26 Nisan 2015 Pazar

Ermeni Meselesinde Geçmişten Günümüze Amerikan Board Okullarının Rolü. 2




           Ermeni Meselesinde Geçmişten Günümüze                       Amerikan Board Okullarının Rolü. 2


.


Türk ABD ilişkileri iki devlet arasındaki ticari gelişmelere bağlıkalarak, 19. yüzyılın ilk çeyreğinde kurulabilmiştir. Ancak, iki ülkearasında bu tarihten 
çok evvel de ticaret yapıldığı bilinmektedir. 17.yüzyıla kadar geriye götürebileceğimiz bu dönemde İngiliz bandıralıAmerikan ticaret gemilerini bir 
tarafa bırakırsak, Osmanlıİmparatorluğu’na gelen Amerikan bandıralı ilk gemi Grand Turk  adınıtaşımaktaydı. 

ABD Maliye Bakanlığı’na ait ithalat ihracat istatistikleri1803 yılı kayıtlarında ilk defa Türkiye için bir sütun açıldığı bilinmektedir.13

ABD ticaret gemileri, Akdeniz limanlarına güvenli bir şekilde varmak ve haraç verdiği Cezayir dayılarından kurtulmak içinOsmanlı Devleti ile 
ilişkisini resmiyete dökme çabasına girmişti. 19.yüzyılın ortalarına kadar İngiltere korumasında ticari faaliyetler yürütenABD gemileri, 
1830 yılında ABD ve Osmanlı arasında yapılan ticariantlaşma ile diğer devletlere tanınan kapitülasyonlar ABD’ye deverildiğinden dolayı, 
faaliyetlerinde serbestlik kazanmışlardı.14

 1821yılında patlak veren Yunan isyanı, Osmanlı Devleti’nin Avrupa’dangelen baskılara karşı ABD’yi kendi yanına çekmek istemesi ve budevletin 
bu süreçte tarafsız kalmasını sağlama fikri, ABD ile Osmanlıarasındaki bu ticaret antlaşmasını Osmanlı Devleti için önemli kılmıştır.15 

Osmanlı toprakları ABD için bulunmaz bir fırsattı. Siyasi ve ekonomik çıkarlarının sürekli ve etkili bir şekilde Osmanlı topraklarında devametmesi 
için ABD, Osmanlı İmparatorluğu’nu çok etkin bir silahkullanarak fethetmeliydi, bu silah, imparatorluk içerisinde yürütülecek misyoner 
faaliyetleriydi.16

ABD’nin Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisinde yaşayanErmeniler ile ilk ilişki kurması misyonerler vasıtasıyla değil İzmir’de

13 Veysi Akın,  Amerika’da İlk Türk Lobisi, Türk Tevaün Cemiyeti (Turkish Welfare Association), Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Ankara 
Temmuz-2004, Cilt: 20, S.59, s. 1-2.

14 Gül Barkay, Türk ABD İlişkileri, İki Adım İleri Bir Adım Geri , Toplumsal TarihDergisi, Aralık 2003, S.120, s. 70., 
Daha fazla bilgi için Bkn; Gül Berkay, Türk  Amerikan İlişkileri Kronolojisi, Toplumsal Tarih Dergisi, Aralık 2003, S.120, s. 74-75,Çağrı Erhan,
Türk Amerikan İlişkilerinin Tarihsel Kökenleri , İmge Yay., Ankara 2001,s. 123-128

15 Hikmet Umunç, a.g.m, s. 6.

16 Dilşen İnce Erdoğan, Merzifon’da Amerikalı Misyonerler ve Ermeniler , ÇağdaşTürkiye Araştırmaları Dergisi, İzmir 2005, S. 4, s. 18.


kurulan ABD ticaret kolonileriyle olmuştur. Aslında Rumların ticarifaaliyetleri etkisinde olan İzmir, Yunan isyanı sürecinde Rumlara karşıduyulan 
güvensizlik ve nefretten dolayı Ermeni simsarların etkisinegirmişti. 1830 yılında yapılan antlaşma ABD’ye Osmanlı Devleti’ninhiçbir müdahalesi 
olmadan her milletten simsar seçme hakkını verilmesiABD’ye Ermenilere yakınlaşma fırsatını doğurdu.17

Bu fırsat AmerikanBoard örgütünün Anadolu’nun içlerine kadar yayılmasıyla bir çıkaradönüşecekti.18

Amerikan Board, Osmanlı topraklarında sırasıyla Lübnan,Suriye, Anadolu, Bulgaristan, Arnavutluk ve Makedonya’da teşkilatlanıpABD için etki 
sahası oluşturacaktı.19
Levi Parsons ve Pliny Fisk, Osmanlı topraklarına gönderilen ilk Amerikan Board misyonerleriydi.20

Uzun bir gemi yolculuğundan sonraİzmir limanına ayak basan bu misyonerlerin amacı faaliyet göstereceklerisahada keşif çalışması yapmaktı. 
Amerikan Board’un bu topraklarda ilk yirmi yılını kapsayan bu dönemde bölgeye gönderilen diğer misyonerlerle özellikle Anadolu adım adım 
gezilmiş imparatorluktayaşayan milletler ve bu milletlerin dilleri, dinleri, ibadet yerleri, eğitimalanları, yaşadıkları coğrafya ve ülke yönetiminde 
etkili olan kişiler hakkında ayrıntılı raporlar hazırlanıp Amerikan Board’un merkezi olanBoston’a gönderilmişti.21

Örneğin, Pliny Fisk, 1820’lerde Beyrut, Kudüs,Şam ve Antakya gibi bölgeleri gezerek, Türkler, Araplar, Dürzîler veMarunîler ve Ermeniler hakkında 
detaylı bilgi elde etmişti. H. OtisDwight ve Ely Smith adlı iki misyoner ise yolculuklarına İzmir’den başlayıp Tebriz’e kadar tüm bölgeleri gezerek 
özellikle Ermeniler ve Nasturiler hakkında önemli bilgiler elde edip bu bilgileri iki ciltlik kitaptatoplayıp bölgeye kendilerinden sonra gelecek olan 
misyonerlerekılavuzluk yapması için hazırlamışlardır. Bu geziden sonra Amerikan Board, Ermeni ve Nasturi misyonlarının kurulmasına karar 
vermiştir.22 

17 İlknur Polat Haydaroğlu,Osmanlı İmparatorluğunda Yabancı Okullar , Türkler Ansiklopedisi, Yeni Türkiye Yay., Ankara 2002, Cilt: 14, s. 185.

18 Necla Günay, Maraş’ta Ermeniler ve Zeytun İsyanları, IQ Kültür Yay., İstanbul 2007,s. 170-171

19 Hikmet Umunç, a.g.m., s. 6.

20 Uygur Kocabaşoğlu, a.g.e., s. 23

21 Hasan Tahsin Fendoğlu , Amerika Birleşik Devletleri’nin Misyonerleri ve Osmanlı Devleti, Türkler Ansiklopedisi, Yeni Türkiye Yay., 
Ankara 2002, Cilt: 14, s. 190.



Amerikan Board misyonerlerinin ilk dönemlerde asıl amacı diniydi yaniProtestanlaştırmak. Bu nedenle Müslümanlar, Yahudiler, Rumlar ve 
Ermeniler misyonerlerin ana hedefiydi.23

Misyonerlerin kafir olarak nitelendirdikleri bu gurupların hepsi aslında birer kitaplı dinlereinanıyorlardı. Müslümanlar, Rumlar ve Yahudiler 
arasındaki dindeğiştirme ve Protestan nüveler oluşturma eylemleri pek uzun sürmedi,Yahudilerin din değiştirmeye kapalı olması ve Rusya’nın 
Amerikanmisyonerlik faaliyetlerinin Ortodokslar arasında gelişmesini engellemeçalışmaları ayrıca Müslümanlarında idam cezalarına çarptırılma 
korkusu büyük engellerdi.24

Amerikan Board bu topluluklar üzerinde başarısızolunca hedefini Ermenilere çevirme kararı aldı. Ermenilerin iseilerlemeye açık bir millet oluşu, 
eğitime önem vermeleri, Ermeniler arasında sosyal ve ekonomik sınıf mücadelesinin yaşanması Ermenilerin,ABD için bu topraklarda ekonomik ve 
siyasal yayılmacılığınısağlayabilecek bir unsur olduğu tespit edilmişti. Hedef kitlelerini belirleyen misyonerler İmparatorluğun her bölgesinde 
Ermenilere dahakolay yakınlaşabilmelerini sağlayabilecek okullar, hastaneler veyetimhaneler açmaya başladılar.25

Amerikan Board misyonerlerininErmeniler arasında teşkilatlanması 1830-1876 yılları arasında sabırlı bir şekilde gelişti. Anadolu’daki Ermenilerin 
Katolik, Gregoryen veOrtodoks olmaları aralarında mezhep birliğinin oluşmasını engelliyordu.Birçok Ermeni, Ermeni Patrikliği ile çatışma 
içerisindeydi.26

Bu durum Board misyonerlerinin Anadolu’da oluşturmak istedikleri ProtestanErmeni Cemaatinin sürecini hazırladı. Bu amaç için yapılan çalışmalar 
1831-1850 yılları arasını kapsamış ve sonuçta Sultan Abdülmecit’in 1850  yılındaki fermanıyla Protestanlar ayrı bir millet olarak kabul edilmişti.


22 H. G. O. Dwight, E. Smith, Researches of the Rev. E. Smith and Rev. H. G. O. Dwight in Armenia; including a journey through Asia Minor, and into Georgia and  Persia, with a visit to the Nestorian and Chaldean Christians of Oormiah and Salmas(1833)
Boston, Crocker and Brewster Publisher, Boston 1833, s. 63-65

23 Uygur Kocabaşoğlu, a.g.e., s. 226-28

24 Davut kılıç, Osmanlı Ermenileri Arasında Dini ve Siyasi Mücadeleler , Atatürk Araştırma Merkezi Yay. Ankara 2006, s. 227-229

25 Rahmi Doğanay, Amerikalıların Antep Misyonunun Kuruluşu ve Faaliyetleri Hakkında Bir Deneme, History Studies, Volumu 1/1, 2009, s. 19-20., Dilşen İnceErdoğan, a.g.m., s. 19.

26 Davut Kılıç,Tarihten Günümüze İstanbul Ermeni Patrikhanesi, Atatürk AraştırmaMerkezi Yay., Ankara 2008, s. 109-116




Tanzimat ve ıslahat fermanlarının Osmanlı azınlıkları lehine getirdiğihakların etkisiyle hem misyonerler hem de Protestan Ermeniler daharahat 
hareket etme fırsatı elde etmiş ve bu fırsatı iyideğerlendirmişlerdi.27

Tanzimat dönemi Osmanlı topraklarındamisyonerler açısından kurumsallaşma dönemidir. Bu dönem özellikleErmenilerin yaşadıkları alanlarda 
eğitim ve sağlık alanında AmerikanBoard misyonerleri tarafından gerçekleştirilen atılımların yoğunlaşmaya başladığı dönemdir.28

Amerikan Board Osmanlı topraklarına ilk misyonerlerinigönderdikten sonra bu misyonerlerden gelen raporlar doğrultusunda1820-1830 yılları 
arasında kendisine üç misyon 29 sahası belirlemiş veteşkilatlanmasını bu sahalar içerisinde gerçekleştirmiştir. Amerikan Board’un ilk misyonu ;
Suriye Filistin Misyonu’dur, bu misyon Beyrut, Sidon, Tripoli ve Abeih istasyonlarından oluşmaktaydı. 
İkinci misyon bölgesi tek istasyona sahip olan İstanbul Misyonu’dur, 
Üçüncü misyon bölgesi İzmir, Bursa, Trabzon ve Sakız adası istasyonlarının oluşturduğuKüçük Asya misyonuydu.30 1849 yılına gelindiğinde İstanbul ve Küçük 

27 Osman Kılıç, Protestan Misyonerler ve Ermeni Olaylarına Etkileri, ErmeniAraştırmaları Dergisi, S. 29, Ankara 2008, s. 108-155

28 Ayten Sezer  , Osmanlı Döneminde Misyonerlik Faaliyetleri, Osmanlı Ans. Cilt: 2,Ankara 1999, s. 182-192

29 Amerikan Board tüzüğünde belirtildiğine göre örgüte bağlı misyonerlerinfaaliyetlerini yürütmede kullandıkları idari teşkilatlanmada dini ve 
eğitim alanındakiçalışmalar başta olmak üzere sağlık, yayın ve yardım alanındaki bütün çalışmalarınyürütüldüğü temel bölgeye misyon denilmiştir. 
Bu manada yürütülecek faaliyetlerintemel birimi ülke değil misyondur. Bu çerçevede bir ülkede birden fazla misyonolabilmektedir. Misyonlar, bir 
alt idari birim olan istasyonlara ayrılmışlardır. Geneldeistasyonlar bir misyoner tarafından idare edilip şehir merkezlerinde kurulmuşlardır.
Örgütlenmenin en alt basamağını, çevre bölgelerde yaşayan insanlara hizmet ulaştırmak amacıyla istasyonlara bağlı olarak kurulan dış istasyonlar 
oluşturmaktadırlar. Bunlar karar almak ve politika belirlemeden ziyade kasaba ve köylerde Hıristiyan ahaliden bir yardımcı idaresinde istasyonlar 
tarafından alınan kararları uygulayan birimlerdir. Dahafazla bilgi için Bkn; Gülbadi Alan, Amerikan Board’un Karadeniz ve Çevresindeki 
Teşkilatlanması, Uluslar arası Karadeniz İncelemeleri Dergisi, Yıl. 1 S.2 Bahar 2007, s.67-93., İdris Yücel, a.g.e., s. 55-57

30 Ayhan Öztürk, Amerikan Board’un Kuruluşu ve Teşkilatlanması ve Osmanlı Devletinde Kurduğu Misyonlar , Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler 
Enstitü Dergisi, Kayseri 2007/2 S. 23, s. 63-74.


Asya misyonları birleştirilerek Türkiye Misyonu adını aldı. Başlangıçtailk hedefi Kudüs olarak belirleyen Amerikan Board, Ermenileri asıl hedef  
belirlemiş ve tüm enerjisini bu millet üzerine odaklamıştır. TürkiyeMisyonu’na yeni istasyonların katılması ( Kayseri, Sivas, Urfa, Harput,Van, Antep)
Amerikan Board’un teşkilatlanmasını Anadolu’nun iç bölgelerine özellikle Ermenilerin yaşadıkları alanlara kaydırmasınaneden oldu.31

1850’de Türkiye Misyonu ismini Ermeni Misyonu olarak değiştirdi ve daha sonra 1860’la doğru bu misyon ikiye ayrılarak GüneyErmeni Misyonu ve 
Kuzey Ermeni Misyonu olarak faaliyetlerine devametti. Kuzey Ermeni Misyonu sınırları içerisinde İzmir, İstanbul, Trabzon,Erzurum, Tokat, Sivas, 
Kayseri, Arapkir, Harput, Bahçecik merkezistasyonları ve bu istasyonlara bağlı 30 kadar dış istasyon yer almıştır.Güney Ermeni Misyonu’na ait 
istasyonlar ise Antep, Maraş, Urfa,Antakya ve Halep şehirleridir. 1859 Amerikan Board’un istatistiklerinegöre bu istasyonlara bağlı 12 dış istasyon 
teşkilatın kapsamına alınmıştır.1860 yılında misyon bölgelerinde yapılmış olan düzenleme ile AmerikanBoard, Anadolu’yu üç ana misyon bölgesine 
bölerek Batı TürkiyeMisyonu, Doğu Türkiye Misyonu ve Merkezi Türkiye Misyonu şeklindetaksimat yapmıştır.32

Trabzon’dan Mersin’e doğru çekilecek bir hattın batısında kalan bölge Batı Türkiye Misyonu olarak tasarlanmıştır. BatıTürkiye Misyonu’na ait 
istasyonlar, İstanbul, İzmir, Merzifon, Kayseri veSivas’tır. Sivas’ın güneyinden Halep’e ve Mersin’e çekilecek iki çizgiarasında kalan bölgeye ise 
Merkez Türkiye Misyonu olarak belirlenmişve bu misyon içerisinde yer alan istasyonlar ise Antep, Maraş, Halep,Adana, Urfa ve Haçin (Saimbeyli)’dir.33

Bu bölgelerin doğusunda kalan bölgede ise Doğu Türkiye Misyonu teşkilatlanmıştır. Harput, Van,Erzurum, Bitlis ve Mardin bu misyonun önemli 
istasyonlarıdır. Amerikan Board, Anadolu’da oluşturduğu bu üç misyon bölgesinin yanı sıra  Osmanlı Topraklarında 1870 yılında yeni bir misyon 
daha oluşturmuştur.34

31 Metin Hülagü, Osmanlıdan Cumhuriyete misyoner Ermeni, Terör ve Amerika Dörtgeninde Türkiye, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitü Dergisi, Kayseri2001 S. 10, s. 67-68.

32 Gülbadi Alan, Amerikan Board’un Karadeniz ve Çevresindeki Teşkilatlanması…a.g.m., s. 67-93

33 Gürsoy Şahin,Türk Ermeni İlişkilerinin Bozulmasında Amerika Birleşik Devletleri Misyonerlerinin Rolü Üzerine İnceleme, Afyon Kocatepe 
Universitesi Sosyla Bilimler Enstitü Dergisi,Afyon Haziran 2005 Cilt: 7, S.1,s. 188.




Bu yeni misyon Avrupa Türkiyesi Misyonu’dur. Bumisyonun sınırları Bulgaristan’ın kuzeyinden Makedonya veArnavutluk’a kadar uzanmaktadır. 
Bu misyon içerisinde faaliyetgöstermiş olan istasyonlar ise Filibe, Manastır, Samakov ve Selanik’tir.Anadolu ve Balkanlarda örgütlenmeye devam 
eden Amerikan Board, bir taraftan Suriye bölgesinde de Suriye Misyonu adı altında çalışmalarınıdevam ettirmektedir. Bu misyon bölgesinin 
istasyonları ise Ortadoğu’nunönemli şehirleri olan Beyrut, Abeih, Tripoli ve Sidon’dur.35

 Amerikan Board’un Osmanlı topraklarındaki faaliyetlerinin neölçüde geniş bir alana yayıldığını yukarıdaki misyon taksimatındagördük. Genellikle 
her misyon alanında eğitim, sağlık ve din konusundaörgütlenme yoluna giden Amerikan Board, yüksek öğrenim veren bir kolejin, tam teşekküllü 
bir sağlık kuruluşunun ve din eğitimi veren bir ilahiyat okuluna her misyon bölgesinin merkezinde yer vermiştir.36 

Board’un Osmanlı topraklarında açmış olduğu kolejlere baktığımızda bunlardan en önemlilerinin İstanbul’da açılan Robert Koleji,Merzifon’da 
açılan 
Anadolu Koleji, Harput’ta açılan Fırat Koleji,İstanbul Amerikan Kız Koleji, Van’da açılan Amerikan Koleji, İzmir’deaçılan Uluslar arası Amerikan 
Koleji, Antep’te açılan Merkezi TürkiyeKoleji ve Beyrut’ta açılan Suriye Protestan Koleji olduğunu görürüz.37 

1850’de Osmanlı topraklarında Amerikalı misyonerlerin yönetimindeyedi kilise ve yedi okul varken bu sayı 1913’te 163 kilise ve 450 okulaulaştı. 
Amerikan okullarına devam eden Osmanlı vatandaşlarının sayısı,1850’de 112 iken 1913’te 25,922’ye erişti. 1886 yılında Osmanlıİmparatorluğu’nda 
sadece okullarda çalışan kadın erkek ABD’lilerinsayısı 254, Osmanlı’daki Amerikan kolejlerinin ve yüksek okullarının sayısı 35, yatılı kız okullarının 
sayısı 27 idi. Daha düşük seviyedekiokulların sayısı ise 508 olup, öğrenim gören öğrenci sayısı 25,171’di.

34 İdris Yücel, a.g.e., s. 57

35 Yahya Bağçeci,Osmanlı Devletinde Amerikan Misyonerlerinin Ermeniler Arasında Eğitim Faaliyetleri, Turkish Studies, Volume ¾ Summer 2008, 
s. 173-174.

36 Selçuk Akşin Somel, Osmanlı Ermenilerinde Kültür Modernleşmesi, Cemaat okullarıve Abdülhamit , Tarih ve Toplum Dergisi, Bahar 2007, Yeni Yaklaşımlar s. 10.

37 George Wasburn, Fifty Years in Constantinapol , Riverside Pres, Boston 1909, s. 54-55.





Ermeni Meselesinde Geçmişten Günümüze Amerikan Board Okullarının Rolü. 1





Ermeni Meselesinde Geçmişten Günümüze Amerikan Board Okullarının Rolü. 1


Celal Öney



Türkiye’de her ne zaman Ermeni iddiaları gündeme gelse Türk halkı hemen yüzünüAmerika’ya çevirir. Oysaki bugün Ermenilerin vatanı olan komşumuz Ermenistan ile kimseilgilenmez. Ermeni Meselesi, Türkiye ile Ermenistan arasından sıyrılarak Türkiye ile Amerikaarasında yer edinmiştir. Türkiye, bugün bu meselede Ermenistan ile değil Amerika ile mücadeleetmektedir. Bu mücadele Osmanlı ile Amerika arasında da süregelmiştir. Amerika, binlercekilometre öteden, geçmişte Osmanlıyı günümüzde de Türkiye’yi Ermeni kartıyla kendi çıkarlarıdoğrultusunda yönlendirebilmiş ve halen her 24 Nisan’da bu kartını tekrar göstererek Türkiye’ninuluslar arası arenada bağımsız bir yol izlemesine engel olmaktadır. Amerika, bu kartı nasıl elegeçirdi, kartı ona kim verdi ve Amerika’nın oynamak istediği oyun neydi? Çalışmamızda bu üçsoruya cevap arayarak hem Anadolu’da açılan Amerikan Okullarının Ermeni İsyanlarındakirollerini hem de Amerika’nın Ermenileri kullanarak kendi dış politikasına verdiği yönü tarihselsürecinde inceleyeceğiz.



Giriş

Osmanlı İmparatorluğu dünyada varlığını en uzun süre sürdürenimparatorluklardan biridir. Üzerinde hâkimiyet sürdüğü geniş topraklardayaşayan, farklı etnik yapılara mensup, farklı dinlere inanan ve farklıdilleri konuşan toplumları kendine has yöntemiyle idare etmeyi başaranOsmanlı İmparatorluğu 19. yüzyıla gelindiğinde dağılma sürecinegirmekten kendini alıkoyamamıştır. Kanuni Sultan Süleyman dönemindeyabancılara verilen kapitülasyonlar, 19. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin enönemli sorunu haline gelmiş bu dönemde etkisini daha fazla hissettirenmisyonerlik faaliyetlerinin yaygınlaşmasında, azınlık isyanlarınınartışında ve yabancı Batılı devletlerin imparatorluğun iç işlerine daha sık müdahalede bulunmasına neden olmuştu. Osmanlı Devleti, Avrupalıdevletlere yalnız ekonomik alanda değil, yargı ve eğitim alanlarında dahaklar tanımıştı. Ayrıca bu süreçte yayınlanan Tanzimat ve IslahatFermanları, imparatorluk sınırları içerisinde yaşayan azınlıklara din veeğitim özgürlüğü tanıyarak bu fırsatı bekleyen yabancı misyonörgütlerine kapıyı açmış ve misyoner okullarının imparatorluğun hemenher alanına yayılmasını kolaylaştırmıştı. Osmanlı topraklarında faaliyetgösteren en önemli ve teşkilatlanmasıyla diğer Batılı devletlerinmisyoner örgütlerini kısa zamanda geride bırakan, Ermeni İsyanlarının başlamasında tetik rolü oynayan Amerikan misyoner Örgütü olanAmerikan Board (ABCFM), Osmanlı ABD ilişkisi sürecinde önemli roloynamıştır. Özellikle çalışmalarında Ermeni toplumunu merkez alarak,açtıkları okullarla, sağlık kuruluşlarıyla, yetimhaneleriyle ve basın yayınfaaliyetleriyle bu toplumun farklılaşmasını sağlayarak Ermenilerin,ABD’nin Ortadoğu politikasında yararlanabileceği bir unsur halinegelmesini sağlamışlardı. Bu çalışmamızda Amerikan Board’un Anadolutopraklarındaki misyonerlik faaliyetlerini inceleyip, Ermeni isyanlarınınoluşum sürecinde nasıl bir önem arz ettiğini tespit etmeye çalışacağız.2

Amerika keşfedildikten sonra başta Avrupa ülkeleri olmak üzeredünyanın birçok ülkesinden bu yeni kıtaya göçler başladı. Bu göçlerinsonucunda oluşan kolonilerin birleşmesiyle ABD kuruldu. FakatABD’nin ulusallık ile ilgili bir birleştirici unsuru yoktu. Hıristiyanlık, bu birliğin tek ortak noktasıydı. Özellikle Kuzey Amerika’ya hâkim olan Protestanlık mezhebi çerçevesinde bir bütünlük oluşturmak, izlenmesigereken bir yoldu.

Protestanlık inancı Amerikan kültürünün oluşumunda büyük bir etkiye sahip olmuş ve hatta Amerika’nın iç politikasında etkiliolduğu kadar dış politikasında da belirleyici bir etken olarak ön saflardayerini almıştır.

Amerikan tarihinde önemli bir süreç olan dört Büyük Uyanış sonucunda meydana gelen reform hareketleri AmerikanDevrimi’ni meydana getirerek Protestanlığın, devletin her alanınagirmesine neden olmuştur. 1828–1835 yılları arasında Amerikantoplumunun hayat standartları artmış ve demokratikleşmeleri ilerledikçehalkın içinde bulunan dinsel enerji ortaya çıkmaya başlamış ve bu durumsosyal hareketliliğe neden olarak Amerika’da ilahiyat alanınıngelişmesini etkilemişti. İlahiyat alanında gösterilecek başarının anlamı,dünyanın dinini değiştirmek ile eşdeğer tutulmuştu. Sonuçta Amerika’dayaşayan Hıristiyanlar, Tanrının kendilerini dünyanın Hıristiyanlığın en büyük üç mezhebinden biri 16. yüzyılda Martin Luther ve JeanCalvin’in öncülüğünde Katolik Kilisesi’ne ve Papa’nın otoritesine karşı girişilenReform hareketinin sonucunda 1529 yılında doğmuştur. 

Protestanlar akla büyük yer vererek yerleşmiş kaideleri protesto ettikleri için bu adı almışlardır. Dini coğrafyaaçısından Protestanlığın kıtalar arası dağılımlındaki yeri Katolik mezhebinden hemensonradır. Dünyada en fazla Protestan Kuzey Amerika’da bulunmakta, ikinci sırada Avrupa devletleri gelmektedir. Protestanlık, Kuzey Amerika’da ve Avustralya’da en büyük din durumundadır. 

Dünyanın en büyük Protestan cemaatleri sırasıyla ABD,İngiltere, Almanya, Nijerya, Güney Afrika Birliği, Kanada, Avustralya, Brezilya,Hollanda, İsveç, Danimarka, Finlandiya ve Endonezya’dır. 

1 Ahmet Hikmet Eroğlu, Hıristiyanların Bölünme Sürecine Genel Bir Bakış, Ankara Üniv. İlahiyat Fak. Dergisi,Ankara 1999, Cilt. 41, S. 0, s. 319-322. Ayrıca daha fazla bilgi için Bkz. HüseyinErdem, Hıristiyanlıkta Kongregasyonalist akımın Ortaya Çıkışı ve Görüşleri,Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniv. SBE. Felsefe ve Din Bilimleri AnaBilim Dalı, Ankara 2009, s. 6 12.,

www.webhatti.com/ansiklopedi/63776-protestanlik.html   ulaşım tarihi, 09.02.2011

Erdal Açıkses,
Türk Amerikan Münasebetlerinin Değerlendirilmesi
Türkler Ansiklopedisi, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, Cilt. 23, s. 545.

Dilşen İnce Erdoğan, Amerikan Misyonerlerinin Faaliyetleri ve Van Ermeni İsyanları(1896), IQ Kültür Sanat Yay, İstanbul Mayıs - 2008, s.16.

Hıristiyanlaştırılmasında görevlendirdiğine inanmaya başlamışlardı.

Buinanç ABD’de birçok misyoner örgütün kurulmasına yol açtı. Buörgütlerden biri olan Amerikan Board ( American Board of Commissioners for Foreign Missions ) hem Amerika kıtasında hem dekıta dışında faaliyet göstermiş bir misyoner örgüttür. Neredeyse 19.yüzyılın tamamında ve bunun sonrasında Osmanlı topraklarında faaliyetgöstermiş olan Amerikan Board örgütünün temeli 19. yüzyılın başındaABD’nin New England bölgesinde atılmaya başlanmıştı.

1810 yılındaBoston’da Samuell Mills önderliğinde kurulan örgüt ABD’deki Protestanmisyoner örgütlerin en kıdemlisi ve en büyüklerindendi.
Kuruluşununilk yıllarında hedeflediği misyoner hareketi gerçekleştirmek için İngiltereProtestan misyoner örgütlerinden British Missionary Institution, ChurchMissionary Society ve Foreign Bible Society’den destek alarak dünyanın bir çok bölgesinde misyon oluşturmuştu. Japonya, Çin, Güney Afrika,Endonezya, Pasifik Adaları bu örgütün faaliyetleri arasındaydı. Yıl1819’u gösterdiğinde Amerikan Board, İngiltere hükümetininkışkırtmalarıyla programına Ortadoğu’yu ve Osmanlı topraklarını da aldı.Böylelikle İncil geldiği yere geri götürülecek Hıristiyanlık ise doğduğuyerde yeniden ama gerçek anlamında yayılacaktı.

ABD’deki misyoner hareketi ilk dönemlerde ABD hükümetleritarafından siyasal ve finansal anlamda destek görmedi, fakatmisyonerlerin dünyanın birçok bölgelerine yayılması ve bu bölgeler hakkında önemli bir bilgi kaynağı haline dönüşmesi ABD hükümetlerinin bu misyoner örgütlerle ilişki kurmasını zaruri kılmaya başlamıştı.Misyonerler için de arkalarında devlet desteğinin olması ve faaliyet gösterdikleri bölgelerde kendi devletleri tarafından korunulmaları önemli bir elzemdi. 1823 yılında ABD senatosu tarafından kabul edilen MonroeDoktrini
ABD’nin bağımsızlığını pekiştirmek, ülkenin özellikleekonomik anlamda büyümesini sağlayarak Avrupalı sömürgecidevletlerin faaliyetlerinden Amerika kıtasını uzak tutmayı hedeflemiştir.

4 Dilşen İnce Erdoğan, a.g.e., s. 18-19. Esra Danacıoğlu, Osmanlı
İmparatorluğu’nda Amerikan Board Okulları ve Ermeniler , Dokuz Eylül Univ, Atatürk İlkeleri ve İnkılapTarihi Enstitüsü Dergisi, İzmir 2000, Cilt. 3, S. 9-10, s. 131-133.

5 İdris Yücel, Kendi Belgeleri Işığında Amerikan Board’un Osmanlı ÜlkesindekiTeşkilatlanması, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Erciyes Üniversitesi, SosyalBilimler Enstitüsü, kayseri 2005, s. 21-26
Uygur Kocabaşoğlu, Kendi Belgeleriyle
 Anadolu’daki Amerika
, İmge Kitabevi Yay,Ankara 2000, s. 15.

Hikmet Umunç, On The Edge Of Civilized World: Cyrus Hamlin And The American Missionary Work In Turkey , Belleten, Aralık 2004, S. 252, s. 6-7



8 Monroe doktrini ilk bakışta bir Amerikan izolasyonu gibi bir izlenimveriyorsa da bu coğrafi, kültürel ve iktisadi bir yalnızlık değil yalnızcaaskeri bir stratejiydi. ABD, arka planda pasif bir yayılma hareketinisürdürmüş, açık kapı politikasını benimsemişti. Asıl amaç bu politikaçerçevesinde Amerika kıtasındaki diğer devletlerle ilişkilerini daha dageliştirmek buna karşın kendisinin bulunduğu konuma tehlikeoluşturabilecek Avrupalı devletlerin faaliyetlerini engellemek, Amerikakıtasında tek başına söz sahibi olmaktı.

Bu doktrin Avrupa’yı, ABD’niniç işlerinden uzak tutmayı başardı, fakat ABD’nin de dünyanınsömürgeci devletler tarafından bölüşülmesinde kendi payını almasınıgüçleştirdi. Çünkü doktrin, ABD’nin de Avrupalı sömürgeci devletlerindiğer kıtalardaki faaliyetlerine müdahale etmemesini öngörüyordu. ABD,Monroe Doktrini’ni çiğnememek için misyonerlerden yararlanma yolunagitti.

10 Kendi kıtası dışında askeri harekette bulunamayan ABD,doktrinine bağlı kalarak sivil toplum kuruluşları olan Amerikan Protestanmisyoner örgütlerini destekleyip, bu örgütlerin faaliyet gösterdikleriülkelerde kurumlar oluşturup, kendisine bağlı bir toplum meydanagetirip, daha sonra bu kurumları ve toplum haklarını bahane ederek oülkenin iç işlerine müdahale edip kendisi için emperyalist çıkarlar kazanma yolunu izlemiştir.

11 ABD, çıkar elde etmek istediği bölgelerdeilk aşamada ticari ilişkiler kurmuş ve akabinde Amerikalı Protestanmisyonerler bu bölgelere gönderilerek Amerikan çıkarları için hizmete başlamışlardı.

12  http://www.doktrin.net/monreo-doktrini-nedir.html,Ulaşım Tarihi, 16.02.2010

Seçil Akgün,
General Harbord’un Anadolu Gezisi ve Ermeni Meselesine Dair Raporu
,Tercüman Tarih Yay., İstanbul 1981, s. 9-12.
10 Erdal Açıkses, a.g.m., s. 545
11 Mehmet Alparslan Küçük,
 Ermeniler Arasında Protestanlığın Yayılışı ve Protestan Ermeniler 
, Berikan Yay., Ankara Ocak-2009, s. 44-45.
12 Uygur Kocabaşoğlu, a.g.e., s. 19-20.




https://www.academia.edu/1212967/Ermeni_Meselesinde_Ge%C3%A7mi%C5%9Ften_G%C3%BCn%C3%BCm%C3%BCze_Amerikan_Board_Okullar%C4%B1n%C4%B1n_Rol%C3%BC

..

"ERMENİLERDEN ÖZÜR DİLENMESİ" KAMPANYASI KONUSUNDA EMEKLİ BÜYÜKELÇİLER GRUBUNUN BİLDİRİSİDİR





"ERMENİLERDEN ÖZÜR DİLENMESİ" KAMPANYASI KONUSUNDA EMEKLİ BÜYÜKELÇİLER GRUBUNUN BİLDİRİSİDİR



Birkaç akademisyen ve gazetecinin ön ayak olmasıyla, 1915 olayları için "Ermenilerden özür dilenmesi" yolunda bir kampanya başlatılacağını basın haberlerinden endişeyle izlemekteyiz. Böyle bir kampanyanın haksız, yanlış ve ulusal çıkarlarımız açısından sakıncalı olacağına inanarak görüşlerimizi kamuoyunun bilgisine sunuyoruz.
Böylesine yanlış ve tek taraflı bir girişim,  tarihimize saygısızlık ve terör örgütlerinin Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde yaptıkları ve Cumhuriyet tarihimizde de giriştikleri şiddet eylemlerinde hayatlarını kaybeden insanlarımıza ihanet etmek anlamına gelecektir. Savaş koşullarında yapılan 1915 Ermeni tehciri acı sonuçlar vermiş ise de, Türk insanının Ermeni isyanları ve terör eylemlerinde uğradığı kayıplar ve acılar Ermenilerinkinden daha az değildir.  Ermeni tedhişçilerin, dış güçlerin planlı ve sürekli kışkırtmaları sonucunda, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ve daha sonra I. Dünya Savaşı sırasında ve Kurtuluş Savaşı'nın ilk dönemlerinde istilacı düşman kuvvetlerine katılarak Anadolu insanımıza karşı kitlesel vahşet eylemlerinde bulundukları yerli ve yabancı kaynaklı belgelerden de açıkça görülmektedir.  Cumhuriyet tarihimizde ise, 1973'de tekrar hortlayan ve ASALA ve "Adalet Komandoları" adlı terör örgütlerinin 1986 yılına kadar sürdürdükleri terör eylemleri 70 kişinin ölümüne, 574 kişinin yaralanmasına sebep olmuş, bunların arasında 5 büyükelçimiz ve 4 başkonsolosumuzun da dahil oldukları 34 kamu görevlimiz ve aile yakınları can vermişlerdir. Öte yandan,  geçen yüzyıl sonlarından itibaren Azerbaycan topraklarının dörtte birine yakın bölümünün Ermenistan tarafından işgal edilmiş ve buradaki bir milyon kadar nüfusunun kendi topraklarında sürgün hayatı yaşamaya mahkum olması sorunu bugün hala çözüm beklemektedir.  Özür dileme kampanyası gibi sakat bir girişime kalkışanlar acaba tarih boyunca Ermeni terörüne kurban giden ve zulüm gören insanlar için de özür dilenmesini düşünmekte midirler?
Ermeni iddialarını tümüyle haklı görürcesine özür dilemek girişimini bir tarafa bırakıp, öncelikle,  yakın geçmişte masum Türk diplomatlarını, görevlilerini ve aile bireylerini acımasızca katletmiş olan Ermenilerin Türk ulusundan özür dilemesini sağlamak gerekir. Bu katiller hala hayattadırlar ve Ermenistan ile bazı ülkeler tarafından himaye gördükleri için cezasız kalmışlardır.
Bizler, yurt dışında görevli bulunduğumuz yıllarda Ermeni terörünün acısını bütün vahşetiyle yaşadık. Her Ermeni terör eyleminden sonra, terör olaylarının yarattığı gündem içinde çarpık Ermeni iddialarının tek yanlı bir biçimde yansıtılarak dünya kamuoyunu daha da etkilediğini gördük. Bugün terör artık işlevini bitirmiştir. Planın ikinci aşamasında özür dilenmesi ve bundan sonra da işin toprak ve tazminat taleplerine vardırılmasının tasarlandığını biliyoruz. Dileğimiz, uğradığımız bunca kayıp, acı ve haksızlıktan sonra kendi insanımızın böyle bir sinsi ve kasıtlı plana alet olmamasıdır.
Bugün Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerde bir yumuşama sürecine girilmesi ve iyi komşuluk ilişkilerinin geliştirilmesi isteniyor ise, bunun yolunun, tek taraflı özür dilenmesi gibi tavizlerden değil, öncelikle taraflar arasındaki sınırların ve toprak bütünlüklerinin tanınmasından, ve mutlaka gerekiyor ise, her iki tarafın tarih boyunca çektikleri acıların karşılıklı olarak paylaşılmasından geçtiğinin hatırda tutulmasında yarar görüyoruz. Aksi takdirde, "özür dilenmesi" gibi tek yönlü bir davranış yersiz ve yanlış olacak, tarih gerçeklerine aykırı düşecek ve ulusal çıkarlarımız açısından vahim sonuçlar doğurabilecektir.
Bu çok hassas konuda uyanık olunması dileğiyle kamuoyumuzun dikkatine saygıyla sunulur.
Aralık 2008

BİLDİRİYİ DESTEKLEYEN EMEKLİ BÜYÜKELÇİLER:
1. İrfan Acar
2. Orhan Aka
3. Erdil Akay
4. Ömer Akbel
5. Oktay Aksoy
6. Nusret Aktan
7. Mümin Alanat
8. Fahir Alaçam
9. Önder Alaybeyi
10. Ali Hikmet Alp
11. Akın Alptuna
12. Burhan Ant
13. Reşat Arım
14. Sencer Asena
15. Mustafa Aşulla
16. Vahap Aşiroğlu
17. Reha Aytaman
18. Erdoğan Aytun
19. Candan Azer
20. Ahmet Banguoğlu
21. Yaman Başkut
22. Osman Başman
23. Hamit Batu
24. Taner Baytok
25. Nazım Belger
26. Aykut Berk
27. Murat Bilhan
28. Tansuğ Bleda
29. Deniz Bölükbaşı
30. Sadi Çalışlar
31. Gündoğdu Can
32. Erol Celasun
33. Hüseyin Çelem
34. Füsun Çetintaş
35. Ertuğrul Çırağan
36. Volkan Çotur
37. Halil Dağ
38. Sevinç Dalyanoğlu
39. Gönül Dalyanoğlu (emekli Başkonsolos)
40. Daver Darende (emekli Başkonsolos)
41. Filiz Dinçmen
42. Üstün Dinçmen 
43. Cenk Duatepe
44. Berhan Ekinci
45. Şükrü Elekdağ
46. Orhan Erdivanlı
47. Erdinç Erdün
48. Uğur Ergun
49. Nejat Ertüzün
50. Mehmet Ezen
51. Erkan Gezer
52. Okan Gezer
53. Ekrem Gökşin
54. Zeki Gönen
55. Emin Gündüz
56. Gün Gür
57. Burak Gürsel
58. Gencay Gürün (emekli Konsolos)
59. Altan Güven
60. Onur Gökçe
61. Korkmaz Haktanır
62. Vahit Halefoğlu (eski Dışişleri Bakanı)
63. Aydın İdil
64. Mehmet Ali İrtemçelik (Devlet eski Bakanı)
65. Asaf İnhan
66. Kâmran İnan (Devlet eski Bakanı)
67. Selçuk İncesu
68. Oktay İşcen
69. Ayhan Kamel
70. Nüzhet Kandemir
71. Salih Zeki Karaca
72. Aydan Karahan
73. Nurettin Karaköylü
74. Alp Karaosmanoğlu 75. Yıldırım Keskin
76. Fazlı Keşmir
77. Celâdet Kıyası (Emekli Büyükelçilerin Duayeni)
78. Selçuk Korkud
79. Ertuğrul Kumcuoğlu
80. Yalçın Kurtbay
81. Metin Kuştaloğlu
82. Ömer Engin Lütem
83. Ünal Maraşlı
84. Metin Mekik
85. Faik Melek
86. Suphi Meriç
87. Turan Moralı
88. Süha Noyan
89. Ali Engin Oba
90. Tansu Okandan
91. Tevfik Okyayüz
92. Ayşe Öğüt
93. Erhan Öğüt 
94. Vural Öktem
95. Candemir Önhon
96. Metin Örnekol
97. Onur Öymen
98. Önder Özar
99. Müfit Özdeş
100. Varol Özkoçak 
101. Güner Öztek
102. Ümit Pamir 
103. Ergun Pelit 
104. Hatay Savaşçı
105. İrfan Saruhan
106. Haluk Sayınsoy
107. Cengiz Sebükcebe 
108. Turgut Serdaroğlu
109. Yüksel Söylemez, 
110. Ülkü Süelkan (Emekli idari memur ve Şehit Bora Süelkan’ın eşi)
111. Teoman Sürenkök 
112. Ömer Şahinkaya
113. Erdoğan Sanalan
114. Faruk Şahinbaş
115. Tahir Şentürk
116. Verşan Şentürker
117. Bilal Şimşir
118. Pulat Tacar
119. Cavit Tarakcı
120. Selçuk Tarlan
121. Sanlı Topçuoğlu
122. Kaya Toperi
123. Aydın Tosun
124. Şükrü Tufan
125. Yalçın Tuğ
126. Bedrettin Tunabaş
127. Muammer Tuncer
128. Turgut Tülümen
129. Senbir Tümay
130. Erdal Tümer
131. Doğan Türkmen
132. Tugay Uluçevik
133. Erdinç Ulumlu
134. Bilgin Unan
135. Gözen Unan (emekli Başkonsolos)
136. Necati Utkan
137. Deniz Uzmen
138. Solmaz Ünaydın
139. Tevfik Ünaydın
140. Tanju Ülgen
141. Aydın Yeğen
142. Nuri Yıldırım
143. Betin Yiğit (Emekli Başkonsolos) 
144. Erhan Yiğitbaşıoğlu
145. İlhan Yiğitbaşıoğlu
147. Ömer Zeytinoğlu



http://www.eraren.org/index.php?Page=Sayfa&No=44

..

25 Nisan 2015 Cumartesi

ERMENİ İSYANLARI SONRASI ELE GEÇİRİLEN SİLAHLAR

ERMENİ İSYANLARI SONRASI ELE GEÇİRİLEN SİLAHLAR,




Ermeni İsyanlarında kullanılan silah ve mühimmatları,















































Ermeni İsyanları ve Silah Üretimi,








Büyük Ermenistan Hayali ve Ermeni İsyanları,

















..



24 Nisan 2015 Cuma

Ermeni Sorununun Hukuksal Boyutu, 4



Ermeni Sorununun Hukuksal Boyutu, 4

KISMEN VEYA TAMAMEN

Soykırımda bir grubun tümünü veya bir bölümünü yok etme iradesiyle bazı fiillerin işlenmesi gerekiyor Soykırımda, bir grubun mensuplarının o gruba ait olduklarından dolayı, ırkçı nefretle yok edilmesi söz konusu olduğundan, yok etme iradesinin mantıken grubun tümüne dönük olması lazım. Soykırım sonunda grubun bir kısmının kurtulması, hepsini yok etme kastının bulunmamış olmasından ziyade, geriye kalanların soykırım yapan örgütlenmenin erişiminin dışında kaldığını ya da soykırım yapanın gücünün işi bitirmeye yetmediğini gösteriyor. Bu, Nazilerin Yahudileri soykırıma uğratmasında böyle olmuştu.

Ermeni tehciri sadece Gregoryan Ermenilerin sevkini öngördü. Katolik ve Protestan Ermeniler tehcir dışı kaldılar. Üç dine mensup Ermenilerin sadece bir dine mensup olanlarının tehcir edilmesi, Osmanlılarda Ermenilerin tümüne dönük bir ırkçı nefretin bulunmadığını gösteriyor. Kaldı ki esasen Katolik ve Protestan gruplara mensup olanlara karşı bir ırkçı nefretin bulunmaması, İslam açısından üç dinin de Hıristiyanlığın sadece farklı mezhepleri olarak algılandığı göz önüne alındığında, Osmanlılarda Gregoryanlara karşı da ırkçı nefretin bulunmadığını kanıtlıyor. İmparatorlukta Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında din konusunda, tehcirle sonuçlanacak bir ihtilafın bulunmadığı da biliniyor. Ortodoks Ruslarla dindaş olan Gregoryan Ermenilerin, Rus ordularının yardımıyla, bölgede etnik temizliğe girişip bağımsızlık kazanması ihtimalini bertaraf etmenin tehcirde payı olduğu aşikar. Rus ordusunun ilerleme hattı üzerinde bulunan bu en büyük Ermeni grubun için-den çıkan terörist ve gerillaların Osmanlı ordusunu arkadan vurması, lojistik yollarını kesmesi, Müslüman yerleşim birimlerinde katliamlara girişmesi, tehciri askeri açıdan kaçınılmaz kılıyor. Bu nokta tehcir kararının altında yatan nedenin, ülke savunması, güvenliği ve toprak bütünlüğü ile Türklerin can güvenliğini koruma olduğunu gösteriyor.

Öte yandan bazı kentlerdeki Ermeniler, dini aidiyetlerine bakılmaksızın tehcirin dışında bırakılıyor İstanbul, Kütahya ve Aydın -ki İzmir’i de kapsıyor- Ermenileri bunların arasında bulunuyor. İzmit, Bursa Kastamonu, Ankara ve Konya’dan tehcir edilen Ermeniler hemen tümüyle geri dönüyorlar. Kayseri, Sivas, Harput, Diyarbakır Ermenileri büyük kısmıyla geri döndükleri halde, köylerine gidemiyorlar. Erzurum ve Bitlis’ten tehcir edilenler ise Kilikya’ya geçiyorlar[34] ve Kurtuluş Savaşı. sırasında Fransızlarla birlikte Türklere saldırıyorlar.

Tehcir yapılmayan illerdeki Ermenilerin sayısı 170-180 bin civarında. Ama bunun sembolik anlamı önemli. Irkçı nefretin yol açtığı Yahudi soykırımında, Berlin veya Münih Yahudilerinin soykırım dışında bırakılabileceğini düşünmek bile mümkün değil. Sadece bu örnek bile Ermenilere soykırım yapılmadığını ortaya koyuyor.

MAHKEMELER

Savaştan sonra İstanbul’un işgaliyle birlikte Sevres Antlaşması’na göre Ermeni olaylarını kovuşturmak amacıyla mahkemeler kuruldu. Bunların en ünlüsü Nemrut Mustafa mahkemesiydi. Amiral Calthorpe 24 Ocak 1919 günü Londra’ya gönderdiği bir telgrafta, Vezir-i Azam’ın kendisine 160-200 kişinin tutuklandığını söylediğini bildiriyor. Mahkemenin bir özelliği, İttihat Terakki düşmanı Hürriyet ve İtilaf Hükümeti’nce kurulmuş olmasıysa, diğeri de sanıklara savunma hakkının tanınmaması oldu. Bir süre sonra mahkemenin adil yargı yapamayacağını, belki de etkin yargıda bulunamayacağını anlayan İngiliz işgal kuvvetleri 118 sanığı Malta adasına taşıdı. Günün hukuk kurallarına aykırı olmasına rağmen, İngiliz mahkemesinin bu sanıkları yargılamasını istedi. Savaşa gecikerek girmesi dolayısıyla 1916 yılına kadar açık olan Amerikan Büyükelçiliği ve Anadolu’daki konsoloslukları nın elindeki kanıtların İngiltere’ye verilmesi talep edildi. İngiltere’nin Vaşington Büyükelçiliği’nden bir uzman Amerikan arşivlerini incele dikten sonra, Londra’ya çekilen 13 Temmuz 1921 tarihli bir telgrafta Amerika’nın elinde Malta’daki sanıkları suçlamada kullanılabilecek herhangi bir kanıt olmadığı bildirildi. İngiliz Kraliyet başsavcısı, 29 Temmuz 1921 tarihli raporunda, “...Şu ana kadar sağlanan yazılı tanıklıklarda, sanıklara yöneltilen suçları belli bir kesinlikle ortaya koyan bilgiler elde edilmediğinden , bana sunulan davaların başarısı hakkında herhangi bir beyanda bulunamayacağımı bildiririm” demekteydi. 

Bundan sonra hala Ermenilere karşı soykırım suçunun işlendiği iddiası, sadece bir sözleşmenin geriye işletilmesi gibi hukuka aykırı bir istek olmayacak, hakkındaki suçlamalardan dolayı yargılanması dahi mümkün olmadığı karara bağlanan kişilerin, yeni kanıtlar yokken, yargılanmalarını istemek anlamına gelecektir. Eğer Ermeni soykırım iddiaları, Sözleşme’nin IX. maddesindeki devlet sorumluluğu ilkesine dayandırılıyorsa, hukuktaki gelişmenin soykırım fiillerini işleyen kişilere münhasır olduğunu ya da o hale geldiğini de unutmamak gerekir.

ERMENİ TEHCİRİ İNSANLIĞA KARŞI SUÇ MUYDU?

Yukarıda ayrıntılarıyla anlatıldığı üzere, tehcir, Ermenilerin grup nitelikleriyle, yaşam şartlarını yok olmalarına yol açacak şekilde “kasten” zorlaştırmayı amaçlamadığından, bir soykırımı değil[35]. Buna karşılık tehcir edilen bir grubun verdiği kayıpları, insanlığa karşı suç kavramı içine sokmaya imkan var mı?

Yukarıda da belirtildiği üzere, Ermeni tehciri başladığında İngiliz, Fransız ve Rus hükümetleri “..Türkiye’nin insanlığa ve uygarlığa karşı ...suçları”ndan söz ederek, ilgilileri sorumlu tutacaklarını 24 Mayıs 1915’te bir ortak bildiriyle ilan etmişlerdi. O tarihlerde insanlığa karşı suç kavramı bir deyişten ibaretti ve henüz hukuki bir kavram olarak kabul edilmemişti. Bu nedenle Ermeni tehciri ile insanlığa karşı suç arasında bu bildiri vasıtasıyla bir ilişki kurmak mümkün olamaz.

İnsanlığa karşı suç kavramı uluslararası düzeyde ilk kez 3.sayfada da belirtildiği gibi, (1946) Nuremberg İlkeleri 6 (c)’de yer aldı. Bu suçun savaş sırasında işlenmesi öngörülüyordu. Herhangi bir sivil toplumun, siyasi, ırki veya dini nedenlerle mezalime tabi tutulması ; (mensuplarının) katledilmesi, yok edilmesi, göçe zorlanması vb fiilleri içeriyordu.

1948 yılında kabul edilen soykırıma ilişkin Sözleşmenin 2.maddesindeki soykırım suçu tanımı, Nuremberg İlkeleri içinde yer alan bu in-sanlığa karşı suç kavramından üretildi. Böylece soykırım, insanlığa karşı suçların dışına çıkarılıncaca, geriye Uluslararası Ceza Mahkemesi (Roma) Statüsü’nün 7.maddesindeki insanlığa karşı modern suç tanımı kaldı. Buna göre,

_ İnsanlığa karşı suçların Nuremberg İlkeleri’nde öngörülen savaş sırasında işlenmesi şartı terk edildi.

_ Bu suçların işleneceği gruplar sayılmadı. Herhangi bir sivil topluluğa karşı işlenebileceği kabul edildi.

_ 7.maddenin girişinde insanlığa karşı suçların “siyasi, ırki veya dini” gibi nedenlerle işlenmesine ise değinilmedi. Bu suçun oluşması için nedenlerin zikredilmemesi, hangi nedenle olursa olsun, öngörülen fiillerin işlenmiş olmasının yeterli olduğunu gösteri- yor.

_ Buna karşılık, 7.maddede, öngörülen filin insanlığa karşı suç sayılabilmesi için aranan tek şart, söz konusu fiillerin bir.sivil topluluğa karşı yapılan "yaygın ve sistematik bir saldırının parçası olarak ve saldırı amacını bilerek” işlenmesine bağlandı. Yani 7.maddede a’dan k’ya kadar sayılan 11 fiilin tek başına işlenmesi halinde insanlığa karşı suç oluşturmayacağı benimsendi.

_ Bir topluluğa karşı siyasi, ırki milli, etnik, kültürel; dini ve cinsi nedenlerle yapılan mezalim, insanlığa karşı suçun genel saiki olarak değil de, 11 fiilden biri olarak sayıldı.

Bu açıklamadan, her ikisi de uluslararası suç olan ve dolayısıyla uluslararası yargıya tabi tutulan soykırım ile insanlığa karşı suç arasındaki farklar kendiliğinden ortaya çıkıyor. Sözleşme’nin 2.maddesinin giriş bölümündeki soykırım tanımıyla kıyaslandığında,

_ Soykırımın milli, ırki, etnik ve dini olmak üzere sadece dört gruba karşı işlenmesi mümkün. Siyasi gruplara karşı işlenen fiil­ler soykırım içine girmiyor. Buna karşılık insanlığa karşı suçlar her gruba karşı işlenebiliyor.

_ Soykırımda bir grubu yok etme kastıyla bazı fiillerin işlenmesi gerekiyor. İnsanlığa karşı suçun oluşması için yok etme iradesi aranmıyor. Gruba karşı “yaygın ve sistematik saldırı” yeterli görülüyor.

_ Soykırımda fiillerin saiki, bir grubu, grup niteliğiyle, yok etme şeklinde ortaya çıkıyorken ve bu ancak o gruba karşı ırkçı nefretin varlığı halinde geçerliyken, Roma Statüsü 7. maddesinin giriş bölümünde, insanlığa karşı suç için herhangi bir genel saik aranmıyor.

Bu şartlar altında, bir siyasi grup da olsa, Ermenilere karşı, ırkçı nefretle yok etme kastı ol-madan yapılan tehcir sonunda önemli sayıda Ermeni’nin ölmüş olmasını, insanlığa karşı suç kavramına sokmak için 7. maddede sayılan öldürme (a), katliam (b), tehcir (d), mezalim (h) gibi fiilleri kullanmaya kalkışanlar olabilir.

Yukarıdan da görüldüğü üzere, insanlığa karşı suçun oluşmasının temel şartı, belli fiillerin, bir sivil nüfusa karşı “yaygın ve sistematik bir saldırının parçası” olarak işlenmesidir. Bu nedenle böyle bir saldırının niteliğini iyi tanımlamak gerekiyor. Şayet bir sivil nüfusa karşı açık bir askeri saldırı varsa ayrıca bir kanıta ihtiyaç yok. Ama saldırı şartının yerine gelmesi için askeri nitelikte bir saldırı olması icap etmiyor. Bir sivil topluluğa karşı, 7.maddede sayılan fi­illerin çoğunun, birlikte ve yoğun biçimde işlenmesi gerekiyor. Böyle bir saldırının, devlet veya yaygın bir örgütlenme tarafından aktif biçimde geliştirilmesi, sevk ve teşvik edilmesi şartı da aranıyor[36].1915-16 Ermeni tehcirini, 7.madde (1) fıkrasında sayılan ve tehcirle ilişkili olan fiillerin ışığında incelemek yararlı olabilir.

7.madde (l)(a) fıkrasında belirtilen öldürme veya ölüme neden olma fiillerinin, böyle yaygın ve sistematik bir saldırının parçası olması ve suçu işleyence böyle “bilinmesi” gerekiyor.

7.madde (1)(b) fıkrasında yer alan yok etme ya da katliam, yine topluluğa karşı yaygın ve sistematik bir saldırının parçası olarak, bir grubun kısmen yok olmasına yol açacak hayat şartlarının önceden hesap edilerek o topluluğa dayatılmasını da içeriyor. Örneğin o topluluğu gıda ve ilaç kaynaklarından kasıtlı olarak mahrum bırakmak da bu çerçeveye giriyor.

7.madde (l)(d) fıkrasında yer alan tehcir veya diğer zorla nakillerin de yaygın ve sistematik saldırının parçası olarak vuku bulmasının yanında, devletler hukukunun izin verdiği askeri gereklilik gibi nedenlerin dışındaki nedenlerle yapılmış olması icap ediyor. Öte yan-dan tehcir için, topluluğa mensup insanların şiddete başvurularak evlerinden atılmış olmaları gerekmiyor. Şiddet dışı zorlamalarla gerçekleştirilen tehcir de, saldırıya ilişkin şartların yerine gelmesi halinde, insanlığa karşı suç içine giriyor.

7.madde (1)(h) fıkrasında yer alan mezalim, devletler hukukuna aykırı olarak, topluluk men-suplarının temel haklarından mahrum bırakılmasını kapsıyor. Mezalim temel hakların hemen tümünün yoğun biçimde ihlali niteliğindeki çok sayıda fiilden oluşuyor. Bir sivil toplumun kimliğini hedef alıyor. Bu suçu işleyenler, devletler hukukunda yasaklanan siyasi, ırki, milli, etnik, kültürel, dini, cinsi ve diğer nedenlerden hareket ediyorlar[37].

1915-16 Ermeni olaylarına, vukuundan 85 yıl sonra yani 2000 yılında oluşan insanlığa karşı suç kavramını uygulamak, değil hukukla, akıl ve sağduyuyla dahi bağdaşmıyor. Bununla birlikte böyle bir incelemeden şu hususlar ortaya çıkıyor: 

_ 7.madde (1) paragrafında sayılan fiillerin insanlığa karşı suç oluşturması için bir topluluğa karşı yaygın ve sistematik bir saldırının parçası olması gerekiyor. Oysa tehcirin bizzat kendisi bir yana bırakılırsa, Ermenilere karşı Osmanlı güvenlik güçleri böyle bir saldırıya girişmiyor. Bir başka ifadeyle Ermeniler 'saldırı'yı oluşturan fiillere birlikte ve yoğun biçimde tabi tutulmuyorlar.

_ Ermenilerin, çeşitli nedenlerle, grup olarak kimliklerini hedef alan bir mezalim yok. I. Dünya Savaşı başlayınca ve doğu cephesin de tehlikeli durum ortaya çıkıncaya kadar, temel haklardan herkes gibi yararlanmaya devam ettikleri gibi, tehcire kadar da bu haklardan mahrumiyetleri söz konusu olmuyor. Tehcir sırasında temel haklara elden geldiğince riayet ediliyor.

_ Yaygın ve sistematik saldırıların mevcut olmadığı bir ortamda grup mensuplarının ölümleri böyle bir saldırının ne unsuru ne de parçası niteliği taşıyor. Çetelerin tehcir halindeki Ermenilere saldırıları tamamen bir asayiş olayı niteliğinde.

_ Yukarıda soykırım iddialarını incelerken, yok etme kastının bulunmadığı belirtilmişti. Ermeniler, Osmanlıların tehciri kullanarak ‘hayat şartlarının yok olmalarını sağlayacak şekilde dayattığı’nı iddia ediyorlar. Bu nedenle katliam ithamıyla birleştirilen tehcir konusunu ele almak doğru olacak. Tehcir, Ermenilere yaygın ve sistematik bir saldırının parçası olarak yapılmadı. Tehcirin kendisi de böyle bir saldırı oluşturmuyor. Bu gerçek, tehcirin insanlığa karşı suç olmadığını açıkça gösteriyor. Tehcirin Ermenilerin hayat şartlarını yok olmalarına yol açacak şekilde dayatıl masının söz konusu olmadığı, yukarıda soykırıma ilişkin bölümde de açıklanmıştı. Tehcir, Enver Paşanın doğu cephesindeki gelişmeler karşısında yaptığı talep üzerine başlatıldı. Ermeni nüfus içindeki silahlı elemanların Osmanlı ordusunun güvenliği açısından yarattığı tehlikeleri bertaraf etmeyi amaçlıyordu. Bu, bir nüfusun başka yere taşıması için devletler hukukuna uygun bir gerekçe oluşturuyor. Öte yandan tehcir sırasında dönemin hükümetinin Ermenilere gıda ve ilaç sınırlaması getirmediği, aynı bölgede göç halinde bulunan Türk-Müslüman nüfusta da gıdasızlık ve ilaçsızlık nedeniyle çok daha fazla ölümlerin vuku bulması, Bogos Nubar Paşanın Paris Barış Konferansı’ndaki beyanlarından da anlaşılıyor.

_ Balkan Savaşları’nın sonuçları ışığında, Ermenilerin işgalci Rus ordularıyla birleşerek, Türk ve Müslümanların büyük çoğunlukta olduğu doğu bölgesinde soykırım boyutlarında bir etnik temizlik yaparak kendi devletlerini kurma gayretlerini önlemek için tehcir yapıldı. Bu, özellikle günün şartlarında, devletler hukuku bakımından güvenlik gerekçesinden de önemli bir gerekçe oluşturuyor.

Bu şartlar altında Ermeni tehciri meşru oluyor ve tehcir sırasında vuku bulan ölümler de ceza hukuku açısından adi suçları oluşturuyor. Nitekim 1914-18 arasında bu tür suçları işleyen 1397 kişinin çok ağır cezalara çarptırıldığı da biliniyor.

Olayı daha iyi anlamak için, hepsi zorla nüfus nakli olan etnik temizlik, tehcir ve mübadele konularını kısaca gözden geçirmekte yarar olabilir. Etnik temizlik de tehcir de ilk bakışta bir etnik grubu belli bir toprak parçasından uzaklaştırarak, o toprakta homojen bir nüfus yaratmak amacı taşıyor gibi gözüküyor. Biraz ayrıntıya girildiğinde saiki, yöntemi ve coğrafyası arasında önemli farklar bulunduğu ortaya çıkıyor. Hukuki nitelikte olmayan etnik temizlik kavramı, l980’lerde eski Yugoslavya’nın Sırbistan bölümünde kullanılmaya başladı. Hatta deyimi Seslj adlı bir Sırp gerilla liderinin bulduğu söyleniyor. Bu nedenle Bosna-Hersek’teki etnik temizliği esas alıp, bunu önce Balkan Savaşları sırasında Türk ve Müslümanlara yapılanlarla ve sonra da Ermeni tehciriyle kıyaslamak lazım.

Etnik temizlik bir tarafın silahlı güçlerinin karşı taraftaki sivil nüfusa saldırmasıyla başlıyor. Doğal olarak, kendilerini savunma imkanına sahip olmayan siviller öldürülüyor, yaralanıyor. Evleri ve yerleşim birimleri yakılıyor. Gıda ve gibi yardım getirebilecek insani konvoylara izin verilmiyor Eli silah tutabilecek erkekler tutuklanıyor, yaşama şartları çok bozuk kamplara hapsediliyor veya doğrudan öldürülüyor Kadınların sistematik ve kitlesel biçimde ırzına geçiliyor. Hedef grubun yaşadığı bölgedeki kültürel değerleri, bu arada dini mabetleri, binaları, kitaplıkları yıkılıyor. Yerlerini terk etmedikleri takdirde, sürekli ateş ya da bombardıman altında tutuluyorlar. Katliam sürüyor. Bir süre sonra bu saldırılar semeresini veriyor ve kitleler sürülmek istenen istikamete doğru kaçıyorlar. Etnik bakımdan temizlenmesi öngörülen bölgenin dışına, daha doğrusu kurulacak devletin olası sınırlarının dışına atılıyorlar. Bunların geriye dönmesi her ne pahasına olursa olsun engelleniyor. Etnik temizliğin belli bir aşamasında saldırgan grupta hedef gruba karşı ırkçı nefrete benzer bir duygu hakim olmaya başlıyor. Örneğin Boşnaklara “Türk tohumu” deniyor. Geçmiş Osmanlı hakimiyetinin tüm faturası bunlara çıkarılıyor. Irza geçmeler yeni hakim ırka ait bir nesil yaratma amacını taşımaya başlıyor. Bir bölge etnik açıdan homojen hale getirildikten sonra bile erkekler, örneğin Srebrenica’da olduğu gibi, büyük gruplar halinde katlediliyor ve toplu mezarlara gömülüyor. Bugünkü hukuka göre insanlığa karşı suç kavramı içine giren etnik temizlik böy­lece, bir grubun grup olduğu için yok edilmesini amaçlayan soykırım fiilleri de içeriyor.

Eski Yugoslavya Uluslararası Mahkemesi savcısı, Karaciç ve general Mladiç için hazırladığı iddianamede bu nedenlerle 9 kez soykırım işlendiğini bildirdi.

1877-78 Rus-Türk Savaşı ve 1912-13 Balkan Savaşları sırasında Türk ve Müslüman nüfusa yapılanlar, Bosna-Hersek’te Sırpların gerçekleştirdiği etnik temizlikle özde uyuşu yor. Tek farkı vüsatinin çok daha büyük ol-ması. Balkanlarda Türklere uygulanan etnik temizliğin etkilediği nüfus çok daha büyük. İki savaşta ölen Türk ve Müslümanların 2 milyona vardığı, ülke dışına yani Anadolu’ya göçe zorlananların ise 1 milyona çok yaklaştığı görülüyor.

Ermeni tehcirinde yine zorla göç ettirme var. Ancak göçe zorlama sivil nüfusa saldırı şeklinde olmadığından, yerleşim birimlerinden sökülüp atılmaları için öldürülenler, yara­lananlar, ırzına geçilenler, katledilenler, ateş altında tutulanlar, aç bırakılanlar hemen hiç yok. İkinci olarak, tehcire tabi tutulanlar, ülke dışına atılmıyorlar. Ülkenin bir başka yerine götürülüyorlar. Bu nedenle yeni yerleşim yerlerinde yeni hayatlarına uyum sağlamak için bazı nakdi ve ayni imkanlardan yararlanıyorlar. Denebilir ki tehcir başladıktan sonra, günün şartları dolayısıyla yine de ölümler vuku buluyor. Bu doğru. Buna rağmen tehcir, bir çok önlem alındığından, etnik temizliğe oranla çok daha az ölümle sonuçlanıyor. Tehcirle’ göçenler yanlarına çok daha fazla kişisel eşya ve menkul değerler alabiliyorlar. At ve araba gibi taşıt vasıtalarından yararlanabiliyorlar. Geriye bıraktıkları büyük ölçüde yağmadan kurtuluyor. Kültürel değerleri tahrip edilmiyor.

Bu şartlar altında, tehcir, soykırım fiillerinin de işlendiği bir insanlığa karşı suç olan etnik temizlikten çok farklı.

Eğer XX.yüzyılın ilk soykırımı aranıyorsa, bunun 1915-16 tehciri değil, 1912-13 Balkan Savaşları sırasında yapılan etnik temizlik olduğuna kuşku yok. Bir bakıma tehcir, Rus ordusuyla Ermeni gerilla ve teröristlerin, Balkanlar’dakine benzer bir etnik temizlik ve soykırımı doğu Anadolu’da yapmalarını önlemek için yapıldı. Osmanlı istatistiklerine göre tehcire tabi bölgedeki toplam nüfus olan 5,061,857’nin 811.085’i Ermeni idi. Yani Ermeniler nüfusun % 1 6’sına tekabül ediyordu. Şayet tehcir olmasaydı veya Rusya 1917 sonunda savaşı durdurup, Brest-Litovsk Antlaşması’yla çekilmeseydi, bölgedeki nüfus yapısının ışığında, esasen başlamış olan etnik temizlik potansiyelinin boyutlarını tasavvur etmek mümkün[38].

Tehciri diğer zorla göç hareketleriyle de kıyaslamak mümkün. II. Dünya Savaşı sırasında Amerika, ülkenin batısında yaşayan Japonları doğuya taşıdı. Bu tehcire “üç küçük bombalama olayı ile, saptanamayan bazı radyo sinyalleri neden olmuştu”. Pearl Harbor baskınından dört ay geçmişti. Japonya’nın Pasifik’i aşıp batı Amerika’yı işgale başlayamayacağı anlaşılmıştı. Buna ne niyetleri ne de güçleri vardı. Yani Amerikan Japonlarının Japon ordusuyla birleşip Amerika’ya karşı silahlı harekata girişmeleri söz konusu değildi. İlgili Amerikan Temyiz Mahkemesi’nin 18 Aralık 1942’de Korematsu davası hakkında verdiği kararda, 112 bin Japon asıllı kadın, erkek, yaşlı ve çocuğun tehcirinin, “günün kritik şartlarında”, “sadık vatandaşların sadık olmayanlardan ayrılmasının mümkün olmaması karşısında” “casusluk ve sabotajları önlemek” gibi “askeri gerekçelerle” başka yere taşınmasının gayri hukuki olmadığı hükme bağlandı. “Savaş zamanında tüm Amerikalıların zorluklarla karşılaşmış” olması mazeret olarak gösterildi. Amerika’ya sadakat yemini etmeyen 5 bin civarında Japon bulunduğu hatırlatıldı. Tümgeneral J.L. DeWitt’in raporlarında Japonlar aleyhine ırkçılık sayılabilecek ibareler yer alıyordu. Japonların doğuya taşınması lehine lobi faaliyetinde bulunan yerel grupların da ırkçı argümanlar kullandıkları görüldü.

II. Dünya Savaşı’ndan sonra çoğu Batı Polonya’daki 15 milyon kadar Alman da, 1945 Potsdam Protokolünün XIII. maddesi gereğince Almanya’ya göçe zorlandı.[39]

Kurtuluş Savaşı’ndan sonra yapılan nüfus mübadelesiyle Türkiye’den Yunanistan’a 900 bin Rum giderken, Yunanistan’dan Türkiye’ye 430 bin Türk daha geldi.

Bu kişilerin onayı alınmadan zorla yapılan nüfus hareketleri sonunda az sayıda insan öldüğüne kuşku yok. 1913-45 arasında böyle yirmi mübadele anlaşması yapıldı. Barış zamanında yapılan bu göçlerin çok daha düzenli olması ve ulaşım gibi fizik Şartların da elverişli bulunması nedeniyle kayıpların düşük düzeyde kalması, göçlerin zorla yapılmış olduğu gerçeğini değiştirmez.

Kısaca, tehcir bir grubu, ne grup niteliğiyle ne de başka bir nedenle yok etmek amacıyla değil, Rus işgal ordularıyla işbirliğine girmiş olan; bu çerçevede kılavuzluk ve casusluk yapan; isyanlar çıkaran; birlikleriyle Osmanlı ordusuna saldıran; lojistik hatlarını kesen; terörist gerillalarıyla Türk-Müslüman yerleşim birimlerine saldırıp katliamlara ve etnik temizliğe girişen Ermenileri doğu cephesinden ülkenin güneyine, savaş dışında kalan bir bölgeye taşımak amacıyla yapıldı. Tehcirin bu askeri gereklilik yönü, bugün geçerli olan hukuka da uygun[40]. Kaldı ki tehcir yapılmasaydı, tüm işaretler Rus ordusuyla birleşen Ermeni güçlerin, Balkanlar’daki gibi, çoğunluktaki Türk-Müslüman nüfusu soykırım boyutların da bir etnik temizlikle bertaraf ederek, kendi devletlerini kuracaklarını gösteriyordu. Tehcirin nedeni açık ve kesin biçimde askeriydi ve Türk-Müslüman nüfusun varlığı ve güvenliğini sağlamakla ilgiliydi. Bu haliyle Ermeni tehcirinin insanlığa karşı suç oluşturması söz konusu olamaz.

SONUÇ OLARAK

Bu çalışmanın sonuçlarını Şöyle özetlemek mümkün:

1. Ermeniler, Osmanlı İmparatorluğu’nun toprakları üzerinde önce otonomi, sonra bağımsız devlet kurmak için siyasi ve silahlı faaliyetlerde bulunduklarından siyasi grup niteliğindedir. Bu nedenle Sözleşme 2. maddesi tarafından korunan dört grup arasına girmemektedirler.

2. Osmanlılarda Nazilerin Yahudilere karşı duyduğu anti-semitizme benzer bir anti- Ermenizm, bir başka deyişle Ermenilere karşı ırkçı bir nefret bulunmadığından tehcir, Ermenileri, grup olarak yok etme saikiyle yapılmamıştır Tehcir kararı Ermenilerin Rusya ile tarihi anlaşmalarla teyit edilen dostluk ve işbirliği çerçevesinde Rus işgal ordularıyla birleşip Osmanlı ordularına karşı başlattıkları harekatı önlemek ve ‘vilayat.ı sitte’ denen doğu bölgesindeki nüfusun %84'ünü oluşturan Türk ve Müslümanları, Balkanlardaki gibi soykırım boyutlarında bir etnik temizlikle yok etmesine engel olmak için alınmıştır. Tehcirin nedeni bir yandan askeri gereklere, öte yandan da Türk-Müslüman nüfusun varlığını savunmaya dönüktür.

3. Osmanlı Hükümeti’nde, Sözleşme 2. maddede aranan Ermenileri yok etme kastı bulunmamaktadır. Yok etme niyetini kanıtlayacak yazılı ve sözlü belgeler olmadığı gibi, tüm belgeler tam tersine Ermenilerin korunmasını ve rahatça iskan edilmelerini öngörmektedir. Ölen Erme­nilerin sayısı, soykırımın mevcudiyetini ispattan çok uzaktır. Ermeni ölümlerinin önemli bir bölümü tehcir dışı nedenlerden kaynaklanmıştır. Aynı nedenlerle bölgede vuku bulan Türk sivil ölümleri çok daha yüksektir. Bu açıdan tehcir, Sözleşme 2 (e) anlamında, gizli ya da dolaylı bir soykırım değildir.

4. Katolik ve Protestan Ermenilerle, İstanbul, Aydın (İzmir dahil) ve Kütahya Ermenilerinin tehcire tabi tutulmaması, Osmanlıların gücünün yetersizliğinden ziyade, diğer bölgelerdeki Gregoryan Ermenilerin Rusların dindaşı olarak ve Rus ordularının ilerleme hattı üzerinde bulunmaları dolayısıyla tehcir edildiğini göstermekle, olayın askeri nedenini teyit etmektedir.

5. Bu koşullarda Sözleşme’ye göre soykırım olmayan tehcirin ardındaki askeri gerekler de göz önüne alındığında, hukuken insanlığa karşı suç kategorisine girdiği de savunulamaz. Zira tehcir sırasında, Roma Statüsü 7.maddede aranan şartlar yerine gelmemiştir. Yani Ermeni nüfusa karşı, devletin bir planı çerçevesinde “yaygın ve sistematik bir saldırının parçası olarak”, insanlığa karşı suç oluşturan fiillerin çoğunun birlikte işlendiği bir durum ortaya çıkmamıştır. Tehcir, etnik temizlikten farklı olarak, Ermenilerin şiddetle yerinden atılmasını amaçlamamıştır. Ermenilere karşı dini veya başka bir ,nedenle mezalim yapılması söz konusu olmamıştır. Tehcir askeri güvenlik nedenleriyle yapılmıştır. 

6. Bunun da ötesinde, Ermenilerin işgalci Rus ordularıyla birleşerek, Balkan Savaşlarındaki gibi bölgede çoğunlukta olan Türk ve Müslümanların soykırım boyutunda bir etnik temizlik yapmalarını engellemeyi amaçlamıştır. Bölgedeki çeteler, devletin olmayan saldırı kastını bilmelerine de imkan bulunmadığından, kendi özel amaçlarıyla göç halindeki Ermenilere saldırmış, öldürmüş ve mallarını yağmalamışlardır. Üç cephede çarpışan Osmanlı elindeki sınırlı jandarma güçleriyle bazen Ermenilerin hepsini etkin biçimde koruyamamıştır. Benzer iklim, coğrafya, gıdasızlık, ilaçsızlık ve hastalık şartları nedenleriyle, göçe zorlanan sivil Türklerin ölümlerinin Ermenilerden fazla olması da, tehcirde dolaylı yoldan yok etme amacı bulunmadığını göstermektedir.

7. Nihayet göç ettirilenlere karşı göç ettirenlerde bir acıma duygusu, istenmeyen olaylara karşı bir pişmanlık ve saldırganlara karşı kızgınlık doğmuştur. Adi suç kategorisine giren soygun ve öldürme sanıkları savaş sonundan önce yargılanmış ve çoğu idam edilmiştir.


DİPNOTLAR

* Emekli Büyükelçi.

[1] Shabas, William A., Genocide in International Law, Cambridge University Press, 2000, s.7
[2] Report of the International Commission to Inquire into the Causes and Conduct of the Balkan Wars, Washington: Carnegie Endowment for International Peace, 1914, ‘Katliam, Göç, Asimilasyon Bölümü, s.148-58
[3] In the present Convention, genocide means any of the following acts committed with intent to destroy, in whole or in part, a national, ethnical, racial or religious group, as such: (a)Killing members of the group; (b) Causing serious bodily or mental harm to members of the group, (c) Deliberately inflicting on the group conditions of life calculated to bring about its physical destructi­on in whole or in part; (d) lmposing measures intended to prevent births wit­hin the group; (e) Forcibly transfering children of the group to anot­her group
[4] c. Crimes against humanity: Murder, extermination, enslavement, deportation and other inhuman acts done any civilian popula tion, or persecution on political, racial or religio us grounds... Buradaki ‘grounds’ sözcüğünün Türkçe hukuk dilinde ‘gerekçe’ anlamına geldiği ve yasa gerekçesinin İngilizce karşılığı olduğu; Fransızca’sının ise ‘neden’ anlamına ‘raison’ ol-duğunu belirtmek gerekir. (yazarın notu)
[5]… the crime (genocide) is committed on religious, racial, political or any other grounds…
[6]Article II in the present Convention, genocide means any of the following acts committed with intent to destroy, in whole or in part, a national, ethnical, racial or religious groups, as such:.. “ Buradaki ‘as such’ veya Fransızca’daki ‘comme telle’ grubun grup olması nedeniyle yok edilmesi anlamına geliyor.
[7] Ibid., Schabas, s.255; kitabı boyunca Ermenilerin soykırıma uğradıklarını sadece Ermeni yazar Vahakn N. Dadrian’ın yazılanna atfen belirten Schabas, klasik soykırımlar içinde Ermeni “soykırımını” zikretmiyor.
[8] Poliakov, Leon, Le Mythe Aryen, Editions Complexe, Paris, 1971 başta olmak üzere aynı yazarın eserleri
[9] Encyclopaedia Britannica, Macropaedia, 1985, Volume 15, s. 360-6
[10] Uluslararası Ceza Mahkemesi Roma Statüsü Madde 7: “İnsanlığa Karşı Suçlar
Bu statünin amaçları için “insanlığa karşı suç” herhangi bir sivil nüfusa karşı gerçekleştirilen yaygın ve sistematik saldırının parçası olarak ve saldırının amacını bilerek, aşağıdaki fiilleri işlemektir:
(a)Katl;
(b)yok etme;
(c)köleleştirme;
(d)tehcir ve zorla yapılan nüfus nakilleri;
(e)kanun dışı tutuklama…;
(f)işkence;
(g)Irza geçme...;
(h)Bir gruba veya topluluğa, siyasi, ırki, milli, etnik, kültürel, dini, cinsi, ve diğer nedenlerle yapılan mezalim...;
(i)Zorla kaybolmalar;
(j)Apartheid suçu
(k)Diğer insanlık dışı fiiller…”
7/2 (a): Herhangi bir sivil nüfusa karşı girişilen yaygın ve sistematik saldırı: Yukarıdaki fiillerin (a-k) herhangi bir sivil nüfusa karşı bir devlet veya örgüt politikasının sonucu olarak çok sayıda işlenmesidir.
[11] Ermeni nüfusu hakkında tahminler şöyle:
l.Ermeni Patrikhanesi’nin rakamlarını esas alan Marcel Leart’a göre 2,560,000
2.Ermeni tarihçi Basmaciyan’a göre 2,380,000
3.Paris Barış Konferansı’na katılan Ermeni Heyetine göre 2,250,000
4.Ermeni tarihçi Kevork Aslan’a göre 1,800,000
5.Fransız San Kitabına göre 1,555,000
6.Encyclopedia Britannica’ya göre 1,500,000
7.Ludovic de Constenson’a göre 1,400,000
8.H.F.B. Lynch’e göre 1,345,000
9.Revue de Paris’e göre 1,300,000
10.1893 Osmanlı istatistikkrine göre 1,001,465
11.1906 Osmanlı istatistiklerine göre 1,120,748
12.1. Dünya Savaşı'ndan hemen önceki Osmanlı istatistiklerine göre 1,295,000
13. İngiliz Yıllığına göre 1,056,000
[12] Başlıca Ermeni isyanları şunlar: 1862 ve 1895 Zeytun, 20.6. 1 890 Erzurum; 15.7.1890 Kumkapı; 892 Merzifon, Kayseri, Yozgat olayları; Ağustos 1894 1.. Sassun isyanı; Eylül 1895 Bab-ı Ali gösterileri; 1895-96 Van isyanı; 1895’de Ermenilerin silahlı saldırılar gerçekleştirdikleri şehirler: Trabzon, Erzincan, Bitlis, Maraş, Erzurum, Diyarbakır, Malatya, Harput; 26.8.1896 Osmanlı Bankası baskını; 1904 2. Sassun isyanı; 21.7.1905 Sultan Abdülhamit’e bombalı suikast saldırısı 1909 Adana İsyanı, Nisan 1915 Van İsyanı vb.
[13] Nalbandian, Louise, Armenian Revolutionary Movement, University of California Press, 1963, sf.110-111, Hınçak parti programı hakkında aşağıdaki bilgileri veriyor: “Ajitasyon ve terör halkın moralini yüksek tutmak için gerekliydi. Halk düşmanlanna karşı tahrik edilmeli, aynı düşmanların misilleme eylemlerinden de yararlanılabilmeliydi. Terör halkı korumak ve halkın güvenini kazanmak için bir yöntem olarak kullanılmalıydı. Parti, Osmanlı Hükümetini terörize ederek rejimin itibarını sarsmalı ve tümüyle yıkılması için çalışmalıydı. Hükümet terörün tek hedefi olmayacaktı. Hınçak, muhbirler ve casuslarla, o sırada hükümet için çalışan en tehlikeli Türk ve Ermeni kişileri yok etmek istiyordu. Bu açıdan kendisine yardımcı olması için parti, terörist eylemler yapacak özel bir örgüt kurmuştu. Genel isyan çıkarmak için en uygun zaman Türkiye’nin bir savaşa girmesiydi.
[14] Papazian, K. 8., Patriotism Perverted, Boston, Baker PresŞ, 1934, sf. 14-15, Taşnak Derneği hakkında şunları söylüyor: “A.R. Federasyonu (Taşnak) ayaklanma yoluyla Türk Ermenilerinin ekonomik ve siyasi bağımsızlığını sağlamayı amaçlıyordu. ...terörizm başından itibaren Kafkas Taşnak Komitesi tarafından bu amaca ulaşmak için bir yöntem ve politika olarak kabul edilmişti. ‘İmkanlar’ başlığı altında 1892 yılında kabul ettikleri programda aşağıdaki hususları okuyoruz: Ermeni Devrim Federasyonu (TaŞnak) ayaklan mayla amacına ulaşmak için devrimci gruplar oluşturur. Yöntem 8 aşağıdaki gibidir: Savaşmak ve hükümet mensuplarını ve hainleri teröre maruz bırakmak... Yöntem 11 ise: Hükümet kurumlarını yıkmak ve yağmalamak...”
[15] Loris-Melikoff, Dr. Jean, la Revolution Russe et tes Nouvelies Republiques Transcaucasìennes, Paris,1920, sf. 81, Taşnak’ın kurucularından ve ideologlarından olan yazar şöyle diyor: “Gerçek şu ki, parti (Taşnak Komitesi) , çıkarları halk ve milletin önünde tutan bir oligarşi tarafından yönetiliyordu Bunlar burjuvazi ve büyük tüccarlardan oluşuyorlardı. Sonunda bu imkanlar tükenince, Rus devriminin öğretisi olan ‘amaçlar araçları meşru kılar’ ilkesine uygun olarak teröre başvurdular.”
[16] 28.3.1894’te İstanbul’daki İngiliz Büyükelçisi Currje ‘Foreign Offlce’e şunları yazıyordu: “ Ermeni devrimcilerin amacı karışıklık çıkarmak, Osmanlıları şiddetle karşılık vermeye zorlamak ve böylece dış güçlerin müdahale etmesini sağlamaktır.
[17] McCarthy, Justine, Death and Exile..., sf. 339
[18] Tchalkouchian, Gr., Le Livre Rouge, Paris, 1919, sf. 12
[19] Tchalkouchian, Gr., op. cit.
[20] Andonian, Aram, Documents Officiels concernants les Massacres Armeniens, Paris, Armenian national Delegation, 1920
[21] Roma Statüsü madde 7 ve Eski Yugoslavya ile Rwanda Uluslar arası Mahkemeleri’nin statülerindeki ilgili maddeler.
[22] Osmanlı Belgelerinde Ermeniler (1915-1920), Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Ankara, 1994, sf. 8
[23] Ibid., sf. 31-32
[24] Ibid., sf. 11
[25] Ibid., sf. 12
[26] Ibid., sf. 35, 43, 44, 51
[27] Gürün, Kamuran, Le Dossier Armenien, Societe Turque D’Histoire, Triangle, 1983, Paris, sf. 284
[28] Ibid., si. 259: Cezalandırılan kişilerin illere göre dağılımı şöyle: Sivas 648; Mamuretilaziz 223; Diyarbekir 70; Bitlis 25; EskiŞehir29; Şebinkarahisar 6; Niğde 8; İzmit 33; Ankara 32; Kayseri 69; Suriye 27; Hüdavendigar 12; Konya 12; Urfa 189; Canik 14
[29] Genelkurmay, ½, KLS 361, dosya 1445, F. 15-22
[30] Gürün, op. cit., sf. 263
[31] FO. Hc. 1/8008, XC/A-018055, sf. 651
[32] McCarthy, op. cit., sf. 339
[33] Boudiere, Georges, “Notes sur la caınpagne de Syrie-Cillicie. L’affaire de Maras”, Tıırcica. IX/ 2-X, 1978, sf. 160
[34] Ermeni patriğinin İngilizlere verdiği bilgiler, FO. 371-6556/E.2730/800/44
[35] International Law Commission, 48th session, 6 May-26 July 1996, Draft Code of Crimes Against Peace and Security of Mankind, p. 92
[36] PCNICC/2000/INF/3/Add.2, sf. 9
[37] Ibid., sf. 15
[38] 

Vilayetin İsmi Toplam Nüfus Ermeni Nüfus

Erzurum                645,702               134,967
Bitlis                398,625               131,390
Van                        430,000                80,798
Elaziz                578,814                69,718
Diyarbakır        471,462                79,129
Sivas             1,086,015              170,433
Adana                403,539                97,450
Trabzon            1,047,700                47,200


[39] Schabas, Ibid., sf. 195
[40] Protocol II Additional to the Geneva Conventions of 12 August 1949, article 17

http://www.eraren.org//bilgibankasi/tr/index2_1_1.htm


..