17 Aralık 2015 Perşembe

ASILSIZ SOYKIRIM İDDİASI VE ERMENİ TERÖRÜ 1






ASILSIZ SOYKIRIM İDDİASI VE ERMENİ TERÖRÜ 1 

AYDIN, Nurhan 

TÜRKİYE/...... 

Rusya, İngiltere ve Fransa’nın 19. yüzyıl sonlarından başlayarak Osmanlı 
sınırları içinde yaşayan gayrimüslimlerin haklarını savunmak bahanesiyle 
devletin içişlerine müdahale etmeleri ve gayrimüslimleri ayaklandırmaları 
sonucunda Osmanlı Devleti önemli sorunlarla karşılaşmıştır. Bu bağlamda 
Osmanlı ülkesinde yaşayan Ermeniler, adı geçen devletler tarafından 
kullanılmıştır. Ermeni meselesinin uluslararası nitelik kazanması ise 1877-1878 
Osmanlı-Rus Savaşı’nda Osmanlının yenilgiye uğraması sonucunda imzalanan 
Ayastefanos (1877-1878) Osmanlı-Rus Savaşı sonunda Ayestefanos 
Antlaşması’nın imzalanacağı sırada Ermeni Patriği Nerses Varjabedyan 
başkanlığında toplanan Ermeni Meclisi, Rus Çar’ına başvurmayı 
kararlaştırmıştır. Patrik, Rahip Kavork Vartabet Kusjukliyan ve Osmanlı 
murahhas heyetinde bulunan Stephan Aslanyan Paşa ve Hovannes Efendi’yi 
görüşmelerde Ermenilerin çıkarlarını koruması için görevlendirmiştir. Ermeni 
temsilcilere Rus murahhas heyetinde bulunan İgnatyev, Bulgarlara verilen 
hakların kendilerine verilmeyeceğini, ancak çok yakın gelecekte Ermenilerin 
buna hazır olmaları gerektiğini bildirmiştir. (Oganisyan, Vek Borbı, Münih, 
Moskova, Fenik Yayınevi, 1991, s. 400) Antlaşması ile mümkün olmuştur. 
Antlaşmanın 16. maddesi (Ayastefanos Antlaşması’nın 6. maddesinde 
öngörülen şartlar, Berlin Antlaşması’nın 61. maddesinde yer almıştır.) ile Rus Hükûmeti Doğu Anadolu’da Ermenilerle meskûn kasabalarda mahalli şartların gerektirdiği ıslahatların yapılmasını Osmanlı Devleti’ne kabul ettirdi. Aslında bu madde savaş boyunca tebaası bulundukları devletin aleyhine Rus ordularının yanında yer alan Ermenilerin beklentilerine cevap oluyordu. Ermeni liderleri Doğu Anadolu’da en azından muhtar bir Ermenistan kurulmasını istiyorlardı. 

Ermeni meselesinin uluslararası gündeme taşınmasından sonra I. Dünya 
Savaşı’na kadar birçok isyan ve ayaklanmalar çıkararak Osmanlı Devletine 
karşı gelen Ermeniler, 1914’ten sonra Kafkasya cephesinde Rus ordusuna 
katılarak ve cephe arkasında sabotaj eylemlerine başlayarak savaşın seyrini 
değiştirmek istemişlerdir. Aynı zamanda İstanbul’da faaliyet gösteren 
Taşnaksutyun ve Hınçak Partilerinin ayrılıkçı faaliyetlerinin güçlenmesi ve 
çeşitli isyanların ortaya çıkması üzerine dâhiliye Nezareti 24 Nisan 1915’te 
Ermeni siyasi parti ve derneklerinin kapatılması ve liderlerinin yakalanması 
konusunda bir karar çıkarmıştır. (Bu kararın uygulanması ve tutuklanan 
Ermeniler hakkında daha geniş bilgi için bkz.: Osmanlı Belgelerinde 
Ermeniler (1915-1920), (Başbakanlık Devlet Arşivleri Yayınları, Ank., 1994, s.7) 
Ermenilerin iddia ettikleri sözde Ermeni soykırımını bu karara dayandırmak tadır. Kafkasya cephesinde yaşayan Ermenilerin silahlanarak Rus ordusuna katılmaları ve sivil halkı katletmeye başlamaları üzerine Dâhiliye Nezareti tarafından 27 Mayıs 1915’te tehcir kararı (Göç ve iskân) kabul edilmiştir. (Hasan Babacan,Ermeni Tehcirini Hazırlayan Faktörler ve Tehcir, Dünden Bugüne Türk-Ermeni İlişkileri” Der.: İdris Bal ve Mustafa Çufalı), Nobel Yayınları, 1. Baskı, Ağustos 2003, ss. 297-307) 

Dâhiliye Nazırı Talat Bey’in sadarete verdiği 26 Mayıs 1915 tarihli tezkirede 
durumun vahametini ortaya koyuyor ve Ermenilerin işledikleri suçları şu 
şekilde sıralıyordu. (Hasan Babacan, a.g.e., s. 304) 

“Harp mıntıkalarına yakın yerlerde oturan Ermenilerden bir kısmı devletin 
hudutlarını devlet düşmanlarına karşı korumakla meşgul olan Ordu’yu 
Hümayunun hareketini güçlendirmektedir. Askere erzak ve mühimmat naklini 
zorlaştırmaktadır. Düşmanla aynı gayeleri paylaşmakta ve onlarla iş birliği 
yapmaktadırlar. Ermenilerin bir kısmı düşman saflarına katılmaktadır. 
Memleket dâhilinde askerî birliklerimize ve masum halka silahlı saldırılarda 
bulunmaktadırlar. Düşman deniz kuvvetlerine erzak sağlamaktadırlar. 
Müstahkem mevkileri düşmana göstermektedirler.” 

Dahiliye Nazırı Talat Bey’in Sadarete verdiği bu tezkireden bir gün sonra 27 
Mayıs 1915) “Vakt-i Seferde İcraat-ı Hükûmet’e karşı gelenler için ciher-i 
Askerîyece İttihaz olunacak tedabir hakkında Kanun-i muvafakat” çıkarıldı ve 
yürürlüğe kondu. 

Dahiliye Nazırı Talat Bey’in bu tezkiresi, 30 Mayıs 1915’te Meclis’i 
Vükela’da müzakere edilerek kabul edilmiştir. Buna göre savaş bölgelerinde 
bulunan Ermenilerden bir kısmının düşman saflarına katılmaları, Osmanlı 
askerini arkadan vurmaları ve casuslukta bulunmaları sebebiyle, cephe 
gerilerine sevk edilmeye başlanıldığı, kolaylıklar sağlanarak usule ve devletin 
menfaatlerine uygun olarak devam ettirilmesi, istenmiş ve göç ettirilen 
Ermenilerin muhacirlere ayrılan tahsisattan iaşe ve ibatelerinin sağlanması, mali 
ve iktisadi meselelerinin halledilmesi, bunlara ait gayri menkullerin ve 
meselelerinin tespiti yapıldıktan sonra muhafaza veya tanzim edilmesi, gittikleri 
yerlerde arazi, emlak ve iş sağlanması ve ilgili Nezaretçe tanzim edilecek 
komisyonların ilgili mahallerde görev yapmaları istenmiştir. (Yusuf Hikmet 
Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, Cilt: II/III, Ank. TTK. Yay. 1991, ss. 40-42) 

1 Haziran 1915 tarihinde Kanun-i Muvakkat (Osmanlı Devleti’nin savaşa 
girmesi sırasında Meclis tatil edilmişti. Bu nedenle çıkarılan bu Kanun’la, 
Kanun Hükmünde Kararname niteliğindedir. Bu Dönem’de çıkarılan kanunlar 
Kanun-i Muvakkat şeklinde Meclis-i Vükela’dan geçerek uygulanıyordu) 
yayımlanarak Ermeni tehciri ile ilgili işlemler tamamlanmış oldu. 

Ermenilerin iskân yerlerine gitmeleri için yakın ve meşakkatsız yollar tercih 
edilmiş, ayrıca emniyetlerinin muhafazası için özen gösterilmiştir. Gittikleri 
yerlerde nüfus dengelerini bozmamaları hususunda da tedbirler alınmıştır. 
(BOA, DH. ŞFR, No: 54/308, Osmanlı Belgelerinde Ermeniler, 145) 

Tehcir Kanunu bütün Ermenileri ihtiva etmiyordu. Bazı şartları taşıyanlar bu kanunun dışında tutulmuşlardır 

I. Dünya Savaşı yıllarında ve daha sonraki dönemde Ermeni Tehciri üzerine 
yazılar ve araştırma yapan Batılı gazeteci ve yazarlar olaylara tamamen Ermeni 
gözüyle bakmışlardır. Ermenilerin isyan etmediklerini, sürgün hareketi 
başlayınca silahla karşı koyduklarını ileri sürmüşler ve günümüzde de aynı 
şekilde iddiaları sürmektedir. Ermenilerin ilk isyan ve terör hareketleri ile 
Tehcir Kanunu’nun çıkarıldığı tarihler incelendiğinde ve karşılaştırıldığı 
takdirde bu iddiaların ne kadar asılsız ve tutarsız olduğu ortaya çıkar. (İhsan 
Sakarya, I. Dünya Harbi ve Ermenilerin Göç Ettirilmesi, Ank. Gen. Kur. 
Basımevi, s. 98) 
Ancak ne var ki 1915’te yapılan Ermeni göç ve iskân yasası, daha sonraki 
dönemlerde de, zamanımızda da Avrupa devletleri tarafından “Türklerin 
Hristiyanları katliamı” şeklinde propaganda malzemesi olarak kullanılmıştır ve 
kullanılmaya da devam edilmektedir. 

Sevk ve iskân sırasında alınan tüm tedbirlere rağmen bazı aksaklıklar 
görülmüştür. Göçe tabi tutulan kafilelerde bazı ölüm hadiseleri de olmuştur. Bu 
konudaki rakamlar son derece subjektif ve birbiriyle çelişir durumdadır. En 
bariz örnek ciddiyeti ile tanınan Encyclopedia Britannica’nın 1918 baskısında 
tehcir sırasında ölen Ermeni sayısı 600.000 olarak yazılmışken 1968 yılı 
baskısında bu sayı 1.500.000 olarak belirlenmiştir. (Ekrem Memiş-Nuri 
Köstüklü, Yeni ve Yakın Çağda Türk Dünyası, Konya, Çizgi Yay. 2000, s. 
253) Aynı ansiklopedinin iki ayrı baskısında bu kadar anormal bir değişimin 
olduğu dikkate alınırsa olayın nasıl farklı rakamlarla çarpıtıldığı çok daha iyi 
anlaşılacaktır. Şunu da ifade edelim ki, bu dönemde 1.500.000’dan fazla 
Müslüman Türk’te Ermeni çeteleri tarafından vahşice katledilmiştir. Bu 
dönemde Osmanlı Devleti’nin genel nüfusu 18.520.000 (Abdurrahman Çaycı, 
“Türk-Ermeni İlişkilerinde Gerçekler” Türkiye’nin Sorunları Sempozyumu, 
Hacettepe Üniv. Atatürk İlk. . ve İnk. T. Ens. Ank. TTK Yay. 1995, ss. 75-114) 
olarak belirtilmektedir. Bu nüfusun 1.300.000’ini (% 6.9) Ermeni nüfus 
oluşturmuştur ve Ermeni nüfusu Anadolu’da hiçbir yerde çoğunluğa sahip 
değildir. (Esat Uras, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İst. Bel. Yay. 
1976, s. 735) Dolayısıyla günümüzde 1.500.000-2.000.000 Ermeni’nin 
soykırıma tabi tutulduğu iddialarının asılsızlığı verilen rakamlardan açıkça 
anlaşılmaktadır. 1920’li yıllarda “Ermeni Katliamı” iddialarının asılsızlığı 
ortaya çıkmıştır. Bu durum İngiliz Dışişleri Bakanlığı arşiv kayıtlarında da 
açıkça belirtilmiştir. Ermeni iddialarıyla ilgili olarak, böyle bir vesika 
bulunmadığı gibi bundan sonra da bulunması son derece şüphelidir. (Çaycı, 
a.g.e., ss. 75-114) 



Uluslararası Alanda Ermeni Soykırım İddiası ve Örgütsel Dayanışma 



Sözde Ermeni soykırım iddiası Ermenistan’ın bağımsızlığını ilan etmesinden 
çok önce başlamıştır. Bu görevi 1915 yılından 1991 yılına kadar Amerika ve 
Avrupa’daki Ermeni diaspora kuruluşları üstlenmiş ancak koordinasyon 
çalışmaları Sovyet Ermenistan’ı tarafından yapılmıştır. (Hatem Cabbarlı, 
“Sözde Ermeni Soykırım Propagandası ve Türkiye” Ermeni Araştırmaları 2. 
Türkiye Kongresi Bildirileri, II. Cilt. Ank. EAE. Yay. 2007, s. 1219) 

Sözde Ermeni soykırımının uluslararası kamuoyu ve Türkiye tarafından 
kabul edilmesi yönündeki propaganda faaliyeti, hâlen Ermenistan dış 
politikasının ana eksenini oluşturmaktadır. Ermenistan Dışişleri Bakanı Vardan 
Oskanyan Erivan Devlet Üniversitesinde yaptığı bir konuşmada ABD, Avrupa 
ülkeleri ve sivil toplum örgütleri ile iş birliği içinde olan Ermenistan 
Hükûmeti’nin ve diaspora kuruluşlarının sözde Ermeni soykırımının kabul 
edilmesi için genel olarak üç yönden faaliyet gösterdiğini açıklamıştır: 

1. Başta ABD ve Avrupa ülkeleri olmak üzere diğer ülkelerle iki taraflı 
ilişkilerde sözde Ermeni soykırımının kabul edilmesi yönünde faaliyetler. 
2. Uluslararası örgütlerin sözde Ermeni soykırımını kabul etmesi yönünden 
propaganda çalışmaları. 
3. Türkiye’nin sözde Ermeni soykırımını kabul etmesine yönelik propaganda 
çalışmaları. Bu politika Ermenistan Hükûmeti’nin koordine çalışmalarıyla Ermeni 
diasporası ile eş zamanlı olarak yürütülmektedir. (Hatem Cebbarlı, a.g.e., s. 
1220 Bkz.:
http://www.regnum. ru/expnews/256620.html 

Sözde Ermeni Soykırımı çerçevesinde Ermenistan Millî Bilimler Akademisi 
ve Dünya Ermenileri Organizasyonu “Kanıtlar Paketi” hazırlama girişiminde 
bulunmuştur. Bu amaçla, Dünya Ermenileri Organizasyonu, Ermenistan Millî 
Bilimler Akademisi salonunda 6-7 Mayıs 2004 tarihinde “Ermenistan-Türkiye 
İlişkilerinin Normalleşmesinde Soykırım Faktörü” adında bir konferans 
düzenlenmiştir. (Armyane Planiruyut Sobrat “Polnıy Paket Doozatelstv 
Genotsida 1915 v Osmanskoy Turstii) 

Konferansa Ermenistan, Almanya, Yunanistan, Fransa, İtalya, ABD, Rusya, 
Avusturya, Kanada ve İsviçre’den “Soykırım konusunda” sözüm ona uzmanlar katılmıştır. 

Konferansın başlıca amacı, Ermenilerin iddiasını uluslararası hukuk kuralları 
ve Cenevre Soykırım Sözleşmesi çerçevesinde tanımlamak ve dünya 
kamuoyuna duyurmaktır. Bu amaçla, konferans sonucunda konunun daha geniş 
bir şekilde öğrenilmesi için bu konuda sözde uzman olan kişilerden oluşan özel 
bir komisyonun kurulmasına karar verilmiştir. Bu komisyon çalışmaları 
sonucunda elde edilen belgeler ve hukuki değerlendirmeler Ermenistan’a sözde 
soykırımın uluslararası alanda tanıtılması için resmi belge ve kaynak teşkil 
edecektir. Bu kaynaklara dayanarak yapılan çalışmalar sonucunda uluslararası 
alanda ciddi baskılarla karşılaşan Türkiye’ye sözde Ermeni soykırımının kabul 
ettirilmesi amaçlanmıştır. 

Ermenistan Hükûmeti sözde soykırımın 90. yıl dönümü olan 2005 yılında 
propaganda faaliyetlerini koordine etmek için “Ermeni Soykırımının 90. Yıl 
dönümü Organizasyonu ve Tedbirleri Hakkında Devlet Komisyon’u” 
kurmuştur. Komisyon Projesi’ne göre, başta Erivan olmak üzere Ermenistan’ın 
her yerinde, Avrupa, Orta Doğu ülkeleri ve Amerika’da propagandalar 
düzenlenecek, dünyadaki bütün Ermeni Kiliselerinde “soykırım kurbanları” için 
dualar okunacaktır. (Hatem Cabbarlı, a.g.e., s. 1221) 

Ermeni tarihçiler ve araştırmacılar sözde Ermeni soykırımını tanımlamak 
için özel bir terim geliştirmek çabası içinde olmuştur. 1969’da Paris’te 
düzenlenen bir toplantıda Lübnan’lı hukukçu Metr Musa Prens yaptığı bir 
konuşmada “genocide” kelimesi ile birlikte ilk defa olarak “armenocide” 
deyimini kullanmış ve bu terim Ermeniler tarafından benimsenmiştir. Bu 
tarihten itibaren “armenocide” terimi Ermeni araştırmacılar tarafından sıklıkla 
kullanılmaktadır. (Azat Amabaryan ve Stepan Stepanyan, Genotsid Armyan, 
Ermenistan Cumhuriyeti, Bilimler Akademisi, Gitutyan Yayınevi, Erivan 
1995, Armenotsid, Bkz.: http://genocide.ru/armenovide.html.

ABD’de Ermeni örgütlenmesi 19. yüzyılın sonlarından itibaren Osmanlı’dan 
bu ülkeye göç eden, Taşnak ve Hınçak terör örgütleri etrafında birleşen ve 
teröre destek veren Ermeniler tarafından başlanmıştır. Nitekim Bitlis isyanından 
sonra Louisiana Senatörü Newton Blanchard 3 Aralık 1894’te Ermeni 
meselesini parlamentoda gündeme taşımıştır. Osmanlı ülkesinde yaşayan 
Ermenilere ve Amerikan vatandaşı Ermenilere baskı yapıldığı ifade edilmiş ve 
Başkandan Parlamentoya bu konuda bilgi vermesi istenmiştir. (Şenol Kantarcı, 
Amerika Birleşik Devletlerinde Ermeniler ve Ermeni Lobisi, Aktül Yay. 
2004, ss. 134-135) 

Bu tarihten itibaren Ermeni meselesi her yıl sürekli olarak senatoda 
görüşülmüştür. 1915 yılına kadar Amerikan Parlamentosunda Osmanlı 
Ermenileri ve Amerikan vatandaşı Ermenilere baskı yapıldığı iddia edilmiş ve 
Osmanlı Devleti Ermenilere “soykırım” yapmakla suçlanmıştır. ABD Ermeni 
kuruluşları ve terör odakları, senato ve kongrenin (Hatem Cabbarlı, a.g.e., s. 
1222) yanı sıra eyalet meclislerinde de sözde Ermeni soykırımının kabul 
edilmesi yönünde propaganda faaliyetlerine devam etmektedir. Nitekim 2005 
yılı itibarıyla toplam 38 eyalet meclisi sözde Ermeni soykırımı tanıyan yasa 
tasarısını kabul etmiştir. (Genotsid Armyan, “1915 Gode Priznali Eşe Tri Ştata 
ŞŞA”, Bkz.: http://www.regnum.ru/expnews/255806.html). 

1985’te Ermeni diasporası asılsız soykırım iddiaları ile ilgili hazırladıkları 
dört tasarının Kongre’de görüşülmesine çalışmıştır. 192 sayılı tasarı Temsilciler 
Meclisi’nde uzun tartışmalara neden olmuş ama 206 “ Evet ” oyuna karşılık 213 


“ Hayır ” oyu ile kabul edilmemiştir. (Kantarcı, Amerika Birleşik Devletlerinde 
Ermeniler, ss. 219-261) 

1970’li yılların başlarında yurtdışında yaşayan Ermeniler, ASALA 
(Ermenistan’ın Kurtuluşu için Ermeni Gizli Ordusu) terör örgütünü kurarak, 
sözde Ermeni soykırımı kurbanlarının intikamını almak ve “soykırım 
gerçeklerini” dünya kamuoyuna duyurmak için Türk diplomatlara karşı terör 
eylemlerine başlamıştır. (ASALA terör örgütü hakkında Bkz.: 
http://www.ermenisorunu.gen.tr/tukce/teror/asala.html) 12 Mart 1985 
yılına kadar Ermeniler terör eylemlerine devam etmiş, düzenledikleri terör 
eylemlerinde Avrupa ülkelerinin vatandaşlarının da ölmesi ve Türkiye’nin terör 
örgütü üyelerine yönelik operasyonlara başlaması üzerine eylemlerini 
durdurmuştur. 

Amerika Ermeni Millî Komitesi’nin çalışmaları sonucunda altmış Kongre 
üyesi 28 Nisan 2004 tarihinde sözde Ermeni soykırımı kurbanlarını anmak için 
Washington Capitol tepesinde bir araya gelmiştir. Washington’da faaliyet 
gösteren sivil toplum ve insan hakları örgütlerinin temsilcileri de toplantıya 
davet edilmiştir. (Hatem Cabbarlı, a.g.e., s. 1224) 

ABD, Hay Dat Ofisi Başkanı Kiro Manoyan Regnum Haber Ajansı’na 
verdiği demeçte “Ermeni toplumu tarihten kaynaklanan nedenlerden dolayı 
Türkiye’yi düşman ülke olarak algılamaktadır. Türkiye’nin 1915’te Ermenilere 
yaptığı “soykırım” yakın geçmişe kadar devam etmiştir. Sadece Batı 
Ermenistan’ın değil, Doğu Ermenistan topraklarının bir bölümü de Türkiye 
tarafından işgal edilmiştir. Soykırımın uluslararası alanda ve Türkiye tarafından 
kabul edilmesi yönünde çalışmalara devam edeceğiz. Sadece manevi alanda 
tatmin olmakla yetinmeyecek, soykırımın tanınmasından sonra tazminat 
konusunu gündeme getireceğiz. Soykırım Ermeniler için geçmişin değil, 
geleceğin sorunudur” (Armyane SŞAza Djonakerri: İntervyu Glav. Ay. Data 
Kiro Manoyena İAREGNUM “Bkz.:http://www.regnum. ru/expnews/ 
305294.html.) şeklinde ifade etmiştir. 

Ermeni diasporası bütün Avrupa ülkelerinde sözde Ermeni soykırım 
iddiasını kabul ettirmek için büyük çaba göstermekte, özellikle Fransa, İngiltere 
ve Almanya’da örgütsel propaganda çalışmalarını önemsemekte ve bu 
ülkelerdeki çalışmaları süreklilik arz etmektedir. Ermeniler Avrupa’da örgütsel 
propaganda çalışmalarına 20. yüzyılın ilk yarısında başlamışlardır. 1925’te 
Fransa’da toplanan, Fransa Ermenilerinin yeni bir örgütlenme süreci 
başlamıştır. 1924’te Taşnak Örgütü’nün gençlik kolunun ideolojik eğitimini 
üstlenecek Rostom kütüphanesi kurulmuştur. Avrupa’da yaşayan Ermeniler, 
genellikle Taşnaksutyun Partisi’nin önderliğinde örgütlenmiştir. Nitekim 
partinin 11 (7 Mart 1929) ve 12. kurultayı Türkiye aleyhine bazı kararlar almış, 
sözde soykırım ve toprak talepleri ile beraber Kürt meselesini de ön plana 
çıkarmıştır. (Organisyon, Vek. Borbı, s. 400) 

Taşnaksutyun Partisi Batı Avrupa Merkez Komitesi ve Hay Dat Komisyonu 
temsilcilerinin 2004’te Fransa’da Türkiye’nin AB üyeliğine karşı düzenledikleri 
mitinge yaklaşık 12 bin kişi katılmış, Fransa Hükûmeti ve Cumhurbaşkanından 
Türkiye’nin AB’ye tam üye olmasına hayır demeleri talep edilmiştir. (Frantsiya 
Doljna Skazat Net Çlenstvıs Turtsii v Evrosoyuz”, Bkz.:http://wwwherkır. 
am/ryslindex. php?sub=armkid=7105) 

Taşnaksutyun, Fransız Sosyalist Partisi ve Fransız tarihçiler ile yoğun iş 
birliği içindedir. 

Ermenilerin soykırım tezini kabul ettirmek ve bu konuda tam destek almak 
için propaganda yaptıkları bir diğer ülkede Almanya’dır. 1920’lerden 
başlayarak bu ülkeye göç eden Ermeniler örgütlenerek çalışmalarına 
başlamıştır. Dernek eş başkanları Rogerbah ve Abegyen Ermeni kültür ve 
tarihini anlatan Almanca Hayatsan (Ermenistan) adında bir dergi 
yayımlamıştır. (Organisyan, Vek Borbı…, s. 395) 

İkinci Dünya Savaşı arifesinde Almanya’da Ermeni propagandası ve 
faaliyetleri azalmış, hatta birçok Ermeni Almanya’yı terk ederek başka Avrupa 
ülkelerine göç etmiştir. 1968’de tekrar Hınçak terör örgütünün faaliyeti 
Almanya’da “Ermeni Kültür Birliği” adı altında yeniden örgütlenmiştir. 

1970’li yılların ortalarında Ermeni terörünün ortaya çıkması üzerine, 
Almanya Ermeni diasporası, teröristlerin saldırılarını haklı çıkarmak amacıyla 
propaganda çalışmaları ile Alman kamuoyunu 1990’lı yıllara kadar Almanya’da 
devlet tarafından hiçbir engel çıkarılmasa da propaganda çalışmalarında 
çekingen davranmıştır. Bunun en büyük nedeni ise Almanların Yahudi 
soykırımını gerçekleştirmiş olmasıdır. Bu bağlamda Almanların psikolojik 
durumu da göz önüne alınmıştır. 

Geçmişten Günümüze Ermeni Terörü 

Terör Nedir? 

Terör kavram olarak, Türkçe’deki karşılığı ile “ Korkutma, Yıldırma ve 
Tedhiş ” anlamına gelmektedir. Terörizm tek başına ne şiddet, ne zor kullanma, ne de kargaşa çıkarmaya yönelik bir harekettir. Zor kullanmak yolu ile yeni bir düzen oluşturmak anlamı içerir. Bu anlamda terörizme “Politik Tedhişçilik” de denilebilir. (Emin Demirel, Kapanmayan Yara Terör, İstanbul. GHMD Yayınları. 1995, s. 17) 

Terör tanım olarak: Bir güce, bir iktidara zorla kabul ettirmek amacıyla 
sistemli bir biçimde şiddet kullanma, yıldırma, tedhiş olarak tanımlanmaktadır. 
(Büyük Larousse, Libraire Larousse, Cilt: 22, Milliyet Gazetecilik A. Ş. 
1986, s. 11444) Şiddetin geniş bir alana yayılmış bir biçimi olarak etnik 
terörizm, terörist liderlerin kendi grup kimliklerine olan yoğun bağlılıkları, 
yaygın şiddet yoluyla bunu arttırmaya çalışmaları ve bir tür özerklik sağlanması 
ya da grubun devlet olması gibi ileri seviyedeki siyasi hedefler çerçevesinde 
varlık sebebi olan iddiaları sürdürme amacını taşır. Etnik teröristler, bu amaç 
doğrultusunda baskın (dominant) durumundaki diğer büyük topluluktan işgalci, 
muhalif, sömürgeci ya da dış göç olarak bahsederek kendi eylemlerini 
yasallaştırırlar. (Vamık Volkan, Bloodlines, From Ethnic Pride to Ethnic 
Terrorism, New York, 1997, s. 25) 

Bazı teröristler ulusal kurtuluş ve bağımsızlık mücadelesi verdiklerini, 
bazıları geçmişteki olayların intikamını aldıklarını (Örneğin ASALA, Ermeni 
Soykırım Örgütleri), bazıları ise belirli ırk veya dinî, siyasal, sosyal, kültürel ve 
ekonomik yapıları egemen kılmak istediklerini söylerler. (Y. Atila Şehirli, 
“Asala’nın Ortaya Çıkışı Eylemleri İlişkileri ve Sonu”, Dünden Bugüne Türk-
Ermeni İlişkileri, Ankara, 2003, s. 643) 

Osmanlı Döneminde Ermeni Terörü 

Osmanlı Ermeni toplumunun 1800’lü yılların başında Ermenilerin Osmanlı 
Devleti’nde bir sorun hâline gelmeye başlamasının en somut göstergesi, 
Ermenilerce kurulan dernek ve cemiyetlerin gerçekleştirdikleri terör eylemleri 
olmuştur. Eylemleriyle Osmanlı Devleti’ni parçalayamacaklarının farkında olan 
Ermeni grupları, Batılı güçlü devletlerin dikkatini çekerek onların Osmanlı 
Devleti’ne müdahalesini ve Osmanlı Ermenilerine yardımlarını sağlamayı 
amaçlamışlardır. Bunda da başarılı olmuşlardı (Yücel Acer, “Terörizm Kavramı 
Açısından Ermeni Terörü ve Genel Nitelikleri” Ermeni Araştırmaları, Ank. 
EAE. S. 8, ss. 119-120). 

Rusya, Küçük Kaynarca Antlaşması’ndan kaynaklanan “Osmanlı 
Hristiyanları’nın hamiliği” sıfatı ile bu türden müdahalelerini resmen 
yapabiliyordu. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra yapılan Berlin 
Antlaşması ile Osmanlı Ermenileri uluslararası bir sorun hâline gelmiş ve Batılı 
devletlerin antlaşmayı istismarları sonucu direkt müdahalelerine yasal zemin 
oluşturmuştur. (Azmi Süslü-M. Fahrettin Kırzıoğlu-Rafet Yinanç-Yusuf 
Halaçoğlu, Türk Tarihinde Ermeniler, Birinci Basım (Kars, Kafkas Ünv. 
Rektörlüğü Yay. 1995) ss. 120-121) 

Ermenilerin, hem sorunu gündemde tutup dış müdahale ve destek sağlamak, 
hem de kendileri açısından mücadeleyi devam ettirmek içim çeşitli karışıklıklar 
yaratmaları, bu dönemler boyunca sürekli karışıklıklar bir durum olmuştur 
(Enver Ziya Karal, Armenians Question, Ank. 1975, ss. 12-13). Bu olayların 
bir kısmı münferit nümayişler, bir kısmı toplu isyanlar, bir kısmı ise cinayet ve 
suikastler şeklinde kendisini göstermiştir. Halka açık yerlere bomba konulması, 
resmi görevlilerin öldürülmesi, katledilen insanların vücut organlarının 
kesilmesi, sabotajlar, hırsızlıklar ve benzeri eylemlerin izlerini İngiliz 
dökümanlarından da takip etmek mümkündür (Salahi Ramandan, Sonyel, The 
Ottoman Armenians, Victims of Great Power Diplomacy (London, K. 
Rustem and Brother, 1987) 

Bu olayların gerisindeki yapılanma ise çoğunlukla Ermenilerce Osmanlı 
toprakları dışında ya da içinde kurulan cemiyet ve derneklerdi. 1878’de Van’da 
Kızıl Haç derneği, 1881’de Erzurum’da Anavatan Müdafileri (Pashtpan 
Haireniats) derneği, 1885’te Van’da ihtilalci Ermenistan Partisi kurulmuştu. 
1890 yılında ise adı daha fazla duyulacak olan Taşnaksutyun (Tiflis Ermeni 
İhtilal Federasyonu) kuruldu. Amacı, ihtilalci terör örgütleri kurmak, halkı 
silahlandırmak, Hükûmet yetkililerine ve Ermeni muhbirlere karşı eylem 
düzenlemek ve sonuçta Ermeni bağımsızlığını sağlamaktı. (Yavuz Özgüldür-
Ali Güler-Suat Akgül ve Mesut Akgül, Her Yönü ile Ermeni Sorunu, Ank. K. H. O. Yay. 2001, ss. 155-161) 

Şiddet eylemleri yapılanması içerisinde Ermeni kilisesinin rolü de oldukça 
önemli bir yer tutmaktaydı. Denilebilir ki, Ermeni meselesinin teşekkülünde 
hareket noktası patrikhane, kiliseler ve okullardan başlamakta ve cemiyetler, 
komiteler, terör grupları ile devam etmektedir (Enver Yaşarbaş, Ermeni 
Terörünün Tarihçesi, İst. Petek Yay., 1984, ss. 1-42). Her isyanda Batı’nın 
yanı sıra patrikhane ve papazlarında desteği ve rolü mevcuttur. 

Ermeni meselesinin ortaya çıkması ve alevlenmesinde bu tür teşkilatların ve 
kiliselerin rolü somut birçok kışkırtma ve kanlı olaylarla kendini göstermiştir. 
1800’lü yılların sonu Ermeni sorununun artık somut olaylara dönüştürüldüğü ilk 
yıllar olmuştur. (Sason ayaklanmasında Bitlis’in Sason ilçesinde, Hınçak 
üyesinin çabalarıyla Müslümanlarla Ermeniler arasında huzursuzluk, 
güvensizlik ve çatışmalar başlamıştır. Sonuçta Haziran 1894’te ciddi çatışmalar 
çıkmış ve Eylül sonuna kadar sürmüştür. Salahi R. Sonyel, Turkey’s 
Struggle…ss. 155-159) 1882 ile 1904 yılları arasında 38 büyük çaplı Ermeni 
isyanlarından ve teröründen bahsetmek kolaylıkla mümkündür. Bunlardan 
yaklaşık 31 tanesi Birinci ve İkinci Sasun isyanları (1894-1897) Zeytun isyanı 
(1895) ve Adana isyanı (1909) gibi büyük çaplı isyanları da kapsayan Ermeni 
ayaklanmalarıdır. (Yücel Acer, a.g.e., s. 121) 

Bunlardan başka, yaralama, katletme ve öldürmelerle sonuçlanmış önemli 
boyutta birçok Ermeni olaylarından bahsedilmesi gerekmektedir. 8 Aralık 1882 
tarihli Anavatan Müdafileri Olayı, Mayıs 1889’da Armenekan çeteleri ile 
çatışma Ağustos 1889 Musa Bey Olayı, 15 Temmuz 1890 tarihli Kumkapı 
nümayişi, 1892-1893 tarihleri arasındaki Merzifon, Kayseri ve Yozgat’ta 
cereyan etmiş olaylar, 30 Eylül 1895 tarihli Babıali olayı ve 14 Temmuz 1896 
tarihli ve Taşnak komitesince planlanan Osmanlı Bankası baskını bu tür olaylar 
arasında sayılabilir. (Süslü ve diğerleri, a.g.e., ss. 150-151) 

Daha spesifik olaylardan da bahsetmek mümkündür. 20 Haziran 1890’da 
Erzurum Saint Asalyan kilisesi aranırken karşı konulmuş ve iki subay ve bir 
jandarma eri şehit olmuştur. Kilise de Rusya’dan getirilmiş silahlar 
bulunmuştur. 25 Ekim 1895 Cuma namazında, Müslümanlara bir saldırı 
yapılmış ve çıkan olaylarda 200’e yakın Müslüman ölmüştür. 1905’te II. 
Andülhamit’e bir suikast girişimi olmuştur. 31 Mart Vakası sonrasında, 
Ermeniler 1909 yılı içerisinde Adana’da katliamlar yapmışlardır. (Yücel Acer, 
a.g.e., s. 122) 

1904 ve 1906 yılları arasında ise toplam 105 kişi Ermenilerce 
gerçekleştirilen suikastlarda öldürülmüştür. (Atila Şehirli, Türkiye’de Bölücü 
Terör Hareketleri ve Devletin Aldığı Tedbirler, İst. Bürek Yay. 2000, s. 206) 

I. Dünya Savaşı boyunca Ermenilerin özellikler Türklere karşı eylemleri ve 
terör saldırıları devam etmiş, hatta yoğunluk kazanmıştır. Zira savaş, 
Ermenilere, bağımsızlık amaçlarını gerçekleştirebilmek için faaliyetlerini daha 
rahat yürütecek bir ortam sağlıyordu. (Süslü ve diğerleri, a.g.e., ss. 196-197) 
Osmanlı Ermenileri ordudan ayrılıp sabotajlara çeşitli yerlerde isyan olaylarına 
da giriştiler ve savunmasız binlerce Müslüman Türk’ü katlettiler. Osmanlı köy 
ve kasabalarında çok büyük ölçüde mezalim yaptılar. (Sonyel, Turkey’s Struggle…, s. 16) 


2 Cİ  BÖLÜMLE DEVAM EDECEKTİR,

.



15 Aralık 2015 Salı

ERMENİ YALANLARINA YANIT VERİYORUZ,




ERMENİ YALANLARINA YANIT  VERİYORUZ,




Prof. Dr. Türkkaya Ataöv 
Ermeni Yalanlarına Yanıt veriyor:

Ermeni Soykırımı değil  Ermeni yalanları Ermeni yalanlarına karşı Atatürkçülerin savaşı
Ermeni soykırımı yalanları ile köşeye sıkıştırılmaya ve böyle bir soykırımı yaptığını kabulle zorlanan Türkiye, ne yazık ki, Atatürk döneminde olduğu gibi devrimci ve başı dik bir duruş sergileyememektedir. İşbirlikçi iktidarları bir kenara bıraktık, kendisine Atatürkçü milliyetçi diyen kesimler dahi, bu iddialar karşısında başı dik, onurlu bir tavır alamamaktadır. 
Atatürkçüler arasında bu meseleyle ile ilgili öyle bir anlayış gelişmiştir ki, bu iddialara karşı çıkılırken, Türklerin soykırım yaptığı kabul edilmektedir. Kendisine “milliyetçi” diyen kesimin, Batının “Ermeni Soykırımı” saldırılarına karşı verdiği cevap, “siz kendinize bakın ve tarihte yaptığınız soykırımların hesabını verin” olmaktadır. İlk bakışta sağlam bir duruş ve oldukça mantıklı gibi gelen bu açıklama aslında, soykırım yalanlarına karşı bu cevabı veren kesimin içinde bulunduğu yenik ve ezik ruh halini yansıtmaktadır. Bu cevabı verenler bir süre sonra kendisini bu iddiaları ileri sürenlere teslim etmektedir. Oysa Atatürkçülerin bu iddialar karşısında alması gereken tavır, bu iddiaları nasıl geçiştiririm olmamalıdır. Nasıl onların da soykırım yaptığını kanıtlayabilirim veya biz soykırım yapmadığımızı nasıl kanıtlarız olmamalıdır. Çünkü, Türklere yüklenmek istenen suç tümüyle uydurmadır. Soykırıma kanıt olarak gösterdikleri belgeler tümüyle uydurma, tümüyle düzmecedir. Soykırıma karşı çıkanlar bunları bilmedikleri için hep savunma psikolojisi içinde hareket etmektedir. 

Geçtiğimiz günlerde İleri Yayınları tarafından yayınlanan Prof. Dr. Türkkaya Ataöv’ün “Ermeni Belge Düzmeciliği” ve “Mavi Kitaba Yanıt” kitapları, Batılı devletlerin uydurma ve düzmece belgelerle dayanarak Türkiye’yi suçlamasının gerçek nedenleri ortaya koymaktadır. 
Prof. Dr. Türkkaya Ataöv, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde kırk yıl uluslararası ilişkiler dersi vermiş, bu alanda yazdıkları yirmi dilde yayınlanmış, çalışmalarından ötürü yurtdışından ilerici çevreler tarafından onlarca madalya ve akademik ödül almış, Türkiye’nin yetiştirdiği sayılı Atatürkçü aydınlarından biridir. 

Prof. Dr. Türkkaya Ataöv, Ermeni Türk ilişkilerine 1980’den önce başlamış, yabancı dillerde yayınlanmış yetmişi aşkın kitap ve kitapçığı vardır. Ataöv, “Ermeni sorunu”nun uluslararası düzeyde en önde gelen uzmanı olarak bilinir. 1984 ve 1985’teki iki Paris davasına konuyu iyi bilen otorite tanığı olarak katılmış, BM’nin Cenevre merkezinde bu konuya ayrılan özel toplantılara tek Türk olarak kabul edilmiş, dört Avrupa parlamentosu oturumunda görev yapmış, özellikle Londra ve New York gibi kentlerin radyo ve televizyonlarında bu konuda açıklamalarda bulunmuştur. Esasında Ataöv, Türk devletinin yapması gerekeni yapmış, yurtdışında Türk devletine yönelik saldırılara karşı tek başına mücadele etmiştir. Uzun yıllar Ermeni Soykırımı iddialarına kanıt olarak sunulan ve kimsenin sorgulamayı aklından geçirmediği belgelerin sahteliğini, düzmece olduğunu titiz çalışmaları sonucu ortaya çıkarmıştır. 

Batıyla savaşımız devam ediyor 

Prof. Dr. Türkkaya Ataöv’ün “Mavi Kitaba Yanıt” ve “Ermeni Belge Düzmeciliği” kitapları birbirinin tamamlayıcısı olarak tanımlanabilir. “Mavi Kitap” olarak bilinen kitap, Birinci Dünya Savaşı sırasında İngiltere Hükümeti’nin desteğiyle ve parlamentosunun onayıyla yayınlanmış olan bir propaganda kitabıdır ve İngiliz Savaş Propaganda Bürosu tarafından yayınlanmıştır. Psikolojik savaş kitabıdır aslında. Kitapta ortaya atılan tezlerin, belgelerin hiçbir dayanağı yoktur. Tek amaç İngiltere’nin savaştığı devletleri güçsüz göstermek, tecrit etmek, iftiralarla suçlamak üzerine kurgulanmıştır. Türkiye’nin (o dönem Osmanlı’nın) sözde Ermenileri katlettiği ileri sürülmekte, bu şekilde sıkıştırılmakta ve tecrit edilmeye çalışılmaktadır. 

Ataöv, “Mavi Kitap” için “Gerçekte, Ermeniler üstüne ve kısaca ‘Mavi Kitap’ diye bilinen yayın Atlantik’in her iki kıyısından doğmuş olan ve Türklere karşı düşmanlıktan düpedüz ırkçılık arasında mekik dokuyan ön yargılı benzer kavramları içermiş önceki yayınların kalıtı sayılabilir” demektedir. Ve kitaptan yaptığı şu alıntıyla bunu kanıtlamaktadır. 

“...Hıristiyan bir ulus için Müslüman buyurganlığına bağlı boyunduruğun altında kalmak gibi bir sövgü olamaz... Türk ilerlemeye neden bu denli karşıdır? İlerlemeye dönük Ermenilerden neden bu denli şiddetle iğrenir? Çünkü, önce, Türktür; ve çünkü, ikinci olarak, Muhammedî’dir. Türk en iyi insan ırkının -Ermeniler gibi Hind-Avrupaî ya da Aryan ırkının- bir üyesi değildir. Türk ırklar arasında ikinci en iyiden, Yahudiler ve Araplar gibi Semitik ırktan da, değildir. Moğol ırkının bir kolundan gelir ki, bu yüzden karmaşık düşünceleri ve uygarlığın yüksek biçimlerini özümleme yeteneği yoktur. Türk’ün kavrayışta aşağılığının, ne yazık ki, son derece alçak bir dinle bütünleşmesi onu bugün neyse o yapmış, yani yabanıldan daha kötü duruma sokmuştur... Türk kafese konması gereken vahşi bir hayvandır... Bir Kürd’ün ya da bir Türk’ün ayağına tezliği, isteği ya da azgınlığını anlatmak için köpekler, çakallar, kaplanlar ve benzeri hayvanların adlarını, bir benzetme ya da yakıştırma amacıyla, kullanmak zorunda kalıyorsam, bu hayvanlardan özür dilerim. Yalnızca dilin fukaralığı bu kullanımı bağışlatabilir.” 


Prof. Dr. Türkkaya Ataöv - Ermeni Belge Düzmeciliği
Prof. Dr. Türkkaya Ataöv Ermeni Belge Düzmeciliği
Ermeni-Türk ilişkilerine 1980'den önce başlamış olan Prof. Ataöv'ün yabancı dillerde yetmişi aşkın kitap/kitapçığı vardır. Son (2006) iki kitabı New York'ta yayınlanmıştır. Aynı konuda yurtdışındaki dergi ve gazetelerde 44 yazısı basılmıştır.Daha önce ABD de dahil olmak üzere pek çok ülkede de yabancı dillerde yayınlanan bu kitabında Prof. Ataöv, Ermenilerin kendi tezlerini güçlendirmek için başvurduğu sahtekarlıkları ortaya çıkarıyor. Dünya çapında yankı yaratan ve anlaşılmaz bir biçimde Türkiye'de yeteri kadar ilgi görmeyen bu değerli çalışmayı Türk okurlarının hizmetine sunuyoruz.

6. baskı, 160 sayfa, 8 YTL

İÇİNDEKİLER
I. Giriş: Bir Kandırma Yöntemi Olarak Düzmecilik
II. Düzmeciliğin Kısa Geçmişi
III. Ayak Dibindeki Ceset Foto-Kurgusu
IV. Soykırım Fotoğrafı Değil, 1871'in Yağlıboya Tablosu
V. Andonyan Düzmece "Belgeleri"
VI. Mustafa Kemâl ve Nemrut Mustafa
VII. Gene Atatürk, Gene Düzmece Belge
VIII. Mustafa Kemâl'in Kendi Görüşü
IX. Hitler'in Ermeni ‘Uzmanlığı'(!)
X. 1922'de İzmir'i Yakan Kimdi?
XI. Sonuç
Ad ve Konu Dizini



Ataöv’ün gözünden kaçmayan bu tanımlama aslında, Batının Türk’e bakışının özünü oluşturur. Türk’ü en vahşi haydan bile daha aşağılık gören bir zihniyetin, bağımsızlık savaşı sonrasındaki yenilgiyi kabullenmesini beklemek saflık olur. Bugünkü saldırılarının altında yatan gerçek Ataöv’ün kitabında belirttiği bu gerçektir. Bu sözlerinin yazarları Hırıstiyan bir misyoner ve önde gelen bir Ermeni topluluğunun başkanıdır. Bu sözlerin bizlere gösterdiği tek gerçek ise Türkler hiçbir zaman “soykırım yapmadıklarını” kanıtlayamayacaklardır! Bu yöndeki tüm çabalar beyhudedir. Çünkü Türk’tür ve düşmandır. İster kabul edelim ister etmeyelim Batılının bizlere bakışı böyledir. 

Her şey Propaganda, Batılı olmayana karşı topyekün savaş 

Batılının Türk’e karşı savaşında, bugün çok ünlü yazarlar olarak karşımıza çıkarılan insanlar, çok güvenilir haber kaynakları olarak karşımıza çıkarılan kurumlar aslında propaganda faaliyetinin birer araçları olduğunu Ataöv belgeleriyle ortaya koymaktadır. 
“Yıllık 120.000 pound resmî para desteği gören Reuters haber ajansı, ‘propagandacı’ etiketi üslerine yapışıp kalır mı diye zaman zaman kaygılandığı oluyorsa da, yurt dışına ayda bir milyon kelime yollamaktan geri durmuyordu. 

Bir çok yetenekli yazar kendilerini vakit yitirmeden savaş amaçlarına adadılar. Belleğimizi birazcık zorlarsak, İngiliz şiirinde William Shakespeare’den hemen sonraki yere oturan ve Yitirilmiş Cennet ile Yeniden Kazanılan Cennet’in yaratıcısı ve ayrıca (özgürlükler kuramı üstüne) Areopagitica’nın da yazarı olarak bilinen John Milton (1608-74) bile (Charles I’e karşı Parlâmentoyu desteklemiş, ardından kralın idamını imzalamış olan) Oliver Cromwell düzenini tutmuş, giderek onun hükûmetinde görev almamış mıydı? İngiliz Romantizmini başlatanlar içinde en önde gelen ve ülkesinin başlıca ozanlarından biri William Wordsworth (1770-1850) Napolyon Savaşlarının son yarısında İngiliz benliğinin yüksek tutulmasına omuz vermemiş miydi? Kraliçe Victoria döneminin ünlü ozanı Alfred Tennyson da (1809-92) Kırım Savaşı’ndaki yürekler acısı yanlışları örtbas etmek amacıyla, ‘Hafif Tugayın Saldırısı’ başlıklı yapıtını kaleme almamış mıydı? Ne var ki, bu büyük yazarlar, önemle vurgulamalı ki, aynı zamanda, ülkelerinin düşmanlarını öne çıkarıp onları alkışlamaktan da geri kalmadılar. 

Masterman’ın kiraladığı yazarlar ise, yalnız kendi askerlerini övdüler ve savaşın gerçek koşullarını gizlediler. İyi ücret alıyorlardı.” 

Çok güvenilir denilen haber kanallarının, çok güvenilir ve saygın denen yazarların gerçek yüzleri işte budur. Batının haber kanallarının verdiği haberlerin, Batının saygın kabul edilen yazarlarının eserlerinin tek amacı vardır, kendi devletlerinin propagandasını yapmak, kendisinden olmayanı yok etmenin önünü açmaktır. 

Bu öyle bir savaştır ki, Batılı ülkeler vahşi saldırganlıklarını başta kendi kamuoyu olmak üzere kabul ettirebilmek için, birçok savaşta, kimi ressamlara -ki bunlar oldukça ünlü olur- propaganda amaçlı uydurma resim yapma görevi vermektedir. Uydurma resimlerle, uydurma yazışmalarla, uydurma konuşmalarla saldırı bugün onların en büyük dayanaklarıdır. 

Ermeni Belge Düzmeciliği 

Prof. Dr. Türkkaya Ataöv’ün “Ermeni Belge Düzmeciliği” kitabı, bu uydurma belgelerin nasıl imal edildiklerini, nerelerde ne zaman kullanıldıklarını ortaya koyar. Bu belgelerin neler olduklarını, Türkkaya Ataöv’ün bu belgelerin sahteliklerini nasıl ortaya çıkardığını yine kendisinden okuyalım. 
“Kısaca ‘Ermeni sorunu’ denen karmaşa içinde çok sayıda düzmecilikler -daha yaygın deyimiyle, sahtekârlıklar- var. Son doksan yıldır, kimi Ermeni kişi ve kuruluşları, Türklere karşı savaşımlarını -aynı yola kattıkları yandaşlarını türlü biçimlerde ödüllendirmeyi de boşlamayarak- hilebazlığın, kandırmanın, uydurmanın, kısaca düpedüz yalanın ağır bastığı yöntemle sürdürdüler.” 
Ataöv, Ermeni meselesine bu şekilde bakarken, bu uydurma belgelerin en çarpıcılarına kitabında yer vermektedir. Bu örneklerden çoğuna ucuz magazin haberlerinde bile rastlayamayız. Hele Atatürk’ü, soykırım iddialarına dayanak gösterdiklerini kimi kanıtları vardır ki, bu kanıtlar karşısında Türk devletinin neden bu kadar acz içinde olduğunu anlamak mümkün değildir. 

Atatürk’ün ayak dibindeki Ermeni çocuğunun ceset foto kurgusu 

“2005 yılının ortasında önde gelen günlük gazetelerimizin birinde yayınlanmasını sağladığım iki fotoğrafın kurgu olanı, yüzyılımıza en başarılı ve öngörülü devlet adamı diye damgasını vuran büyük Atatürk’ün ayakları dibindeki köpek yavruları yerine, basit ve aşağılık bir yöntemle, bağırsakları dışarı fırlamış sözde bir Ermeni çocuğunun cesedini gösteriyordu.” 
Ataöv’ün tarif ettiği bu resim, Atatürk’ün az bilinen bir resimdir ve bu özelliğinden dolayı özellikle seçilmiştir. Bu resim Amerika’da Kaliforniya Üniversitesinde düzenlenen bir Ermeni konferansının tanıtım afişinde kullanılmıştır. Ve resmin üstünde “İnkârın yüzü yalan söylemez” yazmaktadır. Belgeyi hazırlayanlar kendilerinden o kadar emindirler ki, resmin üzerindeki Latife Hanım’ın imzasını silmeyi akıllarından geçirmemektedirler. Dönemin hükümeti, Atatürk’e ve Türk devletine hakaret sayılacak bu girişim karşısında sessiz kalırken, Prof. Dr. Türkkaya Ataöv, resmin orijinalini bulmuş, sahtesiyle birlikte günlük basında yayınlatmayı başarabilmiştir. Bu yayın üzerine dahi, iktidara sahip olanlar gaflet uykusundan uyanmamışlardır, belki de uyanmak istememişlerdir. 
Ataöv, buna benzer onlarca örneği, soykırım yalancılarının nasıl kullandıklarını bizlere göstermeye devam eder. 

Yağlıboya tablosunu bile kanıt olarak kullanmaya çalışıyorlar 

Bunlardan en çarpıcı olanı, insanın bu kadarına pes doğrusu dediği 1871 tarihinde yapılan bir yağlı boya tablosunun yıllarca soykırımının kanıtı olarak kullanılmasıdır. Resmin hikayesini Ataöv’den dinleyelim: 

“Resim üst üste piramit biçiminde yığılmış kafataslarını, daha doğrusu onlardan oluşan tepecikleri gösteriyordu. Besbelli ki, bir kıyım, bir seri acımasız kan dökümü söz konusuydu. Resmi görende uyandırılmak istenen ve herhalde uyanan kanı bunun bir olayın fotoğrafı olduğuydu. Hangi bağlamda kullanıldığına gelince: kitap, kitapçık, makale, kartpostal ya da tek sayfalık el duyurusu sürekli olarak Ermeni sorunuyla ilgiliydi. Ondan da öte, bu düzmeceyi tasarlayanların amacı resmin 1915 ve dolaylarındaki olaylarda kıyıldıkları öne sürülen Ermenilerin kafataslarının fotoğrafı olduğu etkisini beyinlere yerleştirmekti.” 

Oysa resmin soykırımla uzaktan yakından ilgisi yoktur. 

“Duraksamadan ama özet biçimde ekleyeyim ki, bu resim 1842’de doğup, 1915 olaylarından on bir yıl önce, 1904’de yitip gitmiş olan ünlü Rus ressamı Vassili Vereşçagin’in 1871’de başlayıp 1872 başında, yani gene 1915 olaylarından tam 44 yıl önce bitirdiği yağlıboya bir tablodur. Sanatçının kendi seçtiği başlığı ya da konusu şudur: “Abofeoz Voinı”, yani “Savaşın Kutsallaştırılması”. Üstelik, bu tablo Moskova’da aydın Rusların geniş bölümünün iyi bildiği ve yabancı gezginlerin de uğramadan edemedikleri Tretyakov Galerisi’nin önde gelen yapıtlarından biridir.” 
Ataöv’ün belirttiği gibi resmi yapan da, resmin nerede ve ne zaman yapıldığı da bellidir. Ancak buna rağmen bu resim Ermeni ve Türk düşmanı çevreler tarafından dünyanın çok çeşitli ülkelerinde Türkleri soykırımcı göstermek için kullanılmıştır ve kullanılmaktadır. Bu örnekler kitaptan seçtiğimiz uydurma belgelerin en çarpıcılarıdır. Ama genel olarak kitapta yer verilen uydurma belgeleri neler olduğunu Ataöv şu şekilde ortaya koyar: 

“(a) Bir ulusun kurtuluş önderi, haklı savaşımların esin kaynağı olarak ulusal önderden de öte büyük devlet adamı ve halkının bilincinde yaşamını bugün de sürdüren Mustafa Kemâl Atatürk’e yöneltilen üç ayrı masalın iç yüzü; (b) 19’uncu yüzyılın bilinen bir yağlıboya tablosunu 1915-17 yıllarının bir fotoğrafı diye yutturma acı-komedisi; (c) Aram Andonian (Andonyan) adlı bir Osmanlı Ermenisinin kıyım suçlamalarını, Talât Bey (4 Şubat 1917’de Sadrazamlığa yükseltilmesiyle Paşa) başta olmak üzere, iktidardaki İttihad ve Terakki Fırkası ileri gelenleriyle kimi yerel görevlilere, düzmece belgelerle yöneltmesi; (ç) Almanya’da Nazi dönemi buyurganı Adolf Hitler adlı dengesizin 22 Ağustos 1939 tarihli iki konuşmasından birine, anlaşıldığı üzere, sonradan eklenen bir cümleyle, Türkleri yalnız 1915 olaylarının tek sorumlusu değil, aynı zamanda faşist Almanya’da ve Nazi işgâl ordularının girdiği her Avrupa ülkesinde yaygın ve acımasız Yahudi soykırımının da dolaylı özendiricisi gibi gösteren çaba ve (d) Türk Ordusunun Ulusal Kurtuluş Savaşı sonunda İzmir’e ulaşmasının hemen ardından, o olaydan dört gün sonra, bu görkemli kentin önemli bir bölümünün yanıp kül olması sorumluluğunu, böyle bir yangında hiçbir çıkarı olmamasına ve ayrıca kanıtların önce Ermenileri, sonra da Rumları göstermesine karşın, Türklerin omuzlarına yıkma girişimleri.” 

Her şey yalan, tek gerçek Türklük 

Prof. Dr. Tükkaya Ataöv’ün bu çalışmaları bize, Türklüğe karşı saldırıların hepsinin arkasında istisnasız büyük bir yalanın yattığını göstermektedir. Özellikle “Ermeni soykırımı” iddiaları tümüyle yalana dayanmaktadır. Hem de öyle zeka isteyen yalanlar değildir. Çok bilinen bir yağlı boya tablosu bile bu yalanın bir parçası olmaktadır. Burada sorgulanması gereken, bunca basit ve çocukların bile kanmayacakları yalanlarla karşı Türk milleti neden suçluluk psikoloji içinde hareket etmeye zorlanmaktadır? Tarihte hiç olmamış bir olayı, neden kabul eder bir noktaya gelinmiştir? Atatürkçülerin, milliyetçilerin sorgulaması gereken şey budur. Yalanlara karşı isteseniz de kendinizi avunamazsınız. Bu yalanlara karşı, savunmaya geçerseniz yenilgi kaçınılmaz olacaktır. Burada yapılması gereken tek şey reddetmektir çünkü ortada böyle bir olay yoktur. Bu yalanların tek bir amaca yönelik olduğunu görmek gerekir. Tüm bu yalanların tek nedeni Türk düşmanlığıdır, Türklerin varlığını kabul edememektir. 

Öncelikle bu yalanların neler olduğunu görelim ve kendimizi sorgulayalım. Prof. Dr. Türkkaya Ataöv’ün “Mavi Kitaba Yanıt” ve Ermeni Belge Düzmeciliği” kitapları, ortaya atılan yalanların neler olduğunu görmemiz ve bu yalanlara karşı nasıl savaşılması gerektiği konusunda iyi bir başlangıç olacaktır. 

http://www.turksolu.com.tr/121/firat121.htm


 

23 Kasım 2015 Pazartesi

Kürt Aydınları ve Ermeni Soykırımı



Kürt Aydınları ve Ermeni Soykırımı



 21/11/2015

Toros Sarian: 

Ermenilere karşı işlenen soykırım üzerine açık ve derinlemesine tartışmalar Türkiye’de eskiden olduğu gibi engellenmemekte artık. Geçtiğimiz birkaç yılda konuyla ilgili sayısız makale ve kitap yayınlandı; bunların arasında Türk resmi tarihyazımında egemen görüş açısını yansıtmayan bırcok eser vardır. Nisan 2011’de, Prof. Halil Berktay soykırımın yıldönümü vesilesiyle Hamburg’da bir konuşma yaptı ve önde gelen Türk bilim insanlarının Ermenilere karşı işlenen suçu Birleşmiş Milletler Sözleşmesine göre soykırım saydıklarını belirtti laf arasında. Ama, pek çoğu, galiba aşırı milliyetçilerin tepkilerinden korktukları ya da sadece devletin eğitim kurumlarındaki işlerini kaybedebilecekleri kaygısıyla  henüz açıkça dile getiremiyor. Çoğu bilim insanı ve aydının soykırım gerçeğinin artık inkar edilemeyeceği şeklindeki görüşü giderek itibar kazanmış da olsa, Türkiye halkı açısından durum oldukça farklı. Devletin inkar politikası egemenliğini ve kamuoyunu biçimlendirmeyi hâlâ sürdürüyor. Dolayısıyla kimse gerçekten açık ve kısıtlamasız bir tartışmadan söz edemez henüz.
Türkiye halkının tersine, Kürtler soykırım konusuyla hesaplaşmaya hazır görünüyorlar. Onlar arasında resmi tarih tezleri oldukça yaygın biçimde reddedilmekte. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana Kürtlerin temel ulusal ve kültürel hakları inkar edilmekteydi ve 1937-38’de Dersim’de bir başka soykırımın kurbanı olmuşlardı. Geçtiğimiz otuz yıl içinde binlerce Kürt köyü yakılmış, milyonlarca Kürt yurtlarından zorla göçürtülmüşlerdir. Türk askeri ve devlet kontrolündeki paramiliter birliklerce öldürülmüş sivil Kürtlerin sayısı muhtemelen hiç bir zaman belirlenemeyecektir. Köyü yakıldığından dolayı bir batı Anadolu kentinin yoksul bir mahallesinde yaşayan ya da halkının ulusal ve kültürel hakları için mücadele ettiğinden dolayı yıllarını cezaevinde geçiren bir Kürt, Türk milliyetçiliğinden yeterince çektiği için soykırım yıllarında Ermenilerin başlarına ne geldiğini çok daha kolaylıkla anlayabilir.

Kürtler ve Ermeni Soykırımının Kabulü

Eğer Türkiye’nin inkar politikası ve soykırım etrafında ördüğü sessizlik duvarı giderek yıkılmaya başladıysa, bu, sadece uluslararası düzeyde tanıma çabalarının ya da Diaspora Ermenilerinin kampanyaları sayesinde olmamıştır.  Ne de, ne yazık ki hâlâ çok zayıf olan Türk sivil toplumundan dolayıdır. Türkiye’de soykırım konusunda bir tartışmanın ortaya çıkması daha çok Kürt ulusal hareketinin direnciyle bağlantılıdır. Soykırım konusuyla, Kürt sorunuyla ve diğer tabu temalarla yüzleşme ihtiyacı artık kaçınılmaz olmuştur. Nisan 1997’de, sürgündeki Kürt parlamentosu Ermenilere ve Süryani/Asurilere karşı işlenen soykırımı tanımış ve aynı zamanda, Hamidiye alaylarında yer alan Kürtlerin o suçta Türk hükümetinin işbirlikçileri olduklarını beyan etmişti.[1]
PKK (Kürdistan İşçi Partisi)’nin cezaevindeki lideri Abdullah Öcalan, 10 Nisan 1998’de Ermenistan başkanlık seçimindeki zaferinden dolayı Robert Kocharian’a bir kutlama mesajı çekmiş ve soykırım konusunu dile getirmişti. Belçika Senatosunun Türk Hükümetini Ermeni soykırımını tanımaya çağırma kararını da alkışlamıştı. Ayrıca, suçun arkaplanının kapsamlı bir biçimde ele alınıp tahlil edilmesine de ihtiyaç olduğunu vurgulamıştı.
1982’nin başlarında PKK Parti Gazetesi Ermeni soykırımını anmış ve bundan Jön Türk rejimini sorumlu tutmuştu: “Halkların imparatorluktan kopmaya çaliştiği bir dönemde ortaya çıkan bujuva milliyetci hareketin programmının temelini, imparatorluğun ‘Birlik ve Bölünmezlik’ korumak oluşturur. Imparatorluğun ‘birlik ve bütünlüğü’ korumak demek, baskı altında tutulan halkların en demokratik hakkı olan ‘Kendi Kaderlerini Tayin Hakkına’ karşi olmak demektir. Hıristiyan ve müslüman çeşitli halkların, kendi kaderlerini özgürce tayin etmek için harakete geçtikleri, ayaklandıkları, direndikleri bir dönemde, halkların bu direnmesini kendilerinin iktidar olmasi için bir basamak olarak kullanan Jön Türkler, iktidara geçtikten hemen sonra halklar üzerinde eskisinden katbe kat daha fazla bir baskı rejimi kurmuşlar, her tarafa ordular göndererek halkların bu en dogal hakları olan direnme mücadelelerini zorla bastirmaya çalışmişlar, hatta Ermeni tehcirinde görüldüğü gibi en vahşi soykırımları uygulamaktan çekinmemişlerdir.”[2] Birinci Dünya Savaşı sırasında, Jön Türk rejimi “yüzbinlerce Kürd’ü ‚mecburi iskana’ tabi tutarken – bunlarin çoğu Toroslar’da öldü – bir milyonu aşkın Ermeni’yi katlederek soykırıma uğrattilar” diye yazmıştı parti yayın organı.[3]
Soykırımı başka Kürt örgütleri de tanımıştır. “Kongremiz 1915 Büyük Ermeni soykırımını insanlık tarihinin kara lekelerinden biri olarak mahkum eder. ‹şbirlikçi Kürt Feodallerinin de Osmanlı-Türk sömürgeciliğine suç ortaklığı yaptığı bu kanlı eylemin, Ermeni halkına karşı işlenmiş tarihsel bir haksızlık olduğunu kabul eder.” diye yazıyordu PRK/Rizgari (Kürdistan Özgürlük Partisi) parti konferansının bir kararında. Ayrıca, soykırımdan sağ kurtulanların torunları eski yerleşim yurtlarına dönme hakkına sahip oldukları da dile getiriliyordu aynı kararda.[4] “Ermeni ulusunun uğradığı tarihsel haksızlığı da telafi etmek üzere Kürdistan’da bir dizi önlem geliştirilecektir, a) Kürdistan’da yaşayan Ermeni halkı için Ermenice eğitim ve öğretim yapan okullar, yayın olanaklar ve Ermeni kilisesinin örgütlenmesi de dahil Kültürel Özerklik hakları, b) 1915 sürgünü ve soykırımı sırasında göçettirelen Ermeni ailelerinin ülkelerine dönebilmelerine hakkı ve olanakları sağlanarak, yerleşim alanları verilecektir.”
Kürt yayınları yıldönümlerinde soykırımı konu edinmiştir düzenli olarak. Kürtçe “Zel Yayınları” 1994 yılında İstanbul’da M. Kalman’ın “Batı Ermenistan, Kürt İlişkileri ve Soykırım” başlıklı eserini yayınladı. Bir Kürt yazarın, alışılageldiği gibi Kuzey Kürdistan’dan değil de Batı Ermenistan’dan söz etmesi dikkate değerdir. Bir başka dikkate değer eser de, Recep Maraşlı tarafından 2008 yılında “Ermeni Ulusal Demokratik Hareketi ve 1915 Soykırımı” adıyla yayınlanan kitabıdır.[5]

Cinayetler Yüksek Makamlardan Gelen Emirlerle mi İşlendi?

Kürtler Kürt-Ermeni ilişkilerini ve Ermeni Soykırımını ele almaya hazır görünüyorlar; ancak konu Kürtlerin soykırım sürecinde oynadıkları role dayanınca, Kürt aydınları arasındaki görüş farklılıkları açığa çıkıyor. Sol-liberal “Taraf” gazetesi yazarı, Mardinli Orhan Miroğlu, soykırımın 2011 yıldönümünde “1915, İnkar ve Kürtler” başlıklı bir makale yazdı.[6] Makalede, Hamidiye Alaylarının kuruluş nedenlerini ele aldı ve bu alayların 1894-1896 Ermeni katliamlarına dahlinden söz etti. Miroğlu burada Kürtlerin rolünün yanı sıra Ermenilere ve Süryani/Asurilere yönelik soykırımdan söz ediyor: “1915’te Kürtler Ermeni ve Süryani katliamında önemli rol oynadılar. Bu rolün öyle sıradan bir tetikçilik rolü olmadığı açıktır. Hele Süryani’lerin Turabdin bölgesinde yok olmaları tamamen yerel otoritelerle, Kürt ve Arap aşiretleri arasındaki işbirliği sonucunda gerçekleşti. İttihatçıların, Süryaniler için özel bir planları bile yoktu.” Miroğlu, Kürtlerin işbirlikçiliklerini inkar ettiklerinden dolayı Kürt aydınlarının konumlarını eleştiriyor: “Suça ortaklığı kabullenmek söz konusu olduğunda, Kürt aydınlarının iyi bir sınav verdiği söylenemez. Aydınlarımız, aşiretlerin katliamlarda oynadıkları rolü tamamen İttihatçıların kışkırtıcılığına bağladılar.” Buna itiraz ediyor Miroğlu: “Kürtlerin eliyle gerçekleşen katliamlar, emirlere uymak gibi basit bir gerekçeyle açıklanamaz. Onlar İttihatçıların propagandalarına gerçekten inandılar veya inanmak işlerine geldi.” Miroğlu, Kürtlerin uzun bir süredir soykırım konusunu geçiştirmelerini eleştiriyor: “Dolayısıyla Kürt aydını, ve siyasetçisi, yakın zamana kadar, 1915 söz konusu olduğunda, Kürdistan’da yaşayan Ermenilerin ve Süryanilerin kitleler halinde yok edilmeleri gerçeğiyle yüzleşmek yerine, ‘Kurtarılan Ermenilere ve Süryanilere’ dair hikayelere sığınmayı tercih etti.”
Sürgünde yaşayan Kürt gazeteci ve yazar Ahmet Kahraman, Avrupa’da yayınlanan “Yeni Özgür Politika” gazetesinde adını vermeden Miroğlu’nun eleştirisine cevap verdi: “Oysa Soykırım, TC kurucularının da yer aldığı İttihat ve Terakki iktidarının projesiydi. Bu projede Ermeni katli “vacip”, malı, mülkü ganimetti. Kararda Kürtlerin bir ilgisi, dahli yok ama, uygulamada, “koruculuk” sisteminin başka şekli olan Hamidiye Alaylarının[7] doğrudur.”
Miroğlu, makalesinde o zamanın Kürtlerinin ve Kürt aşiret reislerinin soykırımdan sorumlu olduklarını ileri sürmemiş olsa da, Ahmet Kahraman, Miroğlu’nu bu demekle suçluyor ve Kürtleri suçlamasından dolayı onu kınıyor. “Kürtleri sorumlu tutmak, entrikacı akla uygun, ama gerçeğe ters, Kürtlere iftiradır. İftira ile katillerin paklanması mümkün değildir.”[8] Türk ceza yasasında meşum 301. madde yer almakta: ‘Ermenilere karşı soykırım işlendiğinden söz edenler “Türklüğü aşağılamak”la suçlanırlar.’ Bu nedenle Orhan Pamuk ya da Elif Şafak gibi Türk aydınları sanık sandalyesine oturtulmuşlar ve Hrant Dink de aynı nedenle Ocak 2007’de öldürülmüştü. Eğer Orhan Miroğlu Kürtlere leke çalmaktan suçlanacaksa, bu durum resmi Türk tarihini eleştirenlere karşı Türk devletinin başvurduğu yöntemi hatırlatmaktadır.
Ermeni Soykırımı geçen yıllar boyunca tarihçilerin ciddi ilgisini çekmiş bir konudur ve devlet arşivlerindeki pek çok belge yayınlanmıştır. Ermeni bilimcileri ya da aydınları 1894-96 katliamlarından ya da 1915 soykırımından Kürtlerin sorumlu olduklarını iddia etmemişlerdir. Prof. Vahakn N. Dadrian genel anlamda en tanınmış Ermeni tarihçisi olarak bilinir. Kendisi son 50 yıldır soykırım tarihini araştırmaktadır. 1995 yılında yayınlanan “The History of the Armenian Genocide”[9] adlı kitabı konuya ilişkin önemli bir eserdir. Onda da Kürtlerin rolüne dair ne bir bölüm ne de altbölüm yer almaktadır. Kürtler tüm kitapta sadece 14 kez geçiyorlar.
Soykırımla ilgili tartışmalarda, hiç kimse – hatta Türk resmi tarihçileri bile – Ermeni ve Süryani/Asuri soykırımlarından dolayı Kürtlere sorumluluk yüklemiyor. Kürt Hamidiye Alaylarının 1894-96 katliamlarındaki rolü bilinen bir şeydir. Kürtlerin, İttihatçı rejim tarafından planlanıp uygulanan suçta rol almış olmaları da bilinmekte ve yadsınmamaktadır.

Aydınlar

Aydınlar ve araştırmacılar tarihin incelenmesi ve değerlendirilmesinde önemli bir rol oynarlar. Resmi tarihe yönelik eleştiriler, soykırıma yol açan gerçek siyasî, sosyal ve ekonomik şartların da açıklanmasını beraberinde getirmelidir. Ancak “değerlendirmeye değer” Kürt yazarlarının Ermeniler ve soykırım hakkında yazdıkları devletin “Türk Tarih Kurumu”nun bakış açısına kısmen de olsa benzemektedir. Birkaç istisna dışında, yazdıkları, özellikle Ermenilerin ve Süryani/Asurilerin tarihleri açısından yüzeyselliği ve bilgi eksikliğini yansıtmaktadır. Çoğu yazar, literatürü, özellikle de günümüzün önemli belgelerini bilmiyor görünmekte. Yine, Kürtlerin 1915-1916 soykırımında oynadıkları rolün eleştirel bir değerlendirmesini yapmaya soyunanların kendi halkını aşağılamakla suçlandıkları da görülüyor. Bu şekilde, gerçekten eleştirel ve derinlemesine bir tartışmaya sınırlar getirilmeye çalışılıyor.

Ermeniler Revandüz’de 5000 Kürt’ü öldürdüler mi?

Özellikle Türkiye’nin doğrusunda yaşayan Aleviler arasında, tarihsel ve kültürel anlamda ilişkili oldukları Ermeniler ve soykırımın tarihçesine artan bir ilgi göze çarpmaktadır. “Kızılbaş” dergisinin pek çok sayısında Ermeni Soykırımı üzerine makaleler yer almıştır. Onlardan biri de Naci Kutlay’ın soykırım ve Ermeni-Kürt ilişkileri konularına özel bir önem atfeden yazısıdır.
Kutlay şöyle yazıyor: “Yer yer, cezaevlerindeki Kürtleri, Ermenileri öldürsünler diye serbest bıraktılar. Ne var ki, Rusya ordularının Kürdistan’ı işgali sırasında, Ermeni fedayileri ve örgütleri de aynı tür katliamlarla yanıt verdiler. Mayıs 1916’da Revandüz’de[10] bazı kaynaklara göre beş bin Kürt öldürüldü. Bu açıkça bir öç almaydı.” Kutlay, bunu, bu çok ciddi bir suçlamaya kaynak olarak göstermenin gereği olmadığını düşünüyor.
Herhangi bir bilimsel araştırmaya atıfta bulunulmamasına rağmen Kutlay, tanınmış tarihçi Dr. Kemal Mazhar Ahmed’in[11] Bağdat’taki Kürt Akademisi tarafından 1975’de yayınlanan bir yazısından yararlanmış görülüyor. “1916 Mayıs’i başlarında General Çiornezbev’in komutasında Rus kuvvetleri, Revanduz’a girerken dört Ermeni fedayi grubu da beraberlindeydi. 13 Mayıs günü sehri aldilar. Ermeni fedayileri intikam almak istiyorlardu ve bu nedenle cok kan akıttılar. Bircok kaynağa göre bu katliam sonunda, kadın, erkek, çocuk yaklaşık 5000 Kürt öldürüldü. Çoğu kurşunla değil, Revandüz vadisine fırlatılarak öldürüldü” diye yazılı Ahmed’in yazısında. Bir dipnottaysa, zamanın İngiliz subayı K. Mason’ın bir kitabına yer veriyor. Kitap, Türk-Irak sınır sorunu ve Milletler Ligi’nin rolünü ele alıyordu. Dipnotunda bizzat K. M. Ahmed’in Revandüz’de 5000 Kürt’ün öldürülmüş olduğuna kuşkulu yaklaştığını vurgulaması önemlidir: “Bu rakam abartılımışa benziyor. Ne M. H. Zeki – ki savaşın yolaçtığı zarar ve ziyandan bahseder – ne de Hüseyin H. Mukriyani – ki kendisi I Savaş’tan sonra Revandüz’da yaşamiş ve bu konuda yazmış – böyle bir rakam vermiştir. Halk arasında, çok sayıda Kürt kadınının, namusunu kurtarmak amaciyla kendilerini vadiye fırtattıkları anlatılır.” Dolayısıyla, sadece 5000 Kürt’ün öldürülmesi değil, Revandüz’de kitlesel bir cinayetin yaşanıp yaşanmadığı da sorgulanabilir bir konudur. Naci Kutlay, ya K. M. Ahmed’in düştüğü bu önemli notu okumamış ya da kasten söz etmemiş görünüyor. Okuyucunun aklında kalan şeyse, Revandüz’de 5000 Kürt’ün Ermeni fedayilerinin öç eylemin kurbanı olduğudur.
Açıkçası şu ki, kimse suçun ağırlığını önemsememeye cesaret edemez ya da sessiz kalamaz. Ancak, araştırmacılar ya da aydınlar hiçbir sağlam kanıt göstermeden 5000 Kürt’ün katli gibi son derece ciddi suçlamalar yaptıklarında, bilerek ya da bilmeyerek halklar arasında kini, nefreti ve güvensizliği körüklemiş oluyorlar. 1916’dan itibaren Rus denetimi altındaki bölgelerde bulunan Ermenilerin öç aldıkları inkar edilemez. Batı Ermenistan’dan pek çok Ermeni fedayisi geldi. “1908 Jön Türk Devrimi” öncesinde hükümet güçlerine ve Hamidiye Alaylarına karşı savaş verdiler. Dolayısıyla, katliamlara katılmış olan hükümet yanlısı Kürt aşiretleri Ermenilerce bilinmektedir. Bu nedenle onlar öçlerini bu Kürtlere yöneltmişlerdi. Güneyde kalan ve Ermeni yerleşim alanlarının dışında olan Revandüz’de, kayda değer bir Ermeni nüfusu yoktu. Kürdistan’ın bu bölgesindeki Kürt aşiretleri, ne Abdülhamit döneminde ne de sonradan, Ermeni katliamlarında rol almamıştı. Kısacası, Ermeni fedayilerinin ora halkı Kürtlere karşı öç eylemlerine girişmiş olmalarına pek ihtimal verilemez.

Tazminatsız Özür Olur mu?

Naci Kutlay’ın “Kızılbaş”taki makalesi Ermeniler açısından kayda değer niteliktedir, çünkü soykırım sorununun nasıl çözülebileceği konusuna el atıyor: “Ölenlerin geri gelmesi olanaksız. Maddî ve manevî zararları gidermek ve yaraları onarmak imkansız, ama, etkisini bir ölçüde hafifletmek mümkün. Almanya’daki Yahudi soykırımından sonra, sosyal demokrat hükümetin lideri Willy Brand, Yahudilerden özür diledi. Hitler’in yaptığı yanlışın yükünü neden Alman toplumu ve Willy Brand çeksin?”[12] Yani Kutlay soykırım konusunun çözümünü sağ kalanların torunlarından özür dilenmesinde görüyor.
Katledilen Ermenilerin mezarlarından kalkmayacakları açık. Fakat Naci Kutlay maddî ve manevî zararları gidermenin imkansız olduğuna nereden inanıyor? Bunun gerekli ve mümkün  olduğunu bizzat Almanya örneği bize gösteriyor: 1951 yılında Konrad Adenauer’in Hıristiyan-Demokrat hükümeti Alman halkının Nazi suçlarından suçlu ve sorumlu olduğunun yanı sıra İsrail ve Yahudi halkına karşı ilkesel bir görevi olduğunu da Bundestag’da onaylamıştı. Alman federal hükümeti ve Yahudi örgütleri temsilcileri 1952 yılında toplu tazminat olarak 3.45 milyar DM’lık bir ödeme öngören bir anlaşma yapmışlardı.
Kutlay, Almanya’nın maddî ve manevî sorumluluklarını yerine getirdiğini görmezlikten gelmekle kalmıyor, Türkiye’nin Alman öncülünü izleyerek tazminat vermesinin neden “imkansız” olduğunu açıklamakta da çaresiz kalıyor. Kürt halkına karşı savaşan askerinin harcamaları hakkında  hiçbir sıkıntı duymayan ve kendi halklarını terörize etmek için on binlerce Kürt “köy korucusu” için olağanüstü paralar harcayan Türk hükümetinin kenarda köşede parası yok mu? Kutlay, ya Ermenilerin sözde “haksız tazminat talepleri” konusunda Türk devletiyle dayanışma içinde olmak zorunda hissediyor kendini ya da bundan Kürtlerin de etkilenebileceklerinden korkuyor.
Ingilizceden çeviren: Attila Tuygan
[1] Asbarez Online 29.04.1997
[2] Serxwebun, Sayı 2, Şubat 1982, Sayfa 10
[3] Serxwebun, Sayı 4, Nisan 1982, Sayfa 11
[4] PRK/Rizgari (Kürdistan Özgürlük Partisi) Birinci Parti Kongresi Nihai Beyannamesi, 1999
[5] Recep Maraşlı, Ermeni Ulusal Demokratik Hareketi ve 1915 Soykırımı, İstanbul 2008, Peri Yayınları
[6] Taraf, 25.04.2011
[7] Hamidiye Alayları 1890 yılında Ermeni cemaatlerini baskı altında tutmak, ezmek ve gözünü korkutmak üzere doğu ve güneydoğu Anadolu’da Sultan Abdülhamid tarafından bölge Kürtleri arasında oluşturulan askerî birliklerdir. Soykırım sırasında hem Ermenilerin hem de Süryanilerin imhasında çok önemli rol oynamışlardır.
[8] Yeni Özgür Politika, 28.04.2011
[9] Vahakn N. Dadrian, Ermeni Soykırımı Tarihi, İstanbul 2008, Belge Yayınevi
[10] Revandüz, Irak Kürdistan’ı Erbil Yönetimine bağlı Soran’ın bir ilçesidir.
[11] Dr. Kemal Mazhar Ahmed, Birinci Dünya Savaşı Yıllarında Kürdistan ve Ermeni Soykırımı (Kurdistan during the WW I and the Armenian Genocide), Stockholm 1986 (Türkçe çeviri). K.M. Ahmed, Sovyetler Birliği’nde eğitim görmüş bir tarihçidir.
[12] Kızılbaş, Sayı 3, Nisan 2011
https://www.blogger.com/blogger.g?blogID=7403975790903408862#editor/src=sidebar
..
Not;   Bu  web  sitesi haberlerini okudukça  kürt & ermeni işbirliğinin hangi boyutlarda oldugu açıkça  görülmektedir..


KÜRTLER, ROJAVA’DAKİ HRİSTİYANLARIN KAYGILARINI GİDERMELİDİR



KÜRTLER, ROJAVA’DAKİ HRİSTİYANLARIN KAYGILARINI GİDERMELİDİR





Kasım ayının başında Suriye’nin Haseke vilayetinde Demokratik Birlik Partisi’nin (PYD) ilan ettiği Cezire Kantonu’nda 16 Süryani ve Ermeni kurumu tarafından ortak imzalı bildiri yayınladı.  Bu bildiri Cezire Kantonu’ndaki yönetime ilişkin bazı itirazlara işaret ediyordu. PYD bu bildiriye dair bir açıklama yayınladı ancak ne yazık ki kaygıları gidermeye yeterli değil. Üstten konuşan bir dil ve sonu uyarı ile biten bir açıklama…
HABUR SAVUNMA MUHAFIZLARI KOMUTANI’NA YÖNELİK SUİKAST
Bundan yedi ay önce Habur Savunma Muhafızları komutanı David Antar Gindo’nun bir suikast sonucu öldürülmesine ilişkin yine Süryaniler YPG’e adalet çağrısında bulunmuştu. Suikastı gerçekleştirenler YPG’li beş kişi idi. YPG olaydan sonra David Antar Gindo’yu şehit ilan etmiş ve kendisini şehit edenlerden hesap sorulacağını açıklamıştı. Kanton mahkemesi ise iki kişi hakkında iki yıl hapis cezası vererek davayı sonuçlandırmıştı. Asuri Süryani Aydınları Platformu (Platform Turabdin) 22 Nisan 2015’de öldürülen Habur Savunma Muhafızları Komutanı’na yönelik suikastın örtbas edildiğini belirterek, Kürt Özgürlük hareketini, tekçi, zalim ve entrikacı Türkiye Devleti gibi davranmakla eleştirmişti. Aynı tarihlerde YPG-YPJ ile Süryani savaşçıların birlikte IŞİD’e karşı operasyonlar yaptıklarını da biliyoruz. Cizire Kantonu’nda başlatılan ve adını “Komutan Rubar Hamlesi” koydukları operasyonda IŞİD’e ‘büyük darbeler vurulduğu’na dair haberleri de izlemiştik. Ancak Süryaniler kaygılıydılar yine de…
16 SÜRYANİ VE ERMENİ KURUMUNUN AÇIKLAMASI
Aradan geçen yedi ay sonra Hristiyanlardan oluşan 16 kurum Cezire Kantonu’ndaki yönetime ilişkin bir bildiri yayınlarak bazı kaygı ve itirazlarını dile getirdiler.

İtirazlar şu dört başlıkta toplanıyor:

Özel ve kamu okullarında yeni eğitim müfredatı
Gençlerin zorunlu olarak askere alınması
Özel vergi uygulaması
Süryanilere ait olan mülklerin gasp edilmesi
Bildiride yeni çıkarılan özel vergi yasasına biat etmeyeceklerini ve Hristiyanlara ait olan mülklerinin de başkalarının kullanımına tanzim edilemeyeceği belirtiliyor.
“Temel insan hakları korunmalı” denilen bildiride, “Etnik ulusal kültürel farklılıklara rağmen tüm sakinlerin, Cezire vilayetinde barış içinde bir arada yaşamaya devam edeceğine inanıyoruz” ifadelerine yer veriliyor. Kanton Yönetimi’nin çıkarttığı yeni ‘Göçmen Mülkleri Yasası’na konu olan mülklerin, çoğunlukla çatışmalar nedeniyle evini terk etmek zorunda bırakılan Hristiyanlara ait olduğu belirtiliyor ve Göçmen Mülkleri Yasası’nın, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ndeki mülkiyet hakkına aykırı olduğunu kaydediyorlar. Bildiride ayrıca, hiçbir nedenle, evlerini terk etmek zorunda bırakılan kişilere “hain” muamelesi yapılamayacağına dikkat çekiliyor. Bildiriye imza atan 16 Süryani ve Ermeni kurumları arasında bölgedeki Süryani, Ermeni, Keldani kiliselerinin yanı sıra, Süryani Demokratik Örgütü, Suriye Hristiyan Gençlik Merkezi gibi örgütler de yer alıyor. İlk anda İttihat ve Terakki’nin geçen yüzyılın başlarındaki soykırımı projesinin öncesi aldığı kararlar ve çıkardığı yasalara benzer uygulamaları andırıyor olan biten. Haliyle de korkuyoruz. Merakla PYD’nin bu konuya ilişkin bir açıklama yapmasını bekliyoruz.
PYD’DEN ROJAVA’DAKİ SÜRYANİ VE ERMENİ KURUMLARININ BİLDİRİSİNE DAİR AÇIKLAMA
Fırat Haber Ajansı ANF’de yer alan habere göre, PYD’nin ilan ettiği Demokratik Özerk Yönetim içinde yaşayan herkesin özel mülkiyetini koruma altına almanın Demokratik Özerk Yönetimi’nin sorumluluk alanında olduğu hatırlatılarak “Özel mülkiyetin korunması konusunda çıkacak olan bir yasanın önceliği de Süryani, Asuri ve Arap halkımızın özel mülklerini korumayı bir görev olarak görür” deniyor. Bildiride aktarıldığı gibi Haseke’deki Süryani okuluna YPG tarafından el konulmadığını açıklayan PYD EŞ Başkanlık Danışmanlarından Shinko Dibo, IŞİD çetelerinin daha önce buraları işgal ettiği sırada bu tür binalara girdiğini ve buralardan saldırı düzenlediğini söylüyor. Bu nedenle bu tarz binaların güvenlik nedeniyle bir dönem korunduğunu belirten Dibo, çetelerin temizlenmesinin ardından okulun şu an yeniden Süryani halkının kontrolünde olduğunu belirtiyor. YPG’nin Süryani gençlerini zorla askere aldığı yönünde bildiride öne sürülen iddiayı da yalanlayan Dibo, YPG’nin kimseyi zorlayarak saflarında askerlik yaptırmasının mümkün olmadığını söylüyor.
“KİLİSE VE CAMİLER POLİTİK KONULARA KARIŞMASIN”
Bildiriyi yayımlayan kesimler arasında kiliselerin yoğunlukta olduğuna dikkat çeken Dibo, “Kiliselerin işi, politik konularda açıklama yapmak değildir. Aynı şey camiler için de geçerlidir. Yönetim konularında zaten halkların seçilmiş temsilcileri var, onlar karar verir. Kantonlarımızda kanunlar tüm halklardan temsilcilerin katılımı ile yapılıyor” diyor.
AÇIKLAMA KAYGILARI GİDERMEK İÇİN YETERLİ DEĞİL
Açıklamanın sonundaki uyarı dikkat çekici: ‘’Bildiriyi yayınlayan kesimler arasında kiliseler yoğunlukta… Kiliselerin işi, politik konularda açıklama yapmak değildir. ’’ Ve zaten yönetim konularında halkların seçilmiş temsilcileri var, onlar karar verir denilerek bildiride geçen kaygılara, itirazlara dair ikna edici olmayan açıklamaların ardından siz susun deniyor.
Peki, madem halkların seçilmiş temsilcileri var, neden onlar değil de PYD bu konuya dair açıklama yapıyor? Ki açıklamalar resmi TC devleti açıklamalarını andırıyor: “Özel mülkiyetin korunması konusunda çıkacak olan bir yasanın önceliği de Süryani, Asuri ve Arap halkımızın özel mülklerini korumayı bir görev olarak görür” Ama işte Süryaniler ikna olmamış. Bu cümle onları ikna edecek bir cümle değil ki. Daha doğrusu birileri bazı maddeler sıralayıp itirazlarını sıralıyor, birileri de bunlar doğru değildir diyor. Bu nasıl ikna edici olsun.
Kürtler son 50 yıldır Ortadoğu’daki her devrimci demokratik mücadelenin öyle ya da böyle parçası hatta öncüsü durumunda, her kesimin umutla izlediği destek verdiği önemli bir güç halindeler. Ve dolayısıyla düşman bellediklerimizin yaptıkları bizi hayal kırıklığına uğratmazken, dostların çöpü dahi göze batar. Bu normal karşılanmalıdır. Özellikle Rojava’da ne büyük bedeller ödendiği herkesçe biliniyor. Tam da bu yüzden beklentiler büyüktür. Bu noktada bölgedeki zalim devletlerle Kürtler tabi ki aynı kefeye konmayacaktır. Ama Kürtlerden hep en doğru olanı yapması beklenecektir. Ki bölgede azınlık durumundaki mazlum Hristiyan uluslardan insanların kaygılarını ortadan kaldırmak en çok da Kürt ulusunun temsilcilerinin görevidir.

1915 Soykırımı Bağlamında Kürt-Ermeni Tarih Muhasebesi



1915 Soykırımı Bağlamında Kürt-Ermeni Tarih Muhasebesi,




Hovsep-Hayreni-Kitap









Dostum Hovsep Hayreni’nin çalışmalarını değerlendiren bir sunuş yazmak son derece zordur. Zira O kılı kırk yaran titiz bir araştırmacıdır. Bu bakımdan yazıları üzerinde konuşurken ve yazarken de onun gibi titiz ve özenli olmak gerekir.
Tarihi Ermenistan’da, Ermeni- Kürt – Kızılbaş başta olmak üzere halkların birbirleriyle olan ilişkileri konusunda bir elin parmaklarını geçmeyen araştırmaların yanına Hovsep, kapsamlı, 1915 Soykırımı odaklı yüz yıllık süreci inceleyen, irdeleyen ve yorumlayan bir araştırma eklemiştir. Halklar arasındaki ilişkilerin yanında, bu ilişkilere etki eden şahsiyetler de inceleme kapsamına alınmış, denek taşına oturtulmuştur. Denek taşına oturtulan bir diğer olgu da 1915 Soykırımına ilişkin seçici vicdandır. Hovsep burada kişileri, toplumları ve olgularısorgulayarak dikkatli bir dille okuyucularıyla paylaşır. Bu dil aynı zamanda adaleti arayan bir dildir.
Kısaca elinizdeki kitap bu konudaki araştırmaların başında ve türünün en mükemmel örneklerinden biri olmasının yanında, halklar arasındaki ilişkilerin, tarihsel bir süreç içinde nasıl incelenerek günümüze ışık tutan bir perspektifle okuyucularla buluşacağının örneğini verir. İlişkilerin olumlu olumsuz yanlarını tartar, inişli çıkışlı dönemleri, nedenlerini ve sonuçlarını irdeler.
Hovsep, çalışmasıyla bir bakıma halklar arasındaki ilişkilerin incelenme ve yorumlanma perspektifini ve yöntemini paylaşır. Bu yüzden elinizdeki kitap aynı zamanda bir yöntem kitabıdır. Kürtler ve Kürdistan üzerine hele Ermeni-Kürt ilişkileri üzerine konuşmak ve yazmak son derece zordur. Tepkiler pusuda bekler. Yazdığın her sözcük vatan-millet-Fırat süzgecinden geçmek zorundadır.
Hovsep, bu sırat köprüsünü, bu handikapı başarıyla aşan önemli kalemlerdendir. O, seçtiği sözcüklerle, tarihten günümüze bölgedeki ilişkilere ayna tutarken bir an bile objektifliğinden ayrılmaz, duygusal davranmaz. Her bir yazının her bir sözcüğü titiz bir düşünce ve dille kaleme alınmıştır. Böyle netameli bir alanda yanlış bulduğu ve milliyetçi tarafgirlik olarak gördüğü yorumları eleştirirken, tersi yönde haksızlık etmemek için azami özeni gösterir.
Bu bakımdan bu alandaki yazıları sabırsızlıkla beklenen en saygın kalemlerden biridir. Bu çalışmanın, HovsepHayreni’nin uzun sayılabilecek zaman aralığında bir çok yerde yazdığı ancak bütünlüklü bir perspektif içinde birbirini tamamlayan yazıları ve konuşmalarının bir araya toplanarak oluşturulması, klasik bir derleme olarak anlaşılmamalıdır. Yazıların bilinçli bir tercihin ürünü olarak birbirinin devamı niteliğinde olması birçok can alıcı sorunun birbiriyle ilintisini ortaya serdiği gibi, bu yazılar birçok bakımdan can yakıcı güncel sorunlara müdahaleyi içermektedir. Bu kurgu, sorunları birbirleriyle bağlantısını kaynaklarıyla birlikte görmemizi ve daha kolay anlamamızı sağlar.
İncelemenin bütünde-fonunda sorunların 1915 itibariyle donduğunu görmek mümkündür. Uyarıları dikkatle incelenerek göz önüne alınacak bilge niteliklere sahiptir. O coğrafyada çözüm 1915 Soykırımı ile çok sıkı bir bağ ile bağlıdır:
Kürt milliyetçiliği ve tarihyazımı bu alanda soykırımın sonuçlarından pekala istifade etmiş ve halen de etmektedir. Evet Ermeni halkına mezar edilen Batı Ermenistan siyasi ve hukuki olarak Kürdistan’a dönüşemedi, yine Türk devletine kaldı. Ama demografik ve kültürel olarak geçmişte olmadığı kadar Kürdistan hüviyeti kazandı.
HovsepHayreni’nin bu sözleri boşa söylenmiş sözler değildir. Ölçülmüş tartılmış ve paylaşılmıştır.
Eline sağlık Hovsep…
İyi okumalar dostlar…
.