11 Şubat 2016 Perşembe

Ne Yardan.., Ne Serden!



Ne Yardan..,  Ne Serden!


Nurten AKYAZILILAR

Demokratik ülke Almanya’dan,
‘Ermeni Belgeleriyle 1915’ belgeseline antidemokratik yaklaşım















Serkan Koç, ‘ Ermeni Belgeleriyle 1915 ’ adlı bir belgesel hazırladı. Yapıt, tüm dünyaya gerçekleri göstermek amacıyla İngilizce, Fransızca, Almanca, İspanyolca, Arapça, Rusça, Ermenice ve Türkçe gibi birçok lisanda yapıldı.
Belgeseli Almanya’ya gönderdiklerinde polisin el koyduğunu belirten Serkan Koç, “Üzerinde bandrol var. Hukuki hiçbir eksiği yok. İçeriğini izleyip ona göre ülkeye girişine izin vereceklermiş! Uygulama kanun dışı, hatta keyfi... Hükümet ve elçilik derhal devreye girmeli” diyor.
Serkan Koç’un belgeseline Alman polisinin el koyması normal; zira özgür, demokratik, laik ve güçlü Batı ülkelerinden Almanya’nın Cumhurbaşkanı Gauck, Berliner Dom katedralinde, Almanya'daki kiliselerin ortak düzenlediği ‘Ermenilere, Süryanilere ve Pontus-Rumlarına uygulanan soykırımı anma töreni’ne katıldı! Gauck, " Ermenilere soykırımla ilgili, biz Almanların da genel olarak ortak sorumluluğu, belki de suç ortaklığı olup olmadığı konusundaki değerlendirmelerle yüzleşmemiz gerekiyor" dedi. Konuşmasının devamında da sürgünün planlanmasında ve kısmen de uygulanmasında, Alman askerlerinin katkısının bulunduğunu belirtti.

TÜYAP’ta bölücü yayınlar dikkat çekti
Dün sona eren 20. TÜYAP İzmir Kitap Fuarı’na bu yıl 400 yayınevi ve sivil toplum kuruluşlarının katıldığı ifade ediliyor. Son yıllardaki fuarlarında dinci yayınların artışını gözlemlemiştim ki bu yıl, daha da artmışlar ve üstüne bu sefer bölücü yayınlar da eklenmiş. Dikkatimi çekenler; Belge Yayınları, Na Yayınları ve Aram Yayınları oldu. Türkler ne çok milleti soykırıma tabi tutmuş, görseniz şaşırırsınız. Hele bir tanesi vardı ki Kürt yayını ve Ermeni soykırımı iddiasıyla yazılmış! Kitabın biri de İzmir’i Türklerin yaktığını anlatıyordu. Tezgâhındaki yayınları hararetle savunan stanttaki genç görevli, hayli konuşkan ve ısrarcı olunca, sordum: Siz, nereden göç ettiniz?
 -Tunceli’den, dedi…
Yanımıza sonradan gelen kız arkadaşı da kendinden oldukça emin vücut dili ve ifadesiyle:
“ Gün gelecek Türkiye, Ermeni Soykırımı yaptığını kabul edip özür dileyecek ve bakalım o zaman siz ve sizin gibi düşünenler, nasıl bakacaklar yüzümüze” dedi…

Sonuçta bakın, işe Ermenistan’ı hiç karıştırmıyorum; elin en demokratik ülkelerinden biri olan Almanya’ya dahi 1915 olaylarıyla ilgili belgeselin CD’sini bile sokamıyorsunuz ama Türkiye Cumhuriyeti’nde, Türkiye ve Türk karşıtı yayınlar ulu orta satışta!

Amerika’daki diasporaya bu sefer onurlu ve etkin bir yanıt verdik













Ermeni diasporası, dünyanın birçok yerinde 1915 olaylarının 100. Yıldönümünü anma etkinlikleri düzenledi. Diasporanın son derece aktif olduğu ABD’de, Ermenilerin karşısına çıkan Türkler, asırlar boyu devlet geleneğinden gelen millete mensup olma ile haklılığın taşıdığı asalet ve onurla dimdik durdu. Sayın Orhan Tan’dan aldığım e.posta linkiyle açılan Florida Türk Gazetesi sayfası, “Miami'de Türkler ve Ermeniler karşılıklı sloganlar attılar” başlığıyla ilgili haberi veriyordu.



Haberde Ermenilerin pankartlarının bazılarında 1.5 milyon, bazılarında ise 2.5 milyon insanımız soykırıma uğradı, diye yazdığı dikkat çekilirken Türklerin pankartlarında ise; "Don't teach your kids hatred - teach peace", "Reconsiliation-No Accusation" gibi barışçıl cümleler yazıldığı ifade ediliyor. Bayraklar dışında Ermeni katillerin öldürdüğü diplomatlarımızın portrelerinin taşındığı belirtilen haber, şöyle devam ediyor:













“İşin en iyi yanı, bu sabah Ermeniler uyandıklarında Türklerin sürprizi ile karşılaştılar. Miami Herald'da tam sayfa ilanımızı gördüler. Prof.Dr. Bernard Lewis'in çarpıcı cümleleri vardı. "Ermenilerin maruz kaldığı ile Holacaust'u bir tutmak, Almanya'da yaşayan Yahudilerin düşmanla işbirliği yaparak, yaşadıkları vatana ihanet etmesi gibi bir varsayım yapmak demektir ki, bu tamamen absurd bir paralellik kurmaktır" demektedir.













Haberin fotoğraflarını çekenlerin; Vedat Gürtan, Dr. Ali Nazmi Cora ve Cemil Akbaş olduğu kaydediliyor”.













Yalan ve iftiraya sessiz kalmayalım; gerçekleri belgeleriyle direkt anlatalım

Özellikle diasporanın faaliyetlerini ve yazılı kaynaklarını irdeleyen e.postalar gönderen Sayın Orhan Tan, “Ulusumuzun ve ülkemizin Ermeni meselemizdeki mücadelesine bizlerin yapabileceği çok önemli katkının, uluslararası yayın yapan web sitelerine göndereceğimiz yorumlarla gerçekleşebileceğini unutmamalıyız. Kısaca, meydanı militan Ermenilere ve onları gözü kapalı destekleyen üçüncü kişilere boş bırakmayalım” diyerek akılcı mücadeleye dair önemli bir mesaj veriyor.

100. Yılı derken, bir 24 Nisan daha her zamanki gibi öylesine geçti

Basınımızda fazla dikkat çekmeyen haberlerde ise Ermenilerin, Türklere sözlü sataşmalarda bulunduğu ve iki kere de Türk bayrağını, yerde ayakları altına almak istediklerinde Türk vatandaşların tepkisi üzerine kısa süreli gerginlikler yaşandığı kaydedildi.
Bir başka haberde: Ermeni grubun önünden, aracının içinde bulunan Türk bayrağıyla geçen bir Azerbaycan vatandaşı, Ermeniler tarafından durdurulup aracın içindeki Türk bayrağı alınmış. Türkler olaya müdahale etmiş. Aracından inip Ermenilere karşılık vermeyen isteyen Azeri vatandaş ise çıkan arbedede polis tarafından gözaltına alınmış.
Filistin'in Kudüs kentinde yaşayan Ermeniler de düzenledikleri gösteride yine Türk bayrağı yakmış.

Ermeni soykırım iddia ve çıkışları seçim üzeri AKP’ye yaradı

24 Nisan öncesi ‘ABD, bu sefer soykırım diyecek mi, demeyecek mi’ temasındaki tartışmalar sürerken, ABD’nin Ortadoğu politikası kapsamında Türkiye’yi harcayamayacağına inandığım için, “diyemezler” demiştim; nitekim demediler…
Hangi ülke, hangi temsille Çanakkale anma törenlerine, hangileri Ermenistan’ın sözde soykırım iddialarını desteklemeye gideceği de konuşuldu, uzun uzun...
Süreçte verdikleri milliyetçi mesajlar ve dünya çapında düzenledikleri Çanakkale Anma törenleri sayesinde bu iş yine AKP’ye yaradı, arkadaşlar… Nasıl mı? Bakın, örnekleriyle şöyle:
Sabah’ın, "ALMANYA KONUŞACAK SON ÜLKEDİR" ara başlığındaki haberinde Cumhurbaşkanı Erdoğan, şunları söylüyor:
“Milletimiz göğsüne namerdin elini değdirmeyeceğini daha önce gösterdi. Hem milletin değerlerine saldırıp hem de kazanamayınca millete hakaret edenler bunlardır.
Biz dünyaya barış mesajı verirken, aralarında Rusya, Almanya ve Fransa'nın bulunduğu bazı ülkeler, Ermenilerin yalanlarını destekleyerek bizi eleştiriyorlar. 100 yıl önce yaşananlar ortak acımızdır. Ermeni iddialarına destek verenler, önce kendi geçmişlerini temizlesinler. Kendi geçmişleriyle yüzleşsinler. Ermenilere yönelik zorunlu göçten bizi mahkûm etmeye çalışanlar, kendi yaptıkları zulümlerin hesaplarını versinler. Arkalarında bıraktıkları kanların, izlerini silsinler. Bu konuda Almanya, en son konuşacak ülkedir. Rusya da Fransa da kendi tarihlerine baksın. Fransa'dan kalkıyorsun; Cezayir'e, Ruanda'ya gidiyorsun. Ne işin var senin Afrika'da!
-Biz dilerdik ki Sayın Putin, Ermenistan'a gitmesin. Oraya 2 devlet başkanı gitti. Çanakkale'ye 20 devlet başkanı geldi. Çünkü biz barış zirvesi düzenledik”…

Yeniakit’in, "AVRUPA BİRLİĞİ BİZE AKIL VERME, KENDİNE SAKLA" ara başlığındaki haberinde Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Buradan bir kez daha Ermeni toplumuna ve onları destekleyenlere sesleniyorum. Tarihteki olayların hesabının bugün verilmesi gibi bir yol açılacaksa, bu konuda en rahat olan ülke, hiç şüpheniz olmasın; Türkiye'dir, hiç endişeniz olmasın. Yine iddia ile söylüyorum; ey Avrupa Birliği bize akıl verme, kendine sakla. Niye? Bak, diyorsun ki, arşivlerinizi açın. Biz 15 yıldır arşivlerimizi açmaya hazır olduğumuzu söylüyoruz. Bunların kulakları var duymuyor, gözleri var görmüyor, dilleri var hakikati konuşamıyor" dedi.

Hürriyet’in, “Yalçın Akdoğan: Bunlar vız gelir tırıs gider” başlıklı haberinde Akdoğan, şunları söylüyor:
 “Geçmişte savaşmış, birbirimize kurşun sıkmış olabiliriz ama 73 ülkeden insan geldi, Çanakkale ruhunu gördü, Çanakkale ruhunu yaşadı ve nasıl dostluk köprüleri kurulabilirmiş, onu bütün dünyaya gösterdi. Birileri kararlar alır, bir araya gelirler, bunlar ne anlam ifade ediyor? Sadece kin ve nefreti tahrik etmek... Geçmişin kin ve nefreti üzerine geleceği inşa edemeyiz; geleceği dostluk, barış üzerine inşa etmemiz lazım. İşte Türkiye, dün bütün dünyaya bu mesajı verdi. Bu yaşananlar açısından da bu seçimden AK Parti’nin güçlü çıkması, Türkiye’nin güçlü olması gerekiyor.”

Akıl karışıklığı yaratan bir kitap: Ermeni Komşum



İzmir Kitap Fuarı’ndayken sevgili Yaşar Aksoy’u da ziyaret ettik; kendisini çok genç, sağlıklı ve keyifli görmek mutluluk vericiydi. Son kitaplarından ‘Ermeni Komşum’u imzalayarak adresime göndermişti zaten ama fuara beraber gittiğimiz kıymetli arkadaşım Jale Ersoy için de bir tane aldık ve imzalattık. Günün hatırasına fotoğraf da çekildik.


Halkımız ‘gariban’ değil; aksine mucizeler yaratacak kadar güçlüdür!

Önsözünde de adıma şükranlarını sunma nezaketi ve büyüklüğünü gösteren Sayın Yaşar Aksoy’un kitabı her zamanki gibi yine çok değerli bir arşiv niteliği taşıyor. Kitabın arka kapağındaki sunuş yazısının sonunda Aksoy, şunları yazıyor:
“2015 yılı Ermeni Soykırımı iddialarının 100. Yıldönümüdür, bu sebeple bütün dünyada, her cepheden ülkemize haksız suçlamalar yöneltilecektir, hiç şüpheniz olmasın.
“1915 (Genel/Özel) Soruda Ermeni Komşum” kitabı, hem Ermeni yurttaşlarımızla, hem Ermenilerle yan yana Türk milletinin sonsuz barışını hedefleyen bir çalışmadır. Başka bir amacı yoktur. Hiçbir resmi veya gayri-resmi alternatif iddia yanlısı da değildir. Nuri Bilge Ceylan’ın dediği gibi uğruna baş koyduğumuz gariban halkımıza armağan olsun”…

‘Hem nalına hem mıhına vurmak’ deriz ya işte öyle…

Ermeni meselesi öyle bir sorun ki, bu kitabını okurken Yaşar Aksoy’un bile bu mesele karşısında sanki aklı karışmış gibi hissettim. Kitapta birçok başlıkta, iğne oyası gibi ince ince tüm detayları ve gelişimiyle işlenen Ermeni sorunu, “Ermeni Soykırımı yoktur” içerikli bilgi ve yorumlar yanında “Ermeni soykırımı vardır” şeklinde yorumlar da içeriyor.
Kitabın ilk sayfalarında Ermenileri, tarihi ve yapısıyla irdeleyen Aksoy, şunları kaydediyor:
Kafkasya ve Doğu Anadolu’nun taa Nuh Peygamber zamanından(!) beri Ermenilerin tapulu malı olduklarını iddia eden görüşler, bilim ve mantık dışıdır”!...
“Ermeniler tarih boyunca üzerinde yaşadıkları bölgede belirli ailelerin kesin yönetimine dayanan küçük derebeylikler, silik ve zayıf prenslikler dışında hiçbir zaman bağımsız, birleşik ve sürekli bir devlet kuramamışlardır. Belki de devlet kurmayı hiç istememişlerdir. Çünkü devlet kurmak demek, bölgeye hâkim olmak ve bölgeyi korumak anlamına gelecektir. Bu güç ise, Ermenilerde hiçbir zaman olmamıştır”…
“Ermeni prensliklerinin kuruluşu, kendi toplumlarının iç dinamikleri sonucu değil, yabancı büyük devletlerin isteği ve emri üzerine suni biçimde gerçekleşmiştir. Ermeni prensleri veya beyleri, bir aristokrat geleneği olan soylu ailelerden gelmemişler, aksine yabancı devletlerin tayinleri sonucu tarih sahnesine çıkmışlardır…
… Ermenilerin (yani Ermeni yöneticilerin) döneklikleri ve savaşan orduları arkadan vurmakla ün yapmaları, onların sık sık tehcire uğramalarına veya kendilerince göç yollarına düşmelerine yol açmıştır.
… Bu bakımdan dünya üzerindeki Ermeni yayılışının, 1915’de Türklerin onlara uyguladıkları mevzii bir iç sürgüne bağlanması, mantık dışı olduğu kadar ahlak dışıdır da”!
“… Selçukluların adım adım ilerlediği topraklar, üzerinde bir sürü kavmin yanı sıra Ermenilerin de hasbelkader yaşadığı Bizans topraklarıdır…
… Türkler, Ermenileri zalim Bizans’ın vahşi ve Ortodoks egemenliğinden kurtarmışlardır.
Malazgirt Savaşı’nda Alpaslan’ın zaferini, Van, Muş, Diyarbakır ve Urfa’nın Türkler tarafından ele geçirilmesinin büyük bir bayram havası içinde Anadolu Ermenilerince kutlandığını, yine bizzat Ermeni tarihçi Urfalı Mateos yazmaktadır. Ermenileri zulümden kurtaranlar, onları tam 800 yıl adalet ve hürriyet havası içinde yaşatma insanlığını ve büyüklüğünü göstermişlerdir. Bu bakımdan Ermeni vatanını zorla işgal ettiler suçlamasını hak etmemişlerdir”!

“Ermeni Sorununu hangi şeytan başlattı?” sorusunu yanıtlarken Aksoy, “1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı ve Türklerin savaşı kaybetmesi ‘Ermeni sorunu’nu bir anda alevlendirdi” diyor. Basra Körfezi ve Hindistan yolunun güvenliğini tehlikeye düşürmek istemeyen İngilizlerin, Ermeni davası tahrikçiliğinin ikinci müşterisi olduğunu kaydediyor.

Kitabın devamında Hınçak ve Taşnak oluşumlarına değinen Aksoy, 24 Nisan 1915’i anlatırken, şunları yazmış:
“…Osmanlı Hükümetinin Ermeni ihanetine karşı oldukça geciken ilk tepkisi, 24 Nisan 1915 günü gerçekleşti. Hükümet, o tarihe kadar elini kolunu sallaya sallaya İstanbul’da bile takır takır faaliyet gösteren Ermeni komitelerini kapatıyor ve yöneticilerden 235 kişiyi devlete isyan etme suçundan tutukluyordu.
Ermenilerin, her yıl kendilerinden geçercesine andıkları “Soykırım Yıldönümü” dedikleri 24 Nisan, işte bu 235 kişinin tutuklandığı tarihtir”...

Tehcir kararıyla ilgili ise şu bilgiyi paylaşıyor:
“Osmanlı Hükümeti, Alman Genel Kurmayı’nın önerisi ve baskısıyla 27 Mayıs 1915 tarihinde ‘Tehcir Kanunu’ çıkarır. Bu cezai bir işlem değildir. Güvenlik nedeniyle yalnızca Doğu Anadolu’nun bazı kesimlerindeki Ermeniler toplu biçimde, daha güneydeki topraklara özellikle Suriye’ye gönderilmiştir”…

1915 yılı nüfus zayiatı konusunda da Lozan Konferansı belgelerinde geçen Ermeni Heyeti Başkanı Bogos Nubar’ın açıklamasına dikkat çeken Yaşar Aksoy, şöyle yazıyor:
“ ‘1915 yılında Doğu Anadolu’da çıkan olaylarda, Müslüman nüfus açığı 1.400.000’dir..’
İlginç değil mi?.. Meşum ve karanlık 1915 yılında Anadolu’da 1.400.000 Türk, arkasından vurularak yok edilmiştir. Ben Türkiye olarak, bu soykırımın propagandasını yapamıyorum... Suçlu veya suçsuz yaşamını yitiren 300.000 Ermeni, 1.5 milyon kişilik soykırım olarak dünyaya takdim ediliyor. Pes”…

1916 yılında James Bryce ile Arnold Toynbee tarafından Londra’da yayımlanan, “Osmanlı İmparatorluğunda Ermenilere Yönelik Muamele 1915-1916” adlı yayının ‘Mavi Kitap’ adıyla bilindiğini kaydeden Aksoy, kitaba dair şu bilgiyi ekliyor:
“Arnold Toynbee 1966’da yayınlanan hatıralarında Mavi Kitap’ta soykırım konusunda yanıldığını belirtmişti. Kitap 2000 yılında Genel Direktörlüğünü Ara Sarafyan’ın yaptığı Gomidas Enstitüsü tarafından yeniden yayımlandı..
.. Mavi Kitap’ın dağıtılması konusunda en büyük destek de Kürt Milliyetçisi Siyasal Hareketi’nin Partisi DTP’den geldi..
‘Mavi Kitap’a Yanıt’ adlı çalışmasıyla da tanınan, sözde Ermeni soykırımı konusunda Türkiye’deki en yetkin kişi olan Prof.Dr. Türkkaya Ataöv’ün bu çalışması, 2006 yılında İleri yayınları tarafından Türkçe olarak da yayımlandı. Prof. Ataöv, bu kitabında, Mavi Kitap adlı çalışmanın propaganda amaçlı ve tamamen uydurma verilerle kaleme alındığını kanıtlıyor”…

Tutarsızlık…

Soykırım iddialarıyla konuya devam eden Aksoy, şunları yazdı:
 “.. kişisel olarak Ermeni Soykırımı tanıyorum. Efendim, soykırımı bir devlet değil, Türk milleti yaptı denirse bu iddianın da alnını karışlıyorum, çünkü aynı olaylarda inanılmaz sayıda Türk milleti mensubu da Ermeni örgütleri tarafından (Ermeni milleti tarafından değil) öldürüldü. Ben, benim çocuklarım, benim torunlarım, torunlarımın torunları bu suçla hiçbir şekilde alakalı değildir! Ermeni Soykırımı’nı inkâr etmiyorum, ret ediyorum; eğer benimle ve TC ile ilintili sunuluyorsa… Üstelik Ermeni Soykırımı, eğer varsa kınıyorum, soykırım olarak tanıyorum”…
Ermeniler ve soykırım iddiaları üzerine gündeme gelen birçok haber ve bilgi, gazeteci/yazar Yaşar Aksoy tarafından tek tek kaleme alınıp değerlendirilmiş. Bu durumda Yaşar Beye sormak elzem: Konulara ve olaylara her yönüyle bu kadar hâkimken, “Ermeni Soykırımı vardır”ı nasıl diyebildiniz? Neden dediniz?

Tapusu bizde kalsın ama gelin beraber kullanalım

Ağrı Dağı temasıyla kitabını sürdüren Yaşar Aksoy, bir de şaka gibi garip bir barış önerisi sunuyor. Şöyle ki:
“Ağrı Dağı’nı ortaklaşa bir barış ve ekonomi bölgesi haline getirelim. Yarı yarıya… Ermenistan’a bakan tarafı Ermeniler için manevi açıdan kazanılmış, Türkiye’ye bakan tarafı Türkler açısından ekonomik olarak kazanılmış birer dağ parçası olsun. Tekrar ediyorum… Yarı yarıya… Toprak işgali ve sınır değiştirilmesi yok. O dağa kondurulacak muazzam bir otel, termal, kayak, eğlence, dinlence tesisinin işletmesi ortak, kazancı yarı yarıya paylaşılacak. Dağın Ermenistan tarafından Ermeniler, bu tesise ellerini kollarını sallaya sallaya sanki kendi topraklarıymış gibi gelecekler, çevresinde piknik yapacaklar, alışveriş yapacaklar, turistik tesis kuracaklar, öte tarafından ise TC vatandaşları… Yol trafik tabelaları Türkçe-Ermenice yazılabilir. Yol boyunca benzin istasyonlarını Ermeniler çalıştırabilir”.

Adamlar bu kadar hırslıyken, olay kimyalarına işlemişken ve bu uğurda namert bir terör estirirlerken koskoca Ağrı Dağı’nı paylaşmayı nasıl önerebildiniz? Kanla çizilmiş sınırlarımızı masa başında kaybetmekle eş değer bir teklif, değil mi bu?

Bu garip önerisine, bir de koruma/kollama teklifini şöyle ekliyor:
“Bu muazzam tesisi ABD, Fransa, Dünya Bankası, IMF, uluslararası finans kuruluşları finanse edecek. Koordinasyon, Ermeni diasporasının aklı başında komitelerine verilebilir. Ermenistan ve Türkiye, bu ekonomik girişimin garantör ülkeleri olurlar. Birleşmiş Milletler (BM) sembolik olarak Barış Gücünü bu dağın korunması için tahsis edebilir. Uluslararası Hukuk, tüm fotoğrafı kayıt altına alır ve değişmez hükümlerle karara bağlar; Türkiye bunu onaylar, Ermenistan bunu onaylar, BM bunu onaylar, ABD onaylar, NATO onaylar, Rusya Federasyonu onaylar. (Bazı Ermenisever aydınlar Fransa’da yaptıkları ortak açıklamada Ağrı Dağı’nın serbest bölge olmasını istemişlerdi; kupkuru, bomboş serbest bölge ne işe yarayacak?.. Bu bölgenin içinin ekonomik olarak doldurulması gerek)”

Her fırsatta Emperyalizmden dem vurup Ağrı Dağı’nın korunmasında emperyalistleri nasıl davet edebildiniz?
Yakın tarihimizden yine bir başka soykırımı hatırlatmak istiyorum size: Birleşmiş Milletler, Srebrenitsa’yı güvenli bölge ilan etmiş olmasına karşın 400 silahlı Hollanda barış gücü askerinin varlığı, oradaki soykırımı ve katliamları önleyememişti. Söz konusu Türk vatandaşını korumak olunca Ağrı’da AB, ABD, Rusya, NATO veya BM güçlerine ne kadar güvenebilirsiniz?
Afganistan’da, Irak’ta bahanelerle Müslümanları katleden, topraklarını işgal eden, kültürlerini yok eden, hukuku da demokrasiyi de kendilerine göre işleten unsurlar, Ağrı’yı ve Türkleri korumasını umduğunuz aynı unsurlar değil mi? İyi ama siz bunları çok iyi tanıyor ve biliyorsunuz, peki o zaman bu öneri neden?

Aynı öneriyi Karabağ için de getiren Aksoy, “Hem Ermeniler hem Azeriler, savaşmadan toprak kazanmış ama aynı zamanda kardeşçe bölüşmüş olurlar” diyor ve ekliyor:
“Azerbaycan Sorunu için gerçek çözüm adreslerinin ABD ve Rusya olduğunun da altını çizelim”...

Ermenistan’ın, Hocalı’da yaptığı soykırım daha çok taze… Toprakları soykırımla gasp edilen Azerbaycan’a bu öneriyi nasıl sunabildiniz?

Yaşar Aksoy, yazısına şöyle devam ediyor:
“Üstelik Putin ile TC’nin, Batı (AB) yanlısı Bulgaristan’ı bypass eden ‘Yeni Güney Mavi Akım’ sebebiyle yakınlaşmaları ve Erdoğan-Putin Ankara buluşmasının Batı’ya karşı bir gövde gösterisi haline geçmesi (Yani Rusya’nın gizli bir partner olarak TC’nin omuzbaşına yerleşmesi) Ermeni sorunumuz için de hayırlı ve geniş ufuklu bir ortama hepimizi yönlendirebilir…
‘Yaşa Putin’ demek zorundayım”…

“Yaşa Putin” dediğiniz Putin, 24 Nisan’da Ermenistan’ın başkenti Erivan’daki anma törenlerine katıldı ve 1915 olaylarını "soykırım" olarak tanımladı. Halen “Yaşa Putin” demek istiyor musunuz? Gerçi siz de soykırımı tanımışsınız ama…

‘Kürtler çekilsin, Ermeniler girsin’ gibi öneri de yok ki birbirlerinden farkları…

Kitabın devamında Ağrı Dağı konusunu, Kürtçü politikalara şöyle bağlıyor:
“Tekrar ediyorum.
Ermeni Soykırımı’nı kabul ediyorum.
Ancak Türkiye’nin veya Türklerin sorumlu olduğunu inkâr değil, ret ediyorum.
(Çünkü inkâr, yapılmış bir şeyi kabul etmemektir!)
Suçlu ben değilim.
Tazminat-mazminat yok.
Ortak ekonomik yatırım var.
Ağrı Dağı sembolik olarak ikiye bölünüyor. Manevi açıdan…
Kazanç ise bölüşülecek.
Tek sorun var…
Ağrı Belediye seçimlerini PKK yanlısı Kürt partisi kazandı.
Yani çözümde PKK faktörü de var, çünkü Ağrı Dağı, PKK’ya göre özerk veya bağımsız Kürdistan haritasının içinde yer alıyor.
Yani Ermeniler ile Türkleri barıştıralım derken, bu birbirine soğuk ve kinli iki halkın arasına ‘silahlı ve kanlı bir başka etnik örgüt’ te yer almak için öne fırlayacaktır. Bayağı zor bir iş…
.. 1915 olaylarında coğrafi alanda katliamı veya soykırımı yapan reel kişilerin, grupların da Kürt aşiretleri ve çeteleri olduğunu hiç unutmadan ve her ortamda tekrarlayarak… (Kürt düşmanlığı yapmadan, reel tarihi açıklamak amacından sapmadan)”...

Dile kolay; 30 yıllık emek bir çırpıda harcanmaz

.. “Ağrı Dağı’nı ortak bir ekonomik fayda alanı haline getirelim derken, bizi naif (çocuksu) veya avanak hatta vatan haini olarak göreceklerin bulunacağına inanıyoruz… Ermenilere toprak verdin diye (hayatımız boyunca vatanımız için karşılıksız çaba harcamış olsak bile) vatan haini olarak ilan edileceğimizi de biliyoruz.
Ama savaş olacağına…
Sürekli kavga olacağına…
Çocuklarımız birbirine yüzyıllarca kin duyacağına…
Ortak ekonomik getiri çevresinde buluşmak daha insancı ve gerçekçi değil midir?
Tanrı da böyle istemez mi?
Ne dersiniz?...
Bu kitabın amacı buydu…
Bunun için yazdık 30 yıldır”…

Çizdiğiniz bu, ‘Kan akmasın, savaş olmasın; ver kurtul’ misali mantık, ‘söz konusu vatansa gerisi teferruattır’ mantığıyla bağdaşmaz ki…

Kitabın ilerleyen bölümlerinde Ağrı Dağı’nın ekonomik paylaşım konusuna geri dönen Yaşar Aksoy, özellikle PKK hassasiyetiyle şu notu düşüyor:
“Türkiyeli-Ermeni aydınların bildirisini iyi niyetle yapılmış önyargısı ile kabul ediyorum. Ancak küçük itirazım Ağrı bölgesi ile ilgili.
1915 olayları olurken bölgede PKK yoktu.
2015 yıllarında ise bölgede PKK var.
Ağrı Belediye başkanı PKK’nın siyasi kolunun önemli bir temsilcisidir.
Bölge ‘serbest’ olursa, oraya gelir PKK oturmaz mı?
Yani Türk-Ermeni denkleminde artık bundan böyle Kürt ulusal hareketi, yani PKK da vardır.
Ağrı bölgesi, iki halkın (Türk-Ermeni) arasında bir barış ve barışma sembolü olacak ise, ‘önüne gelenin çekip götüreceği serbest bir bölge’ değil, tam tersine kuralları Türkiye, Ermenistan, hatta Rusya, BM, NATO ve uluslararası kuruşlarca belirlenmiş, sıkı denetimli, teröre kapalı, toprak ilhakına kapalı, ortak bir ekonomik getiri bölgesi olabilir. Ağrı’da petrol olmadığına göre, bu cümlenin çıkış yolu da barış temalı turizm olur. Bu da benim aydınlar çağrısına katkım olsun. Selamlarımla”…

“Talatpaşa değil de Artin Penik Komitesi olsun”!
Bir de Talatpaşa Komitesi’ne ilginç bir öneri sunuyor Yaşar Bey, şöyle ki:
“İsmi Talat Paşa olan bir sivil hareket, sadece bu ismiyle dahi eli kanlı bir komitacılığı, savaş çılgınlığını, on yılda koca bir imparatorluğu batırmayı, sonra bir Alman denizaltısına binip vatanı sahipsiz bırakmayı, hesap vermeden öte dünyaya bir Ermeni kurşunu ile göç etmeyi çağrıştırmıyor mu?
Baştan beri bu Talat Paşa ismine ısınamamışımdır.
Bu hareketin üyeleri hiç şüphesiz yurtsever insanlardır… Haklı ve inançlı sivil etkinlikler düzenliyorlar… Hele hele TC’nin pısıp kaldığı bir süreçte yalnızca onların sesi çıkıyor..

Ama yine de son Analizde ‘Talat Paşa’ ismi, beni ürpertiyor…

Hiç şüphesiz Talat Paşa, bir vatansever Osmanlı idi. Ama benim karnım bu tür vatanseverlikte doymuyor, üstelik habire kanım akıp durmakta. Ben kanımın akmadığı, üstelik karnımın doyduğu bir vatanseverlik istiyorum.
Talat Paşa, Berlin’de bir Ermeni komitacı tarafından kalleşçe öldürülmüş bir şehittir.
Ama o kadar.
Şehit olması suçlarını bağışlatmaz!
Üstelik 21. Yüzyılda Emperyalizmin pençesindeki Türkiye’yi başındaki bin bir dertlerden yalnızca biri olan Ermeni Sorunu’ndan kurtarmak için başlatılacak bir sivil insani ve hukuki mücadele için Talat Paşa ismini seçtiğinizde, bence bu yanlış bir karardır.
Peki, hangi isim seçilmeliydi?
Türk-Ermeni kardeşliğine geçtiğimiz yüzyıllarda en büyük hizmetleri gerçekleştirmiş, bu uğurda kendini feda etmiş bir Ermeni’nin ismi böyle bir harekete daha çok yakışırdı.
Örneğin Artin Penik ismi daha çok yakışırdı...
.. Benden söylemesi…
Yine de Talat Paşa Komitesi’ne başarılar dilerim.
4T muazzam bir Emperyalist Proje’dir…
Gövdesi kurşunlarla delik deşik olmuş ve mezarında yatan bir Talat Paşa, bu oyunu bozamaz.
Başka şeyler lazım”…

Pek tabii bu görüşlerinin üzerine Aksoy, Doğu Perinçek’in, 27 Ocak 2012 tarihli Aydınlık’taki köşesinde yazdığı, ‘Neden Talat Paşa?’ isimli makalesine de yer vermeyi ihmal etmemiş…

Türkan Başyiğit hoca, haklı ve doğrudur

DEÜ Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü öğretim üyesi Yard.Doç.Dr. Türkan Başyiğit’in öğrencilerinden talep ettiği; “Ermeni Sorunu-Ortaya Çıkışı-Sözde Soykırım İddialarına karşı Türkiye’nin soykırım yapmadığını belgelerle açıkladığınız ödevlerinizi 18.12.2014 tarihinde vize sınavında teslim ediniz” notunun sosyal medyada tartışma konusu haline gelmesini de kitabına alan Aksoy, Ermeni Sorunu’ndaki yaklaşımıyla Başyiğit hoca olayını da çelişkilerle ifade etmiş. Bir de üzerine Cumhuriyet Gazetesi’nde Aydın Engin’in yazdığı, ‘Durup dururken Hrant’a mektup’ başlıklı makalesine de yer vererek konuyu iyice pekiştirmiş ve Engin’e hak vermiş!
 Aydın Engin, bu makalesinde; “Çanakkale Zaferi’ne omuz silkip dudak büzmek en hafifinden densizliktir. Tıpkı 2015’in aynı zamanda ‘Ermeni Soykırımı’nın 100. Yıldönümü olduğunu görmezden gelmenin, mümkünse yok sayıp, değilse geçiştirmenin de en hafif deyimiyle densizlik olacağı gibi. Sanki ikisi birden anılamaz, biri kutlanırken ötekiyle yüzleşmek mümkün değilmiş gibi bir hazırlık var” diyor.
Yazısının sonuna doğru ise “Sahici bir yüzleşme, yakın tarihimizle gerçek bir hesaplaşma yerine milliyetçi, hatta ırkçı önyargılar havada uçuşacak, birbirini anlamak yerine karşısındaki, kendisinden farklı düşüneni her anlamda ‘bitirmek’ isteyenler ön plana çıkacak” diyor ve konuyu isim vermeden Türkan Başyiğit hocamıza, şöyle getiriyor:
“Hatta 2015 gelmeden başladı bile. Haberin oldu mu bilmiyorum, İzmir’de 9 Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde bir yardımcı doçent, öğrencilerine ödev verdi; ‘Ermeni sorunu, ortaya çıkışı ve sözde soykırım iddialarına karşı, Türkiye’nin soykırım yapmadığını belgelerle açıklayın’ diye buyurdu”…

Maxime Gauin’e katılıyorum!
Sevgili Yaşar Bey, bu makalenin sonunda, “Aydın Engin haksız mı?... Bize göre haklı” diyor ve hemen arkasından yine Cumhuriyet Gazetesi’nden Türkiye Tarih Uzmanı Maxime Gauin’in, 22.12.2014 tarihinde yayınlanan ‘Türk-Ermeni Uzlaşması Neden Bu Kadar Zor?’ başlığındaki makalesine de hak vererek yer veriyor.
Gauin, bu yazısına “Türk-Ermeni uzlaşmasındaki başarısızlığın esas nedeni birkaç kelimeyle kolayca özetlenebilir. Ermenistan’ı yönetenlerin ve kendilerini diasporanın önderleri ilan edenlerin baskın ideolojisi” diyerek başlıyor… Yazı, “Durum bu şekilde devam ettiği sürece, Türk-Ermeni diyalogu kurma teşebbüsleri en iyi ihtimalle bile bir zaman kaybı olmaktan öteye gidemeyecektir” şeklinde son buluyor.
Yaşar Aksoy, Gauin’in ilgili bu yazısına karşılık bu sefer de, “Dostumuz Baskın Oran, 26.12.2014 tarihinde Radikal’de yayınlanan ‘Türk’ten fazla Türkçü olmak’ başlıklı yazısı ile 21.12.2014 tarihli Cumhuriyet’te yayınlanan Maxime Gauin imzalı yazıya itiraz etti ve eleştiri getirdi…
Kendisini tanıdığımız kadarıyla hiçbir antidemokratik dayatmaya eyvallah demeyen özgür bir fikir adamı olması sebebiyle, Maxime Gauin’e yanıtı da buraya aktarmak boynumuzun borcu” diyerek bu yazıya yer veriyor.

İşte kitap bu gelgitlerle sürüp bitti

439 yazılı sayfadan oluşan ‘Ermeni Komşum’ adlı kitabının da ardına özel bir foto arşivi ekleyen Yaşar Aksoy’un bu çalışmasında açıkçası benim bile kafam karıştı. Konuya vakıf olmayanlarda bırakacağı etki n’olur, hiç bilemiyorum. Sanki ‘ne yardan, ne serden’ doğrultusuyla hedef kitle geniş tutulmuş da, kim memnun kalır sonuçta, ben bilemedim… Ne diyeyim; hayırlı işler…

Sevgili Yaşar Bey, bu yorum için kızmayın bana lütfen… Sonuçta siz, benim görüşlerimi iyi biliyorsunuz. Sizi çok sevip değer verdiğimi de…


Geçen hafta fuardan arayıp Talatpaşa Komitesi İzmir İl Temsilcisi Sayın Kevser Külahçıoğlu ve arkadaşı Fatoş Küçükkavradım ile tanışmama aracı olduğunuz için çok teşekkür ediyorum. Sayenizde değerli dostlar edinmiş oldum. Aynı şekilde fuar ziyaretimizde tanışmamız gerekliliğine vurgu yaptığınız değerli hocamız Türkan Başyiğit ile de en kısa zamanda karşılıklı tanışmak nasip olur, diyorum. Sağlıcakla kalın…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder