9 Temmuz 2016 Cumartesi

Cumhuriyet’e karşı Ermeni - Kürt İşbirliğinin İçyüzü





Cumhuriyet’e karşı Ermeni - Kürt  İşbirliğinin İçyüzü



Biz aynı dava için çalışan iki toplumuz. 
Ermenistan ve Kürdistan'ın, yani ülkemizin 

kurtuluşu için savaşıyoruz. Planlarımız gerek 
Türk, gerekse Kürt kardeşlerimizle 
el ele mücadelemize devam etmektir.

Terör örgütü ASALA’nın lideri,

Agop Agopyan


“ Zayıf ve saf milletleri siyasi bir silah gibi kullanmak, asırlardan beri kuvvetli hükümetlerin takip ettiği bir usuldür. Bunun en çok ve en parlak misalleri Türkiye’de görülür. Bir vakitler Arnavutlar; Avusturya ve İtalya elinde kör bir balta gibi işledi, fakat o kadar çok işledi, o kadar sert şeylere çarpıldı ki nihayet kırıldı. Sonra Araplar, bunlar da yine iki devletin elinde aynı hizmeti gördüler ve aynı akıbete uğradılar. Şimdi düştükleri uçurumdan ancak iniltilerini duyuyoruz.”

Taşnak-Hoybun: İleri Yayınları’ndan çıkan bu son kitap, emperyalizmin, kirli çıkarlarını gerçekleştirmek için oynadığı oyunları, kurbanlarını nasıl ağına düşürdüğünü, Batı’nın gerçek yüzünü anlatan bir başyapıt.

Bir solukta okunacak bu kitap ile emperyalizmin, tarihte hiçbir zaman var olmayan bir ulusu, emperyalizme hizmet için nasıl yarattığına tanık olacaksınız.
Taşnak-Hoybun’un doğuşu

Siyaset bir fert için bir milleti mahvedecek kadar merhametsizdir. Maksat Türkiye’yi zayıf düşürmek ve Türkiye’den ayırdıkları milletlerin lokmasına ortak olmaktı. Ortak olmak değil, lokmalarını başkalarına da peşkeş çektiler. Fakat Türkiye’yi zayıf düşüremediler, bilakis akideleri bozulmuş unsurlardan sıyrılarak daha kuvvetli bir vaziyet aldı. O halde Türkleri uğraştıracak yeni bir unsur, yeni bir kurban lazımdı. Bu mahiyette üç kuvvet bulabildiler. Ermeniler, Kürtler ve Türk hainleri. Bu üç unsuru birleştirerek kuvvetli bir taciz aleti yapmak için senelerce uğraştılar.

Türkiye’de Türk ile Kürt arasında yalnız bir kelime farkı olup tarih, din, adet ve kardeşlik itibarıyla birini diğerinden ayırmak güç olduğu için muvaffak olamadılar. Türk hainleri ise her yerde ve her vaziyette yine hain kalmış, bazen Ermenileri, bazen ecnebileri ve ekseriye de yekdiğerlerini kandırıp dolandırarak bir işe yaramayacaklarını göstermiş olduklarından, bunlardan sarfınazar edilmiştir. Elde yalnız Ermeniler kalıyordu. Bunlar filhakika Osmanlılığın son devrelerinde keskin bir siyaset baltası olmuşlardı. Makedonyalıları Büyük Bulgaristan, Rumları Büyük Yunanistan oltasıyla avlayanlar, bunları da Büyük Ermenistan ağına düşürmüşlerdi. Büyük harbin darbeleriyle sersemlemiş olan bu unsurun karşısında tekrar aynı lokmayı tutmak, onların iştahını harekete getirebilecekti. Fakat Ermeniler zeki ve tecrübeli adamlardı, zaman ve şeklin değişmiş olduğunu ve eski tasavvurun tahakkukuna imkan kalmadığını görüyorlardı. Esasen “Büyük Ermenistan” gayesini ilk defa ortaya atanlar Taşnak-Sutyunlar olduğu için onlar bu yeni tahriklere derhal bir uyanışla cevap verdiler. Ancak Ramgavar ve Hınçak gibi ağırbaşlı ve doğru düşünen diğer Ermeni fırkaları sergüzeşt siyasetinden ayrıldılar. Onlar Ermenileri ezdirmek değil, çalıştırarak yükseltmek programını kabul ettiler. Bunlar Ermenilerin ekseriyetini teşkil ediyorlardı. Taşnaklar yalnız başına Türkiye üzerinde bir tesir yapacak kuvvette değildir. Ecnebi servisleri için yapacak bir tek çare vardı: Taşnaklarla Türkiye haricindeki Kürtleri birleştirmek ve bunun için de büyük harpte “Wilson Prensipleri” diye ortaya atılmış olan yıkıcı propagandadan istifade etmek. Ve öyle yaptılar: Türkiye’den kaçan ve hangi milletten oldukları belli olmayan birkaç serseriyi Kürt mümessili diye satın alarak “Müstakil Kürdistan” sakızını ağızlarına verdiler.

İngilizler Kürtlerin bir iş göremeyeceğini anlayınca, bunları Ermeni Taşnak komitasıyla birleştirmeyi düşündüler. Ermeniler teşkilat, fen ve propaganda hususlarını temin edecek Kürtler de bunların elinde bir alet kullanılacaktı.
Türklere karşı yapılacak mücadelede Ermeni kanı ve Ermeni parası dökülmedikçe Hınçak ve Ramgavar gibi muhalif fırkalardan da yardım görmek ve Ermeni davasını Kürtlerle kazanmak Taşnak siyasetine pek uygun geliyordu. Alelhusus teşekkül edecek büyük Ermenistan’ın içinde kalacak olan Kürtler şimdiden ne kadar kırılır ve ne kadar zayıflarsa Ermeniler için o kadar faydalı idi. Bir taşla birkaç kuş vuracaklarını anlayan Taşnaklar İngiliz davetini büyük bir heyecanla kabul ettiler.
Teşkil edilecek cemiyetin isminin Kürtçe olması hem Kürtleri okşamak ve hem de asıl maksadı saklamak noktai nazarından muvafık görülmüştü. Halbuki Ermenileri de okşamak ve Ermeni gayesini kaybetmemek lazımdı. Taşnakların ilk teşekkülü zamanından beri aralarında milli bir tabir gibi Hoybun yani “Ermeni yurdu” tabirini aldılar. Kürtçe “istiklal” manasında bir kelime mevcut olmadığından “benlik” manasına gelen “Hoybun”u tevil ederek ve “Hoybon”un imlasını hafifçe değiştirerek kabul ettiler.

Bu suretle temeli ve iskeleti Taşnaklardan, ruhu İngilizlerden ve eti Kürtlerden ibaret olan bu cemiyete “Hoybun” dediler.

Ağrı Dağı'nı şakilere nasıl mezar yaptık

Kürtler kimdir?

Tarihin ilk devrelerinde Suriye’nin yüksek dağlarında “Gutus” adını taşıyan bir halk otururdu.
Ninva’nın sükutundan sonra bu kabile Midyalılarla karıştı. Bu sıralarda nereden geldikleri belli olmayan bir çok ari kabileler Gutusların mıntıkasına gelip yerleşiyorlardı. Son keşfiyatta bunların İskandinavya’dan geldikleri anlaşılmaktadır.

Kitabın yegane doğru olan kısmı Kürtlerin cesur, misafirperver temiz yürekli oldukları sözlerdir. Kürtlerin Arilerle birleştiğini söyleyen kitap, Kürtleri Türklerden ayırmak isterken bilmeyerek Kürtlerin halis Türk olduğunu ispat etmiştir.

Kürtlerin Türklerden farkı şudur ki; onlar daima dağları sevmiş, dağlarda yaşamış olduklarından cemiyet hayatından uzak kalmışlardır. Dağlar bunlarda iptidai evsafın hala yaşamasına sebep olmuştur. Her söze inanır, silah, itikat, muharebe telkinlerini derhal kabul ederler.

Şimdi biraz da hakiki tarihi ve bitaraf tarihçileri dinleyelim. 
Ansiklopedi Britanicca’dan:

“Kürtlerin asılları henüz doğru bir surette tayin edilmemiştir. Fakat milattan evvel on binler rücat ederken Van havalisinde Karduçilere tesadüf etmişlerdir. Bu havalide daha evvel Turani Gotolar mevcuttu. Asuriler bunlara Kadro derlerdi.”

Lord Kurzon’un kitabından:

“Nasturi ve Ermenilerden sonra İranlıların ırsi düşmanı olan Kürtlerden bahsetmek tabii ve münasip olur. Seciye, ırk ve din itibariyle tamamen yabancı olan bu üç kavmin yekdiğerine bu kadar yakın olarak yerleşmiş olmaları garip bir tecellidir.

Seyyahların kitap unvanı olarak kullandıkları “Kürdistan” ismi Kürtlerin sakin bulundukları yerler için coğrafi bir tabir olmaktan fazla bir şey değildir. Bu isimde tabii ve siyasi bir hudut yoktur. Kürtlerin büyük bir kısmı İran dahilindedir.
Kürtlerin aslı, geniş ve meşkuk bir meseledir. Kürtlerin İran veya Turan neslinden olup olmadıkları, Midyalıların veya Parsiyanların ahfadından olup olmadıkları, Hititlerle Akadiyanlar o mıntıkalarda hakim oldukları zaman Asuriyye şimalindeki dağlarda bulunan “Minva”lıların sükutundan sonra arilerin muhacereti dolayısıyla bunlarla birleşip arileşerek “Gordo” veya “Goto”ları vücuda getirip getirmedikleri şimdiye kadar halledilememiş bir meseledir.
Moris Wagner’den:

“Erivan’da Ermeni mektebi müdürü olan Ebuvyan, Kürtlerin Helaguhan’e mensup ve Moğol Tatarlarından olduğunu iddia ediyor.

Yarı çoban, yarı haydut olan Kürtler yüksek tepelerde yaşarlar. Kurtlar gibi yolculara ve kervanlara saldırırlar. Sıkıştıkları zaman Ağrı Dağı’ndan diğer hudutlara kaçarlar.

Kürtlerde her şey muhtelif milletlerin kanlarıyla kuvvetli bir surette ihtilal ettiklerini gösterir. Kürtlerin kısmı azami Şafidir. Bunlar Hıristiyanlardan ziyade Şiilere düşmandırlar. Kürtler para mukabilinde de harp ederler.”
Tarihçi “ Camciyan ” da aynı iddiadadır:

Kürt ismi esasen Türkçe “ Kurt ” kelimesinden ibaret olup kudretli ve becerikli manasına bu kabileye verilmiş ve o zamanlar ‘ Gurt ’ şeklinde kabul edilmişti.
Yalnız şimali şarki Kürtleri kendilerine “ Gurmançe ” unvanını vermişlerdi.
Kürtlerin Atlas Dağları kabileleri gibi karışık bir kütle olduğunu, lisanlarının Arap, Acem ve Türk lisanlarından mürekkep olması da ispat eder.

Kürt Lisanı

Kürtlerden yegane kitap yazan Şeref Şemsettin Han, Şerefnamesi’ni Kürtçe yazmak istediği halde kelime bulamadığından ve kendisi İran’da tahsil etmiş olduğundan Farisi lisanıyla kaleme almıştır.

Filhakika Kürt lisanı tetkik edilince şu hakikate varılır.

Kürtçenin;

3.000 halis Türk kelimesi
2.000 Türkçeleşmiş Arapça kelimeler
1.240 Zint
1.030 Türkçeleşmiş Farisi
370 eski Pehlevi
300 Kürtçe
220 Ermenice
108 Gildani
200 Gürci
60 Çerkes

Toplam 8528


İngiliz ansiklopedisi diyor ki: “ Kurmança denilen Kürt lisanı şimalde Gildani ve cenupta Turani lisanlarla karışıktır. Dağlılarda hususi lehçelere de tesadüf edilir. Mesela “ Zeza ” ve “ Kurat ”ların dilini Kurmançolar anlamaz.”

Lisan bir milletin aslını gösteren en büyük vesikadır. Mesela Kürtçe “gel” manasına olan “vara” Anadolu’nun hemen bütün köylerinde “var” yahut “varıver” diye kullanılan “varmak” mastarından alınmış bir kelimedir. “Here” Kürtçe “git” demektir. Bu da bizim “yürümek” mastarından “yürü”nün dağlıların ağzından çıkan sestir.
Bizim lisan mütehassısları Kürtçe’yi tetkik ederlerse her halde Türklüğe doğru ecnebilerden daha çok hakikatler bulacaklardır.”

Emperyalizmin Türkiye üzerindeki oyunları

11 Teşrinievvel 1930 tarihli Alman gazetesi Glarus Zeitung yazdığı uzun bir makalede şu maddeleri zikrediyor:

1- Kürtler İngiliz memurları tarafından teşvik ve para ile, silah ile, ümitlerle techiz edildiler.
2- İngiliz hariciyesinin direktifleri mucibince hemen bütün İngiliz matbuatı Akvam Cemiyeti’nin müdahalesini istediler.
3- İranlılar harekatın mukaddimesinde çok yardımlar ve kolaylıklar gösterdiler.
4- İngilizlerin Kürt harekatından bekledikleri şu idi:
a) Türkiye ile Rusya arasına bir “Eta tampon” sokarak Bolşevikleri tecrid etmek,
b) Küçük ve devamlı muharebelerle Türkiye’yi iktisaden zayıf tutmak,
c) Türkiye’yi her hususta mukavemetsiz bırakarak harpten evvelki borçların tasviyesi hususunda uysal bir hale getirmek, İngiltere ile uyuşmanın daha ucuza çıkacağına Türk hükümetini inandırmak.
5- İngiltere’nin harici siyasetinde Asya petrolleri birinci derecede bir mevki tutarlar. Bütün şark havalisindeki petrollerin kendi ellerinde bulunması için hiçbir teşebbüs ve faaliyetten geri durmazlar. Nitekim Musul meselesinde de yine Kürtlerin milli ve dini taassuplarını kabartarak istifade ettiler. Firari Türk zabitleri de İngilizlerin bu faaliyetlerinde kolaylık amili oldular.
6- Kürtlere Hoçkiz mitralyozları ve yeni İngiliz tüfekleri verdiler. Zavallı Kürtleri ateşe sürerek kendi hesaplarına Kürt kanı döktürdüler.
21 Teşrinievvel 1930 tarihli Fetelarap’ta “Kürtler ezildiler, onları ateşe sürenler için ister Türkler ezilsin, ister Kürtler netice birdir. Onlar aynı din ve aynı millet efradının birbirini öldürmesini isterler.” Nitekim Kürtlerin Ağrı’da perişan olduğunu en evvel dünyaya müjdeleyen İngiliz ajansı Reuter oldu. Türkler bu muvaffakiyetleri ile iftihar etmezler. Çünkü ezilen yine kendi kardeşleridir. Kürtler iyi bir ders aldılar, gördüler ki ecnebi vaatleri bir yere kadar gelir ve felaket baş gösterince ortada kurbanlardan başka kimse kalmaz.
Bu harekatta Ermenilerin mühim roller oynadıkları meydandadır. Kürtlerin bunları nasıl olup da aralarına aldıkları şaşılacak bir şeydir. Onlar geride durarak saf dağlıları ezdirir ve sonra mezarları üstünde dans ederler. Bize bir kuvvet lazımsa bunu ecnebilerde değil kendi aramızda bulmalıyız. Mesela bir “Şarklılar İtilafı - Şark Akvamı Cemiyeti” yapmalıyız. Ermeniler daima garbın elinde oyuncak olmuştur. Bunları aramıza almamalıyız. Kürtler unutmamalıdır ki şerefli ve mefahirle dolu Türk tarihinden ayrılarak ecnebi boyunduruğuna girmek çok feci bir gaflet olur.
13 Kanunievvel tarihli Ermenice Yeridasart-Hayastan:
“Haricin parmağıyla hareket eden Kürtlere asla yardım edemeyiz. Muhtelif menbaalardan teyit edildiğine göre son Kürt hareketi İngilizlerin parmağı ile hazırlanmıştır.

İngilizler Musul’dan Ararat Dağı’na kadar geniş bir araziyi Kürtlere vaat ederken, Taşnaklar da Akdeniz’den Karadeniz’e kadar büyük bir Ermenistan teşkiline çalışıyorlar. Kürtler bizden yardım görebilmek için evvela ecnebi aleti olmaktan çıkmalıdırlar. Bu günkü şekilde Kürtlerle teşriki mesai edenleri şiddetle tenkit ve itham edeceğiz.”

Bize göre Kürtler

Bizce Kürtler tamamen aridir. Yani ırken bizden oldukları gibi din, yurt, lisan ve adet itibariyle de Türk’türler. Bulundukları mıntıka onların yaşayış tarzını bizden ayırmıştır. Yukarıdaki misaller de gösteriyor ki bu yaşayış tarzından dolayı yine kendilerine Gurd ve bizim şivemizce Kürt denmiştir. Laz gibi, Zeybek gibi, Azeri, Türkmen gibi isimler nasıl halis Türklerin mıntıka ve yaşayış tarzına göre teammüm etmiş unvanlar ise Kürt tabiri de bundan başka bir şey değildir. 2000 seneden beri Türk yurdunda Türk kanıyla büyümüş bir kütlede artık başka bir kan aranır mı!

Kürtlerin bazen diğer Türk vilayetleri gibi yarı müstakil idare olundukları vakidir. Osmanlı sultanlarının bunlardan ayrıca alaylar teşkil ettikleri henüz hatırlardadır. Kürt vakaları onların dağ hayatına alışmış olmalarından ve idare altına girmek istememelerinden ileri gelmektedir. Bu hal başka memleketlerde de ve mesela Yunanistan’da asırlarca devam etmiştir. Klefteler, Palikaryalar, Roma’da Garibaldiler şehirler üzerine mütemadiyen tecavüz etmiş, hükümet kuvvetlerine karşı gelmişlerdir. Bunda milliyet ve idare tesiri aranmaz, buna eşkıyalık derler ve her yerde hâlâ mevcuttur. İzmir mıntıkasında senelerce yaşamış ve mühim vak’alar ihdas etmiş olan Çakırcalı Çetesi de buna bir misaldir.

Ağrı başkaldırmasından sonra emperyalist propagandalar,

Ağrı harekatı kat’i bir tediple bitmiştir. Kürtler kendilerini teşvik edenlerin kaçtığını görerek uyanmış, bir kısmı hükümetimize iltica etmiş, diğerleri de eski dostları aleyhine silaha sarılmıştır. İran’da, Irak’ta ve hatta Suriye’de yerli kuvvetlerle her gün çarpışıyorlar. İran’da Simko ve Celaliler meselesi, Irak’ta Kürtlerin kıyamı ve Suriye’de güya bizim taraftan geçen çetelerin tecavüzleri hep Ağrı Dağı dersinin neticeleridir.

Taşnaklar artık ne Ermeniler arasında ve ne de Kürtlere karşı tutunacak vaziyette bulunmadıklarından muhtelif gruplara ayrılmış, intizamsız bir şekil almışlardır.

Akıbetlerinden korkmaya başlamış olan Taşnak ve Kürt bozuntuları bütün kuvvetlerini propagandaya vermişler ve eski teşvikçilerin yardımı ile bugünkü vaziyeti örtmek için yine ötede beride teşkilat yapmaya başlamışlardır.

Espirini İsminde Yunan Gazetesinden:

“   Kürtler Ararat’ı tahkim ediyorlar. Mayısta tekrar harekata başlayacaklar. Şimdiki sükunet oralarda 4-5 metre boyundaki kardan ileri gelmektedir. Buna rağmen Miralay Bret kumandasındaki Kürt müfrezesi Urfa’yı basarak Fırka Kumandanı Suphi Paşa ile maiyetinden 5 zabiti kesmişlerdir. Baskın on gün sonra tekrar edilmiş ve Türkler Urfa’yı terk etmişlerdir. Türklerin zayiatı şimdiye kadar 50.000 kişidir. Buna mukabil Türkler de 500 Kürt köyü yakmışlardır. Yeni harekat için Bedirhan’ın torunları Amerika’da iane topluyorlar.

   Son zamanlarda hududa külliyetli silah ve mühimmat gönderilmiştir.
Kürt komitası Taşnak komitasıyla ve civardaki ‘Ari’ ırklarla uzlaşmış olup ‘Ari Milletler Federasyonu’ namı altında toplanacaklardır. ”

   Şu birkaç satırdan pekala anlaşılıyor ki malum bir ecnebi servisi bu mevzuu birkaç kısma ayırarak propaganda yapmak üzere Yunanistan’daki ajanına vermiş. O da hepsini birden küçük bir fıkraya sıkıştırarak Espirini gazetesine bastırmıştır. Propagandanın esası hakikaten tefrik edilmemesidir. Halbuki burada bir tek kelime bile hakikate yaklaşmaz. 

Mesela:

1- Ağrı’daki zayiatımız bu rakamların binde biri kadar da değildir.

2- Ağrı tedip hareketi o kadar şedit olmuş ve o kadar kat’i tedbirler alınmıştır ki artık tekerrürüne imkan yoktur.

3- 300 şakinin tekrar taarruz ettiği hakkında bütün Avrupa ve Amerika matbuatına dağıtılan haberin aslı şudur: 

    50 ve bir rivayete göre 80 kadar İranlı bir çete Ağrı’ya çok uzak bir hudut köyüne gelerek koyun sürüsünü almışlar ve götürürken hudut süvarileri tarafından çevrilmişlerdir. 

Kürtler bir dere içinde sıkıştırılmış olduğundan hemen hiç biri kurtulmamıştır. Ellerinde bulunan bir ağır makineli tüfek süvarilerimiz tarafından alınmıştır. Yalnız koyunları süren çobanlar daha evvel hududu geçmiş oldukları için bizim tarafta ele geçmiş iseler de öbür tarafta İran hudut kıtası tarafından yakalanmış ve koyunlar istirdat olunmuştur.

4- 500 Kürt köyünün yakılması ve bir çok Kürt’ün Van Gölü’ne atılması masalı da büyük harpten sonra Taşnakların yaptığı propagandanın aynıdır. Onlar da bir buçuk milyon Ermeninin kesildiği ve Fırat Nehri’ne atıldığı hikayesini çıkarmışlardı. Harekatın vuku bulduğu yerlerde ancak Kürt çadırları ve Kürt kulübeleri vardır. Bunlar da Ağrı haydutları tarafından kendilerine iltihak etmedikleri için tahrip edilmiştir.

5- Bret isimde bir miralay, ne Kürtlerde ne de Ermenilerde yoktur.


Suphi Paşa şimdi Ankara’dadır. Bir sene evvel Urfa’da bulunmuşsa da Ağrı harekatından evvel infikak etmiştir.

Sonsöz

Kitap görüleceği üzere çok büyük bir boşluğu dolduruyor. Bu kitabın özellikle son zamanlarda Kürtçe’ye merak sarmış olan milliyetçi politikacılarımız, parti başkanlarımız için birer kaynak kitap olacağına kuşku yoktur. Yalnız onlara değil, emperyalizmle mücadele ettiklerini söyleyerek, emperyalizmin maşası durumundaki Kürtlere yardım eden sol çizgideki insanlara da yararlı bilgiler vereceğine inanıyoruz. Emperyalizmin kucağına nasıl oturduklarını anlamaları için...




..

7 Temmuz 2016 Perşembe

KÜRTLERİ YARI YOLDA BIRAKAN BÜYÜK DEVLETLER, BÖLÜM 6




KÜRTLERİ YARI YOLDA BIRAKAN BÜYÜK DEVLETLER, BÖLÜM 6




Büyük Kürdistan İncirlik’te kuruluyor.,

Bünyamin Aka

17 Ağustos 2015















Bu plan karşısında Türk Milleti birleşmelidir. Milliyetçi olduğunu söyleyen Partinin başkanı Bahçeli, bu planın yanında değil karşısında yer almalıdır. Türk Milleti, devleti yok edilirken sorumluluktan kaçan Milliyetçi olamaz.
İncirlik, Adana’nın Merkez Yüreğir ilçesine bağlı beldenin adıdır. Şimdi beldeliği de kaldırılmış mahalle durumuna getirilmiştir. İncirlik Üssü’nün kuruluşu Menderes Hükümeti dönemidir. 1951 yılında inşaatına başlanan üs, 1954 yılında kullanıma açılmıştır.

İncirlik Üssü’nün, Türkiye ve ABD’nin ortak kullanımı için açılmış olduğu söylense de genelde ABD üssü olarak bilinir. İncirlik üssünde görevli Türk subaylar bu durumdan rahatsız olduklarını çok kez açıklamışlardır. Türk Subaylarının denetiminde yapılması gereken uçuşlar, bağımsız yapılmakta ve üssün birçok yerinden, Türk subayları uzak tutulmaktadır.

İncirlik Üssü, bir kez kapatılıyor. ABD, Kıbrıs Barış Harekatı’na karşı çıkıyor. Türkiye’ye ambargo uyguluyor. Rum kasaplarının yanında yer alıyor. Çünkü Rumlar Türkleri kesiyor. ABD, Türkiye çıkarına herhangi bir olayda, Türkiye’nin yanında yer almıyor. Yeter ki kesilenler Türk olsun. Sözde NATO müttefikimiz Türkiye’ye ambargo uygulamaktan çekinmiyor. Ambargonun kalkmasıyla birlikte kapalı olan bütün ABD üsleri açılıyor.

İncirlik Üssü, Türkiye’nin bağrına saplanmış hançerdir

Kıbrıs Barış Harekatı bizlere şunu gösterdi ki, ABD ve örgütü NATO, Türkiye’nin zor yıllarında yardım etmemiştir. Hiçbir zaman da etmeyecektir. Çünkü onlar, Türkiye’yi yok etmek isteyen emperyalistlerdir. NATO’nun içimize girmesi ile birlikte Türkiye’nin yörüngesi değişti. ABD yönetimine, denetimine girdi. Türkiye’yi CIA yönetmeye başladı. Siyasi liderleri, siyasi partileri, darbeleri, komploları, cinayetleri CIA belirledi. NATO’ya girişimizin sonucunu, bugün çok ağır şekilde yaşıyoruz.

İncirlik Üssü, Rusya’ya karşı kurulmuş olduğu söylense de üs bölgesinin, Rusya’dan uzak oluşu başka amaçlar için kurulduğunu gösteriyor. Üs, ilk kez İsrail ve Lübnan krizlerinde kullanıldı. Buradan anlaşılıyor ki İncirlik Üssü, ABD’nin Ortadoğu çıkarları için açılmıştır. Özellikle son 25 yıldır, kendi topraklarımızda ki üs, BOP’u uygulamak için kullanılıyor.

Hatırlanacağı gibi BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) Ortadoğu coğrafyasında bulunan birçok ülkenin sınırlarını ve yönetim şekillerini değiştirmeyi hedef almaktadır. Sınırları ve yönetimi değişecek ülkeler arasında Türkiye’de vardır. İncirlik Üssü, Türkiye’nin sınırlarını değiştirmek yani Türkiye’yi bölmek ve Büyük Kürdistan’ı kurmak için kullanılmaktadır.

Birinci Körfez Savaşı, BOP’un başlangıcıdır

ABD, 1980 yılında, İran ve Irak’ı birbirine düşürdü. İran-Irak savaşı tam sekiz yıl sürdü. ABD, Irak tarafında gibi duruyordu ama İran’a da gizli gizli silah sattığı ortaya çıktı. 1988 yılında savaş bitti. Sekiz yıl boyunca bu iki ülke can ve mal kaybına uğradı. Ekonomik olarak sıfırlandılar. Saddam Hüseyin, ABD’nin yol açtığı bu savaşta, ABD’nin istediklerini yapan biri olarak ekonomik kayıplarını telafi etmenin yollarını aramaya başladı. Hedefini de belirlemişti, Kuveyt.

Saddam, Kuveyt’i sıkıştırmaya başladı. Kuveyt’in, Irak’a ait olduğunu iddia ediyordu. Kuveyt, gerçekten de Irak’tan kopartılmış bir parçaydı. O parçayı emperyalist devletler kopartmıştı. ABD, ilk başta bu olaya karışmayacağını açıkladı. Bu açıklamayı duyan Saddam, 1990 yılında Kuveyt’e girdi ve işgal etti ve hayatının hatasını yaptı. ABD’nin, tuzağına düştü.

Bu olaya karışmayacağını açıklayan ABD, bir anda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni harekete geçirdi. Diğer emperyalistleri ve işbirlikçi Arap ülkelerini de yanına alarak, 1991yılında Irak’a saldırdı. O dönem Türkiye’de Özal yönetimi vardı. Özal, Irak’ın bir bölümünü işgal etmeye kalkmış ve dönemin Genel Kurmay Başkanı bu istek karşısında istifa etmişti. Özal, beklemediği bu istifa üzerine işgal planından vaz geçti ama İncirlik Üssü’nü ABD kullanımına açtı. İncirlik Üssü’nden kalkan ABD uçakları, Irak semalarında binlerce sorti yaptı. Tonlarca bomba bıraktı. Binlerce insan yok edildi.

Irak’ı parçalayan Kürtler, şimdi Suriye’yi parçalıyor

Birinci Körfez Savaşı bitti. Irak yenildi. ABD, Irak’ı yenmekle kalmadı. Irak içerisindeki, Barzani ve Talabani aşiretlerinin öncülüğünde Kürtleri ayaklandırdı. Saddam Hüseyin, Kürt ayaklanmalarını bastırdı. Saddam’dan kaçan Kürtler, Türk sınırına yığıldı. Türkiye, kürt sığınmacıları özellikle Batı ülkelerinin yardım sözüne kanarak kabul etti.

Batı basını ve içimizdeki Kürtçüler, Kürtlere ağlıyor ağıtlar yakıyorlardı. Kürtçü basına göre Saddam, Kürtlere karşı kimyasal silah kullanıyor, mazlum, zavallı, savunmasız Kürtler, yok ediliyordu. Her yerde buram buram Kürtçülük kokuyordu. Saddam zalimdi. Yok edilmeliydi. Kürtler masumdu. (Daha sonra ortaya çıkan bir gerçek var ki Saddam’ın kimyasal silah üretecek tesisi yoktu.)

Kürtler, ne mazlum, ne de savunmasızdı. Ellerine silah alarak saldırıya geçen, Kürtlerdi. Emperyalist desteği ile silahlı ayaklanmaya kalkışmışlardı. Ayaklanmak, parçalamak suç değil, devleti korumak için ayaklananlara karşı çıkmak suç olmuştu. Oysa Irak’a giren ABD askerlerini, ABD bayrağı sallayarak alkışlayan, yine Kürtlerdi. Türkiye, sınırı açmış, Iraklı Kürtlere yardım ederken, PKK’lı teröristler de boş durmuyordu. Askerlerimizi, sivil memurlarımızı şehit etmeye devam ediyorlardı. Kürt sığınmacıların, Türkiye’ye girmesinden sonra PKK eylemleri, şiddetini artırarak, alanını genişletti. Bazı il ve ilçelerde bayrak çekmeye çalıştılar. Babaları ABD’ye o kadar güveniyorlardı ki Türk Ordusu’nun karşısına düzenli ordu birlikleri gibi çıkma gafletine bile düştüler. Pusu kurmaya alışmış hain çeteyi, yok olmaktan yine ABD kurtardı.

Bugün aynı olaylar Suriye sınırımızda sürmektedir. IŞİD’den kaçanların Türkiye sınırına yığılması, Kobane dedikleri yeri, kürt bölgesi göstermelerinin nedeni aynıdır. 1991’de Irak ve Saddam ne ise 2015’de IŞİD ve Suriye aynıdır. Saddam’ı ve IŞİD’i yaratan ABD’dir. Konu ise tanıdık. Her zaman ki gibi hainlikleri ve işbirlikçilikleri ile öne çıkan Kürtler.

Kürt koruma kalkanı, Çekiç Güç

Irak’ta ayaklanmış ama başarısız olmuş Kürtleri, ABD koruma altına almak için Irak’ı böldü. Irak’ın, Kürt ve Şii bölümlerine, Saddam’ın askerlerinin girişi yasaklandı. Bu yasağı uygulamak için yine İncirlik Üssü seçildi. İncirlik Üssü’ne, adına Çekiç Güç denen, ABD ve diğer batılı ülkelerin uçakları yerleştirildi. Çekiç Güç’ün amacı, Saddam’ın askerlerinin, yasak bölgelere girmesini engellemekti. Girerlerse, İncirlik’ten kalkan uçaklar, Saddam’ı bombalıyordu. Çekiç Güç, Kürtler için hem kalkan hem de saldırı aracı oldu. Kürtler dokunulmazlık kazandı. Barzani ve Talabani, devlet kurmak için alt yapı çalışmalarına başlayıp adım adım ilerlediler.

Barzani ve Talabani genel olarak birbirine düşman iki aşirettir. Zaman zaman birbiriyle kanlı çatışmalara girmişler ve çok zaman, Türk devletinin çabalarıyla bu kavgalar sonlandırılmıştır. İkinci Körfez Savaşı’nda, Saddam ortadan kaldırıldı. İki aşiret lideri arasında çatışma çıkmasın diye Talabani, Irak Devlet Başkanı yapılırken, Barzani’ye ise Kürt tarafının başkanlığı kaldı. Kuzey Irak Barzani Kürt devletçiği bu şekilde kuruldu. Talabani’nin Irak’a başkan yapılması, Apo’nun Türkiye’ye başkan yapılması ile eş değerdir. Ve bütün amaçları da budur. Irak, Kürtlerin yönettiği bir ülke durumuna getirildi. Sırada, Suriye ve Türkiye bulunmaktadır.

İncirlik Üssü’nün varlık nedeni, Büyük Kürdistan’ın kuruluşudur

Kuzey Irak’ta, ABD’nin kurmak istediği Kürt devletine, Türkiye karşı çıkmıştır. Kırmızı çizgilerimiz var denmiştir ama Kuzey Irak Kürt devletçiğinin kurulmasını, İncirlik Üssü sağlamıştır. Türk hükümetleri; gaflet, delalet ve hatta hıyanet içerisinde Türkiye’nin çıkarını değil, ABD ve Kürtlerin çıkarını düşünmüş, Kürtler genişlerken, Türkiye kendi sınırlarını koruyamaz duruma düşürülmüştür. İncirlik Üssü, kurulduğundan itibaren Türkiye yararına hiçbir faaliyet göstermemiş aksine yapılan gizli anlaşmalarla nükleer silah yerleştirilerek Türkiye’nin güvenliğini tehlikeye sokmuştur. Kendi ülkemizde, ABD atom bombası vardır.

İncirlik Üssü’nün kullanım amacı, BOP’un uygulama hareket merkezidir. ABD çıkarları doğrultusunda, Ortadoğu’yu şekillendirmek ve kendi istediği yönetimleri oluşturmaktır. Buna Türkiye’de dahildir. ABD, Kürtlere, Ermenilere, Rumlara bu coğrafyada devlet kurmak için daha 1900’lü yıllarda söz vermiştir. Ermeni, Rum, Kürt ayaklanmalarının nedeni, ABD’nin verdiği sözdür. İncirlik, Küçük Kürdistan’ı kurmuş, Büyük Kürdistan’ı kurmak için çalışmaktadır. İncirlik Üssü’nü Menderes vermiştir. Özal, sınırsız bir şekilde ABD yönetimine açmıştır. AKP hükümeti ise açılan bu yoldan devam etmiştir. İşin ilginç tarafı, Menderes, Kürt ağalarını büyütmüş, Özal bütün Kürtleri harekete geçirmiş, AKP ise açılım, çözüm diyerekten Türkiye Cumhuriyeti’ni yok saymış, PKK ağzı ile Kürdistan’ı kurmak için çabalamıştır.

AKP ve PKK’nın kuruluş amacı, Kürt devletidir

BOP eş başkanı Tayyip Erdoğan’dır. Tayyip Erdoğan, açılım ya da “çözüm” denen süreci boş yere başlatmamıştır. Saddam’ın gidişiyle başlayan BOP, Suriye ile devam etmektedir. Türkiye, federasyonlara bölünecek ve kendisi de federasyonların başkanı olacaktır. AKP siyasi, PKK silahlı olarak, BOP’un araçlarıdır. ABD, AKP sayesinde İncirlik’e yerleşmiş, IŞİD’e karşı çekiç güç rolüne soyunmuştur. Türkiye’nin güneyinde bir Kürt devleti daha kurmak için yine bombalar yağdırmaktadır.

ABD, İncirlik Üssü’nden kalkan uçaklarla Kuzey Irak Barzani Kürt yönetimini kurdu. Şimdi yine İncirlik’ten kalkan uçaklarla Kuzey Suriye PYD Kürt Devletini kuruyor. Sonra sıra Türkiye’ye geliyor. İncirlik Türkiye içerisinde, Türkiye’yi yok etmek için kullanılıyor. İncirlik Üssü, Türkiye’nin bağrına saplanmış hançerdir. ABD, AKP, PKK, PYD bu coğrafyadan Türkleri atmak için işbirliği yapıyor.

Bu plan karşısında Türk milleti birleşmelidir. Milliyetçi olduğunu söyleyen partinin başkanı Bahçeli, bu planın yanında değil karşısında yer almalıdır. Türk milleti, devleti yok edilirken sorumluluktan kaçan milliyetçi olamaz. Milliyetçiler, birlik olup ayağa kalkmalıdır.




http://www.turksolu.com.tr/buyuk-kurdistan-incirlikte-kuruluyor/

..


KÜRTLERİ YARI YOLDA BIRAKAN BÜYÜK DEVLETLER, BÖLÜM 5





KÜRTLERİ YARI YOLDA BIRAKAN BÜYÜK DEVLETLER, BÖLÜM 5





PKK’da Strateji Değişikliği ve Nedenleri


Yazar: Merve Önenli Güven
10 MAYIS 2016 SALI

PKK tarafından Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri’nde Suriye benzeri kanton yapılanmaların kurulabilmesi ve demokratik özerklik adı altında bölgede alternatif bir yönetim modeli oluşturabilmek adına 2015 yılı içerisinde örgüt tarafından kıra dayalı şehir savaşı stratejisi modeli benimsenmiştir. Bu bağlamda örgüt üst yönetiminin 52 isminden 17’sinin Suriye/Ayn-el Arap (Kobani)’da bulunduğu, aralarında; Bahoz Erdal kod Fehman Hüseyin, Avareş kod Mustafa Karasu ve Sofi Nurettin kod Nurettin Halef Al Muhammed’in de bulunduğu şahısların,Ayn-el Arap (Kobani)’ı üs bölgesi olarak kullandıkları yönünde bilgiler bulunmaktadır. Bu bölgede şehir savaşı yöntemlerini öğrenen örgüt mensuplarının, Diyarbakır/Sur, Şırnak/Merkez, İdil, Cizre, Silopi, Hakkâri/Yüksekova, Mardin/Nusaybin gibi örgüt tarafından iç çatışma yaratmak üzere belirlediği bölgelere savaşmak amacıyla gönderildikleri tespit edilmiştir.





PKK’nın Temmuz 2015 itibarıyla yürüttüğü stratejisinde 2016 yılı içerisinde bazı değişikliklere gittiği gözlemlenmektedir. Örgütün strateji değişikliğine gitmesindeki en önemli etken şehir savaşı stratejisi planlamasında halktan almayı beklediği desteği alamamasıdır. Diğer önemli bir husus da örgütün operasyonlar neticesinde önemli bir düzeyde bozguna uğratılmasıdır. PKK, şehir savaşı stratejisiyle halk savaşı başlatacağı planlaması yaparken halktan beklediği desteği alamadığı gibi halkın kendisine net bir şekilde olumsuz tavır sergilemesine de kendiliğinden neden olmuştur. Örgüt şehir savaşı stratejisinin başarısız olmasını; “Bölge halkından destek görmemesi, Kobani’de olduğu gibi cephane ve takviye gönderilmemesi, büyük Botan yürüyüşü gibi çağrılarının halk tarafından karşılıksız bırakılması” temelinde açıklamaya çalışmaktadır.

Bu yazıda PKK’nın strateji değişikliğine gitmesine neden olan faktörlerin neler olduğu ve bu faktörler neticesinde örgütün nasıl bir strateji değişikliğine gittiği hususları analiz edilecektir.

Örgütün Değişen Stratejisi ve Neden Olan Faktörler:

1.Şehir savaşı stratejisi temelinde örgüt, hendekler açılması, evlerin birbirlerine tünellerle bağlanmasını sağlayarak kaçma-kurtulma yolları yaratmayı ve çatışma üstünlüğü elde etmeyi hedeflemiştir. Şehir savaşlarının en önemli özelliği olan sivillerin bulunmasından ve zarar görme ihtimallerinden hareketle örgüt, halkın bölgeden ayrılmasını istememiştir/istememektedir. Bu nedenle de sokağa çıkma yasakları örgütün hareket kabiliyetini sınırlandıran bir unsur olmuştur/ olmaktadır.  Ayrıca siviller üzerinden oluşacak zayiatlar çerçevesinde örgüt, devletin Kürtleri katlettiği söylemini kullanabileceği bir ortam yaratma çabası içerisinde olmuştur.

Ancak operasyonların başarılı bir şekilde gerçekleşmesi ve bu bağlamda kırsal kadronun öncülüğüne rağmen, sokak ve mahalle hâkimiyetlerini kaybederek dar bir çember alanda sıkıştırılan örgüt gruplarının bazıları teslim olmuştur bazıları ise çeşitli kaçış yollarıyla yeniden kırsal alana ulaşmaya çalışmıştır/çalışmaktadır. Bu çerçevede, örgüt üst yönetiminin kadrolarına güvendikleri genç elemanlarla birlikte kırsal kadro mensuplarının kırsal alana geri dönmesi yönünde verdiği talimat dikkat çekicidir. Söz konusu hususlar nedeniyle örgüt kırsal kadroların daki deneyimli mensuplarının öncülüğünde elde etmeyi amaçladığı bölge hâkimiyeti stratejisinden vaz geçerek özellikle deneyimli ve yeniden örgütlenmeyi sağlayabilecek nitelikteki kadrosunun kaybının önüne geçmek adına bu kadroların kırsal alana ve Türkiye’nin arka cephesine (Irak ve Suriye) geçmesini sağlamaya çalışmaktadır. Bu durum aynı zamanda örgütün yerleşim yerlerinden eylemsel ağırlığını kırsal alana kaydıracağını göstermekle beraber, büyük şehirlerin yanı sıra beklenmedik orta ölçekli şehirlerde de sansasyonel nitelikli eylem gerçekleştirme planlamalarına devam edeceğinin sinyallerini vermektedir.












2.PKK’nın şehir savaşı stratejisinde en güvendiği ve uzun bir süre etkin bir şekilde kullandığı keskin nişancılarına yönelik nokta istihbarat çerçevesinde yapılan operasyonlar örgütün bu kozunu kaybetmesine neden olmuştur. Bugüne kadar keskin nişancılar nedeniyle 23 güvenlik mensubumuzun şehit verildiği açıklanmıştır. Bu bağlamda, Diyarbakır/Sur ve Şırnak/Cizre’de yürütülen operasyonlarda güvenlik birimlerinin fazla kayıp vermesine neden olan, daha önce Suriye/Ayn el Arap (Kobani)’da IŞİD’e karşı savaşırken Türkiye’ye geçtiği tespit edilen 13 keskin nişancıya yönelik nokta operasyonlar gerçekleştirilmiştir. Keskin nişancıların 8’inin Sur, 3’ünün Cizre, 2’sinin ise Silopi’de bulunduğu tespit edilmiştir. Operasyonlar neticesinde 13 keskin nişancının 5’inin öldürüldüğü açıklanmıştır.

3.Örgüt, hâkim olduğu bölgelerde Suriye/Ayn-el Arap (Kobani) bölgesindeki gibi kanton yapılanmalar kurma hedefini gerçekleştirememesi neticesinde, öncelikli olarak eylem kapasitesini büyük şehirlere yöneltmiş ve sansasyonel nitelikli bombalı araçlarla intihar saldırıları gerçekleştirmiştir ve bu yöndeki planlama larına ve arayışlarına devam etmektedir. Bu eylemlerdeki en temel amaç, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri’nde yaşanılan güç kaybını büyük şehirlerde ses getirici eylem yapabilme kabiliyetini sergileyerek örgütün güçlü olduğunun mesajının verilmesidir. Ayrıca, şiddet eylemlerinin büyük şehirlere yayılmış olduğunu göstermek suretiyle operasyonların sürdürülmesine ve destek verilmesine ilişkin halkın düşünce ve kanısını değiştirmek, bu yolla da hükümet üzerinde baskı oluşturulmasını sağlayarak operasyonların sorgulanmasına neden olmaktır. Söz konusu hususların yanı sıra bu tarz eylemlerin engellenememesi noktasında da halk nezdinde güvenlik birimlerine yönelik yetersiz olunduğu yönünde bir algının oluşmasını sağlamaktır.

Bu çerçevede örgütün kullandığı patlayıcıların türleri ve miktarları da eylemlerin ses getirici olması yönünde örgütün amacını net bir şekilde gözler önüne sermektedir. Örneğin;17/02/2016’da Ankara Merasim Sokak’ta Genelkurmay’ın servis araçlarına yönelik gerçekleştirilen eylemde kullanılan patlayıcının; RDX, mazot ile TNT’nin karıştırılmasıyla elde edilmiş yaklaşık 300 kiloya yakın olduğu açıklanmıştır. Diğer bir örnek yine Ankara’da 13/03/2016 tarihinde Kızılay’dan Çankaya’ya giden otobüs duraklarının bulunduğu bölgede seyir halindeki BMV markalı bombalı araçla intihar saldırısı düzenlenmesinde görülmektedir. Eylemde kullanılan patlayıcı miktarının yine 300 kilo olması ve bu sefer kullanılan patlayıcı türünün TNT, RDX, amonyum nitrat ve balmumu karışımından yapılmış olması yukarıda bahse konu sansasyonel eylem tanımını nitelemektedir.

PKK, ilk kuruluş yılları sonrasında, Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ilişkileri kapsamında ve özellikle Batılı ülkeler nezdinde meşru bir zemine yerleşebilmek adına eylemlerinde sivil kayıplardan sarf-ı nazar etmiştir. Ancak hâlihazırda uluslararası alanda özellikle Suriye’deki iç savaş neticesinde elde ettiği pozisyon ve Irak’taki varlığı çerçevesindeki bir kazanımı Türkiye sınırları içerisinde de elde edebileceğini düşünmüştür. Ancak bu konudaki hesaplamalarının beklentisinin aksine sonuçlanması, örgütü daha da ses getirici eylemler gerçekleştirmeye itmiştir. Bu durum örgütün sadece kendisi dışındakilere değil kendi yapılanmasına da güçlü olunduğunun mesajını vermeyi amaçlamaktadır. Çünkü bu tarz yapılanmalar sorgusuz itaati şart koşsa da yaşanan kayıplar ve güç kaybı örgütün varlığının sorgulanmasına neden olabilmektedir. Bu çerçevede özellikle teslim olan örgüt mensuplarının verdikleri ifadelerde halka yönelik örgüt talimatlarıyla gerçekleştirilen uygulamaların sorgulanmasına neden olan; halk için ve halk adına verilen vaatlerle gerçekleştirilen eylemler ile bu eylemlerin yol açtığı sonuçların uyumsuzluğudur. Halkın özgürlüğü adına yapıldığı iddia edilen eylemlerin halkın yaşadıkları yerleri terk etmesine neden olmasıve halkın örgüte yönelik menfi tutumunu gören kadroların bu süreci sorgulaması bu duruma örneklerden birisidir.

Örgütün gücünü ispat etme yönteminin sivil kayıplara neden olması neticesinde örgüt kendisine yönelik olumsuz tepkileridizginlemek için de PKK’nın silahlı kanadının bir parçası olan Kürdistan Özgürlükleri Şahinleri (TAK) birimini, örgütten ayrılmış bir grup olarak kendi talimatları dışında hareket eden bir yapılanma şeklinde göstermeye çalışmaktadır.












Bu bağlamda, 17/02/2016 tarihinde Ankara’da Genelkurmay’ın servisleri ile 13/03/2016’da Kızılay’da gerçekleştirilen araçlı intihar eylemleri TAK tarafından üstlenilmiştir. TAK’ın PKK ile organik bağı örgütün kendi kaynaklarındaki şematik yapılanmalarında açıkça görüleceği gibi örgüt üst yönetiminin eylem sonrası açıklamaları da bu durumu somut bir şekilde ortaya çıkartmaktadır. Kürdistan Demokratik Toplum Konfederalizmi Konseyi (KCK) Eş Başkanı Cuma kod Cemil Bayık 18/02/2016 tarihinde, Ankara’da 17/02/2016 tarihinde askeri servislere yönelik gerçekleştirilen eyleme ilişkin olarak; “ Saldırıyı kimin yaptığını bilmediklerini ama Kürdistan’daki katliamlara karşı bir misilleme eylemi olduğunu, Türk Devleti’nin Cizre başta olmak üzere Kürdistan’da devam ettiği katliamların hesabının sorulacağını, ilerleyen günlerde gerilla güçlerinin dağda, şehirde ve her yerde daha aktif olacağını ” ifade etmiştir. Bu açıklamada eylemin kim tarafından gerçekleştirildiğinin bilinmediğinin iddia edilmesine rağmen söz konusu eylemin misilleme amacıyla yapıldığı ve “ Gerilla Güçlerinin ” dağda ve şehirde daha aktif olacağı vurgulanmıştır. Yani eylem aslında hem üstlenilmiştir hem de kadrolara bu tarz eylemlerin sürdürülmesi talimatı verilmiştir. 

Ayrıca KCK Yürütme Konseyi Üyesi Sabri OK da 17/02/2016’da Ankara’da bomba yüklü araçla yapılan saldırıya ilişkin olarak; “Bu eylemi TAK ya da başkan bir gücün üstlenmiş olabileceğini, ancak Zinar yoldaşın eyleminin her açıdan sahiplenilecek ve onur duyulacak tarihsel önemde bir eylem olduğunu” belirtmiştir.  

Diğer bir açıklama ise PKK Yürütme Komitesi Üyesi Abbas kod Duran Kalkan tarafından25/02/2016 tarihinde yapılmıştır. Açıklamada; “Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu’nun yönetiminin yıkılacağını, Mart sürecinin büyük bir direniş süreci olacağını, 2016 baharının Kürt baharı olacağını, ahlak, hukuk, kural, insanlık, hiçbir değer tanımaz zulmeder, zalimlik yapılırsa birilerinin de onlara dur diyeceğini, sonradan devlet olduklarını, siyasetin kurallarını bilmediklerini, gücü, silahı ellerine geçirince her şey olduklarını sandıklarını, ancak herkeste güç olduğunu ve silahı herkesin kullanabildiğini, Ankara’daki durumun da bunu ortaya koyduğunu, daha önce öfkenin büyüdüğünü, ateşle oynadıklarını söylemlerine rağmen, kendilerini dinlemediklerini, şimdi gelinen noktada gelişmeleri kendilerinin de dizginleyemediklerini, patlamayı gerçekleştiren grubun (TAK), PKK’yı pasifizmle suçladığını, Kürt gençlerinin yeni örgütler kurduklarını ve daha radikal olacaklarını,

Cizre’de hata yaptıklarını, Cizre’de bilançonun ağır olduğunu, bu düzeyde saldırı beklemediklerini, düşman olsa da karşılarındaki güçlerin (güvenlik birimleri) insan olduklarını sandıklarını, bu kadar alçalacaklarını, vahşileşeceklerini hesaba katmadıklarını, düşman gerçeğini tanımanın da önemli olduğunu, yas tutmanın değil, isyan etmenin gerektiğini, direnişe katılanların özgürlük gururu olduklarını, hepsine sahip çıkılması gerektiğini, kaybedilenlerin anılarına yakışır cenaze törenlerinin düzenlenmesi gerektiğini, halka bu çağrıyı yaptıklarını,

Kürdistan Demokrat Partisi (KDP)’nin Cizre’de yaşanan katliama sessiz kalmalarını kınadıklarını, Cizre’nin Halepçe’den ne farkı olduğunu, Güney Kürdistan’daki sorunların çözümünün AKP siyasetine endekslenmiş olmaktan çıkmakla mümkün olabileceğini, AKP’ye bugün bütün dünyanın karşı olduğunu, sadece Almanya ve KDP’nin destek verdiğini, Erdoğan ve Davutoğlu yönetiminin çok kısa bir zamanda yıkılacağını, iplerini kendi elleriyle çektiklerini, sisteme karşı mücadelenin genel boykot topyekûn direniş temelinde olması gerektiğini, bunun için de öz savunmanın esas olduğunu, gençliğin gerillaya katılması ve YPS’yi büyütmesi gerektiğini, her mahallenin savunma güçleri olmasının, her sokakta bir YPS takımının, hatta bir YPS bölüğünün oluşturulması gerektiğini” ifade etmiştir.

Söz konusu açıklama örgütün operasyonlar nedeniyle sıkışmışlık halini açıkça ortaya koymaktadır. Öncelikli olarak yeni bir hedef tanımı daha net bir şekilde yapılmıştır. Demokratik özerkliğin gerçekleştirilmesi adına bölge hâkimiyetinin elde edilmesi adına sınırlı bir alan içerisinde tanımlanan eylemlilik, hükümet yetkililerinin bulundukları pozisyonlarının ortadan kaldırılması olarak değiştirilmiştir. Güvenlik birimlerine karşı verilen kayıplar nezdinde örgüt kadrosunun moral motivasyonunun restore edilmesi ve canlandırılması adına hedef ve amaç daha üst bir düzeye çıkartılmıştır. Fiziksel yakınlığın sınırlı olduğu bu hedef tanımıyla örgüt mensuplarının eylemlilik süreçleri uzatılmaya çalışılmaktadır. Düşman tanımı içerisinde bulunan hükümet yetkililerine yönelik düşman tanımında bir güncelleme yapılmıştır. Verilen kayıplarla örgüt üst yönetimi, örgütün sorgulanmaması adına hedeflerini yeni güncellemelerle aktif tutmaya çalışmaktadır.

Diğer bir nokta halkın genelinde korkunun yaygınlaşmasını ve süreklileşmesini sağlamaya yönelik söylemlerde şekillenmektedir. Bu amaçla da Kürt gençleri tarafından yeni örgütlerin kurulduğu (TAK gibi yapılanmalar kast edilmektedir) ve bu örgütlerin kendi inisiyatifleriyle hareket ettikleri söylemi üzerine bir gerçeklik inşa edilmeye çalışılmaktadır. Oysaki yine aynı açıklamada her sokakta bir YPS bölüğü inşa edilmesi talimatı verilmektedir. Bu durum bile en basit düzeyde PKK’nın, diğer tüm birimleriyle olan hiyerarşik organik bağını net bir şekilde ortaya çıkartmaktadır. PKK’nın yapılanmaları dışında hâlihazırda örgütlü bir Kürt gençliği bulunmamaktadır. Kürt gençliği vurgusunda yatan diğer bir alt mesaj da örgütün şiddet yoluyla gerçekleştirdiği eylemlerine kimlik boyutu kazandırma çabasıyla ilgilidir. PKK, eylemlerine sözde haklı gerekçeler uydurarak meşru bir zemin yaratabilmek adına eylemlerini zulüm gören bir halkın hak arayışı yönünde gerçekleştirildiği algısını yaratmaya çalışmaktadır.

Bu çerçevede, PKK’nın büyükşehirlerde bombalı araç ve bombalı eylem yapmak için yurtdışındaki kamplarından bomba ve intihar eylemi eğitiminden geçen teröristleri harekete geçirdiği yönündeki istihbarat önem arz etmektedir. Ayrıca, PKK tarafından sicili temiz, çoğunluğu Türkiye’nin batı kesiminde bulunan kentlerden kısa süre önce örgüte katılan kişilerden oluştuğu düşünülen 120-150 kişilik grubun eylem gerçekleştirmek amacıyla büyük şehirlere gönderildiği bilgisi de bu bağlamda dikkat çekicidir. Ankara/Merasim Sokak’taki eylemi gerçekleştiren PKK/TAK mensubu Abdülbaki Sömer’in hiçbir kaydının bulunmaması çerçevesinde ortaya çıkan söz konusu durum, örgüt üst yönetiminin iddialarının aksine büyük şehirlerde gerçekleştirilen eylemlerin PKK’nın ana organı tarafından nasıl organize edildiği ve bağımsız grupların kendi inisiyatifleriyle nasıl eylem gerçekleştirmediğinet bir şekilde anlaşılmaktadır.

Ayrıca söz konusu Ankara eylemlerinin zamanlamaları ve bu zamanlamalara ilişkin örgüt üst yönetimi tarafından Ocak 2016 içerisinde yayınlanan talimatta eylemlerin PKK tarafından planlı bir şekilde gerçekleştirildiğini net bir şekilde göstermektedir. Bu bağlamda 26/01/2016 tarihinde gönderilen talimatta; “15 Mart, 8 Mart ve Nevruz için yoğun hazırlıklar yapılması, 15 Şubat itibarıyla Türkiye genelinde radikal, kitlesel ve yaygın eylem planlamaları yapılması” hususları yer almaktadır. 15/02/2016 itibarıyla eylem yapılması talimatı akabinde 17/02/2016’daki eylem gerçekleştirilmiş olup akabinde de bir ay geçmeden 13/03/2016 tarihindeki eylem gerçekleştirilmiştir.

4.PKK Yürütme Komitesi Üyesi Abbas kod Duran Kalkan, aralarında aşırı sol örgütlerin de bulunduğu 10 örgütün; PKK, MLKP, TKP/ML, THKP-C/MLSPB, MKP, TKEP-Leninist, TİKB, Devrimci Karargah, Proleter Devrimciler Koordinasyonunun, 12/03/2016 tarihinde “Halkların Birleşik Devrim Hareketi” adıyla güç birliği yaptığına ilişkin açıklamada bulunmuştur. Söz konusu örgütler; “AKP ve TC olarak tanımladıkları güce karşı, silahlı mücadele de dâhil tüm alanlarda, tüm araç ve yöntemlerle devrimi yükseltmek için güç ve eylem birliği” yaptıklarını duyurmuştur. Bu şekilde örgüt güç kaybını, bu tarz birleşmelerle perçinlemeye çalışmaktadır.

5.Örgütün büyük şehirlerdeki sansasyonel eylemlerini süreç içerisinde orta ölçekteki şehirlere kaydırmaya başladığı ve kaydırma planlaması içerisinde olduğu anlaşılmaktadır. Aynı zamanda bahar aylarıyla birlikte kırsal alanda da eylemsellik planlamalarını hayata geçirdiği gözlemlenmektedir. Örgütün kırsal alan hazırlıklarını işaret eden en önemli göstergelerden; Van, Ağrı/Doğubayazıt, Siirt, Bingöl, Bitlis, Tatvan, Erzurum ve Iğdır kırsallarında gerçekleştirilen operasyonlarda ele geçirilen malzemelerin mahiyetidir. Bu durum, örgütün kırsal alanda şehirlerle birlikte eş zamanlı bir eylemsel planlama içerisinde olduğunu göstermektedir.

Ayrıca örgüt eylemlerini Van ve Tunceli kırsallarına kaydırmaya başlamıştır. Diğer taraftan da Adana, Bolu, Bursa, Manisa, Giresun gibi illerde örgütlenme, barınma ile birlikte eylemler gerçekleştirmektedir. Bu durum da örgütün stratejisindeki değişimi net bir şekilde ortaya çıkartmaktadır.

Bu çerçevede Murat Karayılan Van, Şırnak, Erzurum, Muş ve Tunceli çevresindeki örgüt gruplarına yönelik yaptığı son telsiz konuşmasında; “Halkın ve aşiretlerin kazanılması, grupların kendi elemanlarını kendilerinin temin etmesi, halkın nasıl örgütleneceği ve nasıl harekete geçirilebileceği konusunda planlamalar yapılması, halkın katılımının sağlanmasına yönelik çalışmaların yürütülmesi, operasyonlar nedeniyle verilen kayıpların yerine yeni eleman temin edilmesi, Kandil’den eleman beklenmemesi, Kandil’den talimat beklemeden her grubun kendi bölgesinde kendi imkânları dâhilinde eylemler gerçekleştirmesi, telefon ile iş yapmanın intihar olduğu, şifre ile muhabere yapılması, örgütün planlarının açık konuşulmaması, Türk ordusunun gücünün küçük görülmemesi, askerler tarafından kuşatma yöntemlerinin çok iyi kullanıldığı, korucuların da mücadeleye katılmak istendiği buna imkân verilmemesi gerektiği, bahar döneminin kayıplara açık bir dönem olduğu bu nedenle dikkatli olunmasının önem arz ettiği, büyük gruplar halinde dışarı çıkılmaması, kritik yerlerde küçük timler halinde dolaşılması, baharla beraber yeniden canlanmanın sağlanması gerektiği” yönünde talimatlar vermiştir. 

Sonuç

Örgütün güç kaybı içerisinde olduğu üst yönetim tarafından verilen talimatlardan net bir şekilde anlaşılmaktadır. Talimatlarda; “Sisteme karşı mücadelede genel boykotun topyekûn direniş temelinde olması gerektiği, bunun için de öz savunmanın esas olduğu, gençliğin gerillaya katılmasının ve YPS’nin büyütülmesinin önem arz ettiği, her mahallenin savunma güçlerinin olması, her sokağa bir YPS takımı, hatta bir YPS bölüğü oluşturulması, hendek olmasaydı da saldırıların başlayacağı, nitekim ateşkesi bozup saldırıları başlattıklarında hendek olmadığı, AKP Hükümeti’nin ‘tek millet, tek bayrak, tek dil’ eksenini korumak ve yeni dizaynda Kürt halkının herhangi bir statü kazanmasının önüne geçmek için Kürdistan halkının öz yönetim ve özerklik taleplerini bastırmak istediği, Kürt sorununun varlığının inkârı ile sürecin bozulduğu, yaşananın bir iç savaş olduğu, savaşta kullanılabilecek tüm silahların halka karşı kullanıldığı, hendek ve barikatların siyasi soykırıma karşı geliştirildiği, hendeklerin bir savunma yöntemi olduğu, silahlanmanın kendiliğinden geliştiği bu süreçte, silahsız bir şekilde direnen insanların bir şekilde giderek kendi imkânlarıyla silahlanmak durumunda kaldığı, HPG’nin resmi bölük ve takımlarının henüz şehre inmedikleri, böyle bir kararın da bulunmadığı, ancak böyle devam etmesi halinde HPG’nin de dâhil olma durumunun söz konusu olabileceği, bu konunun hareket olarak gündeme alındığı, demokratik özerklik sisteminin tüm Türkiye için talep edilen bir sistem olduğu, bunun reddedilmesi halinde birliğin de reddedilmiş olacağı, bu nedenle demokratik özerklik direnişinin Kürt halkının Türkiye’yle birlikte yaşama tutumu ve son arayışı olduğu, bugün direnen bir halk gerçekliğinin bulunduğu, halkın hepsinin öldürülemeyeceği, bastırılamayacağı, ordunun daha fazla ileri sürülmesi halinde, yeni kararlar alacakları, bu bağlamda savaşın daha çok yaygınlaşacağı, derinleşeceği ve sonunda Türk Devleti’nin kaybedeceği, Türk Devleti’nin Kürt özgürlük mücadelesi karşısında kazanma şansının olmadığı, çünkü davalarında haklı oldukları” hususları yer almaktadır. 

Öncelikli olarak güç kaybının en önemli göstergelerinden birisi yeni örgütlenme modeli geliştirme çabalarıyla anlaşılmaktadır. Diğer bir husus hendek stratejisi nedeniyle gerek halkı kaybeden gerekse de örgütten kopuşlara neden olan bu yöntemin haklı çıkartılmaya çalışılmasıdır. Sözde davanın ve gerekçelerinin meşru bir zemine oturtulması yönünde halkın talebi şeklinde örgüt taleplerinin yeniden formüle edilmeye çalışılması da örgütün destek alabilmek adına kendisini yeniden ifade edebilme zorunluluğunu göstermektedir. Ayrıca güç kaybını kamufle etmek adına HPG’nin henüz çatışmalara dahil olmadığı vurgusu, örgütün operasyonlardan dolayı ne kadar zor durumda olduğunun en önemli göstergelerindendir.

Eğer PKK gerçekten kendisinin anlattığı gibi bir durumda olsaydı, alt kadrolarına tekraren bu tarz söylemler iletme ihtiyacı içerisinde olmayacağı gibi elindeki tüm kozları bu şekilde masaya yatırmazdı. Ayrıca AKP içerisindeki görüş ayrılıklarından faydalanarak kendisine konuşulabilecek bir ekip oluşturup yeniden çözüm masasına oturma mesajı verme ihtiyacı hissetmezdi.[1] Bu bağlamda PKK yöneticilerinden Murat Karayılan 29/03/2016 tarihinde yaptığı açıklamada; “HPG’nin şehirlere girmesini istemediğini, şehirlerde bu düzeyde bir savaş yaşanmasına gerek olmadığını, hükümetin Kürt sorununa çözüm süreci odaklı yaklaşım sergilemesi halinde hendek sorunlarının çözülebileceğini, artık şehir, dağ ve ova tüm alanların direniş alanı olduğunu” ifade etmesi örgütün operasyonlar nedeniyle ne kadar güç kaybettiğini göstermektedir. Bu nedenledir ki örgütün stratejileri iyi okunmalıdır.

Bugün yaşanılan süreç kapsamında; örgütün halk desteğini alamadığı, üst düzey sözde eyalet yöneticilerini kaybettiği, örgütlenmesinde çatlakların oluştuğu bir dönemde operasyonların sonlandırılması, örgütün yeniden toparlanmasına imkân sağlayacaktır. Örgütün kendi varlığının sorgulanmasına ve gerekliliğini ortadan kaldıracak herhangi bir çözüm arayışı içerisinde olmadığı çok net bir şekilde görülmektedir. Hâlihazırda planlamalarında hedeflerine ulaşamayan örgütün, yeniden güç toplayabilmek adına çözüm süreci tarzında bir girişimde bulunulması yönünde sinyaller verdiği görülmektedir. Bu tarz girişimlerin gerçekleşmesi için uluslararası destek arayışında da olduğu gözlemlenmektedir.

PKK’nın Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki uzun süreli varlığı, bölgenin dinamiklerine uzak olan kişi ve gruplarca bölge gerçekliğinin olduğundan farklı bir şekilde değerlendirilmesine ve yansıtılmasına neden olmaktadır. Bu bağlamda PKK’nın uzun süreli mevcudiyeti neticesinde, bölgedeki hâkimiyeti yadsınamayacak bir gerçektir. Örgütün propaganda imkân ve kabiliyeti ile halkın genel itibarıyla eğitim seviyesinin düşük olması ve genel bilgi edinme şeklinin fısıltı gazetesi şeklinde kulaktan dolma bilgiyle gerçekleşmesi de örgütün propaganda imkân kabiliyetini güçlendirmektedir. Söz konusu hususlar ışığında örgütün bölgede yaşayan insanlar adına kendisini temsilci pozisyonunda konuşlandırması ve dile getirdiği hususların bölgedeki vatandaşların talepleriymiş gibi yansıtması örgütün başarılı bir algı operasyonudur.

Bu çerçevede bölge gerçeklerine ve dinamiklerine uzak kişiler üzerinde örgütün bu propagandası başarılı bir şekilde işlemekte ve örgütün söylemleri üzerinden bölge gerçekliği değerlendirilmektedir. Bu durumun sınırı aşan bir etkisi de özellikle batı ülkelerinde de önemli düzeyde propaganda imkân-kabiliyetine sahip örgüt ve uzantılarının şiddet üzerinden gerçekleştirdikleri eylemleri bir kimlik sorunu öznesinde anlaşılmasına neden olmasıyla sonuçlanmaktadır.

Bir devletin asli görevi vatandaşlarının güvenliğini sağlamak, temel hak ve özgürlüklerini korumaktadır. Çözüm süreci döneminde örgütün hâlihazırda şehir savaşı çerçevesinde nasıl hazırlandığı bugün yaşananlar çerçevesinde çok net bir şekilde görülmektedir. Bu hazırlıklar, bölgede yaşayan insanların gözleri önünde ve her türlü varlıklarını tehdit edecek şekilde gerçekleştirilmiştir. Bu bağlamda yapılan ihbarlar dahi sonuçsuz kalmış ve bugün; tuzaklanmış tünellere, asfalt ve kaldırımlar altına yerleştirilmiş patlayıcı düzeneklerine, alternatifli kaçma-kurtulma yollarının çeşitlendirilmesine, ciddi düzeyde patlayıcı malzeme temin edilmesine, güvenlik birimlerine ilişkin detaylı istihbari çalışma yapılmasına imkân sağlayan bir sürecin neticeleri yaşanmaktadır.

Tüm bu olumsuzluklara rağmen güvenlik birimlerinin büyük bir özveriyle bölgede gerçekleştirdiği operasyonlar başarıyla sonuçlanmaktadır. Örgütün operasyonlar çerçevesinde yaşadığı kayıplar ve gerileme örgüt üst yönetiminin talimatlarında çok net bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle operasyonlar bölgeden son terörist temizlenene ve bölge halkının güvenliği yeniden sağlanana kadar devam etmeli, vatandaşın maddi kayıpları karşılanmalı, yaşanan bu süreç neticesinde ortaya çıkan travmalara yönelik psikolojik destek sağlanmalıdır. Bu şekilde örgütün bu durumlardan faydalanmasının ve bölge insanını sömürmesine uygun bir ortam bulmasının önüne geçilebilir.



[1]Cemil Bayık, 07/03/2016 tarihinde yaptığı açıklamada; “AKP’de partinin kuruluş felsefesine sahip çıkan bir ekibin olduğunu, bu ekibin Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu’nun yürüttüğü politikaları doğru bulmadığını, Erdoğan’ın mevcut politikalarının AKP’yi uçuruma sürüklediğini, bu ekibin (Abdullah Gül, Bülent Arınç, Hüseyin Çelik) hem AKP’yi hem de Türkiye’yi felaketten kurtarması gerektiğini, bu ekibin demokratik değerlere sahip çıkması ve askeri faşist politikalardan vazgeçmesi halinde kendilerinin (PKK) bu çabaları destekleyeceğini” ifade etmiştir.


http://www.21yyte.org/tr/arastirma/terorizm-ve-terorizmle-mucadele/2016/05/10/8444/pkkda-strateji-degisikligi-ve-nedenleri


...

KÜRTLERİ YARI YOLDA BIRAKAN BÜYÜK DEVLETLER, BÖLÜM 4




KÜRTLERİ YARI YOLDA BIRAKAN BÜYÜK DEVLETLER, BÖLÜM 4



PKK Nasıl Kuruldu ve Güçlendi?

Kürt Sorunu'na çözüm sürecinde askeri faaliyetlerini durduran PKK'nın temelleri, farklı bir siyasi atmosferde, Kürt kimliğine yönelik baskıların en üst düzeyde olduğu bir dönemde atıldı. 

26 Ara 2013 
Güncelleme 00:27 TSİ

















PKK'nın kurucusu Abdullah Öcalan


Örgütün Askeri kanadı olan HPG yapılanması derin bir hiyerarşiyle yönetiliyor.

Türkiye'de siyasal Kürt hareketi,  27 Mayıs Darbesi'nin ardından kabul edilen 1961 Anayasası'nın yarattığı özgürlük ortamı, ' Doğu Meselesi'ni üzerinde en çok konuşulan konulardan biri haline getirdi. Özgürlükçü ortamda gelişen sol akımlar, o güne kadar meşru siyasi zeminde örgütlenme şansı bulamayan Kürtler için bir fırsat yarattı.

Bununla beraber doğudan batıya doğru göç olgusu, pek çok Kürt vatandaşın ülkedeki eşitsizliklerin ve ekonomik farklılıkların farkına varmasını sağladı. Doğudan gelen gençler okumak ve siyasetle uğraşmanın yanı sıra birlikte hareket etme olanağını da yakaladı . 
Musa Anter, Tarık Ziya Ekinci, Faik Bucak, Sait Elçi, Yaşar Kaya gibi isimler Kürt hareketinin hem teorik hem de pratik zeminini oluşturdu. 
Özellikle Musa Anter’in çıkarttığı ve doğunun geri kalmışlığını işleyen İleri Yurt gazetesi bu açıdan önemliydi. Kürt hareketinin entelektüel zemin kazanmasıyla birçok Kürt aydın yeni kurulan Türkiye İşçi Partisi (TİP) bünyesinde aktif siyasete girdi.

Doğu Mitingleri

Devletin doğuda uygulamaya koyduğu komando baskınlarına tepki olarak 1967’de bölgede başlayan gösteriler, Kürtlük bilincinin geliştiğinin göstergesi oldu. İşte bu dönemde TİP önderliğinde Diyarbakır, Silvan, Batman, Tunceli, Siverek, Ağrı, Erzurum ve Ankara’da düzenlenen mitingler, hem Kürtlerin Cumhuriyet sonrası kitlesel olarak gerçekleştirdikleri ilk demokratik hak arama eylemi olmuştur, hem de Kürt Sorunu'nun o dönemki sol ve sosyalist hareket içerisinde yer bulmasının yolunu açmıştır. 

12 Mart 1971 muhtırasının ardından yaşanan baskı dönemi de sol hareketin gelişmini engellemeye yetmedi. PKK’nın temellerinin atılması da bu döneme rastlar.

1974 yılında Ankara’da kurulan Demokrat Yüksek Öğrenim Derneği'nin kurucuları arasında yer alan Abdullah Öcalan, daha sonra Kürdistan İşçi Partisi'ni yani PKK'yı kuracaktı.

PKK, ilk kurulduğu yıllarda Türkiye’nin doğu ve güneydoğu bölgelerinde yaşayan vatandaşların Türk ırkından ayrı bir ırk olduğunu, Türk devleti tarafından sömürüldüğünü, dil ve kültürünün asimile edildiğini savunarak, Türkiye’nin doğu ve güneydoğu Anadolu bölgelerini içine alacak şekilde Suriye-İran ve Irak toprakları üzerinde bağımsız birleşik demokratik Kürdistan devleti kurmayı hedeflemekteydi.


PKK'nın kurucusu Abdullah Öcalan

PKK, Türkiye'deki sol örgütlerin Kürt Sorunu'na yaklaşımlarına ve çözüm önerilerine bir tepki olarak ortaya çıksa da, Marksist söylemden kopmadı. Ancak örgüt, ilk oluşumundan itibare önceliğini Kürt ulusal bilincinin oluşturulmsına verdi. PKK'nın kurulması, Türkiye’nin çözemediği Kürt Sorunu' n da bir dönüm noktası oldu.

Abdullah Öcalan öğrencilik yıllarında ulusal sorunun silahlı mücadeleyle çözülebileceği fikrini savunarak, faaliyet alanını Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesine taşıdı. 1978 yılında silahlı eylemler başladı. 

Grup, ilk önce ‘Apocular’ veya ‘UKO’cular’ ( Ulusal Kurtuluş Ordusu) olarak tanındı. Öcalan ve arkadaşları, Diyarbakır’ın Lice ilçesi Fis köyünde 27 Kasım 1978’de yaptıkları toplantıyla örgütlenmelerinin ismini PKK olarak belirledi. 

12 Eylül 1980 tarihi Türkiye’nin çok uzun süre çıkamayacağı karanlık bir tünelin başlangıcı oldu. Darbeyle beraber başlayan baskı rejiminden Kürt hareketi de nasibini aldı. Çok sayıda Kürt vatandaş yurtdışına kaçmak zorunda kaldı. Suriye’ye gidenler Filistin eğitim kamplarına katıldı, Avrupa’ya iltica edenlerse üniversiteler ve sivil toplum örgütleri aracılığıyla Kürt Sorunu'nu Batı’ya anlatmaya başladı. 
Geride kalanların pek çoğu ise dönemin baskılarının simgesi haline gelen Diyarbakır Askeri Cezaevi’ndeydi. Böyle bir dönemde PKK da, çoğu yasadışı örgüt gibi Türkiye dışına çıktı. 12 Eylül’den kısa bir süre önce Şam’a yerleşen Öcalan, örgütü buradan yönetmeye başladı. 

Darbenin Kürt hareketine yönelik tasfiye amacı sosyalist harekete uyguladığı tasfiye kadar başarılı olamadı, aksine Kürt hareketi darbe sonrası toparlandı. Özellikle Diyarbakır Cezaevi’nden çıkanların kitlesel olarak PKK’ya katılarak dağa çıktığı bir süreç yaşandı. 
Filistin kamplarında eğitimlerini tamamlayarak Suriye’den Türkiye sınırını geçen örgüt üyeleri Adıyaman, Sason ve Dersim’e yerleşerek örgüte vurucu bir güç kazandırdı.













PKK-Suriye İlişkisi

15-25 Temmuz 1981’de Suriye'de yapılan PKK 1. Konferansı'na 60 civarında örgüt mensubu katıldı. Konferans PKK’ya tahsis edilen Helve Kampı'nda yapılmış, dönemin Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad tarafından Kürdistan Demokrat Partisi'nden (KDP) alınan izinle de, örgüt Kuzey Irak’a yerleşmiştir. KDP lideri Mesut Barzani önce Türkiye’den çekinerek bu teklifi reddetmek istese de, Esad’ın baskıları sonucu kabul etmek zorunda kaldı. Böylece 1981’de Kuzey Irak’a ilk adım atıldı.

PKK’nın ilk eylemi ve yükselişi

1984’de Şam’da gerçekleştirilen ikinci kongreden sonra kamplardaki üyelerini gerilla savaşına hazırlayan örgüt özellikle Hakkari, Mardin, Siirt illerini kapsayan bölge içerisindeki askeri hedeflere karşı silahlı eylem hazırlığını hızlandırdı. 15 Ağustos 1984’te PKK’nın ilk ses getiren eylemi gerçekleşti. Hakkari'nin Şemdinli ilçesi ile Siirt'in Eruh ilçesine düzenlenen eşzamanlı baskınlarla örgüt silahlı çatışma sürecini başlattı.

Abdullah Öcalan, 1999 yılında yakalandıktan sonra verdiği ifadesinde, örgütün silahlı faaliyetlerini 1984 öncesi ve sonrası olarak ikiye ayıracaktı. 

Öcalan ifadesinde, ‘Hilvan-Siverek dönemi’ olarak tanımladığı birinci dönemde mücadelenin, ağalara ve şeyhlere, yani mahalli otoriteye karşı sürdürüldüğünü; Şemdinli ve Eruh baskınlarından sonra başlayan ikinci dönemde ise gerilla taktiği tarzındaki silahlı eylemlerle örgütün doğrudan devlete yöneldiğini anlattı.

İfadesinde Şemdinli ve Eruh baskınlarının kendi talimatıyla gerçekleştiğini kabul eden Öcalan, eylem kararını 1982 yılında Diyarbakır Cezaevi'nde üç örgüt üyesinin ölüm orucunda hayatını kaybetmesi üzerine verdiğini kaydetti.

Bölgede ‘ Alternatif Otorite ’

Üçüncü kongre kararlarından sonra PKK silahlı eylemlerinin yelpazesini genişletti. Askeri hedeflerin yanı sıra, kamu kurumlarının araçlarına, yönetim binalarına saldırılar arttı. Bu gelişmeler üzerine, 1987’de sıkıyönetim yerine “ Olağanüstü Hal ” ilan edilmiş ve “ Jandarma Bölge Asayiş Komutanlığı ” kurulmuştur. Yurtiçinde faaliyetlerini yoğunlaştıran PKK ile asker ve polisten oluşan özel güvenlik güçleri arasındaki çatışmalar yoğunluk kazandı. Bu dönemde başta Suriye olmak üzere Lübnan, Kuzey Irak, Yunanistan ve Rusya’dan büyük destek gören PKK, köy baskınlarına yöneldi.

Örgütün 1986-1987 yıllarında yoğunlaştırdığı bu eylemlerin amacı PKK’yı devlete karşı alternatif otorite olarak kabul ettirmekti. 
Bu nedenle hedefler özenle seçiliyordu. ‘ibret’ yöntemi en kestirme 'ikna' yolu olarak görülüyordu. Güvenlik güçlerine kim bilgi veriyorsa ‘ajan’ olarak ilan edilip öldürülüyordu. Esnaftan ve sınır geçişlerinden alınan haraca ‘vergi', örgüte katılmalara ise ‘askere alma’ işlemi adı veriliyor, örgüt otoritesi bölge halkına alternatif devlet otoritesi olarak sunuluyordu.

Bu kavramların kullanılması ve halk nezdinde bu yönde propaganda yapılması Öcalan ve PKK’nın ‘parti-cephe-ordu' üçlemesi içinde orduya geçiş aşaması olarak görülüyordu.

Komşu ülkelerinin desteği

PKK’nın ordulaşma çabaları sürecinde gördüğü dış destek de çok önemliydi. İran-Irak Savaşı’nın yarattığı ortamı değerlendiren Öcalan ve PKK, 1988 yılında Bağdat ile yoğun bir ilişkiyi başlatmasını takiben, İran’ın desteğini de sağlamaya yöneldi.

Böylece örgüt Suriye ve Irak’tan sonra, İran’ın da hem Irak'a, hem de Türkiye’ye karşı PKK’yı kullanabileceği mesajını vererek, Türkiye’ye girişte İran’dan da yararlanmaya başladı. Türkiye’ye komşu üç ülkenin sağladığı bu hareket alanı PKK’yı rahatlatırken, örgüt iç bölgelere daha fazla sızarak, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni daha geniş ve kontrolü zor bir alana yayılmaya zorladı.

PKK, bu dönemde yaşanan İran-Irak Savaşı'nın sonuçlarından da yararlandı. Dönemin Irak lideri Saddam Hüseyin, Kuzey Irak’taki KDP lideri Mesut Barzani 'ye bağlı güçlere saldırdı. İran’a kaçmak zorunda kalan Barzani birliklerinin arkalarında bıraktıkları silahlara PKK tarafından el konuldu. Örgüt Kuzey Irak’ta ortaya çıkan bu boşluktan yararlanarak bölgeye yerleşimi tamamladı, ayrıca Barzani’ye bağlı bazı militanları bünyesine katmayı başardı. PKK sağladığı bu güçle kendini otorite olarak kabul ettirmeye yönelik silahlı eylemlerini arttırdı. Bu eylemler neticesinde PKK, Kürtçülük hareketini uluslararası platformda tartışılır hale getirse de pek çok ülke tarafından ‘terör örgütü’ ilan edildi.

Siyasallaşma Adımı,

PKK Eylül 1990’da hazırladığı ‘Şehir Talimnamesi’ çerçevesinden yasal kitle örgütleriyle ilişkilerin arttırılması ve basın yayın çalışmalarının hızlandırılması kararı alarak bu doğrultuda Özgür Halk, Ülke, Dilan gibi yayınlar çıkarmaya başlamıştır.

O dönem ayrıca, Halkın Emek Partisi'nin (HEP) propaganda alanı haline getirilmesi, 1991 genel seçimlerinde partinin desteklenerek meclise 
temsilci sokulması talimatı Öcalan tarafından verildi.

PKK’nın 1990 yılının Mart ayında Cizre, Silopi ve Nusaybin’de düzenlediği gösterilere beklenenin üzerinde bir katılım oldu. Bunun üzerine örgüt faaliyetlerini artırarak bir yandan bu kitle desteğini canlı tutmaya çalışırken diğer yandan da siyasallaşma çabalarını yoğunlaştırdı.

Körfez Savaşı’yla güçlenme

Amerika Birleşik Devletleri öncülüğündeki koalisyon güçlerinin 17 Ocak 1991’de Irak’a başlattıkları askeri harekat, bu ülkenin Kuveyt’ten çekilmesi ve Birleşmiş Milletler'in Nisan 1991’de 36. paralelin kuzeyini Bağdat yönetimine yasaklaması kararıyla sonuçlandı. 
Bu karar hem Türkiye, hem de PKK için önemli sonuçlar doğurdu. Kuzey Irak’ta meydana gelen otorite boşluğundan bir kez daha yararlanan PKK, silahlı gücünün önemli bir bölümünü buraya kaydırdı. Kuzey Irak’a yerleşerek kamplar kuran PKK, Irak ordusunun kuzeyden çekilirken geride bıraktığı silahlara da el koydu. Bu gelişme örgütü silah ve mühimmat bakımından o güne kadar hiç olmadığı kadar güçlendirdi.

Kaynak: Al Jazeera

http://www.aljazeera.com.tr/dosya/pkk-nasil-kuruldu-ve-guclendi


..