18 Eylül 2019 Çarşamba

KÜLTÜRLER ARASI İLETİŞİM ENGELLERİ _ 1991

KÜLTÜRLER  ARASI İLETİŞİM ENGELLERİ _ 1991  


KÜLTÜRLER ARASI İLETİŞİM ENGELLERİ: 1991’DEN GÜNÜMÜZE TÜRKİYE -ERMENISTAN İLİŞKİLERİ ÖRNEĞİ 


Melek Sarı GÜVEN 
Bartın Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, 
Bartın, TÜRKİYE 
Email: meleksari1@yahoo.com 


Özet 

Kültürler arası iletişim kavramı temel olarak kültür ve iletişim kelimelerinin içeriğinden oluşur ve en az iki bileşene ihtiyaç duyar. 
Çünkü iletişim karşılıklılık gerektirir. Kültür tanımının ise çok farklı kullanımları vardır ve bu çalışmada toplumların davranışsal, dilsel ve düşünsel 
normları çerçevesinde kullanılacaktır. Dünya üzerinde çok sayıda kültür olduğu düşünülürse her kültürün birbiriyle iletişime geçmesi için de kültürlerin 
birbiriyle temas içerisinde olması gerekir. Özellikle de iletişim ve ulaşım teknolojilerindeki ilerleme; dünya nüfusunun artması; küreselleşme;  
turizm ve ticaret; göç hareketleri ve ülkeler arası eğitim programları hareketliliği kültürlerarası iletişim koşullarını yoğunlaştırmıştır. 

Bu çalışmada, farklı kültürel geçmişleri olan iki komşu ülkenin, Türkiye ve Ermenistan’ın, kültürlerarası iletişim engellerinin ne olduğu konusuna 
odaklanılacaktır. Her iki ülkenin maddi ve manevi kültürel varlıklarından hareketle ortak noktalar ve farklılıklar belirlenerek iletişim durumlarının 
seviyesi ortaya konulacaktır. İki ülkenin iletişimini engelleyen unsurlar tek tek ele alınarak çözüm önerilerinde bulunulacaktır.  

İletişimsel boyutu ortaya koyan noktalardan hareketle Türkiye-Ermenistan iletişimi yorumlanacaktır. Dilsel iletişim, sözsüz iletişim, sosyokültürel 
ve stratejik yeterlikler olarak ele alınacak olan iki ülke iletişimi bu destek noktaları üzerinden incelenecektir. Dilsel iletişimin ardından toplumların 
tarihsel, coğrafi, ekonomik, sosyokültürel ve stratejik yapılarının aynılık ve farklılıkları önemlidir. İki ayrı etnik grubun yüzyıllarca aynı topraklarda 
oluşturmuş oldukları maddi ve manevi ortak öğeler bulunmakla birlikte 1991 yılı itibariyle iki komşu ülke boyutunda bir iletişim süreci başlamıştır.  

Buradan hareketle Türkiye ve Ermenistan’ın iletişim düzeyi hakkında bir yargıya varılarak kültürler arası iletişim engellerinin neler olduğu ve nasıl 
en aza indirgenebileceği tartışılacak ve bu konuda önerilerde bulunulacaktır.  


Giriş 

  Kültürlerarası iletişim kavramı, hem kültüre ait hem de iletişime ait tüm bileşenleri kapsamaktadır. Ayrı iki terim olan kültür ve iletişim kavramları günümüzde ortak anlamlar yüklenerek, kültür temelli iletişim çalışmalarının yürütülmesinde rol almaktadır. Türkiye ve Ermenistan gibi ortak kültürü olup da iletişimi olmayan iki komşu ülke için de kültürlerarası iletişim çalışmalarından yararlanılarak iletişimin kurulması amaçlanmaktadır. Bunun için öncelikle kültürlerarası iletişim kavramının tanımı yapılarak bu çalışma için sınırları belirlenmeli; sonra bu kavram, Türkiye-Ermenistan örneklemi üzerinden ele alınarak iki ülke iletişiminin öncesi ve bugünkü durumu değerlendirilmelidir.  Kültürlerarası iletişim, iki ayrı insan grubunun manevi ve maddi kültürel öğeleri yardımıyla temasa geçmesi, birbirini algılaması, anlamaya çalışması, kabul etmesi, saygı göstermesi ve birlikte yeni manevi ve maddi değerler üretmesine imkân sağlayan disiplinler arası bilimsel faaliyetler bütünüdür. Bir grubun sahip olduğu dil, din, ahlak yapısı, değerleri, adet ve geleneklerini kapsayan manevi kültür öğeleriyle; teknolojik varlığı, üretim araçları, sanat ve ekonomik-sosyal altyapısını oluşturan maddi kültürel öğeleri bu faaliyetler bütünü içerisinde yer almaktadır. İnsan davranışlarını dil ve inancın yönlendirdiği düşünülürse manevi öğelerin maddi öğelerden daha kuvvetli bir şekilde iletişimde etkili olduğu söylenebilir. Bu sebeple, iletişim engelleri ele alınırken öncelikli iletişim alanları göz önünde bulundurularak, onların sekteye uğradığı durumlarda iletişimin hangi yönde ilerlediğine bakmak yerinde olacaktır. Kültürlerarası iletişim kavramı, insanların uyguladığı etkinlik olarak eski olmakla birlikte akademik bir disiplin olarak henüz yeni bir disiplindir. Bu disipline tarihsel olarak bakacak olursak, kültürlerarası iletişim kavramını ilk kez kullanan kişi Amerikalı antropolog Edward T. Hall olmuştur. Hall’ın 1959’da yayınladığı Sessiz Dil isimli kitabı alanın kurucu belgesi niteliğindedir. Hall için kültürlerarası iletişim paradigmasının ana unsurları sözsüz iletişim, bilgi alışverişi, kültürel farklılıkların kabulü ve eğitimdir. Kültürlerarası iletişim kavramının Üniversitelerde ve diğer kuruluşlarda öğretimi ve eğitimi ABD’de 1970’li yıllarda Avrupa’da ise 1980’li yıllarda ortaya çıkmıştır1. Kartarı’ya göre kültürlerarası iletişimin amacı, “farklı kültürlerden insanlar arasında gerçekleşen iletişimi anlamak ve açıklamak, iletişim süreçleri ile ilgili tahminlerde bulunmak” tır2. İletişim teknolojilerindeki gelişmeler, küreselleşme nin ekonomi alanındaki gelişimi, kültürel çeşitliliğin artış içinde olması ve nüfusun artması kültürlerarası iletişim alanında gelişmelere yol açmaktadır3. Hall, kültürlerarası iletişim kavramını bir disiplin olarak inceleyen ilk araştırmacı olmaktan başka bu alanın kavramsal ve kuramsal çerçevesini oluşturan farklı çalışmalarla da alana katkıda bulunmuştur. Ona göre, farklı kültürlerin üyeleri iletişim kurmak ve bir etkileşimde bulunmak için birbirleri hakkında yüksek derecede bilgiye sahip olmasalar da olur. Önemli olan en gerekli bilgilerin bilinmesidir4. Bu durumda, Türkiye-Ermenistan kültürlerarası iletişimi için bilinmesi gereken karşılıklı bilgi mevcuttur. Yüzyıllardır aynı coğrafyada yaşamış, ortak kültürel değerlerin ve ortak bir geçmişin sahibi olan iki ülke için iletişimi başlatmak ve doğru bir şekilde yürütmek için gerekli altyapı hazırdır. Bu halde neden iki komşu ülke arasında bir iletişim başlatılmamış veya başlatılamamıştır. 

Bu durumda kültürlerarası iletişim engellerinin olduğu düşünülebilir. 
Bu engeller geçmişten gelen ve günümüze kadar devam eden iletişim engelleridir. Kültürlerarası iletişim çalışmaları, toplumsal ilişkilerin gelişmesiyle birlikte insanların diğer insanlar hakkında ne düşündüklerini, onları nasıl etkilediklerini ve onlarla nasıl ilişki kurduklarını incelemek maksadıyla önemli hale gelmiştir. Kitle iletişim araçlarının yaygınlaşmasıyla birlikte, uluslararası ilişkilerde ve ülkelerin komşuluk ilişkilerinde bireyin rolü önemli bir hal almıştır. Siyasi iktidarların kendi devamlılıkları için kişilerin beklentilerini bilmek istemeleri sebebiyle kamuoyunun fikir ve görüşleri alınmaya başlanmış, bu sebeple birçok stratejik araştırma merkezi, vakıf, kurum ve kuruluşlar kurulmuştur. Bu kuruluşlar ülkeler arası iletişimi farklı yöntemlerle ölçerek politika üretme ve geliştirme süreçlerinde yardımcı olmuşlardır5. Kültürlerarası iletişim çalışmalarının son derece önemli hale geldiği günümüzde, Türkiye-Ermenistan iletişim engelleri üzerine yapılacak olan bu çalışma, sınırlı iletişime sahip iki ülke ilişkilerinin normalleşmesi adına olumlu bir katkıyı hedeflemektedir. Türkiye ve Ermenistan tarihi süreçte yüzyıllarca aynı topraklarda yaşamıştır. Bu zaman süresince aynı ve farklı kültürel değerler oluşturmuşlardır. İki ülke arasındaki kültürel benzeşmenin yüzyıllardır süregeldiği görülmektedir. Türkiye-Ermenistan arasındaki kültürel benzerlikler maddi ve manevi değerlerden oluşmaktadır. Bunlar kılık kıyafet, kullanılan araç gereç, yeme içme, halk oyunları ve halk müziği gibi maddi unsurlardır. Kültürel farklılıkları ise, daha çok dil, din, hayat görüşü gibi manevi değerler oluşturmaktadır. Dolayısıyla kültürel ayrışmaya neden olan ve iletişim için önemli olan dil, din ve dünya görüşü farklılığı engel teşkil etmektedir. Bunların yanı sıra, iki toplumun farklı toplumsal hafızalara sahip olması da iletişim kanallarını engelleyen nedenlerden birisidir. Dil, din, dünya görüşü ve toplumsal hafızanın farklı olması iletişimi olumsuz yönde etkilemektedir. Kültürlerarası iletişim engelleri bağlamında en büyük engel dil yeterliğidir. Dil, iletişimin ilk ve en önemli katmanıdır6. Bununla ilgili olarak 2006 yılı Avrupa Parlamentosu ve Konseyi Tavsiye ’sinde şöyle bir ifade yer almaktadır: “…yabancı dilde iletişim kurmak anlama yeteneği, vurgulama ve yorumlama yeteneği, düşünceler, hisler, fikirler, gerçekleri içerir… sosyal ve kültürel statüye göre, o anki ihtiyaçlara göre değişir… yabancı dille iletişim hüner ve karşıdaki kültürü anlamayı da gerektirir…”7. Türkiye-Ermenistan iletişimi ele alındığında da en büyük iletişim engelinin dil olduğu görülür. Ermenice, Hint-Avrupa dil ailesine ait, MS. V. Yüzyılda Mesrop Maştods adlı  bir din adamı tarafından geliştirilmiş bir alfabeye sahip bir dildir. Türkiye’de Ermenice bilen kişi sayısı da Ermenistan’da Türkçe bilen sayısı da oldukça azdır. Mevcut sayı her iki ülkenin birbirleriyle iletişim kurabilmesi için yeterli bir sayı değildir. Oysa Chandler’e göre, farklı konuşan toplumlar farklı düşünmektedir8. Hem farklı konuşan hem de birbirinin dilini bilmeyen iki komşu ülke Türkiye ve Ermenistan için kültürlerarası iletişimde en büyük engel dil konusudur. İki kültür arasında ne kadar çok farklılık varsa kültürlerarası iletişim engelleri de o kadar çoktur. İki kültür arasındaki dil engelinden sonraki engel sözsüz iletişim engelidir. Bazı araştırmacılar sessiz iletişim ibarelerinin her toplum için aynı olduğunu düşünse de 9Türkiye ve Ermenistan için bu durum geçerli değildir. 

Her iki toplum için de jestler, mimikler, işaret dili farklıdır.                                

Üçüncü iletişim engeli ise sterotipler ve ön yargılardır. Sterotipler negatif ya da pozitif olabilirken; önyargılar her zaman için olumsuzdur. Her ikisi de bir bireyin kendi kültüründen temellenen ve etkilenen durumlardır10. Diğer iletişim engelleri ise endişe ve ırkçılıktır. Bazı kültürler, yeni bir kültürün farklılığı karşısında endişeye kapılır. Irkçılık ise kültürlerarası yanlış anlaşılmaları tetikleyen ciddi bir iletişim engelidir 11. Bu kültürel tarihe sahip olan Türkler ve Ermeniler, önce Selçuklu daha sonra Osmanlı Devletleri içerisinde birlikte uzun süre yaşamışlardır. 19. Yüzyıla gelindiğinde Osmanlı Devleti bünyesindeki etnik grupların Osmanlı’dan ayrılma ve kendi devletlerini kurma girişimlerine Ermeniler de dâhil olmuşlardır. Ermeni milliyetçiliğinin doğması ve gelişmesiyle birlikte bir Ermeni Devleti’nin kurulması fikri 20. Yüzyıl başlarında Ermeniler için ulaşılmaya çalışılan bir hedeftir. Ermeniler bu hedeflerine, 1917 yılında Rus Devleti’nin bölgede etkinliğinin azalmasının ardından, 1918 yılında merkezi Erivan olan Ermenistan Demokratik Cumhuriyeti ile ulaşmışlardır. Ancak bu devlet 2,5 yıl sonra, Aralık 1920’de, Ermeni Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti adıyla Sovyetler Birliği’ne katılmıştır. Bu tarihten 1991 yılına kadar olan dönemde Türkiye-Ermenistan ilişkileri Sovyetler Birliği aracılığıyla kurulmuştur. Ermenistan’ın bağımsızlığını tekrar kazanması 1991 yılında gerçekleşmiştir. 

Genel Değerlendirme ve Sonuç Genel olarak değerlendirdiğimizde, Türk-Ermeni ilişkilerini 5 dönemde inceleyebiliriz. 1Başlangıcından 1890’lı yıllara kadar olan dönem; 2- 1890’lı yıllardan 1915 yılına kadar olan dönem; 3- 1915-1920 yılları arasındaki dönem; 4-1920-1990’lı yıllar arasındaki dönem; 5- 1991-2014 yılları arasındaki dönem.  Ermenistan’ın 1991 yılında bağımsızlığını kazanmasından bu yana Türkiye ve Ermenistan arasında diplomatik ilişki tesisi için uygun koşullar oluşmamıştır. İkili ilişkilerin başlatılması için Türkiye, Nisan 2005’te Ermenistan’a Ortak Tarih Komisyonu kurulmasını önermiş ancak bu girişim bir sonuç vermemiştir. 2007 yılında ise Ermenistan’la sorunlarımızın ortadan kaldırılması ve ilişkilerin normalleştirilmesi amacıyla İsviçre’nin arabuluculuğuyla yeni bir süreç başlamıştır. Bunun sonucunda 10 Ekim 2009 tarihinde “Diplomatik İlişkilerin Tesisi Protokolü” ile “İkili İlişkilerin Geliştirilmesi Protokolü” imzalanmıştır. Bu protokoller ikili ilişkilerin normalleşmesi için atılmış önemli bir adımdır. Türkiye hükümeti, protokolleri imzalandıktan sonra TBMM’ye göndermiştir. Ancak Ermenistan hükümeti, 22 Nisan 2010 tarihinde protokolleri dondurduğunu açıklamıştır. Bu durumda; ortak sınırın açılması, çalışma gruplarının oluşturulması ve alt komisyonların çalışmaya başlaması sekteye uğramıştır. Dolayısıyla, “sıfır sorun politikası” çerçevesinde komşuluk ilişkilerini yeniden yapılandırma hedefinde olan Türkiye bu hedefine henüz ulaşamamıştır. 23 Nisan 2014 tarihine gelindiğinde Türkiye, Başbakanlıktan yapılan yazılı bir basın açıklaması ile 1915 olaylarına ilişkin bir taziye mesajı yayınlamıştır. 8 ayrı dilde yayınlanan bu mesaj, Ermeni kimliğini anlama ve iletişim kurma noktalarından hareketle yazılmış bir mesajdır. Hükümetin ikili ilişkilerle ilgili geldiği son noktanın bu olduğu bir durumda iki ülke arasındaki karşılıklı algının belirlenmesi de bir kat daha önem içermektedir. Çünkü iletişimin başlayabilmesi için iki milletin birbirini nasıl algıladığı ve doğru algılaması için nasıl bir çaba gerektiği konuları önemlidir. Farklı kültürden insanların birbirlerini anlamalarını sağlamak ve iletişim kurmalarına vesile olmak için kültürel uyum gerekmektedir. Bunu sağlayabilmek için de bu kültürlerin birbirini nasıl                                                           
algıladığını bilmek lazımdır12. İki kültür arasındaki algıyı bildikten sonra, kültürlerin birbirleriyle iletişimi için alınacak tedbirler ortaya çıkar. Kültürlerarası iletişim engeli olarak anılan iki husus -dil ve sözsüz iletişim- çözülebilir iletişim engellerinden sayılmaktadır. Dil engeli, bir başka dil iletişime sokularak ortadan kaldırılabilir. Türkiye-Ermenistan için İngilizce veya Rusça iki kültürün birbirini anlamakta kullanabileceği alternatif dil olabilir. Bunun bir örneği, 25 Ocak 2015 tarihli Ermenistan ziyaretimiz esnasında yaşanmıştır13. Diğer bir engel olan sözsüz iletişim için de jestler, hediyeler, göz kontağı, benzer giysiler giymek ve dokunmak önemli bir engel kaldırma yöntemidir. Bununla birlikte önyargılar, algısal farklılıklar, yanlış anlamalar, olumsuz sterotipler, kültürel şoklar ve ırkçı davranışlar da dil ve inanç sistemine saygı ile çözülebilecek iletişim engelleri arasındadır. Kültürlerarası iletişim engellerini aşmak için kullanılacak iki önemli anahtar; dil ve inanç sistemine saygıdır. Farklı kültürlerden insanların birbirlerini anlamalarını ve birlikte yaşamalarını kolaylaştırmaları için kültürel uyumu yakalamaları gerekir14. 

Yukarıda sayılan kriterlere ek olarak iş seyahatleri, proje gezileri, öğrenci değişim programları, bilim ve turizm gezileri, eğitim gibi unsurların uygulanması 
da ülkelerin karşılıklı olarak birbirlerinin kültürlerine saygı duymalarına, birbirlerini anlamaya çalışmalarına, kişilerarası iletişimi doğru yönetmelerine ve 
belirsizlikler karşısında olumlu bir tavır almasına neden olur. 
Bu durumda karşılıklı iletişim engellerinin ortadan kaldırılması için önemeli bir adım atılmış olur. 

KAYNAKLAR   

Belaskova, L. 2011. Communication Misunderstandings and their Impact on Dealing Between Multicultural Companies, Bachelor Thesis, 
Tomas Bata University in Zlin Faculty of Humanities, s.40. 

Jandt, F. 2010. An Introduction to Intercultural Communication:identities in a global community. Los Angeles: Sage Publications. 

Chandler, D. 1994. The Sapir-Whorf Hypothesis. Aberystwyth University. EUR-Lex  2006, 394/14.   

Gibson, J.W. , Hanna, M.S.1992. Introduction to Human Communication, WCB. Hall, E.T.  1976. How Cultures Collide. Psychology Today 10. 

Kartarı, A. 2001. Farklılıklarla Yaşamak: Kültürlerarası İletişim. Ankara: Ürün. 

Leeds-Hurwitz, W. 1990, “Notes in the History of Intercultural Communication: 
The Foreign Service Institute and the Mandate for Intercultural Training.”, Quarterly Journal of Speech, 76 (3). 

Uygur, N. 1996, Kültür Kuramı, Yapı Kredi Yayınları.  


DİPNOTLAR;
        
1 Hall, E.T.  1976. How Cultures Collide. Psychology Today 10, s.66-74. 
2 Kartarı, A. 2001. Farklılıklarla Yaşamak: Kültürlerarası İletişim. Ankara: Ürün, s.12-13.  
3 A.g.e. s. 8. 
4 Leeds-Hurwitz, W. 1990, “Notes in the History of Intercultural Communication: The Foreign Service Institute and the Mandate for Intercultural Training.”, Quarterly Journal of Speech, 76 (3), s.269. 
5 Gibson, J.W.,Hanna, M.S.1992. Introduction to Human Communication, WCB. 
6 Uygur, N. 1996, Kültür Kuramı, Yapı Kredi Yayınları, s.15. 
7 EUR-Lex  2006, 394/14.  
8 Chandler, D. 1994. The Sapir-Whorf Hypothesis. Aberystwyth University.  
9 Jandt, F. 2010. An Introduction to Intercultural Communication:identities in a global community. Los Angeles: Sage Publications, s.112. 
10 A.g.e. s. 86-90. 
11 A.g.e. s. 82.
12 Bu konuda yapılmış iki anket çalışması vardır. 
1-Komşu Ülke Elitleri Türkiye’nin Dış Politikasını Nasıl Algılıyor? adlı bu çalışma, Doç. Dr. Savaş Genç ve ekibi tarafından Fatih Üniversitesi tarafından 
desteklenmiş olan bir Bilimsel Araştırma Projesidir. Bu proje için yapılan anket çalışmasında sorular, sokaktaki insan’dan ziyade karar alma sürecine 
doğrudan ya da dolaylı olarak etki etme potansiyeline sahip olduğu düşünülen ve elit diye tanımlanan eğitim seviyesi, ekonomik ve sosyal statüsü 
yüksek kimselere uygulanmıştır. Araştırma sonuçlarına göre Türkiye’nin 2002 yılı itibariyle komşularıyla olan ilişkilerinde daha barışçıl, uluslararası 
politikada daha aktif bir politika izlediği ortaya çıkmaktadır. Bölgesel aktör denildiğinde Türkiye’nin ilk sırayı aldığı bölge Balkanlar olmakla birlikte, 
Kafkaslarda Türkiye Rusya’dan sonra ikinci sırayı almaktadır. Ermenistan için ilk sırada Rusya vardır. Türkiye’nin Ortadoğu rejimleri için bir model olup 
olmadığı sorusuna ise sadece Ermenistan “hayır” demiştir. Bu çalışma Türkiye’ye kara sınırı olan Yunanistan, Bulgaristan, Gürcistan, Ermenistan, İran, 
Irak ve Suriye olmak üzere yedi ülkede gerçekleştirilmiştir. Bu sonuçlardan Ermenistan’ın Türkiye’nin dış politika algısıyla ilgili söyleyebileceklerimiz; 
Türkiye’nin aktif bir politika izlediğini düşünme oranın en düşük olduğu ülke Ermenistan’dır. Türk dış politikasının daha barışçıl yönde ilerlediğine inanma 
oranının en düşük olduğu ülke yine Ermenistan’dır. Ermenistan, Türkiye’yi en iyi komşu sıralamasında en son sırada görmüş; savaş çıktığında sığınılacak 
ülke olarak %10 oranında oylamış; Türkiye’yi Ortadoğu ülkeleri için bir model olarak görmemiştir.  

2- Türkiye ve Ermenistan: Kalıpları Kırmak, Sınırları Açmak adlı bu çalışma, 14 Nisan 2009 tarihli, 199 no’lu Avrupa Raporudur. International Crisis Group 
adlı sivil toplum kuruluşu tarafından yürütülmüş olan bu çalışma, araştırma ve anket verilerine dayanmayan, daha önce yapılmış olan araştırma verilerinin 
bir araya getirildiği bir durum tespit raporu niteliğindedir. Bu raporda, güncel bir soruna katkı ya da yeni bir çözüm önerisi sunmak yerine daha önceki 
öneriler tekrarlanmıştır. Bu öneriler; sınırları açmak, Dağlık Karabağ sorununu çözmek, Ani harabelerini korumak adına çaba göstermek ve kapsamlı 
araştırmalar yapmak şeklinde sıralanmıştır. Bunlara ek olarak kısa vadede gerçekleşmesi zor olan önerilerde de bulunulmuştur. 
   Ermenistan’a “…mevcut süreç karşısında Türkiye kamuoyunun tahrik olmasına neden olabilecek soykırımın tanınmasına ilişkin açıklamalar ve uluslararası 
eylemlerden kaçınmalı” şeklinde bir öneride bulunmuştur. Raporun 9. sayfasında yer alan bir açıklama bu çalışmanın amacını ve hedefini tanımlar niteliktedir.
   “Kriz grubu, Osmanlı veya soykırım çalışmaları üzerine uzman değildir ve amacı, ortaya kesin bir tarih anlatısı koymak değildir. 
Bundan ziyade Kriz Grubu’nun amacı, çok sayıdaki anlatı ve tartışmalara dair farklı kesimlerin argümanlarını bir araya getirmek, bunları güncel siyasi 
bağlama oturtmak ve Türkiye-Ermenistan ilişkileriyle bağlantılarını ortaya koymaktır”. Yukarıda belirtilen amaç çerçevesinde farklı tartışmalara değinilmiş 
ve Türkiye-Ermenistan ilişkileri konusu siyasi bir temele oturtulmaya çalışılmıştır. Ancak kullanılan bilgi kaynaklarının bir demece (sayfa 1, dipnot 1), 
bir mülakata (s.1, dipnot2), bir tv programı anketine (sayfa 24, dipnot 199) dayandırılması ve bu kaynaklar üzerinden genellemelere gidilmesi 
çalışmanın bilimsel güvenirliği ve geçerliliği için bir sorun oluşturmuştur. 

13 25.01.2015-02.02.2015 tarihli Ermenistan-Erivan ziyareti esnasında CRRC Armenia’da yapılmış olan çalışma toplantısında Ermenice konuşma ile netlik 
kazanmayan konuşmalar İngilizce destekle yürütülmüştür. Bu da ikinci bir dilin iletişimi kurmak ve korumak anlamında desteği olduğunu göstermektedir. 
14 Belaskova, l. 2011. Communication Misunderstandings 
and their Impact on Dealing Between Multicultural Companies, Bachelor Thesis, Tomas Bata University in Zlin Faculty of Humanities, s.40.  
     

***

17 Haziran 2019 Pazartesi

Büyük Ermenistan Ve Aldatılmış Kürtler

Büyük Ermenistan Ve Aldatılmış Kürtler


1914-1921 yılları, savaş ve siyasi tarih söz konusu olduğunda dünya tarihinde bugün önemli bir dönem oluşturur. Bu dönemin fotoğrafları ile birkaç politikacı ve devlet adamı tarafından yapılan açıklamaların yanı sıra sivillerin ve askeri güçlerin açıklamaları ve kıyafetleri de inceleniyor. Bu tarihsel materyaller daha sonra hep birlikte raflanır, çünkü görsel ve entelektüel hafızamızı tatmin etmek için yeterlidirler.
Ancak, bu bölgenin tarihi ile ilgili birçok belge / fotoğraf olmasına rağmen, aynı zamanda Küçük Asya tarihi için aynı şeyi yapamazsınız. Bu, İngiliz ve Fransız ya da ABD ve Rusların arşiv belgeleri ile neredeyse hiç bulamayacağınız az sayıdaki Ermeni arşivi arasındaki tutarsızlıkların doğrudan bir sonucudur. Osmanlı arşivlerine gelince, burada 1918'den beri İngiliz hegemonyası nedeniyle kesilen bu arşivler nedeniyle başka bir zorlukla karşılaşıyorsunuz. Arşivlere yapılan kesimleri vurgularım çünkü propaganda ofislerinin Mavi Kitap yazmasına neden olan İngiliz Hükümeti ve aynı zamanda Birlik Komitesinin lider kadrosundan 145 kişiyi alan İngiliz yönetimidir. 1919'da, Sevr Antlaşması ile yasallaştırılan “savaş suçlarının cezalandırılmasına” dayanan ilerleme tutuklandı. Ancak bu insanların 1921'de “kanıt yetersizliği” nedeniyle serbest bırakılması gerekiyordu.
İngiliz Büyükelçisi Washington Craigie'nin Lord Curzon'a gönderdiği mektup: 13 Temmuz 1921 
'' Malta'da yargılanan Türklere karşı delil olarak kullanılabilecek hiçbir şey bulunmadığını söylediğim için üzgünüm '' 
Dışişleri Bakanlığı Arşivleri FO 371 / 6504 / e. 8519
Malta’daki İngiliz Avukatlık Genel Müdürlüğü’nün İngiliz Dışişleri Ofisine gönderdiği yazı: 29 Temmuz 1921 
“ Türk kovuşturmasına karşı delil bulunmadı ”. 
Dış Ofis Arşivleri FO 371/6504 / E. 8745

Bütün bu saçmalık, kimsenin 'tarihsel' ve 'yasal' gerçeklerle ilgili olarak umursamadığı bir “siyasi çöplük” endeksi olarak 'Ermeni Soykırımı' iddiasına işaret ediyor. Bu yazıyı yazmamın nedeni, 'Avrupa Aydınlanması' ile tam bir benzerliğin olmadığı bu ironiyi işaret etmemek. 

Hayır. Burada odaklandığım nokta, 'soykırım propagandasının' siyasi bir eylem ve ifade olarak yaratmaya çalıştığı 'Kürt Milliyetçiliği' şablonu ve '1915'te kandırılan Kürtler' şablonu. 

Bu şablonun hedefi belli ki Batı kamuoyu veya Türk kamuoyu değil. Hedef kişisel olarak Türkiye'deki Kürt kamuoyudur. Bu nedenle, bu şablon konuyu incelemeye başlayan herkes için oldukça trajik görünüyor.

Musa Bey'in deneme döneminde özellikle Barbar Kürtlerin vizyonunun, bunu Batı medyasına taşıyan yabancı büyükelçiler tarafından gözlemlediği, 120 yıl sonra aksi kanıtlanmış birkaç belgenin bulunduğu “Aldatılmış Kürtler” e dönüştüğü bir merak. Ayrıca, Muş'tan bir Ermeni papazın kızının (Gülizar) tecavüzüne ilişkin olarak Kürt Musa Bey aleyhindeki suçlamalar düştü, ancak yine de sürgüne gönderildi.

Ermenilerin “Kürt Barbarlığı” ile ilgili suçlamalarının sayısı, sonraki yıllarda artan şekilde artmıştır. Bu yıllar boyunca, Fransızlar ve İngiliz medyası “Kürtlere ve Türklere karşı isyan eden Masum ve Savunmasız Ermeniler” konusundaki propagandayı üstlenirken, siyasi olarak hala nesnel bir yönetim olan ABD medyasının olaylarla ilgili tam tersi bilgilere sahip olan hikayeleri anlatıyordu. Doğu.

"Türklere veya Kürtlere Saldırmak ve Öldürmek İçin Oluşturulan Ermeni Grupları" NY Times 18 Jan 1894 

"Sassoun Katliamı: Ermeni Devrimcilerin Buna Sebep Olduğu İddiası" NewYorkTimes 23 Ağustos 1895 Ermeni İsyancı Grupları Erzeroum civarında Kürtlere Saldırdı, 23 Ağustos 
1899

Tüm bunlar arasında en anlamlı örtü , 1895'te Diyarbakır'daki NY Ermeni'de yayınlanan Ermeni İsyancı'yla ilgiliydi Kapağın başlığı 'Washington'a sunulan Ermeni Raporları Asılsızdı' idi. Büyükelçiliğe soruşturma yapan elçilik makamları, Diyarbakır'da 'Ermenilere karşı vahşilik' iddialarının temelsiz olduğuna ve bazı işbirlikçi Kürtlerle birlikte bazı fahri Ermenilerin kışkırtıldığına ve kötüye kullanıldığına dikkat çekti. 

Bugünün Avrupa - Amerikan medyasında ya da herhangi bir bilimsel araştırmada yayınlanan gibi herhangi bir yazı gördünüz mü?

Alman Büyükelçisi Wangenheim tarafından, kentin Ruslar ve Ermeniler tarafından işgal edilmeden hemen önce 1. Dünya Savaşı sırasında Van şehir merkezinde Ermeniler tarafından binlerce Kürt katledildiği bildirildi.

'' Van kentinde Ermeniler isyan etmeye başladı ve Müslüman köylere ve kaleye saldırmaya başladı. Kale içindeki Türk karargahı 300 askerini kaybetti ve günlerce süren sokak çatışmaları sonucu isyancılar şehri ele geçirdi. Rusya, 17 Mayıs 1915'te şehri işgal etti. Ermeniler daha sonra Rusya’ya yöneldi ve Müslümanları katletmeye başladı. Bitlis çevresinde yaklaşık 80.000 Müslüman kaçmaya başladı. '' [Wangenheim, Deutschisches und Armenien 1914-1918, Postdam 1919 s.65]

Müslümanların Ermenileri tarafından yapılan etnik temizlik, 1915 tarihli Genel Bolhovitinov raporunda, Çarlık Rusyası döneminde resmi olarak belgelenmiştir.

'' Bir etnik nefretin motive rmenian Gönüllü Alayı vicously Osmanlı Müslümanların katletti '' 
1915 - Czarish Rus Tuğgeneral Leonid Bolhovitinov'dan Raporu 

Rus Askeri Tarih Arşivleri 
RGVIA düşkün 2100, list1, folder557, sayfa 303-307

Benzer tespitler 1920'lerde ve 30'larda Komünist Ermeniler tarafından da yapıldı. 
Dashnaks'ın takip ettiği siyaset; batı yardımı 
ile komşu ulusları işgal 
etmek ve bu 
toprakları 
havadan saf Ermeni milleti oluşturmak için Türkler ve Kürtlerden temizlemek
 " 
Bagrat Artemovitch Boryan 
Ermenistan - Uluslararası Diplomasi ve Sovyetler Birliği 
Devlet Yayınevi 
Moskva - Leningrad 1928

Öte yandan, Ermeniler, İtilaf Devletlerinin desteği ve vaadi ile Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da (Diyarbakır, Erzurum, Van, Elazığ, Bitlis, Sivas) 6 şehri Osmanlı Devleti'nden ayırırken neden Türkleri ve Kürtleri öldürmek için uğraşacaklar? Bu romantik sorunun cevabını nüfus istatistiklerinde buluyoruz. 19. yüzyılın başlarında, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Ermenilerin nüfusu, İngiliz tarihçi HFB Lynch ve Fransız tarihçi Cuinet'e göre toplam Türk ve Kürt nüfusunun neredeyse 1 / 3'ünden azdı. Ne yazık ki, Büyük Ermeni Devleti'nin bu nüfus yapısıyla birlikte ümit ettiklerini bulmak mümkün değildi.

Doğu Anadolu’daki Müslüman nüfusun 1915’te kaçtıkları, bugün Transkafkasya’da bulunan Azeri nüfusunun araştırılmasıyla daha iyi anlaşılıyor (1828’deki Türkmençay Antlaşması’nın ardından). Lynch'in sağladığı nüfus istatistiklerine göre, 20. yüzyılın başlarında Ermenistan nüfusunun yarısı Azeriler tarafından oluşturuldu ve sonrasında bugün bilinmeyen bir şey.

Tam burada, 'Aldatılmış Kürtler' ifadesinin politik olarak ne anlama geldiğini ve makalenin başında bahsettiğim Avrupa Aydınlanma trajik durumunun ne anlama geldiğini anlıyoruz.
Kürtler Hakkında Kirli Propaganda

Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki misyonerlerin hiçbiri değil, her şeyden önce Van’dakiler, Türkler ve Kürtler’deki katliamlardan bahsetti. Bunlardan bahseden biri olsa bile, yüzeye çıkmasına asla izin verilmedi. Tabii ki Avrupa ve Amerikan Hristiyan Misyonerlerini, Avrupa Aydınlanma Felsefesine göre inandıkları ve inanmadıkları “en kutsal” varoluş felsefesine göre değerlendirmeliyiz. 
Emperyalist gündem için 'Hristiyan Fanatizmini' meşrulaştıran, bunu değerlendirmek için varsa bunu vicdanlarına bırakıyorum (sanırım hayalperest biriyim çünkü aslında bir özdeyiş kazancı bekliyorum). 


Türk:
1914-1921 tarihinde dünya tarihi bugün bugün artık savaş ve politika tarihinin sayfalarında yer alan bir olgudur. Fotoğraflarına bakılır, politikacı ve devlet adamlarının açıklamaları okunur, o anda yaşayan sivil ve askerlerin ifade ve kıyafetleri izlenir. Sonra tekrar bütün bu tarihi materyalleri rafınıza geri koyarsınız. Zihinsel ve görsel hafızanız doğrulandı.


Bir rafa kaldıramazsınız. Çünkü İngiliz Belgeleri Fransızların ki ile, Amerikalıların ki Ruslarla uyuşmaz. Ermeni tanımı ise hiç kimseninkiyle uyuşmaz. Osmanlı'nın ise 1918 den sonra İngiliz Hegemonyası'nda ciddi bir kesiye uğradığı için bu belgede bir yere koyamazsınız. 1919 da İttihat Ve Terakki partisinin lider kadrosundan 145 kişilik, Sevr Antlaşması'nda da '1968' in savaş suçlarının cezalandırılması '' maddesine istinaden tutukladı ve daha sonra da 1921 '' delileciliği ' 'salıvermiştir.
Bütün bu saçmalıklar '' Ermeni Soykırımı '' iddiasını '' Tarihsel '' ve '' Hukuksal '' olarak kimsenin umursamadığı '' politik zırvalar '' dizini olarak bize sırıtıyor. Hayır. Avrupa Aydınlanması ile taban tabana zıt olan bu '' sırıttır '' ironisi değil. 
Hayır. Çünkü odaklandığım nokta '' soykırım propagandası''nın politik bir söylem ve eylem haline getirildi. '' Kürt Milliyetçiliği '' ve '' 1915'te kandırılmış Kürtler '' şablonu. 


Bu şablonun hedefi tabi ki Batı kamuoyu ya da Türk Kamuoyu değil. Bizzat Türkiye'de ki Kürt kamuoyuna yönelik. Zaten bu şablonu biraz kitap karıştıran herkes için trajıkomik hale getiren de bu.
Çünkü yabancı elçilik görevlilerin gözetiminde yuvarlaklaştır Musa Bey'in yargılamasıyla batı limanında taşıyacak '' Barbar Kürtler '' vizyonu bunca belge Musa Bey'in kaldı ki Kürt, Muş'lu Ermeni Papazın kızı Gülizar'a tecavüz etmekle suçlanıyor davadan beraat etmekte ve ardından sürgüne gönderilmekten de kurtulamamıştır. 
Ermenilerin '' Kürt barbarlığı '' hakkında daha ileri sürdükleri iddialar devam ediyor, kat kat sanat vardı.Devam Edenlerde '' Kürt ve Türklere karşı isyan eden Masum ve Savunmasız Ermeniler '' propagandası daki olaylar ile ilgili tam tersi bilgiler yer almakta idi
Bu gazete haberlerinin için en anlamlısı NY Times 'da 1895'te Diyarbakır'da ki' 'Ermeni İsyanı' 'ile ilgili olanıdır. Haberin başlığı '' Washington'a Deklare Edilen Ermeni Raporları Asılsız '' olarak başlayıp, Amerikan sefaret üyelerinin incelemesi ... ... Diyarbakır'da açıklanan '' Ermenilere '' yönündeki mezalimin asılsız orada, devrimci ve provakeğiyle bildiriliyor. 


Bugünün Avrupa-Amerika Birleşik Devletleri'nde bu konuda bilimsel araştırmalarda bu tip haberlerin yayınlandığını görüyor musunuz? 
Bütün bu olaylar 1. Dünya Savaşı’nın devam etmekte olan vanasındaki Ruslar Ruslar ve Ermeniler’in hemen yanındaki Van’daki Ermenilerin şehir merkezindeki şehirdeki Kürtçe katlettiği Alman Büyükelçisi Wangenheim tarafından bildirilir. 
Çarlık Rusyası'nda Genel Bolhovitinov'un 1915 tarihi raporunda ise Ermenilerin Müslamanlara karşı etnik temizlik hareketi resmi olarak belgelenmiştir. 
Aynı saptamaları 1920 ve 30'lu yıllarda Komunist Ermenilerde yapmışlardır. 
Halbuki Ermenilerin doğusu Doğu ve Güneydoğu Anadolu'nun 6 vilayetinde (Diyarbakır, Erzurum, Van, Elazığ, Bitlis, Sivas) illerinde
Osmanlı Devleti'nden ayrıcalıklar ve teminatlar almalarına rağmen neden Kürtleri ve Türkleri öldüreceklerdi ki? Bu romantik kültür cevabını nüfus istatistiklerinde görüyoruz. 19yy. HFB Lynch ve Fransız Cuinet'e göre Osmanlıların içinde ki Ermenilerin sayısı Kürt ve Türklere oranla 1/3 daha azdı. Peki uzun yıllardan beri kurmak istedikleriniz Büyük Ermenistan Devleti bu nüfus yapısıyla nasıl kurulacaktı? 1828 deki Türkmençay Antlaşmasından sonra Transcaucasia'da ki Azeri nüfusun bugünki sırada bakıldığında 1915 te Doğu Anadolu'da ki Müslüman halkın nasıl bir yıkımdan kurtulmuş çok daha iyi anlaşılır. Ermenistan'ın nüfusunun yarısı Azeri'ydi. Ve akibetleri mümkün insanlık dışı bir süreçtir.
İşte tam da burada '' Kandırılmış Kürtler '' söyleminin politikasını ne alacağınızı bilmiyorsunuz.Ama yazımın sonunda Avrupa aydınlanmasının trajik durumu işte burada sırıtır. En doğusu Van şehri olmakta olan Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki binlerce misyonerden hiçbiri Türk ve Kürtlere yapılan katliamlardan bahsetmez. Eğer bahseden biri varsa bile saf bu asla günyüzüne çıkmadı. Tabidir ki Avrupa ve Amerikan Hristiyan Misyonerlerini Avrupa Aydınlanma Felsefesi ile değilde '' İnandıkları En Kutsal '' tasarımı felsefesi ile değerlendirmek gerekir. 


Bunu değerlendirmeyi de varsa yine de emperyalist çıkarlar için '' Hıristiyan Fanatizmini '' mübah görünümlü vicdanlarına bırakıyorum. (sanırım ben bir hayalperestim ki ontolojik bir hesaplaşma bekliyorum)

 https://angelsof1915.blogspot.com/2011/05/greater-armenia-and-deceived-kurds.html

***

30 Mayıs 2019 Perşembe

1915 ERMENİ AYAKLANMALARINDA ÇARLIK RUSYASI'NIN ROLÜ

1915 ERMENİ AYAKLANMALARINDA ÇARLIK RUSYASI'NIN ROLÜ 


Doç. Dr. Aydın SÜER 

Ermeni sorunu, günümüzde ülkemizin uluslararası düzeyde yüzyüze bulunduğu sorunların en önemlilerinden birisi olmayı sürdürmektedir ve daha uzun süre gündemde kalacağı da anlaşılmaktadır. 
Ermeni sorunu üzerine yurt içinde ve yurt dışında pek çok yayın yapılmıştır ve yapılmaktadır. Yurt dışında yapılan araştırmalar, genellikle aleyhimize bir hava taşımakta, yapılan sistemli bir propaganda ile de bu durum her geçen gün daha fazla güçlenmekte ve yandaş bulmaktadır. 
Bu çalışmanın amacı, sözde Ermeni soykırımına dayanak yapılmaya . çalışılan 1915 olaylarında çarlık Rusya'sının oynadığı rolü ve ayaklanmanın gerçek nedenlerini, başta Ermeni asıllı Sovyet tarihçi B.A. Boryan'ın 1928 ydında Sovyetler Birliği'nde yayımlanan "Ermenistan, Uluslararası Diplomasi ve SSCB" eserine dayanarak ortaya koymaya çalışmaktır. 

Böylelikle o günkü gerçeklerle, bugünkü yaklaşımlar arasındaki çelişkilerin de ortaya çıkacağı inancındayız. 

Türklerle Rum ve Ermeni azınlık arasındaki sürtüşmelerin 1. Dünya Savaşı başlarında iyice belirginleşmesi ve kanlı olaylara dönüşmesinin nedenlerinden birisinin ekonomik olduğunu ileri süren Sovyet tarihçi Aliev, 1976 da yayımlanan "Jöntürk Yönetimi Döneminde Türkiye" adlı eserinde şu görüşe yer vermektedir: 

"Ermeni ve Rum burjuvazisi, imparatorluğun dış ticaretinde önemli rol oynamakta, İngiliz ve Fransız kapitalini desteklemekteydi. Türkiye' nin Almanya saflarında savaşa girmesi, onları eski ekonomik bağlantdarmdan yoksun kılmış, azınlıkların bağımsızlık savaşlarını büyük ölçüde etkilemelerine yol açmıştır"1. 

Ermeni hareketini başlatan ikinci neden ise siyasidir ve bunda dış güçlerin oynadığı role Boryan şöyle açıklık getirmektedir: 

" I . Dünya Savaşı başlarında Ermeni diplomatlar, Ermeni sorununu yeniden toplumlarının gündemine getirdiler. Kuşkusuz Ermeni toplumu kendi kişiliğini bu diplomatların psikoloji ve etkinliklerinde görmekteydi, fakat bu kişilerin davranışlarının yönü, yönetimi ve örgütlenmesi Ermenilerin değil, uluslararası diplomasinin elindeydi. Özellikle de Rus diplomasisi bu konuda çözümleyici rolü oynamaktaydı."2. Gerçekten de Rus Çarı, savaşın çıkacağı sırada, daha önce karşısına aldığı Rusya'daki Ermenileri kendi saflarına çekebilmek için girişimler de bulunmaktaydı. 

1914 de yayınlanan manifestoda, Çar İL Nikolay, Rusya'nın bütünlüğünü, şerefini ve onurunu korumak için savaşacağını, bu yüzden de iç çekişmelerin unutulacağını bildiriyor ve hemen ardından sürgünde bulunan Ermeni Daşnaksütyun partisinin senato üyelerinin Kafkasya' ya dönmelerini sağlıyordu. 

Çar, ayrıca, 14 Kasım 1914 de Petrograd kentinde Fransız elçisinin sorusunu şöyle yanıtlıyor ve Ermenileri umutlandırıyordu: "Küçük Asya'da doğal olarak Ermenilerle ilgileneceğim; kuşkusuz onları Türk boyunduruğu altında bırakamayız. Ermenileri Rusya ile birleştirecek miyim ? Onları yalnızca kendileri istedikleri takdirde Rusya ile birleştirebilirim. Bu olmadığı takdirde onlar için bağımsız bir devlet kuracağım."3 

Boryan, Ermeni liderlerin, çarın kendi diplomatik kombinasyonları ve manevraları için vermiş olduğu bu diplomatça karşılığa inanmalarını ve çarın içtenliğinden kuşkuya düşmemelerini şöyle açıklamaktadır: "Çünkü Ermeni diplomatlar siyasal açıdan acemi, uluslararası alandaki siyasal-hukuksal ve sosyo-ekonomik sorunlar konusunda da cahildiler"4. 

Ermeni liderlerden Civelegov'un çara inandığını ve onu desteklediğini belirten Boryan, Civelegov'un düşüncelerini şöyle dile getirmektedir: 

"Civelegov, Rusya'nın çıkarlarının ve uluslararası durumun bağımsız büyük Ermenistan'ın gerçekleşmesi için reel bir garanti oluşturduğunu öne sürmekte, Balkanlar'daki tarihsel olayların, Romanya, Bulgaristan, Doğu Rumeli, Makedonya ve Arnavutluk tarihlerinin de bunu onayladığını belirtmekteydi"5. 

ERMENİ AYAKLANMALARI 

Civelegov ve yandaşları Ermenistan'ın coğrafi durumunun önemini, büyük devletlerin Ermeni sorunundaki çıkarlarının neyi gerektirdiğini anlayamıyorlar, somut durumun bir analizini yapmayı gerekli görmüyorlardı."6 

Boryan Rus çarının gerçek niyetine şöyle açıklık getirmektedir: "Gerçekte Rus hükümeti, çıkarları gereği, Ermenilerin otonom bir devlet kurmalarını istemiyor, onu ele geçirmeyi, koloniye dönüştürmeyi ve onlardan sınır boyunda yararlanmayı amaçlıyordu. Ermeni liderler ve ihtilalciler ise bunu anlamıyor ya da anlamak istemiyorlardı"7 . 

Boryan'ın haklı olduğu, Rusların Ermenileri nasıl kullandığı, 1916 yılı başlarında, Erzurum'un Rus ordusu tarafından alınmasından sonra açıkça anlaşılmıştır. Rus ordusu Eızurum'u aldıktan sonra yönetimin aldığı i l k karar, "Ermenilerin Erzurum'da yerleşmeye hakları olmadığı" yolundaydı. 

Ruslarla Ermeniler arasındaki ilişki Daşnaksütyun Partisi liderlerince yürütülmekteydi. Daşnaksütyun Partisi, bilindiği gibi, özellikle Rusya'dakiler 
olmak üzere, çeşitli Ermeni fraksiyonların bir araya gelmesiyle ortaya çıkmış bir partidir. 1890'da kurulmuş, 1892'de programını açıklamıştır. 

Daşnakların programından partinin bir terör örgütü olarak faaliyet göstereceği anlaşılmaktaydı. Daşnaklar i lk programlarında bağımsızlıktan da söz etmiyorlar, böylelikle" de Hınçak Partisi'nden kesin bir biçimde ayrılıyorlardı 8. 

Parti, savaşın ilânından bir kaç gün önce Erzurum'da genel bir toplantı çağrısı yaptı. Bu toplantıya Jöntürk komitesinden de özel bir temsilci katılarak, partiye savaşta Osmanlı-Alman koalisyonu saflarında yer almayı önerdi. Buna karşılık, Rusya Ermenistanı sınırları dahilinde otonom bir Ermenistan vaadediliyordu. Daşnak Partisi bu öneriyi reddederek, partinin tarafsızlığını koruyacağını belirtti ise de bu karar yalnızca kağıt üzerinde kaldı. 

Partinin İstanbul Komitesi ve Doğu Bürosu çarı destekleme kararı aldı. Parti, bu kararına dayanak olarak, I. Dünya Savaşının temel ilkesinin, ezilen ulusların kurtuluşu olduğu düşüncesini gösteriyordu. 

Ve sonuçta Daşnak Partisi'nin Doğu Bürosu ve istanbul Komitesi, Türkiye'deki diğer Ermeni parti örgütlerinin arzuları ve iradeleri dışında, Türklere karşı harekete geçmeye ve Rus diplomasisinin isteklerine uymaya karar vererek, Doğu Anadolu'da isyan çıkarmak ve örgütlenmek amacıyla Ruslardan parasal yardım almaya başladı. 

1915 Şubatında Tiflis'de toplanan Ulusal Kongre'de yapılan yardım ve ayaklanma planı, Daşnak Partisi'nin "askeri daire" temsilcisinin finans seksiyonu raporunda şöyle anlatılmaktadır: 

"Bilindiği gibi, Rus hükümeti, savaşın başında Türkiye'deki Ermenileri silahlandırmak ve savaş sırasında ayaklandırmak için, ön harcamalara 
242900 ruble vermiştir; gönüllü birliklerimiz Türk ordusunu yaracak, ayaklananlarla birleşecek, cephe gerisinde anarşi yaratacak, böylelikle Rus ordusunun hareketini ve Doğu Anadolu'yu işgalini sağlayacaktır."

Alman bu kararlar ve gelişmeler Doğu Anadolu'da yaşayan Ermenilerle, İstanbul ve Rusya'da yaşayan Ermeniler arasında büyük bir görüş ayrılığının doğmasına neden olmuştur. Boryan, Daşnak Partisi'nin aldığı kararı şöyle tanımlıyor: 

"Kuşkusuz bu karar, ne Ermeni halkının psikolojik durumundan, ne de objektif koşullardan kaynaklanıyordu. Bu, Türkiye'deki Ermenilerin tamamen iradeleri ve istekleri dışında alınmış bir karardı."10 

Boryan'ın Türkiye'deki Ermenilere olan yaklaşımı da oldukça ilginçtir : 

"Türkiye'deki Ermeniler gelişmiş, reel bir ulusal-siyasal bütünlük kazanmış durumdayddar. Tarihsel olaylar onları olumlu yönde etkilemiş, olayları, büyük devletlerin egemen sınıflarının reel ekonomik çıkarları ve siyasal hesapları açısından görmeyi öğretmişti"11 

"Boryan, Doğu Anadolu'daki Ermenilerin Ruslara karşı genel tutumlarını da şöyle tanımlamaktadır: 

Türkiye'deki Ermeniler* bir kaç kez, kendi deneyimleriyle, uluslararası diplomasinin, özellikle de Rus diplomasisinin Ermenistanla ve Ermenilerle yalnızca kendi diplomatik kombinasyonları, Osmanü devletinin iç ve dış işlerinde kendi etkinliklerinin yayılabilmesi ve karşılıklı hesapların yapılabilmesi ölçüsünde ilgilendiklerine kanaat getirmişlerdi". 

" Türkiye'deki Ermeniler, Kafkasya Ermenilerince düzenlenecek bir gönüllü harekâtının kendilerine bağımsızlık değil, genel bir kırım getireceğinin 
bilincindey diler "12. 

Boryan Türkiye'deki Ermenilerin ayaklanmayı engellemek için yaptıkları girişimleri de anlatmaktadır: 

"Van Parti Komitesinin görevlendirmesi üzerine, Daşnak Partisi liderlerinden Kaçaznuni, Van'dan gelerek, Türkiye'deki Van Parti Komitesi'nin ve diğer parti komitelerinin, Kafkasya'da başlatılacak bir gönüllü harekâtına karşı olduklarını resmen bildirdi. Türkiye'deki Ermeniler bu girişimi kendileri için çok tehlikeli görmekteydiler. Kaçaznuni, Daşnakların genel Erzurum toplantısında alınan tarafsızlık kararma dayanarak, Daşnak Van Parti Komitesinin Türkiye'deki Ermenilelerin yaşamlarını tehlikeye atmamak için, Türklere karşı yapılan her türlü harekâta bir son verilmesini talep ettiğini bildirmekteydi" 13. 

1915'te Tiflis'te yapılan Ulusal Kongre'ye verilen raporda, Türkiye' deki Ermenilerin karşı tutumu şöyle ortaya konmaktadır: 

"Savaşın ilânından önce Rus hükümetini, Türkiye'deki Ermenilerin arzuları yönünde hareket ettiğimize inandırmaya çalıştık. Rus hükümeti de buna inandı, ama olay çok farklı gelişti. 

Türkiye'deki Ermeniler etkinliklerimize, metodumuza ve hareket tarzımıza karşıdırlar ve bunları zararlı ve kendileıi için yok edici bir adım olarak görmektedirleı. Türkiye'deki Ermeniler, Türk vatandaşı gibi içtenlikle çalışıyorlar. Rus hükümetinin önerilerini gerçekleştirmek için giriştiğimiz tüm çabalar sonuçsuz kalmıştır."14 

Rapor Şöyle devam ediyor: 

"Daşnaksütyun Partisi'nin liderlerinden olan, Osmanlı İmparatorluğunun demokratikleşmesi ve bu imparatorluğun sınırlan dahilinde bulunan ulusların kendi kendilerini yönetmeleri taraftarı bir kişi olarak tanınan Şahrikyan Efendi de etkinliklerimize karşı. Parti liderlerinden Zoryan Efendi de, bize kendi işlerimizle uğraşmamızı, Türkiye'deki Ermenilerin işlerine karışmamamızı söyledi. Çünkü Kafkasya Ermenilerinin etkinlikleri , Ermenistan'a bağımsızlık getirmemekle kalmayacak, eğer biz Türkiye Ermenileri sizin politikanızı izler ve desteklersek, bu biz ifelâkete götürecektir. 
Siz bizi özgürlüğe değil, ölüme, Otonom Ermenistan'a değil, onun yıkıntılarına götüreceksiniz" demektedir15 . 
Rus hükümeti Ermeniler arasındaki bu anlaşmazlığı farketmiş ve Kafkasya'daki Ermenilere baskı yapmaya başlamıştır. Tiflis'teki rapor bu durumu da açıkça ortaya koymaktadır:

" Türkiye'deki Ermeniler her zaman bizim etkinliklerimiz e karşıydılar ve Rus hükümeti de şimdi bunu öğrenmiş bulunuyor... Kuşkusuz bu durum General Oganovskiy'in bana söylediklerine yol açacaktır. Oganovskiy şöyle diyor: 

"Şimdi artık Ermeniler Rusların gözünde güvenilmez kişilerdir, çünkü Rusları aldattılar, yalan söylediler ve Türkiye'deki Ermenilerin durumunu saptırdılar... Ermeniler dar ulusal çıkarlarla değil, evrensel ve beşeri çıkarlarla yönetilmelidir ler... Rus hükümeti doğudaki tarihsel politikasını ve misyonunu unutmamıştır ve Ermenilerin otonom Ermenist a n istek ve hayallerine göre değil, Rus devletinin çıkarlarına göre davranacaktır. 

Rus hükümeti Ermenilerin Türkiye'de azınlık oluşturmasını istemektedir. Ermeniler düşünce ve görüşlerini değiştirmek, otonom bir Ermenistan için değil, 
Rus imparatorluğunun bir vatandaşı gibi savaştıklarını açıklamak ve kanıtlamak zorundadırlar. Aksi takdirde, Ermeniler şimdiki yönelimlerini pahalıya ödeyecek ve hükümetin nezdinde, İmparatorluğun tebaları arasında ilk sıralarda yer almayacaklardır"16. 

Rus hükümeti, ayrıca, üzeılerine aldıkları sorumluluğu yerine getirmek, yanibelirtil en sürede Türkiye'de Ermenilerin yoğun olduğu bölgelerde 
isyan çıkarmak kaydıyla, Ermeni diplomatlara sorunlarını özgürce tartışmak ve taleplerde bulunmak hakkını da veriyordu. 

Bu baskılar sonucu Ruslar amaçlarına ulaştılar: Rus Askerî Bakanlığının emirleri ve planları gereğince Daşnaksütyun Partisi şuna karar verdi : 

Ermeni birliklerin den birisinin komutanı olan Andranik Van'a yaklaştığında, orada bulunan Daşnak savaşçıları dağlara çekilecek ve ayaklanma çıkaracaklar  dı. 1915 Nisanında ayaklanma planı gerçekleştirildi. Katolikos, 10.000 kadar savaşçının ayaklanmaya katıldığını belirtmektedir 17 . 

Boryan olaya şöyle yaklaşmaktadır: 

"Böylelikle Daşnaksütyun Partisi, çar, taht ve emperyalist Rusya' ya karşı görevini yerine getirmiş... Doğu Anadolu'daki Ermenilerin güç duruma düşmeleri için formal bir neden yaratmış oluyordu" Boryan Daşnaksütyun Partisi'ni bu davranışından dolayı sert bir biçimde eleştirmektedir: 

"Eğer, ulusal bir hareketin önderleri, objektif koşulları dikkate almadan, ...kitlelerin isteklerini ve ruh halini değerlendirmeden, yalnızca emperyalist güçlerin çıkarlarına uygun bir ayaklanma çıkarıyorsa ve yalnızca ilgili devletlerin finans-kapital çıkarlarına destek oluşturmaktan başka bir şey yapmıyorsa, bu davranış, kendi ulusuna karşı işlenmiş bir suçtur."18 

"... İstanbul ve Rusya Ermenileri Rus diplomasisinin itaatkâr bir silâhı olmuşlardı."19 

"Tarihsel olaylar, onların uluslarına ihanet ettiklerini, çarlık yönetiminin ve emperyalist diplomasinin ajanları olduklarını göstermektedir" Boryan ayaklanmayı şöyle değerlendirmektedir: 

"Askerî harekâtların sürdürüldüğü cephe gerisinde ayaklanma çıkarmak ne demektir? Kuşkusuz ayaklanan Ermenilerin başarısı söz konusu olamazdı ve bu girişimlerinde ölümcül bir tehlikenin kendilerini beklediği su götürmez bir gerçekti. Ermeniler, Daşnaksütyun partisinin komutası altında ve onların ısrarlarıyla kendilerini çarlık Rusya'sının emperyalist amaçları uğruna feda etmekteydiler. Yalnızca sağduyudan yoksun kişiler bu anlaşmanın Ermeniler için ölümcül sonuçlarını anlayamazdı"20 . 

"Çarlık yönetimi de gerçekte, ayaklanmanın anlamını çok iyi biliyor ve bunun "Ermenisiz Ermenistan" isteklerinin yerine gelmesiyle sonuçlanacağını önceden kestiriyordu", 

Boryan, ayaklanmaya karşı Osmanlı hükümetinin aldığı techir kararma ilişkin olarak, özetle şunları yazmaktadır: 

"Askerî harekâtların yapıldığı bir cephe gerisinde 10.000 kişilik bir kitlenin isyan çıkarması, böylelikle o devletin varlığını tehlikeye düşürmesi durumunda, o devletin de şu ilkeyi uygulaması doğaldır: Amaç, aracı haklı kılar."21 

"Ermenilerin bağımsızlıklarını kazanmak için savaşmaları tarihsel ve reel bir haktır. Fakat o devlet de bu ayaklanmayı acımasızca bastırıyorsa, bu da tarihsel ve reel bir haktır."22 

Boryan, diğer büyük devletlerin Ermenilerin bu ayaklanma sonucu uğradıkları felâketlere karşı olan tutumlarını şöyle açıklıyor: 

"Uluslararası diplomatlar Ermenileri hiç düşünmüyorlardı ve yalnızca kendi "etki alanları" ve "toprak dengelemeleri" ile uğraşıyorlardı. 

Ermeni halkının yok olması, onları, yalnızca savaş sırasında ölen diğer milyonlarca insan kadar ilgilendiriyordu. Savaştan sonra da onların kayıpları, 
hükümetler bilançosunda, hukuksal bir özne olarak değil, savaşın normal sonucu olarak ortaya çıkmıştır."23 

Boryan'ın dile getirdiği bu kayıtsızlığın günümüzde büyük bir ilgiye dönüşmesinin ne denli düşündürücü olduğu ortadadır. Yine aynı biçimde, burada Boryan tarafından dile getirilen gerçeklerin, yıllar sonra, Eliev'in kitabında tamamen reddedilmesi de düşündürücüdür. Aliev, ayaklanmayla ilgili bölümde, Osmanlı devletinin, çıkan ayaklanmalarda dış güçlerin rolü olduğuna inandığını, bunun ise hiç bir temele dayanmadığını söyleyebilmektedir. 24. 

Boryan'ın kitabı, 1928 yılında, yeni kurulan Sovyet rejiminin Çarlık Rusya'sının 
tüm mirasını yadsıdığı ve Türkiye ile ilişkilerin en sıcak olduğu dönemde yazılmıştır ve o günkü politik ortama uygun düşmektedir ve buna göre değerlendirilmelidir. 

DİPNOTLAR;


1 G.Z. Aliev. Tuıtsiya v Period Pravleiiya Mladoturok. Moskova, 1976, s. 275. 460 AYDIN SÜER 
2 B.A. Boryan. Armeniya-Majdunarodnaya Diplomatiya i SSSR. s. 345. 
3 a.g.e., s. 357 
4 a.g.e., s. 357. 
5 a.g.e., s. 347. 
6 a.g.e., 347 
7 a.g.e., 356 
8 Kamuran Gürün, Ermeni Dosyası. 
9 B.A. Bor'yan. Armenya-Majdunarodnaya Diplomatiya i SSSR. s. 360. 
10 A.g.e. s. 3. 
11 a.g.e. s. 360. 
12 A.g.e., 360 
13 A.g.e. s. 360. 
14 A.g.e., s. 361. 
15 a.g.e. s. 361. 
16 a.g.e., s. 362. 
17 a.g.e., s. 363. 
18 a.g.e., s. 36. 
19 a.g.e,, 371 
20 A.g.e., s. 352. 
21 A.g.e., s. 363. 
22 A.g.e., 365. 
23 A.g.e., 369. 
24 G.2. Aliev. Turtsiya v Period Pravleniya Mladoturok. Moskova, 1976, s. 276. 

***

25 Mayıs 2019 Cumartesi

KEMALİZM UZUN ÖMÜRLÜ OLMAYACAK



KEMALİZM UZUN ÖMÜRLÜ OLMAYACAK


‘Sovyet tarihçiler Kemalizm’in uzun ömürlü olmayacağını düşünüyordu’



Sovyet Temsilciler 1922 yılında Türkiye'de Batı Cephesi'ni ziyaret ediyor. 

‘Sovyet tarihçiler Kemalizm’in uzun ömürlü olmayacağını düşünüyordu’

10.12.2018 
DOSYA

American University of Armenia’da Siyaset ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı olan tarihçi Vahram Ter-Matevosyan aynı zamanda 
Ermenistan Ulusal Bilimler Akademisi’nde Türkiye Çalışmaları Bölümü’nün eski başkanı. Ter-Matevosyan son olarak ‘Turkey, Kemalism and the 
Soviet Union: Problems of Modernization, Ideology and Interpretation’ (Türkiye, Kemalizm ve Sovyetler Birliği: Modernizasyon, İdeoloji ve Yorumlama Meseleleri) Başlıklı bir kitap kalemle aldı. Çalışma önümüzdeki ay Londra’da Palgrave Macmillan Yayınevi’nden çıkacak. 
Ter-Matevosyan geçtiğimiz günlerde Türkiye’deydi. Yeni kitabı vesilesiyle kendisiyle bir söyleşi gerçekleştirdik.

VARDUHİ BALYAN-YETVART DANZİKYAN

YD: Yeni kitabınız Kemalizm ve Sovyet hükümetinin Kemalizm’e bakışı üzerine. Alanda nasıl bir eksiklikten yola çıkarak böyle bir kitaba çalışmaya karar verdiniz?

Türkiye’nin Cumhuriyet tarihine merak duyan herkes için Kemalizm’i, onun dönüşümlerini anlamadan Türkiye’nin tarihinin anlaşılamayacağı aşikâr. 
Türkiye’nin tarihini, siyasi gelişmelerini, devrim ve darbelerini hepsini anlamak lazım. Türkiye’ye ilk merak duymaya başladığım zamanlar yani postmodern 
darbe olduğu 1997’den beri, Kemalizm ve diğer siyasi ideolojiler arasındaki çekişmelerin Türkiye’deki siyasal süreçlerin temelini oluşturacağını anladım. 
Sonraki 10-15 yıl içerisinde Kemalizm’i, siyasal İslam’ı araştırmaya başladım. Kemalizm’e dış gözle bakan araştırmaların eksik olduğunu fark ettim. 

Kemalizm’i konu alan, onu ilham kaynağı, İslam dünyası için iyi bir örnek olarak gören, övgü şeklinde Batı kaynaklarda eksiklik yoktu. 
Enteresan bir şekilde dünyanın geri kalanının, yani Arap dünyasının, Sovyetler Birliği’nin görüşleri kaynaklarda pek yoktu. 

1920’lerde Rus, Ermeni basınını araştırmaya başladığımda bu kaynakların Kemalizm tarihini araştıran çalışmaların dışında kaldığını gördüm. 
Başta belki de kaynaklar çok fazla değildir diye düşündüm. 1920-30’ların Türkiye tarihi genel olarak Batı paradigması üzerine kurulu. 

Sovyet izi devre dışı kalmış. Araştırdıkça karşılaştığım kaynakların Türkiye tarihi araştırmasına katkı sunacağını gördüm. Zira Sovyetler Birliği o dönemde Türkiye’yle bağlantısı olan ülkeler arasında Türkiye’yi en iyi bilen ülke. Sovyetler Birliği Türkiye’yi hep odak merkezinde tutmuş. 

Sovyetler Birliği’nin en büyük dördüncü elçiliğinin Türkiye’deki elçilik olması şaşırtıcı değil. Onun dışında aralarındaki ilişkiler de durmamış. 
Sovyetler Birliği Türkiye’deki gelişmelerden hep çok iyi haberdar olmuştur. Onlar için Türkiye’nin tamamen İngiliz-Fransızların etkisi altına 
geçmemesi önemliydi. Bütün bu araştırmalar, siyasi çıkarlar, aynı zamanda Kemalizm’i konu alan birçok dikkat çekici çalışmalara neden olmuştur. 

Türkiye resmi tarih anlatımında Kemalizm teriminin ilk 1929’da kullanıldığı biliniyor. Fakat 1920 yılında Sovyet tarih yazımında Kemalizm terimiyle 
karşılaşıyoruz. 
1926 yılına kadar Kemalizm’e çok olumlu, burjuva devrimine karşı bir adım olarak bakılıyor. 1926’da Stalin Kemalizm’in resmi tanımını veriyor. 

Ve bu kabul görmüş tanım haline geliyor, Sovyetler Birliği’nde kimse bu tanım dışına çıkamaz oluyor. Bu olay da çok ilginç: Çinli öğrencilerle görüşen Stalin kendisi bir soru soruyor: “Kemalizm hakkında ben ne düşünüyorum?” Sonrasında da tanımını veriyor. 

Türk tarihinde bu sayfalar pek araştırılmamış. 

Sovyetler Birliği’nin Türkiye’ye, Kemalizm’e yeni yaklaşımını belirleyen olaydır bu. O dönemde araştırmacılar, bilim insanları arasındaki çatışma da hayli ilginç. Bu gerginlik, çatışma, Çar döneminden gelen tarihçiler ve yeni Bolşevik tarihçiler arasındaydı.. Çıkan bu anlaşmazlıkta düşmanlar ortaya çıkıyor ve Kemalizm’in tanımını doğru yapmadığı gerekçesiyle Çarlık döneminden birçok bilim adamı öldürülüyor. Türkiye’de Sovyetler Birliği elçiliğinde bulunmuş birkaç kişi de sonrasında ölüm cezasına çarpıtılıyor. 

Sovyetler Birliği-Türkiye ilişkileri 1920-30’lu yıllarda acı sayfalarla dolu.
Bir de Kemalizm’e dışarıdan bakışları merak etmeme son zamanlarda yayınlanan bazı kitaplar vesile oldu. Biri Stefan İhrig’in ‘Naziler ve Atatürk’ kitabıydı. 
Burada Hitler’in ve Nasyonal Sosyalizm’in Kemalizm’den nasıl ilham aldığını ele alıyor. Fransa’da yayınlanan bir başka kitap “Sevilen Diktatör” ise 
Fransa’nın Kemalizm’den ilham almasını anlatıyor. Yani Kemalizm tarihine baktığımızda bir tek Sovyetler Birliği’nin eleştirel baktığını görüyoruz. 

Almanya Türkiye’yi nihayetinde yanına çektiğinde Sovyetler Birliği bu konuda endişe duymaya başladı. 
Sonra 1945 yılına geliyoruz, Sovyetler Birliği Türkiye’den Kars ve Ardahan’ı talep ediyor ve ilişkiler daha geriliyor. Sovyetler’de Kemalizm’i övenler bile bundan sonra ona faşizm olarak bakmaya başlıyor. Burada jeopolitik durumun ideolojiyi nasıl etkilediğini gözlemliyoruz. 

1950’lerde olumsuz yaklaşım hakim olmaya devam ediyor. 

YD: 1950’lerde Stalin’in dünya üzerindeki Ermenileri Sovyet Ermenistanı’na çağırma politikası var. Bu konu burada ‘Stalin Ermenileri toplayıp Kars’a ve 
Ardahan’a baskı kurmaya çalıştı’ diye anlaşılıyor. Siz de öyle mi görüyorsunuz?

Evet, öyle bir şey vardı. 1945-53 yılları arasında Sovyetler Birliği’nin Türkiye’den toprak taleplerini iyice inceledim. 
Bunun Sovyetler Birliği tarafından çok kötü organize edilmiş bir adım olduğunu söyleyebiliriz. 

YD: Sovyetler Birliği tarafından mı sadece Stalin tarafından mı?

Stalin ve bazı kişiler diyebiliriz. Komünist Partisi’nden üst düzey bazı insanların aklına esmiş bir fikirdi. Elçilerin, dışişleri bakanlarının mektuplaşmalarına 
baktığımızda Stalin’in aklına gelen bir fikir üzerine çalışıyorlar, sonrasında zaten ilişkiler daha da kötüye gidiyor, Türkler ise tamamen Amerika yandaşı oluyor. 

1950-1960 yılları arasında Sovyetler Birliği-Türkiye ilişkileri çok kötüydü. Birbirlerini eleştiriyorlardı, Türkiye’deki olaylara özellikle milliyetçiliğin 
yükselişine Sovyetler büyük endişe ile bakıyordu. 1960’larda ilişkilerde ilerleme oluyor ve Kemalizm’e karşı görüşlerin de yavaş yavaş olumlu yöne 
kaydığını ve akademik mecraya taşındığını görüyoruz. 1960’lara kadar Kemalizm’e bakış daha çok ideolojikti, bundan sonra akademik olarak da ele 
alınmaya başlar. 

Kemalizm’e dair genel bilimsel bir çalışma olmaması çok ilginç. Bir Azerbaycanlı akademisyen konuyu ele alıyor, onun dışında pek yok. Şimdi kitabın 
amacı Kemalizm’in uluslarötesi tarihini ele almak. Fransa’da yakında ‘Yakın Doğu ve Balkanlar’ın Kemalizm’e Bakışı’nı konu alan yeni bir kitap çıkıyor.

Kitapta sadece Sovyetlerin Kemalizm’e bakışını değil, aynı zamanda Kemalizm’in tarihini vermeye çalıştım. 1920-1970’ler zaman dilimini ele alan 
kitap 8 bölümden ibaret. 5-6 bölümde sadece tarihi değil Kemalizm’in dönüşümünü ele aldım, Kemalizm’in araştırılmasında var olan eksikleri, sorunları 
ortaya çıkarıyorum. Ve bu açıklardan biri de Kemalizm’in 1930’larda ve sonrasında dışarıdan araştırılmaması. Bu yaklaşımla hareket ettim. 


(Vahram Ter Matevosyan, FOTO: Berge Arabian)

VB: Kitap 1920-1970 yıllarını ele alıyor. Bu zaman dilimini seçmenizin nedeni neydi?

Şöyle ki, 1980 darbesi sonrası topluma Kemalizm dayatılması farklı süreçlerle yapılıyordu, vurguları farklıydı ve 1920-30 yıllarında dayatılan Kemalizm’den çok farklıydı. 1980’lerden 1995’e kadar CHP çok yıpranmış vaziyetteydi ve o sıralar Kemalizm belli belirsiz bir şeydi. 

Ve bir diğer nedeni de Sovyetler Birliği tarafından 1970’lerden sonra Kemalizm üzerine çalışmalar, araştırmalar yapılmamış. 1975-76 yıllarda Sovyet tarih yazımında Kemalizm üzerine çalışmalar son buluyor diyebiliriz. Fakat Sovyetler Birliği’nde Kemalizm hep göz önünde. Hatta 1976-1977 yıllarında özel idari kullanım için “Kemalizm” başlıklı bir kitap yayınlanıyor. Bu bir araştırma değildi daha ziyade o zamana kadar Kemalizm üzerine yayınlanan bütün araştırma, kitapların sıralandığı bir kaynakça. 1980-1990 Sovyetler Birliği de yoktu artık o yüzden 1970’lerde bitirmeye karar verdim. 1980’ler çok farklı siyasi, ideolojik, jeopolitik faktörlere bağlıydı, o yüzden onu bu kitapta ele almadım. 

VB: Stalin görüşmelerinden birisinde Kemalizm tanımını vermiş dediniz. Yaklaşık olarak nasıl bir tanım bu?

“Türkiye’de gerçekleşmiş devrimden dolayı çok mutluyuz. Ancak bu henüz tamamlanmamış ve köylü devrimi gerçekleştiğinde ancak tamamlanmış olur” Yani Marksist-Leninist yaklaşım. Bir de Aralık 1920’den sonra Ermenistan’ı terk etmiş Taşnakların Kemalizm’e bakışı çok ilginç. Günümüze ulaşan ilginç mektuplaşmalar var. İki üst düzey Taşnak siyasetçi (biri Birinci Ermenistan Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı) iki ay boyunca mektuplaşarak Kemalizm’in geleceğini tartışıyorlar. Biri Kemalizm’in yakında sona ereceğini söylerken, diğeri ise Kemalizm’in 50 sene boyunca pişen ideolojik akımların sonucunda ortaya çıkmış olgun ideoloji olduğu ve başarıya ulaşacağını dile getiriyor. Yani Taşnakların Kemalizm’i nasıl gördüğü de kitapta ele alınıyor. Kitapta sadece Sovyetler Birliği veya Rusya’nın bakışı değil, Ermenilerin de olaya nasıl baktığı gün ışığına çıkartılıyor. 

YD: Sovyet Rusya genel olarak Kemalizm’e siyasi açıdan bakıyor ve oradan inceliyor. Bir de Kemalizm’i ideolojik açıdan inceleyen araştırmalar var mı?

1926-27’ye kadar daha bilimsel bir yaklaşım görüyoruz. 1890’lardan beri Çarlık Rusya’da iki bilim merkezi vardı St. Petersburg’da ve Moskova’da. Sovyetler Birliği kurulduğunda birçok bilim insanı Doğu’yu araştırmaya devam ediyor ve bilimsel yaklaşım kalıyor. 1926’dan sonra ise yaklaşım değişiyor. O yıla kadar Kemalizm’i ideoloji olarak araştırıyorlar. Bulgulara dayalı, Marksizm-Leninizm’den uzak bir yaklaşım sergileniyor. Ondan sonra antiemperyalist terminoloji yer almaya başlıyor. Sovyet tarihçilerinin Kemalizm’e sınıfsal çekişme olarak, elit bir ideoloji olarak baktığını, bunun da uzun sürmeyeceğini düşündüklerini görüyoruz. Köyler modernleşmediği, her şey şehir merkezli olduğu için bu ideolojinin ömrünün uzun olmayacağını iddia ediyorlar. Aslında haksız olmadıklarını gördük, zira artık 1950’lerde Türkiye’de muhafazakarlığın tavan yaptığına şahit olduk. Demokrat Parti, ardından Adalet Partisi, Milli Görüş’ün yükselişi ile bu durumun devamlılığı da sağlanıyor. Batı imrenerek yaklaşsa da Kemalizm’in burjuvaziye, emperyalizme dayalı olması gözardı edilmiş. Ve sınıfsal yaklaşım Sovyet tarihçilerine bu ideolojiyi iyice anlamaya yardımcı olmuş. 

1920’lerin ortasında çok ilginç bir şekilde Sovyetler Birliği Kemalizm modelini Çin’de uygulamaya çalışıyor. Burada fikir ayrılığı yaşanıyor: Troçki ve Troçkistler Kemalizm’in model olarak başka ülkelerde, aynı zamanda Çin’de uygulanması gerektiğini savunurken Stalin buna katılmıyor, Kemalizm’in burjuva devrimi olduğunu, eğer gelecekte başarı ile sonuçlanırsa ancak, o modelin başka ülkelerde uygulanması gerektiği görüşünde. Kemalizm iyice araştırılmış bir konu fakat Sovyet yaklaşımını ele alan bir çalışma henüz yapılmadı. 

Kitap için belli bir sınırlama koymak zorundaydım ve birçok konuyu derinlemesine ele alamadım. Ama örneğin Çin tarih yazımında Kemalizm yaklaşımını incelemek önemli, umarım tarihçiler buna çalışır. Benim kitabım yeni araştırmalar, konular için kapı açıyor. Hindistan’daki Müslümanların Kemalizm’e yaklaşımına yer verdim kitapta, ancak derinlemesine değil. İslam dünyasında Kemalizm’i çok olumlu bir şey, ilham kaynağı olarak görülmüş. Sadece Sovyetler Birliği tarafından eleştirel bakış görüyoruz, o da ideolojik ayrılığından kaynaklanıyor. 



VB: Günümüzde Türkiye toplumunun karşılaştığı sorunların köklerini ideolojik altyapılarda aramamız gerektiğinden bahsediyorsunuz. Kemalizm bu sorunların nedeni mi ve nasıl?

Kemalizm’in altı ilkesine gelelim. Bunlar ilkeden çok fazla. Türk ideal toplumu bunun üzerine inşa edildi. Ve ilk önce bu Türkçülük ilkesine dayandı. Diğer ilkelerde cumhuriyetçilik, laiklik, devletçilik, milliyetçilik, inkılapçılık da vardı. Bunlar Türk toplumunun hamuruydu. Şimdi ise toplumsal değişikliklere baktığımızda muhafazakarlığın, İslamcılığın siyaseti dikte ettiğini görüyoruz. Ve 1920-30 yıllarında Kemal’in modernleşme politikasının kısmen başarılı olduğu aşikâr. Yani dayatılan modernleşmenin topluma yabancı kaldığı doğru. Sovyet tarih yazımında yer aldığı gibi elit kaldı, köylere ulaşamadı ve Türkiye hiçbir zaman eşit bir şekilde gelişemedi. Yani günümüz Türkiyesi’nin sorunlarını anlamak için Kemalizm’den de değil 1870-80’lerden, Abdülhamid döneminden okuma yapmamız gerek, nasıl bir Türk toplumu modeli oluşturmaya çabaladıklarını anlamaya çalışmalıyız. Günümüzde Türkiye farklı başkalaşım, değişiklik ve deneylerin sonucunda oluşan Türk modelidir. Erdoğan’ın siyasetinin, ideolojisinin temeli geçmişin devamı. Yeni bir şey yapmıyor, sadece Menderes, Demirel ve Milli Görüş dönemlerinde atılan temellerin devamını başarı ile sağlıyor. Yani Kemalizm gerçeklikte enteresan bir deneydi. Ulusal azınlıklar, toplumun büyük kısmı için acı bir sayfaydı, fakat bunun sayesinde Kemalistler ulus inşaatı sürecine protein aktarabildi. Bu yüzden de Kemalizm’in iyice araştırılması Türkiye’deki birçok sorunun cevabını verir. 

VB: Şimdiki siyasi durumda Kemalizm’i nasıl görüyorsunuz? Ve Kemalizm’in geleceği nedir?

Kemalizm’i altı ilkeleri kapsamında değerlendirecek olursak birçok şeyin değiştiğini göz önünde bulundurmalıyız. Örneğin laiklik ilkesinden neredeyse bir şey kalmadı. Günümüzde cumhuriyetçilik ve milliyetçilik ilkeleri devam etmekte. Kemalizm hala okullarda çok yaygın. Erdoğan bunu biraz değiştirmeyi başarmış olsa da hala Türkiye vatandaşı Türk olarak görülmekte. Birçok sorunun nedeni Kemalizm döneminde öne sürülen ideoloji. Bir de bir detay var, Kemalizm’den bahsederken 1920-30’ların faşist Avrupasından nasıl etkilendiğini göz ardı ediyoruz. Faşizme çoğu zaman Alman ideolojisi olarak yaklaşıyoruz, fakat daha global bir ideolojiydi ve her ülkede farklılık göstermekteydi. Faşizmin ve Kemalizm’in kombinasyonu ciddi bir araştırma konusudur. Kitapta buna da değiyorum. Milliyetçiliğin Türkiye’de kalıcı olacağını ve Kürt meselesi, Ermeni soykırımı gibi konularda Türk milli görüşünün inkârcı olacağını söyleyebiliriz. Bu meseleleri Türk toplumunun gerçekliğinin bir parçası olarak görmeyecekler ve Türklere yakışmadığı için inkâr edilmesi gereken bir durum olarak bakacaklar. Bu yaklaşımlara karşı Türkiye toplumunun bilinçli kısmı, sivil toplum mücadele etmeli. Bu modelin yeniden şekillendirilmesi gerek.

‘Sosyal Demokrat İdeoloji yükselişte’

YD:Ermenistan’da iktidar değişikliği oldu. Paşinyan iktidara geldi fakat bu bir devrim mi? Seçimler için Paşinyan favori. (Not: söyleşi seçimlerden önce yapıldı) Ondan sonra büyük değişiklikler bekliyor musunuz? 

Çok zor ve katmanlı soru. Ermenistan’da gelecekte ne olacaklarına dair tartışmalar pek yok, herkes günümüzü anlamanın peşinde. Daha önce Agos’a verdiğim röportajda da dediğim gibi bu bir devrim değildi. Devrim açıklamalarla olmuyor, işle devrim olur. Eğer devrimi yapanlara inanırsak 20. yy’da 40 devrim gerçekleşmiş olduğuna inanırız. Fakat bunlardan kaçını hatırlıyoruz? Bolşevik devrimi, İran devrimi ve Çin devrimi. Ama baktığınızda ‘Mustafa Kemal’in yaptığı bile devrim olarak görülmüyor. Sonuçlarına baktığımızda çok az şey kalmış zira. Devrimlerin bir başlangıcı var ama sonu yok. Paşinyan olanlara devrim demeyi çok seviyor ama bunu daha kanıtlaması lazım. Devrim insanların fikirlerinde, davranışlarında sergilenmeli, açıklamalarda değil. Devrim aynı zamanda siyasetçiler için kolay bir referans noktası. Olan sivil itaatsizlikle gerçekleşmiş iktidar değişikliğidir. Ben böyle açıklardım. 

Geçtiğimiz aylarda birçok değişiklik gerçekleşti elbet. Fakat toplumda bu değişiklikleri gözlemlemek güç. Toplumda temel ve olumlu değişiklikler olacağına dair ümit var. Toplumun şikayetçi olduğu şeyler, yolsuzluk vs artık yok. Bunu yapan insanlar da yok. Bu alan Nikol’a ve ona inananlara verilmiş durumda. Ve bu insanların kamu yönetimi alanında deneyimi yok. “Benim Adımım” koalisyonunun seçim listesine baktığımızda işsizlerden oluşan büyük bir grup görüyoruz. Yani bu insanların ilk iş deneyimi meclis olacak. Son yıllarda Ermenistan’ın siyasi alanı boştu, Cumhuriyetçi Parti bütün siyasi alanı eline geçirmişti. Bunun sonucunda yeni siyasi partiler, güçler ve fikirler doğmuyordu. Piyasada varlığını sürdürebilen tek parti Müreffeh Ermenistan Partisi oldu, Taşnak Partisi hep vardı ama maddi kaynaklardan dolayı oldukça zayıftı. Nikol’un kurduğu ise bir parti değildi, sivil bir hareketti. Bu sivil toplum hareketler koalisyonuydu. İki, beş sene sonra nasıl bir Ermenistan’la karşı karşıya olacağımız sorusunun cevabını Nikol Paşinyan vermiyor, bu endişe verici. Kendisi ve ekibi bu mesele üzerine kafa yormak istemiyor. Benim gibi birisi de bunları dert edinir. 

Yoksulluğu bitireceğiz diyor mesela, çok iyi. Bunun gibi vaatler duymak istiyoruz. Nasıl bir ideolojiye sahip olacak ülke?

Seçimlere katılacak 11 partiye bakıldığında ilk kez sosyal demokrat ideolojinin yükselişini görüyoruz. İki parti hariç geri kalanı net sosyal demokrat yaklaşım sergiliyor. Bütün partiler sosyal adaleti, toplumda adaletin onarılması gerektiği görüşünde. Fakat bütün dikkati adalete verince yoldan sapmış oluyorsun. Başka yöntemler uygulayarak ülkenin eşit bir şekilde gelişmesini sağlamalıyız. Bu seçimler siyasi alanımızın boşluğunu çıplaklığını gösterdi. Seçimlere doğru düzgün hazırlanacak zamanları olmadı. Partiler hep seçime hazır olmalı elbet, ama dediğim gibi Ermenistan’da partiler oluşmuyor. Baktığımızda geçmişte bir tek bir parti liderini değiştirmiş, geri kalanında parti liderleri hep aynı kalmıştır. Halk bu tipten yorulmuş artık. Bir ülkenin demokrasisi için partiler kaçınılmaz fakat parti kültürü yok. Bu yüzden de bu seçimler Ermenistan için önemli. 

Nikol Paşinyan’ın otoriter açıklamalarından endişe ediyorum. Demokrat olarak tanıtıyor kendisini, halkın başbakanıyım diyor fakat tehlikeli otoriter davranışlar sergiliyor. Kızdığında tehlikeli birisine dönüşüyor ve kontrolü kaybediyor.
Yeni hükümetin dışişlerinde net olması gerekir. Son zamanlarda sarsılmalar oldu. Küçük ülkeler kapasitelerini iyi değerlendirmeli ve ona göre hareket etmeli. Biraz istikrar getirilmeli. 

http://www.agos.com.tr/tr/yazi/21679/sovyet-tarihciler-kemalizmin-uzun-omurlu-olmayacagini-dusunuyordu

***

Atatürk "Ermeni Soykırımı" iddialarına ilişkin soruya ne yanıt vermişti

Devlet yetkililerinin ve tarihçilerin çeşitli açıklamalar yaptığı 1915 olaylarına ilişkin Mustafa Kemal Atatürk’ün görüşleri merak konusu oldu.


30.04.2015 14:13 


Ermeni Soykırımı” iddiaları yüzüncü yıl nedeniyle son zamanlarda gündemde oldukça geniş yer tuttu. Devlet yetkililerinin ve tarihçilerin çeşitli açıklamalar 
yaptığı 1915 olaylarına ilişkin Mustafa Kemal Atatürk’ün görüşleri merak konusu oldu.

Atatürk, 26 Şubat 1921’de Amerikalı gazeteci Streit ile yaptığı mülakat sırasında 1915 olaylarına ilişkin açıklamalarda bulunmuştu.

Kaynak Yayınları’ndan çıkan “Atatürk’ün Bütün Eserleri” çalışmasının 11. cildinin 60, 61 ve 62 sayfalarında yer alan bu röportajda, 
Atatürk “Dünya kamuoyu, Ermeni ahalisinin tehciri hususunda almaya mecbur kaldığımız karar için bize karşı haklı bir ithamda bulunamaz” demişti.

‘ERMENİ AHALİSİNİN TEHCİRİ HUSUSUNDA…’

Mustafa Kemal, gazeteci Streit’in “Harbi Umumi esnasında yapıldığı mütemadiyen ağızlarda dolaşan Ermeni katliam ve tehciri hakkında hükümetinizin resmi görüşü nedir?” sorusuna şöyle yanıt vermişti:

“Rus ordusu 1915’te bize karşı büyük taarruzunu başlattığı bir sırada o zaman Çarlığın hizmetinde bulunan Taşnak Ermeni Komitesi, askeri birliklerimizin 
gerisinde bulunan Ermeni ahalisini isyan ettirmişti. Düşmanın sayı ve malzeme üstünlüğü karşısında çekilmeye mecbur kaldığımız için kendimizi daima 
iki ateş arasında kalmış gibi görüyorduk. İkmal ve yaralı konvoylarımız acımasız şekilde katlediliyor, gerimizdeki köprüler ve yollar tahrip ediliyor ve Türk köylerinde terör hüküm sürdürülüyordu.

Bu cinayetleri işleyen ve saflarına eli silah tutabilen bütün Ermenileri katan çeteler, silah, cephane ve iaşe ikmallerini bazı büyük devletlerin daha barış zamanından beri kendilerine kapitülasyonların bahşettiği dokunulmazlıklar dan istifade ederek ve bu maksada yönelik olarak büyük stoklar husule getirmeye muvaffak oldukları Ermeni köylerinden yapıyorlardı.

İngiltere’nin barış zamanında ve harp sahasından uzak olarak İrlanda’ya reva gördüğü muameleye hemen hemen kayıtsız bir şekilde bakan dünya kamuoyu, 
Ermeni ahalisinin tehciri hususunda almaya mecbur kaldığımız karar için bize karşı haklı bir ithamda bulunamaz. Bize karşı yapılmış olan iftiraların aksine, 
tehcir edilmiş olanlar hayattadır ve bunlardan çoğu, şayet İtilaf devletleri bizi tekrar harp etmeye zorlamasa idi, evlerine dönmüş olurlardı.”

‘AMERİKALI GENERAL HARBORD ŞAHİDİMİZDİR’

Gazeteci Streit’in “Ermeniler ve Rumlar tarafından Türklere karşı vukuu rivayet edilen katliam hakkında ne gibi malumat verebilirsiniz?” sorusuna ise 
Atatürk şu yanıtı vermişti:

 “Gerek Umumi harp sırasında gerek Mütareke’den sonra Ermeniler ve Rumlar tarafından Müslüman ahaliye yapılan zulümler üzerinde durmak uzun bir 
hikaye olur. Brest-Litovsk Antlaşması’nın yapılmasını müteakip Rusların Doğu vilayetlerimizi tahliyeye başladıkları sırada Ermeni çetelerinin yapmış oldukları 
katliam ve tahribat kafi derecede herkesin malumudur. Sivas’ta benimle görüşmüş olan, daha sonra bu bölgeleri ziyaret etmiş eden ve buralarda 
Ermeni çetelerinin davranışları hususunda tafsilatlı gözlemlerde bulunarak daha sonra kendisine bu konuda anlatmış olduğum şeylerin doğru olduğunu 
Amerikalı General Harbord, Amerikan kamuoyunun kendisinden faydalı malumat temin edebileceği bir şahidimizdir. Taşnaklar daha sonra da 
Kars ve Oltu bölgelerinde Alexandropol Antlaşması’nın yapılmasına kadar cinayetlerine devam etmişlerdir” diyerek yanıtlamıştı.

‘WİLSON PROJESİ SADECE GÜLÜNÇTÜR’

Atatürk, “Wilson Ermenistan sınırları hakkındaki fikriniz nedir?” şeklindeki soruyu da şöyle yanıtlamıştı:  

“Ermenistan birkaç günden beri tekrar Taşnakların eline düşmüştür. Alexandropol Antlaşması’nı samimiyetle tatbik mevkiine koyacak her 
Ermeni hükümeti dostluğumuza güvenebilir. Milyonlarca Türk’ü binlerce Ermeni’nin hakimiyetine terk etmeye kalkışan Wilson projesi sadece gülünçtür” 
diye cevap vermişti.

Odatv.com

https://odatv.com/iste-kendi-agzindan-o-sozler-3004151200.html


***