyanlarını gerçekleştirdiler. 

[1] Vilâyât-ı Sitte: Osmanlı dönemi idari haritasına göre; Erzurum, Bitlis, Van, Sivas, Mamûretülaziz (Elazığ ili ve civarı) ve Diyarbekir vilayetleri olup bugünkü haritamıza göre yaklaşık Erzurum, Erzincan, Ağrı, Van, Hakkari, Bitlis, Muş, Şırnak, Batman, Siirt, Diyarbakır, Mardin, Elazığ, Tunceli, Malatya, Bingöl, Sivas, Amasya, Gümüşhane, Bayburt ve Tokat illeri ile Giresun’un Şebinkarahisar ilçesini kapsamakta; o zaman dışarıda kalan Kars vilayeti de eklendiğinde Artvin, Iğdır, Ardahan ve Kars illerimizi de içine almaktadır. 

Bitlis Ayaklanması Ermeni isyanlarının nasıl çıkarıldığını göstermesi bakımından tipiktir. Bitlis'teki Amerikan kolejinin isyanı teşvikte çok önemli rolü olmuştur. Kolej, Bitlis'ten Amerika'ya gitmiş bir Ermeni tarafından açılmıştı, Amerikalının 
Bitlis'te doğmuş ve çocukluğunu geçirmiş olan Misyoner oğlu Corc'un idaresindeydi. Bitlis havalisinden gelen Ermeni çocukları burada yatılı olarak okumakta, kafaları hükümet aleyhine ihtilâl ve isyan düşünceleriyle doldurmaktaydı. Buradan mezun olanlar köylerine döndüklerinde yakınlarını ve komşuları olan Ermenileri -ihtilâl ve isyan fikirleri aşılayarak- bağımsızlık hayaline sürükleyip, Osmanlı Devleti ve Türk Milleti’ne düşman ettiler. 

Misyoner Corc ile yörenin piskopos vekili, Ermenilerin ileri gelenlerine, onlar da Ermeni halkına Hınçak komitesinin programını telkin ederek ayaklanma düşüncesini zihinlere yerleştirip isyan için fedai kaydına başladılar. Bu fedailer Bitlis'te toplandı ve hayalî vaatlerle cesaretlendirildi. Devlet memuru olan Ermeniler istifa ettirildi. Ermeni esnafı alış veriş için dükkânlarına gelen Müslümanlara küstahlığa başladı. Ortamın bu şekilde oluşturulmasından sonra Diyarbakır, Erzurum ve Van Ermeni komiteleri Bitlis Ermenilerini 1895 yılının Ekim ayında isyan ettirdiler. Ermeniler tenhalarda rast geldikleri Müslümanları 
öldürmeye, Müslüman kızları kaçırıp ırzlarına tecavüz etmeye, Cuma namazı kılmak için camilerde toplananlara saldırmaya başladılar. Müslümanların saygı duyduğu bir toplum liderini kaçırıp vahşice şehit ettiler. Tüm bunlar Müslüman ahalinin sabrını taşırdı ve Ermeni isyanına karşılık vermeleri sonucunu doğurdu. Ermeni isyanı ve Müslümanların karşılık vermesi Bitlis'in kaza ve köylerine de sıçradı. Bu ayaklanmalarda Müslümanlardan ve isyancı Ermenilerden ölenler ve yaralananlar oldu. 

1896 yılında Osmanlı Bankası Ermeniler tarafından basıldı ve işgal edildi. 1896 yılında Van İsyanı, 1903'te ise İkinci Sason İsyanı gerçekleşti. 21 Temmuz 1905'te Ermeni suikastçılar 

Osmanlı Padişahı II. Abdülhamid'e suikast düzenlediler, ancak başarılı olamadı lar. 1909'daki Adana Olayları patlak verdi. 

1896 yılındaki Osmanlı Bankası baskını ve sonrasında gelişen olaylar dikkate şayandır. Bu baskında 26 Ermeni teröristten oluşan çete dünyada ses getirmek için İstanbul’da Osmanlı Bankasına bombalarla saldırdı, 23 Türk’ü öldürdü ve 57’sini yaraladı. Çıkan silahlı çatışmada çete başı öldürüldü, yerine Pastırmacıyan Karakin geçti. Yabancı devlet elçilerinin araya girmesi ile silah bırakan çete üyelerinin Fransa’ya gitmelerine izin verildi. Bunlardan çete reisi olan Pastırmacıyan, daha sonra İsviçre’de okumuş, Kimya doktoru olmuş, Tiflis’e dönmüş ve 1913 Osmanlı Parlamento seçimlerinde sekiz Ermeni mebustan biri 
olarak meclise girmiştir. Ardından Birinci Dünya Savaşında Osmanlı-Rus muharebeleri başlamadan 1914 yılında 2000 atlısı ile Rusya tarafına geçmiş ve Osmanlı ordusuna karşı savaşmıştır. 1918 de ise Ermenistan Cumhuriyetinin Washington elçisi olarak Amerika’ya gitmiş, aynı yıl Boston’da İngilizce, Türk düşmanlığını körükleyen yalan ve yanlışlarla dolu iki kitap yayınlamıştır. 
Günümüzde bu kitaplar Diyaspora Ermenilerine propaganda malzemesi olmaktadır. Buna karşılık küçük kardeşi Berç Keresteciyan Kafkas cephesinde Osmanlı ordusundayken ayağından Rus veya Ermeni kurşunu ile vurulmuş, hizmetlerinden dolayı Osmanlı Bankası ikinci Müdürlüğüne kadar yükselmiş ve Atatürk tarafından “Türker” soyadıyla ödüllendirilmiştir. 

Ermeni isyanları olurken Yurtdışındaki Ermeni komiteciler, Avrupa ve Amerikan gazetelerinde “Türklerin Hıristiyanları doğradığı” yalanını yayıyor ve menfi propaganda yapıyorlardı. Büyük isyanlarda Avrupa ülkelerinin konsoloslarına müdahale ettiriyorlardı. Devlet, Anadolu’da yer yer çıkan küçük Ermeni isyanlarını bastırdı, imkânları ölçüsünde bazı tedbirler de aldı. 

3.CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..

***

1914 -2014 YÜZYILIN HİKAYESİ - TÜRK KAFKAS İSLAM ORDUSU VE KAFKASLARDA ERMENİ KATLİAMLARI. BÖLÜM 1

1914 -2014 YÜZYILIN HİKAYESİ - TÜRK KAFKAS İSLAM ORDUSU VE KAFKASLARDA ERMENİ KATLİAMLARI. BÖLÜM 1




ALDATILAN KİMLİK
Gürbüz MIZRAK


Ermenistan’da bir ilkokul. Türk’e kin ve nefret duygularıyla yetişen Çocuklar


İÇİNDEKİLER 
SUNUŞ .................................................................................... 1 

İSYANCI ERMENİLERİN ÖRGÜTLENMESİ........................................ 9 
ERMENİ İSYANLARI ................................................................. 12 
1908 Öncesi Ayaklanmalar ........................................................ 12 
İkinci Meşrutiyetten Sonra Ayaklanmalar ..................................... 17 
Birinci Dünya Savaşında Ermeni Olayları ..................................... 19 
GEÇİCİ SEVK VE İSKÂN KANUNU (TEHCİR) ................................. 29 
Tehcir Bölgesi ........................................................................ 32 
Tehcire Tabi Tutulanlar ve Geride Kalanlar ............................. ....34 
Tehcir Öncesi Hazırlıklar .......................................................... 37 
Tehcirin Başlatılıp Sonlandırılması ............................................. 39 
Musa Dağı Ermenileri ............................................................... 46 
TÜRK KAFKAS İSLAM ORDUSU VE KAFKASLARDA ERMENİ KATLİAMLARI .. 50 
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI SONRASI ............................................ 68 
Dönüş Kararnamesi ................................................................ 68 
Tehcir Yargılamaları................................................................ 71 
Kurtuluş Savaşında Ermeni İsyanları ......................................... 76 
Malta Yargılamaları ................................................................ 78 
Tehcir Hakkında Yabancılar Tarafından Yürütülen İftira Kampanyaları ... 81 
Uluslararası Hukuk, Tehcir, Soykırım.......................................... 88 
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Uluslararası Adalet Divanı, 
Avrupa Adalet Divanı ve Fransa Anayasa Komisyonu Kararları....... 92 
TERÖR ÇETELERİ KANA DOYMUYORLAR ................................... 95 
BU DEFA DA HOCALI KATLİAMI ............................................. 105 
FELEĞİN İŞİNE BAK ............................................................. 113 
GÜNÜMÜZDE ERMENİ EMELLERİ VE İŞBİRLİKÇİLERİ ................. 116 
Ermeni Emelleri ................................................................... 116 
Ermeni-PKK İlişkileri ............................................................. 119 
NE YAPMALIYIZ ................................................................... 124 
Devlet ve Kamu Kuruluşlarının Yapması Gerekenler ................... 124 
Sivil Toplum Kuruluşlarının Yapması Gerekenler ........................ 131 
EKLER ................................................................................ 135 
Ek-1: TSK Genel Kurmay Başkanlığı arşivinde bulunan 
belgelerde Vilayet ve sancaklara göre 1914 Müslüman, Ermeni 
ve Rum nüfus sayıları ........................................................... 135 
Ek-2: 9 Haziran 1915'ten 8 Şubat 1916 tarihine kadar 
Anadolu'nun muhtelif bölgelerinden iskân sahalarına nakledilen 
ve yerlerinde bırakılan Ermeni sayısı ....................................... 137 
Ek-3: ABD enformasyon kaynaklarına göre Anadolu'dan muhtelif 
iskân sahalarına gönderilen Ermeni sayısı (İaşe ihtiyaçlarının 
belirlenmesi amacıyla) ......................................................... 139 
Ek-4: 1906-1922 Yılları Arasında Anadolu'da Ve Kafkaslar'da 
Ermeniler Tarafından Katledilen Türklere Ait Tablo ................... 140 
Ek-5: Sayı Tespiti Yapılamayan Olaylar Tablosu ....................... 147 
Ek-6: Önemli Tarihi Olaylar ile İsyancı Ermenilerin Başkaldırı ve 
Terör Eylemleri ..................................................................... 151 
Ek-7: Atatürk ve Recep Çavuş ................................................. 162 
KAYNAKLAR ......................................................................... 164 



MİLLETLERİN BAYRAĞI ÇİĞNENİR Mİ? 

Mustafa Kemal Paşa, Karşıyaka’da İplikçizade Köşkü’nde konaklayacaktı. Girişte kadınlı, erkekli muazzam bir topluluk birikmişti. Onları selamlayarak köşke yöneldiğinde, birden yüzü asıldı. Kaşlarını çattı. Çünkü geçeceği yerde boylu boyunca bir Yunan Bayrağı seriliydi. Karşılayıcılara bunun sebebini sordu. Onlar da, “Yunan Kralı Konstantin’in 1921 yılında İzmir’e geldiğinde bu köşkte ağırlandığını; yere serilen Türk Bayrağını çiğneyerek içeri girdiğini” anlattılar. 

Mustafa Kemal Paşa’nın cevabı kısa ve kesindi: “Yunan Kralı hata etmiş. Çünkü bayrak bir milletin şerefidir. Ben bu hatayı tekrarlamam” diyerek, yerdeki bayrağı kaldırttı. Köşkün bembeyaz mermerlerinde ilerleyerek, içeri girdi. 

İşte size iki kimlik: Bir milletin şeref ve haysiyetini temsil eden bayrağa karşı; Yunan Milletini temsil eden Yunan Kralının tavrı ile Türk Milletini temsil eden Mustafa Kemal Paşa’nın tavrı. Hangisi asaleti, başkalarının kutsallarına saygıyı, yüksek insanlık değerini ve medeniyeti; hangisi ırkçılığı, bağnazlığı, kin, nefret, intikamı ve düşmanlığı temsil ediyor? 

Kapaktaki resme gelince; “Nefret, kin ve intikamı” kimlik yapan Ermenilerin, her yıl Türk Bayrağını yakması, meydanlarda yırtması ve yetişen çocuklarına, resmi törenlerde çiğneterek bu kirli ve hastalıklı kimliği aşılamaya çalışması, insanlık adına utanç verici değil mi? 

Cevabı; “Ben insanım, her millete ve insana saygılıyım, başkasının şeref ve haysiyetini, hak ve hukukunu, kendiminki gibi savunurum” diyenler versin!.. 

SUNUŞ 

Ermeniler ile Türkler arasındaki kapsamlı ilişkiler 1015-1020 yılları arasında Büyük Selçuklu Devleti kumandanı Çağrı Bey'in Doğu Anadolu'ya düzenlediği keşifler sırasında başlamıştır. O dönem Ermeniler, Doğu Roma İmparatorluğu himayesinde yaşamaktaydılar. 1071'deki Malazgirt Meydan Muharebesi'nde Selçukluların galip gelmesi ve Anadolu'ya yerleşmesinin ardından bir kısım Ermeniler, Doğu Roma himayesinde Kilikya (Adana ve Mersin havalisi) bölgesine yerleşerek, burada bir prenslik kurdular. Haçlılarla sıkı ilişkiler içine girdiler. 

Bu dönemde bilhassa Fransızlardan etkilendiler. Kılık kıyafet ve yaşam tarzlarını Fransızlara benzettiler, hatta bazı Ermeniler Gregoryen mezhebinden Katolikliğe geçtiler. Moğol istilasından sonra ise İlhanlılara bağlanıp, birlikte Memluk Devletine karşı savaştılar. 1375 yılında Memlûk Sultanlığı tarafından prenslikleri yıkıldı. 
Memluklara bağlı Ramazanoğlu Beyliği hâkimiyetinde yaşamaya başladılar. 

Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminde Ermeniler genellikle Çukurova, Doğu Anadolu ve Kafkasya bölgelerindeki Beyliklerin altında yaşıyorlardı; Kütahya'da ise bir ruhani merkeze sahiptiler. Osmanlı Beyliği, 1324 yılında Bursa'yı başkent 
yapmasının ardından, Kütahya'daki Ermenilerin çoğunluğunu ve Ermeni ruhani merkezlerini Bursa'ya nakletti. İstanbul’un başkent oluşundan sonra da Fatih Sultan Mehmet Bursa'da bulunan 

Ermeni piskoposluğu ve Anadolu'daki bazı Ermenileri, devletin yeni başkenti İstanbul'a getirtti. Samatya'da bulunan Sulumanastır isimli kiliseyi Ermenilere veren Fatih, yayınladığı bir fermanla İstanbul Ermeni Patrikhanesini kurdurttu ve bir patrik tayin etti. Yavuz Sultan Selim döneminde Ramazan Oğlu Beyliğinin Osmanlıya tabi olması ve Çukurova'da Osmanlı hâkimiyetinin kabul edilmesi üzerine Kilikya Ermenileri Osmanlı egemenliğine girmiş oldular. 1514-1516'da Güney Kafkasya ve Doğu Anadolu fethedildi ve buralardaki Ermeniler İstanbul Patrikliğine bağlandı. Ermeniler, zamanla Anadolu'dan gelen göçlerle İstanbul'da büyük bir cemaat oluşturdular. Osmanlı ayrı dinden olanların mahallî teşkilatları na kendi kendini yönetme hakkı tanımış, Yahudi ve Rum gibi Ermeni cemaati de kendi dinî yöneticilerinin idaresinde özgürce yaşamıştır. 

Ermeniler diğer gayrimüslim azınlıklar gibi askere gitmezlerdi. Ticarette, zanaatta ve başta mimari ile Türk Musikisi olmak üzere sanatta büyük başarılar gösterip, toplum içinde ön plana çıktılar. Hayat tarzlarını ve kültürlerini Müslüman Türk toplumununkine yaklaştırdılar. Türk Dili’ni benimsediler. Soyluları ve şehirlileri, 18. asır ortalarına kadar Türkçeden başka dil konuşmazlardı. Kiliselerinde bile İncil'in Türkçesi okunurdu. Osmanlı toplumunda orta sınıfın üstünde bir refah seviyesine ulaştılar. Zamanla devlet bürokrasisinde üst düzey dâhil görevlere getirildiler. Osmanlı idaresinde refah ve huzur içinde yaşayıp, Devletin sâdık tebaası (Millet-i Sâdıka) olup el üstünde tutulurlardı. Öyleyse: 

. Ne oldu da, sadık tebaa, can düşmanına dönüştü? 
. Ne oldu da, azınlıkta oldukları halde, Ermeni Devleti kurma ve kendilerinden olmayan Müslüman çoğunluğu soykırımla yok etme planları yaptılar? 
. Ne oldu da, isyancı Ermeniler, 1914-1922 yılları arasında vatanımızı işgal eden düşman tarafına geçerek kendi devletine ihanet ettiler? 
  Düşmanla bir olup aynı vatanda birlikte yaşadıkları Türklere ve özellikle masum sivil halka toplu katliamlar uyguladılar? Anadolu coğrafyasında 
  1.189.132 ve Trans Kafkasya’da 413.000 olmak üzere toplam  1.692.132 Türk’ü ve Müslüman’ın katlinde rol aldılar? 
. Ne oldu da görevleri başındaki pek çok diplomatımızı katlettiler? 
. Ne oldu da Azerbaycan’da soydaşlarımızı 20. yüzyılın yüz karası kanlı terör, işkence ve aşağılayıcı hareketlerle katlettiler; soydaşlarımızın  evlerini, yurtlarını gasp ettiler. 
. Ne oldu da yalan, yanlış ve iftiralarla Dünya kamuoyuna Milletimizi “katil”, devletimizi “soykırımcı” göstermek için çabalayıp durmaktalar? 
. Ne oldu da Türk Vatanı’nın bir parçasını gasp etmek için rekabete girdikleri PKK ile birden bire can ciğer, kuzu sarması oldular. 

Ne mi oldu? 

Devletimiz zayıf düştüğünde, dönemin emperyalist devletleri sâdık tebaanın hamisi kisvesinde devreye girmeye başladı. Biryandan "Islahat" adı altında Osmanlı devletinin iç işlerine karışırken, diğer yandan da Ermenileri Osmanlı 
yönetimine karşı teşkilatlandırdı lar. Görevlendirdikleri misyonerler, açtıkları kolejler, kullandıkları papaz okulları vasıtalarıyla Ermeni gençlerinin beyinlerini yıkadılar. Onları Türk ve Müslüman düşmanlığı ile şartlanmış fedailere dönüştürüp Ermeni cemaatinin içine propagandist olarak saldılar. Bunların kandırıp kullandığı isyancılar, Ermeni cemaatine millî hisleri kullanarak, tehdit ve şantaj dâhil çeşitli yollarla tahakküm etmeye başladılar. Devletin sâdık tebaasının önemli bir kısmını Türk ve Müslüman düşmanına, eli kanlı katil çetelerine dönüştürüp istilacı emperyalist devletlerin kullanımına sundular. 

İsyancı Ermeniler Doğu Anadolu’daki Erzurum, Trabzon, Sivas, Bitlis, Mamuretülaziz (Elazığ ili ve civarı), Diyarbakır ve Van vilayetlerinin kapladığı alanı “Batı Ermenistan” olarak adlandırdılar. Buralarda azınlıkta olmalarına rağmen bir ermeni devleti kurma çabasına giriştiler. Daha önce emperyalist devletlerin desteklediği isyancıların, Balkanlar’da, Kırım’da ve Kafkaslarda uyguladığı gibi, öldürerek ya da kaçırtarak Türk ve Müslüman ahaliden buraları “temizlemek” istediler. 

Tebaası oldukları devlete ihanet edip Çarlık Rusya’sı, Britanya ve Fransa ile işbirliği yaptılar; bunlarla savaşan Osmanlı Ordularına saldırılar düzenleyip, cephe gerisinde sabotajlar ve ikmal yollarını kesme eylemlerine giriştiler. Tüm bu eylemler sonucu Kafkas cephesinde konuşlanan 3. Ordu’nun, Suriye ve Filistin’i korumakla görevli 4. Ordu’nun ve Irak’ta çarpışan 6. Ordu’nun 
güvenliği tehdit altına girmişti. Düşmanla çarpışan bu üç ordunun ikmal yollarının tıkanması, cephe gerilerindeki bölgelerde kanlı Ermeni saldırılarının yaygınlaşması ve bunların doğurduğu sonuçlar, Osmanlı hükümetini, tedbir olarak, detayları bu yayında verilen “Tehcir” (Sevk-i İskân) kararını almak zorunda bıraktı. Savaş hukukuna göre, düşman saflarında yer alan, düşman sayılır. Bu durumda, Osmanlı Devleti’nin önünde üç yol vardı: birincisi, düşmanla da savaşmak; ikincisi, düşmanı savaş sahasından uzaklaştırmak; üçüncüsü, düşmanın ihanet, bozgunculuk ve katliamlarına seyirci kalmak. İşte Osmanlı Devleti, bunlardan en insanî olanını, savaş sahasından uzaklaştırmayı seçmiştir. “Tehcir” de zaten budur. 

Özet olarak; emperyalist devletler, Ermeni azınlığı yayılma siyasetleri doğrultusunda kullanmak için saldırgan hale getirdiler. 

Söz konusu devletler misyonerlik ve propaganda faaliyetleri ile düşmanlık tohumları ekerek Ermeni ırkçılığını teşvik ettiler, Ermeni militanları yetiştirdiler ve çeteleri silâhlandırdılar. Dünya kamuoyuna, Ermeni çetelerinin her saldırısını masum gösterirken, suçlu olan Türklermiş gibi tanıtmaya çalıştılar. 

Bu yaklaşımlar isyancı Ermenilerin şiddete yönelmelerini teşvik etmiş; hain planların figüranları olarak, patronlarına da dua okutacak derecede yukarıda bir kısmını özetlediğimiz tüm kötülükleri yapmalarını tetiklemiştir. Dolayısıyla Ermenilerin yaptığı kanlı olayların baş sorumluları ve azmettiricileri, bunları 
amaçları için kullanan emperyalist devletlerdir. 

Cumhuriyet döneminde de, Ermeni çetelerinin ve Ermenistan devletinin terör eylemleri, saldırganlığı ve geleceğe yönelik düşmanca emelleri devam etti: 

. Eli kanlı Ermeni çetelerinin mirasçıları, -kullanıcıların düğmeye basmasıyla-, 1973-1984 yıllarında, ASALA cinayetleriyle, 53 sene sonra yeniden saldırılara başladılar. Pek çok diplomatımızı ve vatandaşımızı kalleşçe pusu kurarak 
şehit ettiler. 
. Ermenistan Parlamentosu, 1989’da Türkiye’nin Ermenistan ile mevcut sınırının çizildiği Moskova Anlaşması’nı fesih kararı alarak, Türkiye-Ermenistan sınırını kabul etmediğini, açıkça Türkiye’den toprak talebinde bulunduğunu açıkladı. 
. Ermenistan devleti isyancı ve katliamcı dedelerini aratmadı; 1990’lı yılların başında Azerbaycan topraklarını işgal ederek, Hocalı’da çoluk çocuk, kadın, ihtiyar demeden işkence ve soykırımlar yaptı. 
. Ermeni örgütleri ASALA, ARF ve ANCA, PKK ile görüşmeler yaparak müşterek emelleri doğrultusunda, “Türkiye’den koparmayı kararlaştırdıkları toprakların, Ermeniler ile PKK arasında bölüşülmesi” planlarını yapmaya başladılar. 
. İsyancıların mirasçısı Diyaspora Ermenileri, suçluyu mazlum mazlumu suçlu yerine koyma konusunda oldukça başarılı oldular. Uluslararası toplumu “Türklerin, Ermenilere soykırım uyguladığı” yalanına kolayca inandırdılar. Zira emperyalist patronlar ile onların etki alanındaki uydu devletler zaten bu yalana inanmaya hazırdılar. Bu yalanı; 
. Haçlı zihniyetlerini hortlatarak Müslüman Türk Milletini karalamak, 
. İç politikada Ermeni kökenlilerin oylarını almak için seçim malzemesi yapmak ve 
. Şantaj olarak kullanarak kapalı kapılar ardında Devletimizden ticari ve siyasi tavizler koparmak amaçlarıyla kullandılar. 

Türkleri soykırımla suçlayan kararları parlamentolarında onaylamaya, hatta “soykırım olmamıştır” denmesini suç kabul eden yasaları çıkarmaya başladılar. 

Ne yazık ki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan bazı akademisyenler, yazarlar ve sanatçılar Ermeni iddialarının savunuculuğuna soyunup, kendi ülkesini ve atalarını soykırım yapmakla suçlamaktadırlar. Üstelik en üst düzeyde bir kısım 
devlet adamlarımız da bu grupların düzenlediği Türklüğü suçlayıcı iftira kampanyalarına destek vermektedirler. Ermeniler ve Ermeni iddialarını destekleyen yabancı ülkeler, “Türk Devleti’nin en üst yöneticileri bile Türklerin soykırım uyguladığını kabul ediyor” demeye başladılar. 

Tüm bunlar, Türkiye aleyhine menfi propaganda yapılmasına fırsat sağlamış, gerçekleri bilmeyen insanlarımızın zihinlerinde tereddütler oluşturmuştur. 

 Vatandaşlık görevlerini samimiyetle yerine getiren ve kanunlarımıza saygılı Ermeni asıllı vatandaşlarımız geçmişte olduğu gibi devletimizin ve insanlarımızın baş tacı olmaya devam edecekler; Milletimiz, bunları geçmişte olduğu gibi birinci sınıf vatandaşlar olarak kucaklamayı sürdürecektir. Yurt dışında yaşayan ve Diyaspora ya rağmen gerçekleri ifade eden Ermeniler bizlerden hep saygı görecekler, geçmişin mirası ortak kültürel değerlerimiz gelecekte de bunlarla iyi ilişkilerimizin sürdürülmesinde aramızda köprü olamaya devam edecektir. 

Netice olarak halkımızın ve namuslu dış dünyanın Ermeni olayları hakkında doğru bilgilendirilmesi, başta entelektüel insanlarımız olmak üzere tüm vatandaşlarımızın müştereken yürütmeleri gereken millî bir görev olmuştur. 

Bu görevi gereği gibi yapmak için de öncelikle doğru bilgi kaynaklarını kamuoyumuza sunmak gerekmektedir. Elinizdeki mütevazı yayın bu amaç için hazırlanmıştır. Ankara, Eylül 2014 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..

***

19 Ocak 2015 Pazartesi

Türkiye ve Azerbaycan’ın Ermenistan ile Sorunları 3



 Türkiye ve Azerbaycan’ın Ermenistan ile Sorunları  3



Karabağ Sorunu 2


Ömer Engin LÜTEM 
E. Büyükelçi, ASAM Ermeni Araştırmaları Enstitüsü Başkanı.


1993 yılı ABD Başkanı George Bush ve Rusya Federasyonu Başkanı Boris Yeltsin’in

bir barış girişimiyle başladı. İki Başkan 3 Ocak’ta yayınladıkları bir bildiriyle çarpışmaların derhal durmasını ve AGİT aracılığıyla barış müzakerelerine yeniden başlanmasını istediler. Ancak çarpışmalar, kışın da etkisiyle düşük düzeyde de olsa, devam etti.

Ermenistan güç bir kış geçirdi. Sanayi üretimi iki hafta durdu. Gürcistan’dan gelen gaz boru hattının bir bölümünün Azeriler tarafından havaya uçurulmasıyla 23 Ocakta tüm Ermenistan elektriksiz kaldı. Başbakan Hosrov Harutunyan istifa etti. Başbakanlığa atanan Hrant Bagratyan hükümetin önceliğinin yiyecek ve enerji krizlerini çözümlemek olduğunu bildirdi. Ermenistan ABD’nin yardımıyla Dünya Bankası’ndan 13 milyon dolar kredi aldı. Avrupa İmar ve Kalkınma Bankasından da 59,4 milyon dolar kredi sağlandı [39]. 

Türkiye’de ise muhalefet partileri hükümeti Ermenistan’a buğday ve elektrik vermesi nedeniyle eleştirmeye devam ettiler. Hükümet ise barış girişimlerini sürdürdü.

Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin Azerbaycan’da yaptığı bir ziyaret sırasında Rusya ile Ermenistan-Azerbaycan anlaşmazlığını sona erdirmeyi öngören üç aşamalı bir plan hazırladıklarını ifade etti. Planın birinci aşamasında taraflar ateşkes ilân edecekler, ikinci aşamada Karabağ ve çevresindeki tüm yabancı askeri güçler çekilecek, üçüncü aşamada ise Azerbaycan, Ermenistan ve Nahcivan’a giden tüm ulaşım yolları açılacaktı.

Aşağıda anlatacağımız olaylar bu planın ele alınmasını önledi. 

Mart ayının son haftasında saldırıya geçen Ermeni kuvvetleri 4 Nisan’da Kelbecer şehri ile civarını ele geçirdiler; böylelikle Karabağ ile Ermenistan arasında ikinci bir koridor daha açılmış oldu. Bu bölgede oturan Azerilerden yaklaşık 40.000 kişi kaçtı. Ermeni güçleri ayrıca güneydeki Fuzuli kenti bölgesine doğru saldırıya geçti. Laçin gibi Kelbecer ve Fuzuli kentleri de Karabağ’ın dışındaki Azerbaycan toprağıydı. Çarpışmaların Karabağ’ı taşıp Azerbaycan’a sıçraması bir tırmanma teşkil ediyordu.Ermenistan çarpışmalara kendi nizami kuvvetlerinin katıldığını inkar etti. Ermenistan’a göre savaşanlar Karabağlı Ermenilerdi. Ancak en fazla 120.000 kişi olan Karabağlı Ermenilerin 7 milyonu aşan Azerilere karşı kolayca başarılı olmalarına inanmak zordu. 

Kelbecer’in düşmesi üzerine Türkiye iki karar aldı: İlk olarak, tarifeli veya tarifesiz, Ermenistan’a giden veya Ermenistan’dan gelen tüm uçak seferlerini durdurdu. İkinci olarak konuyu Güvenlik Konseyi’ne götürdü. Konsey Başkanı 7 Nisan’da bir açıklama yaparak gelişmeler karşısında ciddi endişe duyulduğunu bildirdi; ateşkes yapılmasını ve Ermeni güçlerinin işgal ettiği bölgelerden çekilmesini istedi. Ancak Ermenistan’ın Azerbaycan’a yaptığı saldırının kınanması hakkındaki Türk istemini reddetti. 

Kelbecer’in düşmesi Cumhurbaşkanı Özal ile Demirel Hükümeti arasındaki görüş ayrılıklarını tekrar ortaya koydu. Başbakan Demirel Türkiye’nin Ermenistan’a askeri müdahalesinin sözkonusu olmadığını söylüyordu [40]. Buna karşın Cumhurbaşkanı Özal,

Ermeni-Azeri anlaşmazlığının artık Karabağ meselesi olmaktan çıkıp “Büyük Ermenistan hayali” haline geldiğini, Türkiye’nin askeri önlemler alması gerektiğini, Ermenistan sınırında askeri manevra yapılabileceğini, bugünkü dünyada risk almadan hiç bir netice alınamayacağını ifade ediyordu [41]. 

Turgut Özal, hiç beklenmedik bir şekilde, 17 Nisan 1993 tarihinde vefat etti. Elçibey ve Der-Bedrosyan, Özal’ın cenaze töreni vesilesiyle geldikleri Ankara’da görüştüler. Müzakerelerin AGIK çerçevesinde yeniden başlaması kararlaştırıldı.

Diğer yandan, Güvenlik Konseyi 20 Nisan 1993 tarihinde kabul ettiği 822 sayılı kararla, kalıcı bir ateşkes sağlanabilmesi için tüm çatışmaların ve düşmanca hareketlerin derhal durdurulmasını, Kelbecer bölgesinden ve Azerbaycan’ın yakın zamanda işgal edilmiş diğer bölgelerinden tüm işgalci güçlerin çekilmesini istedi. Konsey ayrıca anlaşmazlığın çözümlenmesi için, AGİT’in Minsk Grubu barış süreci çerçevesinde ilgili tüm tarafların derhal görüşmelere başlamalarını talep etti. Kararın giriş bölümünde bölgedeki tüm devletlerin egemenliğine ve toprak bütünlüğüne saygı gösterilmesi gereğinden, uluslararası sınırların dokunulmazlığından ve toprak kazanmak için kuvvete başvurulmasının kabul edilemeyeceğinden bahsediliyordu. Kelbecer ve civarının Azerbaycan toprağı olduğundan şüphe bulunmadığından bu ifadeler Azerbaycan’ın lehineydi. Buna karşılık Kelbecar’ın yöresel Ermeni güçleri tarafından işgal edildiğinin belirtilmesi Ermenistan’ın bu olaylardan sorumlu olmadığı gibi bir izlenim yaratıyordu. Ancak, bu gibi durumlarda adet olduğu gibi, saldırgan kınanmıyordu. Son olarak çatışmaların durması, işgalci güçlerin geri çekilmesi gibi hususlar yerine getirilmediği taktirde Güvenlik Konseyi’nin ne yapacağı belirtilmemişti. Kısaca bu karar saldırganları caydıracak bir nitelik taşımıyordu. 

Bu kararın kabulünden üç gün sonra Türkiye, Rusya ve ABD bir barış planı açıkladıklar. Buna göre Ermeni güçleri Mayıs ayı ortasına kadar Kelbecer’den çekilecek, iki ay süre ile ateşkes ilân edilecek ve bu süre zarfında AGİK çerçevesinde görüşmeler başlayacaktı. Azerbaycan planı kabul etti. Ermenistan ise planı olumlu bulduğunu ifade etmekle beraber, “Karabağ Cumhuriyeti”nin bazı açıklamalar istediğini belirterek onaylamadı. Planın biraz değiştirilmiş şekli 26 Mayısta Azerbaycan ve Ermenistan tarafından kabul edildi. Ancak Karabağ bu planı, Karabağ halkının güvenliği için yeterli garantiler içermediği ve Azerbaycan’ın uyguladığı ekonomik ablukanın sona ermesini öngörmediği için reddetti [42]. 

Ermenilerle yapılan savaşlarda uğranılan yenilgiler Azerbaycan’da Elçibey idaresinin zayıflamasına yol açmıştı. Verilen emirlere itaat etmediği için rütbesi geri alınan Albay Suret Hüseyinov, Gence’de isyan etti. Azerbaycan ordusu kuvvetlerini püskürttü ve Bakü’ye doğru ilerlemeye başladı. Bu olay Başbakan Panah Hüseyinov’un ve Meclis Başkanı İsa Kamber’in istifasına yol açtı. Nahcivan bölgesi Başkanı Haydar Aliev 15 Haziran 1993 tarihinde Azerbaycan Meclis başkanlığına seçildi. Suret Hüseyinov kuvvetlerinin Bakü’ye ilerlemesi önlenemeyince Elçibey 18 Haziran’da Nahcivan’a gitti, ancak istifa etmedi. Hüseyinov kuvvetleri 21 Haziranda Baku’yü girdi ve Hüseyinov devlet başkanının tüm yetkilerine sahip olduğunu açıkladı. Ancak Azerbaycan Millet Meclisi, Elçibey’in ülkede durumu fiilen kontrol edemediğini ve görevini yapamadığını belirterek, Başkanlık yetkilerini Aliev’e verdi. Hüseyinov da Başbakan ve Başkomutan olarak atandı [43].

Azerbaycan’ın bu karışık durumu Ermenilerin yeniden saldırıya geçmesine neden oldu. Karabağ bölgesinde Azerilerin elindeki tek yer olan Mardakert (Ağdara) 27 Haziran’da alındı ve Rusya’nın aracılığıyla ateşkes ilân edildi. Üç hafta kadar sonra Ermeni kuvvetleri yeniden saldırıya geçerek 24 Temmuzda, Karabağ’ın doğusundaki Akdam kentini ve cıvarını ele geçirdi. 

Türkiye tarafından ivedi olarak toplantıya çağrılan Güvenlik Konseyi 29 Temmuz 1993 tarihinde toplanarak 853 sayılı kararı kabul etti. Bu karar yukarıda değindiğimiz 822 sayılı Kararın öğelerini tekrarlamaktadır. Yenilik, Akdam bölgesinin ve Azerbaycan’ın diğer bazı bölgelerinin işgal edilmesinin, sivillere karşı saldırılar ile meskûn yerlerin bombardıman edilmesini ve bölgedeki tüm düşmanca hareketlerin kınanmasıdır. Ancak bu Kararda saldırıları kimin yaptığı ve kimin kınandığı belli değildir. Kararda, ayrıca, 822 sayılı karar uygulamaları ve Minsk Grubu’nun önerilerini kabul etmeleri için Ermenistan’ın, “Azerbaycan Cumhuriyeti’nin Karabağ Bölgesi” Ermenileri üzerinde nüfuzunu kullanması istenmektedir. Bu ifadelerden dolaylı olarak saldırganların Karabağ Ermenileri olduğu sonucuna varılabilir. Kararın tek olumlu yönü, dolaylı da olsa Karabağ’ın Azerbaycan’a ait olduğunu teyit etmesidir. 

Bu haliyle söz konusu kararın, 822 sayılı Karar gibi, Ermeniler üzerinde bir etkisi olmayacağı açıktır. Nitekim Ermeni güçleri 18 Ağustos’ta Cebrail’i, 23 Ağustos’ta Fuzuli’yi, 31 Ağustos’ta Kubatlı’yı ve 3 Eylül’de de Horadiz’i almışlardır. Rusya’nın girişimiyle ateşkes ilân edilmiştir.

Saydığımız kentler İran’a çok yakındır. Ermenilerden kaçan Azeriler İran’a sığınmıştır. İran’ın bu bölgesi etnik Azerilerle meskun olduğundan İran hükümeti mülteci akımını önlemek istemiş ve 1OOO kadar Iran askeri Azerbaycan’a girmiştir. Bu olay Karabağ savaşında bir tırmanma olarak görülmüş ve Türkiye dahil ilgili ülkelerin itirazlarına neden olmuştur. Sorun, İran’ın sınır bölgesinde 100.000 kadar mülteciyi barındıracak tesisler yapmayı kabul etmesiyle aşılmıştır [44].

Bu arada Ermenistan sınırındaki Türk birliklerinin takviye edilmesinin Ermenistan’da tedirginlik yarattığı görülmüştür. Der-Bedrosyan 6 Eylül’de Cumhurbaşkanı Demirel’i telefonla arayarak bu kaygıyı dile getirmiş ve olaylara kendilerinin değil Karabağ Ermenilerinin neden olduğunu belirtmiştir. Demirel ise Azerbaycan topraklarının işgalinin Türkiye’de infial yarattığı ve işgale bir an evvel son verilmesi gerektiği cevabını vermiştir[45].

Bu sırada Azerbaycan’da önemli iç gelişmeler yaşanıyordu. 29 Ağustos 1993 tarihinde yapılan ve Elçibey’e güvenilip güvenilmediğini soran bir referandumda oy verenlerin % 97,5’i güvenmediklerini belirttiler. Aliev 3 Ekim 1993’de yapılan başkanlık seçimini oyların %98,8’ini alarak kazandı [46]. 

Aliev iktidara geldikten sonra iki önemli karar aldı. 

Bunlardan bir Azerbaycan’ın Bağımsız Devletler Topluluğu üyesi olmasıdır. Rusya’nın Elçibey hükümetine yönelttiği en önemli eleştiri Azerbaycan’ı Bağımsız Devletler Topluluğu dışında tutmasıydı. Rusya’nın Karabağ anlaşmazlığında Ermenistan’ı kayıran tutumunun da bundan kaynaklandığı söylenirdi. Azerbaycan’ın topluluk üyesi olmasıyla Rusya’nın Karabağ konusunda daha dengeli davranacağı bekleniyordu. Ancak Rusya ile Azerbaycan’ın ilişkilerinde bir iyileşme olmakla beraber Karabağ’da yenilgiler devam etmiştir. 

Aliev’in ikinci önemli kararı BP’nin temsil ettiği batılı petrol şirketlerinden oluşan bir konsorsiyum ile Azerbaycan arasında 2 Kasım 1993 tarihinde bir anlaşma imzalamak olmuştur. Böylece Azerbaycan, önemli mali kaynaklara kavuşmanın yanında görüşlerini özellikle ABD’de daha kolay savunmak olanağını bulmuştur.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 14 Ekim 1993 tarihinde Karabağ anlaşmazlığı konusunda 874 sayılı bir diğer karar kabul etti. Bu karar, yukarıda özetlediğimiz 

822 ve 853 sayılı kararların esaslarını tekrar etmekte ve ateşkesin etkili ve kalıcı olması için ilgili tüm taraflara çağrıda bulunmaktadır. Kararda ayrıca, son olarak işgal edilen yerlerden kuvvetlerin çekilmesi ve haberleşme ve nakliyeye ilişkin tüm engellerin kaldırılması için MİNSK Grubu tarafından hazırlanan takvime uyulması istenmektedir. Kararda kınama yoktur. 

Ermeni kuvvetleri bu karadan on gün kadar sonra ateşkesi ihlâl ederek Azerbaycan’ın Zengilân bölgesine saldırdılar. Yaklaşık 50.000 Azeri, Aras nehrini geçerek, İran’a sığındı. Güvenlik Konseyi 12 Kasım 1993 tarihinde kabul ettiği 884 sayılı kararda, artık adet olduğu gibi, daha önceki kararlarının esaslarını tekrar etti. Ayrıca Karabağ anlaşmazlığının ve Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki gerilimin bölgedeki barış ve güvenliği tehlikeye atacağı belirtildi. Ateşkes ihlâlleri ile Zengilân bölgesi ile Horadiz şehirlerinin işgal edilmesi, sivillere saldırılması ve Azerbaycan topraklarının bombalanması kınandı. Silahlı çatışmaların derhal durdurulması, işgal güçlerinin Zengilân bölgesinden, Horadiz şehrinden ve Azerbaycan’ın son zamanlarda işgal edilmiş diğer bölgelerinden derhal çekilmesi, ilgili tüm tarafların ateşkesi etkin ve devamlı hale getirmeleri ve Minsk süreci çerçevesinde anlaşmazlığın müzakereler yoluyla çözümlenmesini araştırmaya devam etmeleri istendi. 

21 Aralık 1993 tarihinde Azerbaycan güçleri karşı taarruza geçtiler. Ocak ayının başlarında Horadiz ve Akdam’ı geri aldılar. Kelbecer bölgesinde de bazı ilerlemeler kaydettiler. Rusya’nın girişimleriyle 1 Mart 1994 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere bir ateşkes imzalandıysa da çarpışmalar düşük düzeyde devam etti. Ermeni kuvvetleri ise 22 Martta saldırıya geçtiler ve Nisan ayı içinde sözkonusu yerlerin tamamına yakınını geri aldılar. Bu son çatışmalar Azeri güçlerinin işgal altındaki toprakları kurtaramadığını buna karşın Ermeni güçlerinin de daha fazla ilerleyemediklerini gösterdi. İki taraf da olanaklarının sonuna gelmişti. Bu olgu devamlı bir ateşkesi mümkün kıldı.

Azerbaycan Milli Meclisi Başkanı Resul Guliev Kırgızistan başkenti Bişkek’te 9 Mayıs 1994 tarihinde, daha önce Bağımsız Devletler Topluluğu Parlamenter Asamblesi Başkanı ile Ermenistan, Karabağ ve Kırgızistan Meclis Başkanları’nın imzalamış olduğu bir ateşkes protokolünü imzaladı. Protokol, özetle, Karabağ ve çevresinde ateş kesilmesini ve uluslararası güçlerin barış gücü olarak bölgeye yerleştirilmelerini öngörüyordu. Bu protokolün Azerbaycan Meclisince tasdiki güç oldu. Bir grup muhalefet milletvekili protokolün Karabağ’ı bağımsız bir birim olarak tanıdığını, diğer yandan Rus güçlerinin bu bölgeye barış gücü kisvesi altında girmesine imkan verdiğini belirterek, protokole karşı çıktılar. Başkan Aliev’in Rus birliklerinin bölgeye girmesine müsaade edilmeyeceğine dair güvence verilmesinden sonra protokol Azerbaycan Meclisi’nde onaylandı[47]. 

Böylece altı yıldan beri süren çatışmalar son buldu, ancak aradan on yıl geçmesine rağmen Azerbaycan ve Ermenistan arasında barış kurulamadı. 

Karabağ anlaşmazlığında Azerbaycan’ın aldığı yenilginin ana nedeni Azerbaycan’daki iç karışıklıklar ve Karabağ konusunda uygulanan farklı politikalardır. 

Ermenistan ve Azerbaycan’ın bağımsız olmalarından sonra Ermenistan tek bir başkan (Der-Bedrosyan) tarafından idare edilirken Azerbaycan’da üç lider değişmiştir. Ayrıca Mutalibov ve Elçibey’in iktidardan ayrılmaları anormal koşullar altında cereyan etmiş, ülkede büyük iç çekişmeler yaşanmış ve bu iktidar mücadelesi Karabağ sorununu zaman zaman arka plana itmiştir. Diğer yandan Azerbaycan’ın bu dönemdeki başkanları Karabağ konusunda ayrı politikalar izlemişlerdir. Mutalibov’un tamamen Moskova yanlısı politikası Karabağ sorununun çözümüne yardımcı olmamıştır. Karabağ bölgesinin Azerbaycan’ın kontrolünden çıkması Muttalibov döneminde olmuştur. Ebüfeyz Elçibey ise Moskova’yı dikkate almayan bir politika izlemiş; diğer yandan Türkçü tutumları Türkiye’de olduğu gibi Orta Asya’nın Türkî ülkelerinde de kayda değer bir destek görmemiştir. Elçibey döneminde Karabağ dışındaki bazı Azerbaycan toprakları Ermeniler tarafından ele geçirilmiştir. Rusya’nın daha dengeli davranacağı ümidiyle Azerbaycan’ı Bağımsız Devletler Topluluğu’na üye yapan Haydar Aliev de Karabağ sorununda Rusya’dan ciddi bir yardım alamamış ve Akdam, Fuzuli, Cebrail, Kubatlı, Horodiz ve Zengilân gibi bazı Azerbaycan şehirleri Haydar Aliev zamanında Ermenilerce işgal edilmiştir.

Ermenistan’a gelince, yukarıda anlattığımız gibi, Karabağ’ın Azerbaycan idaresinden ayrılması için 1960’lardan beri ısrarla izlenen politika, Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecinde sonuç vermiştir. Karabağ’ın Ermenistan tarafından ilhak edilmesi, sınırların dokunulmazlığı ve ülkelerin toprak bütünlüğünün korunması gibi evrensel hukuk kurallarını ihlâli olacağından, Karabağ Ermenilerinin kendi kaderini kendisi tayin etmek hakkını kullanarak Azerbaycan’dan ayrıldığı ve bağımsız bir devlet kurduğu savı ortaya atılmıştır. Ne var ki bu sanal devlet kimse tarafından tanınmamıştır. 

Diğer yandan Türkiye ve Azerbaycan’ın Ermenistan’a uyguladıkları kısıtlayıcı ekonomik önlemler ve Gürcistan’daki iç karışıklıklar nedeniyle sık sık kesilen yollar Ermenistan’ı kısa zamanda abluka altında bir ülke haline getirmiştir. Ekonomik kriz yaklaşık bir milyon Ermeninin, başta Sovyetler Birliği olmak üzere, diğer ülkelere göç etmesine sebep olmuştur. Ermenistan ekonomisi gelişememiş, diasporanın gönderdiği fonlar, ABD gibi bazı ülkelerin yardımları ile Dünya Bankası ve Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası’ndan alınan krediler hayati önem taşımaya başlamıştır. 

Karabağ anlaşmazlığının bir diğer sonucu da Ermenistan’ın Rusya Federasyonuna bağımlı hale gelmesidir. Rusya Ermenistan’ın bir numaralı ekonomik partneri olmuştur. Hemen her alanda Rusya’nın desteği ve himayesine ihtiyaç duyan Ermenistan bu ülkeye askeri üst de vermiştir. Zamanla daha dengeli bir siyaset izlemenin yararları anlaşılmış ve ABD ile AB ülkeleriyle daha sıkı ilişkiler geliştirilmesine çalışılmıştır. “Tamamlayıcılık” adı verilen bu politika Ermenistan’ın Rusya’ya bağımlılığı devam ettiği için gerçekleşti-rilememiştir. Bugün Ermenistan Rusya Federasyonu’nun bir tür uydusu görünümü vermektedir. 

Türkiye ise Ermenistan ile iyi ilişkiler kurmaya ve sürdürmeye çalışmıştır. Bu amaçla Türkiye Ermenistan’ı ilk tanıyan devletlerden biri olmuş, ayrıca, Karabağ bunalımına rağmen Ermenistan’a elektrik vermiş, 100.000 ton buğday da hibe etmiştir. Ancak Ermenistan tarihten gelen önyargıların etkisi altında, soykırım iddialarının kabulüne çalışmış ayrıca Türkiye’nin sınırlarını tanımaktan kaçınmıştır.Buna karşın Türkiye’nin Azerbaycan’a yaptığı yardımlar sınırlı kalmıştır. Türkiye bu pasif denebilecek tutumunu telafi etmek üzere Karabağ’da çarpışmaların sona ermesi ve bu soruna Azerbaycan’ın çıkarları gözeten kalıcı bir çözüm bulunması için çok yoğun bir diplomatik faaliyet yürütmüştür. Ancak bu hedeflere de ulaşılamamıştır. Kısaca Türkiye’nin Ermenistan ile iyi ilişkiler kurmak ve Karabağ sorunun çözümüne katkıda bulunmak politikası başarılı olamamıştır. 

Rusya Federasyonu’nun Kafkaslar politikası bu bölgede Sovyetlerin sahip olduğu nüfuzu yeniden kazanmak olarak özetlenebilir. Ancak Abhazya ve Acarya da ayrılıkçı hareketleri desteklemiş olduğu için Gürcistan’la, Karabağ anlaşmazlığında Ermenistan’ı desteklemiş olması nedeniyle de Azerbaycan’la anlaşmazlık içine girmiştir. Bu durum Ermenistan’ı Rusya Federasyonu’nun Kafkaslarda başlıca müttefiki haline getirmiş, bu ülkede askeri üstler alması Ermenistan’ın Rusya nazarındaki değerini daha da arttırmıştır. Halen iki devletin bir stratejik ortaklık içinde olduklarını belirtmektedirler. Rusya’nın Ermenistan ile olan çok yakın ilişkileri Karabağ sorununun Rusya’nın katkısı olmadan çözülemeyeceğini ortaya koymaktadır. 

Amerika Birleşik Devletleri’nin Kafkaslara ve özel olarak Ermenistan’a yaklaşımlarında şu hususların dikkate alınması gerekmektedir. ABD, stratejik mülahazalarla, Kafkaslarda güvenlik koşullarının mevcut olmasını ve bölge ülkelerinin demokrasi ile idare edilmesini istemektedir. Bu nedenle ABD Karabağ sorununun çözümünden yanadır. Ancak ABD’de siyasi bakımdan aktif bir Ermeni diasporası vardır. Bu diaspora Ermenistan ve Karabağ lehine olduğu kadar Türkiye ve Azerbaycan aleyhinde faaliyet göstermektedir. Mesela saldırıya uğrayan taraf Azerbaycan olmasına karşın Amerikan Kongresi, Azerbaycan’ın, Ermenistan’a uyguladığı ekonomik ambargoyu dikkate alarak, Özgürlük Desteği Kanunu’nda 1992’de bir değişiklik yapmış ve Azerbaycan’a insani yardım yapılmasını engellemiştir. Amerika’da Azerbaycan lehine olan tek husus bu ülkedeki zengin petrol yataklarıdır. Azerbaycan’ın petrolün çıkarılmasını ve nakliyesini Batı ülkeleri petrol şirketlerine vermiş olması ABD’de taktir toplamıştır. 

Karabağ’da ateş kesildikten sonra AGİK Minsk Grubu müzakere sürecini hızlandırmıştır. Minsk Grubu 1997 yılından itibaren, eş başkan olan Rusya, ABD ve Fransa aracılığıyla çalışmalarını yürütmüştür. Rusya’nın stratejik nedenlerle, ABD ve Fransa’nın da ülkelerindeki Ermeni azınlığı nedeniyle daha ziyade Ermenistan görüşlerine yakın olması Azerbaycan yetkililerinin şikayetine neden olmuş ancak bu üç ülke günümüze kadar barış sürecini yöneltmeye devam etmişlerdir.

Minsk Grubu eş başkanları tarafından 1997 Mayıs ayında hazırlanan bir plan

Karabağ’ın Azerbaycan’a bağlı özerk bir bölge olmasını, kendi anayasasını hazırlama hakkına sahip bulunmasını, Ermeni güçlerinin Karabağ dışındaki Azerbaycan topraklarından ve Şuşa şehrinden çekilmesini, buralarda güvenliğin AGİT güçlerince sağlanmasını ve Karabağ’ın serbest ekonomik bölge olmasını öngörüyordu [48]. Bu plan Azerbaycan tarafından kabul edilmiştir. 

Karabağ bölgesi Başkanı Robert Koçaryan 1997 Mayıs ayında Ermenistan’a başbakan olmuştu. Eylül ayında Karabağ başkanlık seçimlerini kazanan Arkadi Gukasyan, Karabağ’ın bağımsızlığını engellediğini ileri sürerek Minsk Gurubu planını reddetmiştir. Daha sonra ise Azerbaycan ve Karabağ’ın eşit haklara sahip olacağı bir federal devlet veya bir ortak devlet kurulmasını önermiştir. 

1997 Aralık ayında Minsk Grubu taraflara, aşamalı olarak nitelendirilen bir ikinci plan sunmuştur. Buna göre birinci aşamada, Şuşa ve Laçin koridoru hariç, Ermeni güçleri işgal edilmiş Azerbaycan topraklarından çekilecek ve mülteciler evlerine geri dönecekti. Şuşa ve Laçin koridorunun durumu sonra tayin edilecekti. 

Ermenistan da Minsk Grubu önerileri hakkında fikir ayrılığı belirmiştir. Başkan Der-Bedrosyan Karabağ’a bağımsızlık verilmesini gerçekçi bulmamış [49], ayrıca bu sorunun aşamalı bir şekilde çözümlenmesinden yana olmuştur. Karabağ’daki Ermeni idaresi ise bağımsızlık için ısrar etmenin yanında, çözümün bir kere de alınacak önlemlerle gerçekleştirilmesini istemiştir. Başbakan Koçaryan, beklendiği gibi, Karabağ görüşlerini savunmuştur. Der-Bedrosyan, Karabağ konusunda görüşleri Milli Meclis tarafından desteklenmeyince, 3 Şubat 1998 tarihinde istifa etmiştir. Anayasa gereğince seçimlere kadar cumhurbaşkanlığına vekalet eden Başbakan Koçaryan başkanlık seçimlerini 30 Mart 1998 tarihinde yapılan ikinci turda kazanmıştır. 

AGİT Minsk Grubunun Kasım 1998’de hazırladığı üçüncü bir barış planı Azerbaycan ve Karabağ’ın ortak bir devlet kurmasını öngörüyordu. Ancak Azerbaycan bu planın kendi toprak bütünlüğünü tehdit ettiğini belirterek reddetmiş ve MİNSK Grubunun daha önce hazırladığı ve Karabağ’a Azerbaycan içinde geniş otonomi verilmesini öngören planı desteklediğini bildirmiştir [50]. Azerbaycan daha sonra, 21 Şubat 2001 tarihinde, Minsk Grubu’nun hazırladığı planları kamu oyuna açıklamıştır. “Ortak Devlet” formülünün Karabağ’a fiilen bağımsızlık verdiği, zira Karabağ’ın kendi anayasası ve ordusunun olmasını ve Azerbaycan Millet Meclisi’nin alacağı kararları veto etmek hakkına sahip bulunmasını öngördüğü meydana çıkmıştır. 

Azerbaycan’ın Minsk Grubu’na karşı duyduğu güvensizlik iki ülke devlet başkanlarının doğrudan görüşmeye başlamaları sonucunu vermiş ve Minsk Grubu ise bu görüşmeleri kolaylaştırıcı bir rol almakla yetinmiştir. İki ülke başkanları 2001 yılında Mart ayında Paris’te ve Nisan ayında da ABD’de Key West’te yoğun görüşmeler yapmışlardır. Basın haberlerine göre taraflar şu formül üzerinde durmuşlardır: Karabağ hukuken Azerbaycan’a bağlı bir bölge olacak ancak çok geniş bir özerkliğe sahip olacaktır. Ermenistan bir koridor ile Karabağ’a Nahcivan’da bir koridorla Azerbaycan’a bağlanacaktır. Bu koridorların Laçin ve Megri bölgelerinde olacağı anlaşılmaktadır [51]. Ermeni güçleri işgal ettikleri bölgelerden çekilecektir. Demiryolu hattı işletmeye açılacaktı. Bu formülden bir sonuç alınamamıştır. Ancak Azerbaycan ve Ermenistan Devlet Başkanları ve Dışişleri Bakanlarının hala dahi görüşmeye devam etmeleri sorunun çözümü için ümit olduğunu göstermektedir. 

Karabağ anlaşmazlığı bazı uluslararası kuruluşlarca da ele alınmıştır.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin bu konuda almış olduğu kararlar hakkında yukarıda bilgi verdik. Bu kararlarda bölgedeki tüm ülkelerin egemenlik ve toprak bütünlüğüne saygı gösterilmesi, sınırların dokunulmazlığı, toprak elde etmek için kuvvet kullanmanın kabul edilmezliği ilkeleri teyit edilmektedir. Ayrıca bu kararlarda yer alan Ermeni güçlerinin işgal ettikleri yerlerden çekilmeleri ve Karabağ’ın Azerbaycan’a bağlı bir bölge olduğu gibi hususlar, Ermenilerce ileri sürülen Karabağ’ın bağımsız bir devlet olduğu ve kendine ait toprakları ele geçirdiği gibi görüşlere açıkça ters düşmektedir. Buna karşın Güvenlik Konseyi kararları Ermenistan’ı saldırgan olarak göstermemiş ve kınamamıştır. 

Avrupa Konseyi, Azerbaycan ve Ermenistan’ın bu teşkilata 2001 yılında üye olmasından sonra Karabağ sorununa yakın ilgi göstermiştir. Son olarak Konseyin Parlamenter Asamblesi 25 Ocak 2005 tarihinde Karabağ sorunu hakkında 1416 sayılı bir karar kabul etmiştir. Yakın tarihli olması ve Avrupa Konseyinde tüm Avrupa ülkelerinin temsil edilmesi nedenleriyle özel bir önemi olan bu kararı daha yakından inceleyelim.

Bu kararda, Karabağ’da silahlı çatışmalar başlamasında on yıldan fazla zaman geçmiş olmasına rağmen Karabağ sorunun hala çözümlenmemiş bulunmasının esefle karşılandığı ifade olunmaktadır. Karar, yüz binlerce kişinin yerlerinden olduğunu ve sefil durumda yaşadığını belirtikten sonra Azerbaycan topraklarının önemli bir kısmının halen Ermeni güçlerinin işgali altında bulunduğu ve ayrıca Karabağ bölgesinin ayrılıkçı Ermeni güçler tarafından kontrol edildiğini ifade etmektedir. Kararda Karabağ’daki çarpışmaların bazı etnik unsurların bölgeden çıkarılmasına ve etnik temizliğe benzer şekilde tek etniden oluşan bölgeler yaratılmasına neden olduğunu vurgulamaktadır. Kararda bir devlet toprağından bir bölgenin ayrılarak bağımsızlık kazanmasının ilgili bölge halkının demokratik desteğini temel alan yasal ve barışçı bir süreç içinde gerçekleşebileceği ifade edilmektedir. Kararda bir silahlı çatışmayla etnik unsurların zorla göç ettirilmesi ve ilgili bölgenin fiilen diğer bir devlete ilhak edilmesi sonucunda bir bölgenin ayrılmasının ve bağımsızlık kazanmasının mümkün olmayacağını da vurgulanmaktadır.

Karar, Avrupa Konseyi üyesi bir devlet tarafından yabancı bir toprak işgalinin o devletin üyesi olarak edindiği taahhütlerinin vahim bir ihlâli oluşturacağını tekrarlamakta ve Azerbaycan ve Ermenistan’ın 2001 yılında Avrupa Konseyi’ne üye olurken anlaşmazlığı sadece barışçı yollarla çözmeyi ve komşularına karşı kuvvet kullanma tehdidinde bulunmamayı taahhüt ettiklerini belirtmektedir. 

Kararda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 822, 853, 874 ve 884 sayılı kararlarına atıfta bulunulmakta ve özellikle 853 sayılı karara değinilerek tüm üye devletlerden anlaşmazlığın artmasına veya toprak işgalinin devamına neden olabilecek şekilde, taraflara silah ve mühimmat vermekten kaçınmaları istenmektedir. 

Karar, anlaşmazlık sonucunda yerlerinden edilmiş kişilerin güvenli bir şekilde evlerine dönme hakkı olduğunu belirtmekte ayrıca tüm üye devletlerin bu kişilere insani yardım yapmasını istemektedir. 

Karar, herhangi bir önkoşul öne sürmeden, bölgenin gelecekteki statüsü hakkında Karabağ’daki iki toplumun siyasi temsilcileriyle temas kurmasını Azerbaycan hükümetinden istemektedir. 

Karar, Minsk Grubu Eş Başkanları aracılığıyla yürütülen müzakereler başarısızlıkla sonuçlanırsa, Azerbaycan ve Ermenistan’ın Uluslararası Adalet Divanı’na başvurmasını telkin etmektedir. 

Görüldüğü üzere Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesi’nin 1416 sayılı kararı Karabağ sorunu hakkında Ermenistan’ın görüşlerine uygun değildir. Bu arada özellikle iki husus Ermenistan’ın aleyhinedir: Birincisi, karara göre, Karabağ’ın bağımsız bir devlet statüsünde olamayacağıdır. Zira, bağımsız olabilmek için, gerekli olan ilgili bölge halkının demokratik desteğini temel alan yasal ve barışçı bir süreç Karabağ’da yaşanmamıştır. Aksine Karabağ Azerileri evlerinden kovulmuş ve bazıları katledilmiştir. Böylelikle kararda bağımsızlığı önleyen, “etnik unsurların bölge dışına çıkartılmasına götüren bir silahlı çatışma” meydana gelmiştir. İkinci olarak karar, Azerbaycan topraklarının önemli bir kısmının halen Ermeni güçlerinin işgali altında bulunduğunu ifade etmekte aynı zamanda üye bir devletin yabancı bir toprağı işgalinin o devletin Avrupa Konseyi üyesi olarak edindiği taahhütlerinin vahim bir ihlâli oluşturacağını belirtmektedir. Bu sözler, bir kınama olmasa da, Ermenistan’a yöneltilmiş ağır eleştirilerdir. 

Karabağ konusundaki literatürde en az bahsedilen husus, İslâm Konferansı Örgütünün (İKÖ) bu anlaşmazlık hakkındaki tutumudur. Oysa, bu örgüt Karabağ sorunu hakkında 1994 yılından bu yana bir çok karar almıştır. Son olarak da 14-16 Haziran 2004 tarihlerinde İstanbul’da yapılan İKÖ Dışişleri Bakanları toplantısında da bu konuda 10/31-P sayılı bir karar kabul edilmiştir. 

Bu kararın önemli noktaları şu şekilde özetlenebilir: Ermenistan’ın Azerbaycan’a saldırısı şiddetle kınanmıştır. İşgal altındaki Azerbaycan topraklarında Azeri sivil halka karşı yapılan hareketler “insanlığa karşı suç” olarak görülmüştür. İşgal edilmiş Azerbaycan topraklarında arkeolojik, kültürel ve dini eserlerin yağmalanması ve tahrip edilmesi de kınanmıştır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 822, 853, 874, ve 884 sayılı kararlarının tam olarak uygulanması, Ermeni güçlerinin Azerbaycan’ın, Karabağ dahil, işgal edilmiş topraklarından çekilmesi ve Ermenistan’ın Azerbaycan’ın egemenlik ve toprak bütünlüğüne saygı göstermesi istenmiştir. 

Kararda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin Azerbaycan’a karşı saldırı yapılmış olduğunu kabul etmesi ve aldığı kararlara riayet edilmesi için Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın Anayasası’nın VII. bölümünde gösterilen önlemlerin alınması istenmiştir[52]. Kararda Azerbaycan’ın egemenliğine ve toprak bütünlüğüne karşı yapılan saldırı kınanmıştır. Bu konuda İKÖ üyelerinin Birleşmiş Milletler’de koordineli bir harekette bulunmasının kararlaştırıldığı bildirilmiş ve ayrıca İKÖ üyesi ülkelerin Birleşmiş Milletlerdeki daimi temsilcilerinin Genel Kurulda oy kullanırken Azerbaycan’ın toprak bütünlüğü konusuna mutlak destek vermeleri istenmiştir. 

Kararda, AGİT’in 1996 yılında Lizbon’da yaptığı zirve toplantısı başkanı tarafından Ermenistan-Azerbaycan anlaşmazlığının çözümü için ifade edilen üç ilkenin desteklendiği belirtilmiştir. Sözkonusu ilkeler şunlardır: Azerbaycan ve Ermenistan’ın toprak bütünlüğü, Azerbaycan içinde kalmak kaydıyla, Karabağ’a kendi kendini idare etmesi için en geniş hakların verilmesi ve bu bölgenin ve tüm halklarının güvenliğinin garanti edilmesi. Ermenistan Karabağ’ın Azerbaycan içinde kalmasını Lizbon toplantısında kabul etmediği için bu ilkeler onaylanamamıştı. 

Kararda tüm devletlerin Ermenistan’a silah ve askeri malzeme satmaktan sakınmaları ve Ermeni saldırısına ve Azerbaycan topraklarının işgaline son verebilmek üzere gerekli görünen etkili siyasi ve ekonomik önlemlere başvurmaları talep edilmektedir. 

Kararda yerlerinden edilen kişilerin ve mültecilerin güvenlik içinde evlerine

dönebilmeleri istenmekte, Azerbaycan’da bu durumdaki bir milyondan fazla kişi bulunmasının yarattığı insani sorunların boyutlarından endişe duyulduğu belirtilerek tüm üye ülkelerin bu kişilere insani yardım yapmaları, ayrıca üye ülkelerin, İslâm Kalkınma Bankasının ve diğer İslâm kuruluşlarının Azerbaycan’a acil mali ve insani yardımda bulunmaları istenmektedir. 

Görüldüğü gibi İslâm Konferansı Örgütü Karabağ sorunu hakkında Azerbaycan’ın görüşlerini çekincesiz desteklemekte diğer yandan Ermenistan’ı şiddetle kınamakta ve bu ülkenin bazı hareketlerini “insanlığa karşı suç” olarak görmektedir. Elliden fazla üyesi bulunan İslâm Konferansı Örgütü’nün, özellikle Birleşmiş Milletler’de, küçümsenemeyecek bir etkisi vardır. Mesela, Azerbaycan 2004 Ekim ayı sonunda Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun Karabağ sorununu görüşmesini istediğinde AGİT üyelerinin çoğunluğu, Minsk Grubunun çalışmalarına zarar vereceği gerekçesiyle bu görüşmelere karşı çıkmıştı. Ancak İslâm ülkelerinin oyu ile konu Genel Kurul gündemine alınmıştı. 

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin, Avrupa Konseyi’nin ve İslam Konferansı Örgütü’nün Karabağ sorunu hakkında almış oldukları kararlar mecburi değildir. Ancak bu kuruluşlarca öne sürülen toprak bütünlüğüne saygı, sınırların dokunulmazlığı, anlaşmazlıkların barışçı yollarla çözümlenmesi, toprak edinmek için güç kullanmanın kabul edilmezliği gibi ilkeler dikkate alınmadan uluslararası anlaşmazlıkların çözümlenebileceğini düşünmek de gerçekçi değildir. Nitekim Ermenistan, Karabağ ve diğer bazı Azerbaycan topraklarını on iki yıldır işgal etmesine rağmen ne Karabağ’ın bağımsız bir devlet olduğunu ne de Azerbaycan topraklarından bir kısmının Karabağ’ın savunması için gerekli olduğu görüşlerini kimseye kabul ettirebilmiş değildir. 

Karabağ sorununun çözümü Ermenistan’a büyük yarar sağlayacaktır. Azerbaycan ve Türkiye’nin Ermenistan’a karşı uyguladıkları kısıtlayıcı ekonomik önlemler kalkacak ve Ermenistan her yönü kapalı bir ülke durumundan çıkarak, Türkiye üzerinden Avrupa ve Yakın Doğu ülkelerine erişebilecektir. Bu ise Ermenistan ekonomisi üzerinde çok olumlu etki yapacaktır. Ermenistan’ın komşularıyla olan sorunlarını çözümlemesi kredi alma olanaklarını, bazı ülkelerin ikili yardımları ile uluslararası kuruluşların yardımlarını arttıracaktır. Diğer yandan Ermenistan halen savunma için harcadığı kaynaklardan önemli bir bölümünü kalkınma projeleri için kullanabilecektir. Kısaca komşularıyla olan ilişkilerini çözümlediği taktirde Ermenistan, süratle kalkınan bir ülke haline gelecektir. Bu tablonun gerçekleşmesi için Ermenistan’dan beklenen Karabağ’ın, çok geniş özerklikle, Azerbaycan’a bağlanmasını kabul etmesi ve halen işgal ettiği topraklardan çekilmesidir. Diğer yandan Ermenistan’a değil Azerbaycan’a bağlı olmak ekonomik açıdan Karabağ’ın lehinedir. 

Azerbaycan da Karabağ sorunun çözümünden çok yararlanacaktır. Yaklaşık on beş yıldır devam eden savaş psikozu ortadan kalkacak, mültecilerin sorunlarına çözüm bulunacak, ve savunmaya ayrılan büyük kaynaklar başka amaçlar için kullanılabilecektir. Karabağ sorununu çözmüş bir Azerbaycan’ın, petrol gelirlerinin de artmasıyla, Güney Kafkasya’nın en güçlü devleti haline gelmesi normaldir.

Karabağ sorunu bir çözüme kavuştuğu taktirde Rusya Federasyonu’nun Ermenistan üzerinde halen sahip olduğu büyük nüfuz giderek azalacaktır. Bu çerçevede Ermenistan’daki Rus askeri üstlerinin kapanması da beklenebilir. Buna karşılık, Karabağ sorununun çözümlenmesinin yaratacağı barış atmosferinin, bölgenin Abhazya, Güney Osetya ve Çeçenistan gibi diğer anlaşmazlıkları üzerinde psikolojik alanda olumlu bir etki yapması da mümkündür. Bu durumdan Rusya Federasyonu olduğu kadar Gürcistan da yararlanacaktır.

Iran, ülkesinde yaşayan on beş milyon kadar Azeri’nin Azerbaycan ile birleşmesi olasılığından endişe duyduğu için Karabağ sorununda Ermenistan’ı desteklemiştir. O itibarla Karabağ sorununun çözümlenmesi ve Azerbaycan’ın refah düzeyine ulaşması İran’da memnunlukla karşılanmayacaktır. Ancak bu anlaşmazlık sonsuza kadar sürmeyeceğine göre İran etnik sorunlarını, başka usullerle, mesela Azerbaycan’la iyi ilişkiler kurmak ve ülkesinde Farisi olmayan halklara geniş kültürel haklar tanımak suretiyle aşmaya çalışmalıdır. 

Karabağ sorununun çözümlenmesi Kafkasya’da güvenliğin arttırılması ve Azerbaycan’ın da daha güçlü bir devlet haline gelecek olması nedenleriyle, jeopolitik alanda Türkiye’nin lehinedir. Bunun yanında Ermenistan sınırının açılması bu ülke ile olan ticareti arttıracak ayrıca Azerbaycan ile olan ulaştırmada Ermenistan yolları da kullanılabilecektir. Ne var ki Türkiye’nin Ermenistan ile olan sorunlarının başında Karabağ sorunu değil, Ermenistan’ın Türkiye’nin toprak bütünlüğünü tanımaması ve soykırım iddiaları bulunmaktadır. O itibarla Karabağ’ sorununun çözümü Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin normal hale gelmesi için yeterli olmayacaktır. Karabağ sorunu ile eş zamanlı olarak bu sorunların çözümünün sağlanması da gereklidir. 



[1] Ömer Göksel İşyar, Sovyet-Rus Dış Politikaları ve Karabağ Sorunu, Alfa Yayınları,İstanbul 2004, s.207-216
[2] Kamuran Gürün, Ermeni Dosyası, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1983, s.227. 
[3] Donebédian ve C. Moutafian, Artash, Histoire du Karabagh, Sevig Press, Paris 1991, s.93 
[4] a.g.e., s.95
[5] Keesing’s Contemporary Archives, Records of World Events, London, 1988-2000, C.34, s.36034
[6] Keesing’s C:34, s.36035
[7] Keesing’s C:34, s.36036
[8] Keesing’s C:35, s.36471, 36490
[9] Keesing’s, C:35, s.36402 
[10] Keesing’s, C:36, s.37169
[11] Keesing’s, C:36, s.37169 
[12] İngilizce ve Fransızca kaynaklarda bu kişinin adı Ter-Petrosyan veya Petrossian olarak yazılmaktadır. Biz Türkiye Ermenilerinin deyişi olan Der-Bedrosyan’ı kullanıyoruz. 
[13] Keesing’s C:36, s.37664
[14] Keesing’s, C:37, s.38078
[15] Keesing’s, C:37, s.38582
[16] Keesing’s C:37, s.38418
[17] Keesing’s C:38, s. R120
[18] Keesing’s C:38, s.38733 
[19] Mıgırdıçyan 14 Nisan’da evinde vurularak öldürüldü. Karabağ Meclisi bu ölümün bir kaza sonucunda vuku bulduğunu bildirdi. Bu konu için bkz. Patrick Karam ve Thibault Mourges, Les Guerres de Caucase, des Tsars à la Tchétchénie, Librairie Perrin, Paris 1995, s.91
[20] P. Donabédian ve C. Mutafian, a.g.e., s.93
[21] Ayın Tarihi; 24 Aralık 1991 (Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü web sitesi www.bygm.gov.tr ) 
[22] Ayın Tarihi, 19 Mart 1992
[23] Ayın Tarihi, 12 Şubat 1992
[24] Ayın Tarihi, 10 Eylül 1992
[25] Araz Aslanlı, Tarihten Günümüze Karabağ Sorunu, Avrasya Dosyası, C:7, S:1, İlkbahar2001, s.404
[26] Thomas De Wall, Black Garden, Armenia and Azerbaijan through Peace and War, New York University Press, New York, 2003, S. 170; Thomas Goltz, Azerbaijan Diaries, M.E. Sharp, New York, 1998, s.124 ve Araz Aslanlı, a.g e. s.404.
[27] Thomas De Wall, a.g.e. s.312
[28] Ayın Tarihi, 7 Mart 1992
[29] Ayın Tarihi, 18 Mart 1992
[30] Ayın Tarihi, 18 Mart 1992
[31] Ayın Tarihi, 19 Mayıs 1992
[32] Ayın Tarihi, 19 Mayıs 1992
[33] Ayın Tarihi, 21 Mayıs 1992
[34] Kamer Kasım, The Nagorno Karabakh Conflict From its Inception to the Peace Process, Ermeni Araştırmaları/Armenian Studies, S:2, 2001, ASAM, Ankara, s.174
[35] Ayın Tarihi, 22 Mayıs 1992
[36] SSCB’nin askeri mirası 15 Mayıs 1992 tarihli Taşkent anlaşmasıyla eski Sovyet Cumhuriyetleri arasında paylaşılmıştır. Buna göre Azerbaycan’a 220 tank,285 top, 220 askeri araç verilmiş ancak bu anlaşmada yer alan 100 uçak ve 50 helikopter teslim edilmemiştir. Bkz. Nazım Cafersoy, Elçibey Dönemi Azerbaycan Dış Politikası, Bir Bağımsızlık Mücadelesinin Diplomatik Öyküsü, ASAM, Ankara, 2001, S. 73. 
[37] Keesing’s, C:38, s.39018
[38] Keesing’s, C:38, s.39156
[39] Keesing’s, C:39, s.39332 
[40] Ayın Tarihi, 8 Nisan 1993
[41] Ayın Tarihi, 7 ve 13 Nisan 1993
[42] Keesing’s, C:39, s.39475
[43] Suret Hüseyinov bir darbe girişimi öncesinde Başkan Aliev tarafından 6 Ocak 1994 tarihinde görevinden alındı.
[44] Keesing’s, C:39, s.39650
[45] Ayın Tarihi, 6 Eylül 1993 
[46] Keesing’s, C:39, s.39694
[47] Keesing’s, C:40, s.40019,20 
[48] Keesing’s, C:43, s.41710
[49] Keesing’s, C:43, s.41878
[50] Keesing’s, C:44, s.42636
[51] Ömer E. Lütem, Olaylar ve Yorumlar, Ermeni Araştırmaları/Armenian Studies S:1, ASAM, Ankara, 2001, s. 30,31
[52] Birleşmiş Milletler Antlaşmasının VII. bölümü barışın tehdidi, bozulması ve saldırma fiili halinde yapılacak hareketle ilgilidir. Bu hareket içinde silahlı kuvvet kullanmasını gerektiren ve gerektirmeyen önlemler vardır. 

http://www.eraren.org//bilgibankasi/tr/index3_1_2.htm



..