ERMENİ TEHCİRİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ERMENİ TEHCİRİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Mart 2019 Salı

1914 -2014 YÜZYILIN HİKAYESİ - TÜRK KAFKAS İSLAM ORDUSU VE KAFKASLARDA ERMENİ KATLİAMLARI. BÖLÜM 4

1914 -2014 YÜZYILIN HİKAYESİ - TÜRK KAFKAS İSLAM ORDUSU VE KAFKASLARDA ERMENİ KATLİAMLARI. BÖLÜM 4


GEÇİCİ SEVK VE İSKÂN KANUNU (TEHCİR) 

1877-1878 Osmanlı-Rus harbinde Rusya’yı destekleyen isyancı Ermeniler, 1. Dünya Harbi’nde de aynı desteği tekrarlamış ve Rusya’nın yanı sıra bu ülkenin müttefiki olan İngiltere ve Fransa’nın Anadolu’yu işgaline de destek vermişlerdir. 

Rus ordusu hududu geçer geçmez harp nedeniyle Osmanlı ordusunda silah altına alınan isyancı Ermeniler silahları ile topluca askerden kaçmışlardı. Bunlardan bir kısmı Rus ordularıyla birlikte Osmanlı ordusuna karşı savaşa katılırken, geride kalanlar gönüllü alaylar ve çeteler teşkil ederek Türk ordusunun ikmal hatlarına ve haberleşme tesislerine saldırılar düzenlemiş; Anadolu topraklarında ve Kafkasya’da Türk ve Müslüman katliamlarına girişmişlerdir. 

Sekiz ayrı cephede savaş veren Osmanlı Devleti ise askeri harekâtın yanı sıra Ermeni çetecilerin sivil halka karşı giriştiği katliamı önleyebilmek için geri bölgeye de kuvvet ayırmak zorunda kalmış, bu durum Türk ordusunun askeri harekâtını zaafa uğratmıştı. Cephe arkasının emniyete alınıp, askerin cepheye 
getirilmesi artık hayat-memat meselesiydi. Osmanlı Devleti’nin tüm ikazlarına rağmen Ermeniler özellikle masum sivil halka karşı soykırım denilebilecek ölçüde katliamlara devam etmekteydiler. 

Tarihte yukarıda anlatılan durumlarda Ruslar dâhil bazı ülkeler sivil halkı karşı cepheye doğru sürmüş, sivil halk iki ateş arasında kırdırılmıştır. Amerikalılar, tedbir olarak 2ci Dünya Harbi başlayınca Japon asıllı vatandaşlarını Japon sulhu imzalanıncaya kadar telle çevrili kamplarda ve Alman asıllı vatandaşlarını bu tür 
kamplar ile Ellis adasında 1948’e kadar tutmuşlardır. Oysa bu Amerikan vatandaşlarının her hangi bir isyanı veya düşmana hizmeti olmamıştı. Osmanlı bu dar zamanında kendisi için zor olanı, yani bela çıkartılan yerlerdeki halkın, ülke içinde savaşın olmadığı yerlerde bir süre ikamet ettirilerek, savaş kazanılınca dönmelerini, aşağıda detayları verilen geçici sevk ve iskânı 
arzulamıştır. 
Tarih, İtilaf ordularının Çanakkale'ye çıkarma yapmasının beklendiği ve İstanbul'un düşman eline geçme ihtimalinin arttığı, bu sebeple Osmanlı sarayı ve hükümetinin Eskişehir'e veya Konya’ya nakil kararının alındığı günlerdi. Köklü tedbirler almak zorunlu hale gelmişti. İsyana katılan Ermenilerin savaş 
bölgesinden uzaklaştırılması hayati bir önem arz ediyordu. Bunun için Osmanlı Hükümeti; 

. Vatan topraklarına göz diken emperyalistlerin (istilâcıların), Osmanlı tebaası olan Ermeniler arasına nifak soktuklarını ve bunları isyan ettirdiklerini, 
. İsyan eden Ermenilerin düşmanla işbirliği içinde, düşmana karşı savaşan ordunun harekâtını sabote etmek için cephe gerisinde her çeşit engellemeyi 
  yaptıklarını, askere erzak ve mühimmat nakline mâni olduklarını, 
. Bir kısmının düşman saflarına katıldıklarını, 
. Askerî birliklere ve masum halka silâhlı saldırıda bulunduklarını, şehir ve kasabalarda katl ve yağmacılık yaptıklarını, 
. Düşman deniz kuvvetlerine erzak temin ettiklerini ve 
. Müstahkem mevkileri düşmana gösterdiklerini açıkladıktan sonra; devletin selâmeti için köklü tedbirlere, bu çerçevede harp sahasında olaylar çıkaran 
  Ermenilerin başka bölgelere nakline karar verdi ve bu hususta bir tezkere hazırladı. 

Mecliste -Tezkere kapsamı genişletilerek- 30 Mayıs 1915 tarihinde “Tehcir” olarak bilinen “Geçici Sevk ve İskân” kararı çıkarıldı. Bu karar ve tehcirin nasıl uygulanacağı aynı gün Dâhiliye, Harbiye ve Maliye Bakanlıklarına tamim edildi. Buna göre: 

. Ermeniler kendilerine tahsis edilen bölgelere can ve mal emniyetleri sağlanarak rahat bir şekilde nakledilecekler. 
. Yeni evlerine yerleşinceye kadar iaşeleri muhacirin ödeneğinden karşılanacak. 
. Eski malî durumlarına uygun olarak kendilerine emlâk ve arazi verilecek. 
. Muhtaç olanlar için hükümet tarafından mesken inşa olunacak, çiftçi ve ziraat erbabına tohumluk, âlet ve edevat temin edilecek. 
. Geride bıraktıkları taşınır malları kendilerine ulaştırılacak, taşınmaz malları tespit ve kıymetleri takdir edildikten sonra, buralara yerleştirilecek olan Müslüman göçmenlere tevzi edilecek. Bu göçmenlerin ihtisasları dışında kalan zeytinlik,  dutluk, bağ ve portakallıklarla, dükkân, han, fabrika ve depo gibi gelir getiren yerler, açık arttırma ile satılacak veya kiraya  verilecek, bedelleri sahiplerine ödenmek üzere mal sandıklarınca emanete kaydedilecek. 
. Bütün bu konular özel komisyonlarca yürütülecek ve bu hususta bir talimatname hazırlanacaktır. 

Yukarıdaki kararlarla ilgili olarak, “seferde ordu tarafından alınacak tedbirler hakkındaki Geçici Sevk ve İskân Kanunu” 1 Haziran 1915 günü yayınlanarak yürürlüğe girdi. Bu kanun kapsamında ordu komutanlarına; 

. Savaş sırasında Hükümetin emirlerine, memleketin savunulmasına ve asayişin korunmasına karşı çıkanlara müdahale, 
. Silâhlı saldırı veya direnişte bulunanlara karşı derhal askerî tertibat alma, 
. Tecavüz ve direnişte bulunan isyancıları imha etme, 
. Casusluk yaptıkları ve vatana ihanet ettikleri anlaşılan köy ve kasaba halkını, tek tek veya toplu halde başka yerlere sevk ve iskân etme yetkileri verildi. Böylece tehcir işi orduya devredilmiş oldu. 

Tehcir Bölgesi 

İstanbul Ermenileriyle Kütahya sancağı ve Aydın vilayetindeki Ermeniler göç ettirilmemiştir. Tehcir; Kafkas, İran ile Sina ve Filistin cephelerinin güvenlik hattını oluşturan bölgelerdeki Ermenilerin yerlerinin değiştirilmesi amacıyla planlanmış, cephelerin güvenliğini tehlikeye sokacak bölgelerde uygulanmıştır. Bu bölgelerden birincisi Kafkas ve İran cephelerinin gerisinde bulunan Erzurum, Van ve Bitlis dolaylarıdır. Rusların -izlediği stratejilerden ve istihbarat 
raporlarından- Ermenileri kullanarak Eyâlet-i sitte adı verilen vilâyetlere hâkim olma planları ayan beyan ortadaydı. Bunu engelleme için ilgili bölgedeki Ermenilerin Rus sınırından daha uzak ve emniyetli bir yere sevki gerekiyordu. İkinci bölge ise Sina ve Filistin cephesi gerilerini oluşturan Mersin-İskenderun 
dolaylarıdır. Ermenilerin bu bölgelerde düşmanla işbirliği yaptığı ve İskenderun limanından bir çıkarma hareketini kolaylaştıracak faaliyetler içinde bulundukları tespit edilmişti. Britanya savaş gemileri İskenderun Körfezi yakınlarında dolaşıyordu. İngilizlerin, Fransız donanması ve Ermeni taburlarının desteğini de alarak bir çıkarma yapma tehlikesi vardı. Daha sonra tehcir uygulaması isyan çıkaran, düşmanla işbirliği yapan ve Ermeni komitacılarına yataklık eden diğer vilâyetlerdeki Ermenilere de teşmil edildi. 

Başlangıçta tehcire tabi tutulan Ermenilerin, Osmanlı Devleti toprakları içinde kalan Musul vilayetinin güney kısmı ile Zor ve merkez hariç olmak üzere Urfa sancaklarına ve Suriye vilayetinin doğu kısmı ile Halep vilayetinin doğu ve güney doğusuna nakledilmelerine karar verildi. Daha sonra ortaya çıkan riskler 
değerlendirilerek, 5 Temmuz 1915 tarihinde ilgililere gönderilen tebliğlerle Ermenilerin iskânlarına tahsis edilen bölge genişletildiği. Buna göre tehcire tabi tutulan Ermeniler; 

. Kerkük sancağının İran sınırına seksen kilometre mesafede bulunan köy ve kasabalarının dâhil olduğu, Musul vilâyetinin doğu ve güney bölgesinde; 
. Diyarbakır hududundan yirmi beş kilometre içerde, Habur ve Fırat nehirleri vadisindeki yerleşim yerleri dâhil olmak üzere Zor sancağının doğusu ve güneyinde, 
. Halep vilâyetinin kuzey kısmı hariç olmak üzere doğu, güney ve güneybatısında, 
. Suriye vilâyetinin Havran ve Kerek sancakları dâhil olmak üzere demiryolu güzergâhlarından yirmi beş kilometre dışında bulunan kasaba ve köylerde Müslüman nüfusunun %10'u nispetinde iskân edileceklerdi. 

Tehcire Tabi Tutulanlar ve Geride Kalanlar 

Tehcir bölgelerindeki Ermenilerden; 

. Hasta, âmâ, yetim çocuk ve dul kadınlar ile 
. Katolik ve Protestan mezhebinden olanlar; 
. Orduda subay ve sıhhiye sınıflarında hizmet görenler ve 
aileleri, 
. Merkez ve taşradaki Osmanlı Bankası şubelerinde, Reji İdaresi'nde ve bazı konsolosluklarda çalışan memurlar, 
. Tüccar, bazı amele ve ustalar hükümete sadık ve iyi halleri görüldükleri sürece 

Tehcire tabi tutulmadılar. Arşiv bilgilerine göre 9 Haziran 1915'ten 8 Şubat 1916 tarihine kadar tehcirin uygulandığı muhtelif bölgelerde 33.921 kişi yerlerinde bırakılmıştır (Ek-2). 

Ereğli’de Müslümanlar tehcire karşı çıkmışlar ve buradaki Ermeniler büyük oranda yerlerinde kalmışlardır. Tehcir kanununa göre Müslüman evleri aranmadığından Anadolu’nun birçok kentinde Müslüman komşularının sakladıkları Ermeniler de tehcire tabi tutulmamıştır. 

Bazı kaynaklara göre Anadolu’da kendi imkânları ile tehcir yerlerinden ayrılanlar serbestçe yer değiştirmiş ve bunlar arasında Anadolu’dan İstanbul’a gelen yaklaşık 15.000 Ermeni de İstanbul Ermenilerinin evlerinde kalmışlardır. Arşavir Şiraciyan İstanbul’da saklananların büyük çoğunluğunun genç erkeklerden 
oluştuğunu, komiteci olduklarını ve silahlarının bulunduğunu yazmıştır. 

Yetim çocuklar ve dul kadınlar yetimhanelerde ve köylerde koruma altına alınmış, kendilerine maddî yardımda bulunulmuş, sevkiyat esnasında yetim kalan çocuklar yetimhanelere konulmuştur. Bununla ilgili olarak Hükümetin korunmaya muhtaç Ermeni aileler hakkında yayınladığı genel emirnamede: 

. Erkekleri sevk edilen veya askerde bulunan kimsesiz ve velisiz ailelerin, Ermeni ve yabancı bulunmayan köy ve kasabalara yerleştirilerek, iaşelerinin muhacirin 
tahsisatından verilmesi, 
. 12 yaşına kadar olan çocukların, bölgelerindeki yetimhanelerin yeterli olmaması halinde, zengin Müslüman ailelerin yanına verilerek yetişmelerinin ve eğitimlerinin sağlanması, 
. Hali vakti yerinde olmayan Müslüman ailelere ise muhacirin tahsisatından, çocukların iaşe masrafını karşılamak üzere 30 kuruş ödenmesi, 


. Genç ve dul kadınların kendi rızalarıyla, Müslüman erkeklerle evlenmelerine izin verilmesi  yer almaktaydı. 

Başlangıçta bazı Ermeniler tehcirden kurtulmak için din değiştirme taleplerinde bulunmuş, ancak bunların İslâm adı altında yine fesatlıklarını sürdürebilecekleri kaygısıyla sevk edilmeleri emredilmiştir. Bununla beraber, tehcirin sonlarına 
doğru, din değiştirmek isteyen Ermenilerin müracaatları olumlu karşılanmıştır. 

Osmanlı Hükümeti tehcir sırasında yurt dışından gelecek veya yurt dışına çıkacak Ermenilerle ilgili tedbirler de aldı. Osmanlı tebaası olan 17-55 yaşları arasında bulunan erkek Ermenilerin yurt dışına çıkmaları yasaklandı. Tarafsız devletlerin vatandaşı olan Ermenilere ise savaş sonuna kadar dönmemek şartıyla Osmanlı ülkesinden ayrılmalarına izin verildi. Dışarıdan Osmanlı ülkesine girmek isteyen Ermenilere ise, hangi ülke vatandaşı olursa olsun katiyen müsaade edilmedi. 

Yanlışlıkla tehcire tabi tutulanlar, araştırılarak o sırada bulundukları şehirlere iskân edildi. Tehcir harici tutulanlardan zararlı faaliyetleri görülenler ister Katolik, ister Protestan olsun yeni iskân sahalarına sevk edildiler. 


5.Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..

***

5 Kasım 2014 Çarşamba

1915 ERMENİ TEHCİRİNE GİDEN YOLDA GÖZDEN KAÇAN İKİ NOKTA;




1915  ERMENİ  TEHCİRİNE  GİDEN  YOLDA  GÖZDEN KAÇAN İKİ NOKTA;


Projeler ve Müfettişlikler

*Ali KARACA

Giriş

Günümüzde Türk-Ermeni İlişkileri söz konusu edildiğinde sergilenen genel yaklaşım, 1915 zorunlu iskânını, tehciri sorgulamak şeklindedir. Günümüzde ileri sürülen tez ve antitezler, genellikle bu tehcir esnasında yaşanılanlara dayandırılmakta, bu ise tehcirin arka plânının gözden kaçmasına sebep olmaktadır. Bu tür yaklaşımların ana nedeni Ermeni -Türk ilişkilerinin tarihî süreçten kopuk olarak ele alınmasıdır. Hâlbuki söz konusu ilişkiler için, projektörleri tarihin derinliklerine yöneltmek, konuya yaklaşım metodu açısından oldukça önemlidir.

Osmanlı Devleti'nin, Ermeniler de dahil yönetimi altında bulunan gayrimüslimlerle olan ilişkilerinin hukukî zeminini Zımmî statüsü oluşturmaktaydı. 1821 Mora Rum isyanı, devletin Ermeniler için yeni bir yaklaşıma zemin hazırlarken, 1828 Osmanlı-Rus Savaşı sonrası yeni oluşumların tohumu atılmıştı. Esasında Hristiyan unsurlar için idarî-yapısal temel düzenlemeler Tanzimat (1839), Islahat (1856) ve Kanunıesâsi/Anayasa (1886) dönemlerinde yapılarak, Ermenileri de kapsayan kanun ve tüzükler yürürlüğe sokulmuştu. Bu arada devlet, Sırbistan ve Cebeli Lübnan olayları sonrası, yerel taleplere bir çözüm olarak yaptığı yeni bir temel düzenlemeyle yerel meclislerin oluşumuna izin vermişti. Bu yaklaşım çerçevesinde. Millet-i Ermeniyân Nizamnâmesi'ni de yürürlüğe koymuştu (1862). Daha sonra uygulama alanı bulmuş olan Anadolu Reform programı da (1895) bu kabildendir. Zira Hükümetin ilgililere verdiği direktiflerde, çalışmalar esnasında Tanzimat, Islahat ve Kanuniesasî hükümlerinin dikkate alınmasına özellikle vurgu yapması, bahsi geçen düzenlemelerin Ermeni unsurla ilgisini açıkça göstermektedir.

1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı Sonrası Gelişmeler ve Öne Çıkan İki Öğe 

Kaynaklara bakıldığında, 1878 sonrası gelişen olaylar bütünü içerisinde Türk-Ermeni-Avrupalı devletler ilişkisinin farklı ve yeni bir safhaya girdiği görülmektedir. 1915 zorunlu iskânına kadar devam eden bu süreçte, ortaya çıkan bazı öğeler, tehcirin esas zeminini oluşturacaktır. Doğu Sorunu'na Ermeni Meselesi rengini veren 3 Mart 1878 Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşması (16. madde) ile bu sorunu uluslar arası arenaya taşıyan 13 Temmuz 1878 tarihli Berlin Antlaşması (6l.madde) problemin çözüm şeklini de belirtmekteydi. İlgili maddede: " Hükümet halkı Ermeni bulunan eyaletlerde yerel ihtiyaçların gerektirdiği reformu ertelemeksizin yapma ve Ermenilerin Çerkez ve Kürtlere karşı huzur ve güvenliğini sağlamayı yükümlenir ve ara sıra bu konuda düşünülen düzenlemeleri devletlere (İngiltere, Fransa, Rusya, Almanya, Avusturya ve İtalya) bildireceğinden, adı geçen devletler konu edilen düzenlemelerin (reform.) yerine getirilmesini /yürütülmesini gözetleyeceklerdir" denilmekteydi. Bu antlaşmalar sonrası süreçte, Avrupalı devletlerce ilgili maddelerden kaynaklanan iki ana öğenin daima ön plâna çıkarıldığı görülecektir. 
Avrupa Patentli Reform Projeleri 

Bir tür reform programı olan Islahat Fermanı'na esas oluşturan hususların hazırlanmasında, Avrupalı devletlerin sergilediği metodik tavır, 1878 sonrası programları için de geçerliliğini koruyacaktı. Buna göre reform programları, taraftar devletlerce hazırlanmakta ancak, uygulayacak olan devletin de (Osmanlı) onayı ve yönetim esasları dikkate alındığı izlenimi verilmekteydi.

1878 sonrası projelerinin özelliği, tarif edilmiş belli bölge (Vilâyât-ı Sitte) ve belli unsur (Ermeni) için programlanmış oluşu, uygulama şeklinin ise doğrudan veya dolaylı müdahele esaslarına dayandırılmasıydı: Mesela Salisbury'nin direktifleri doğrultusunda Layard'ın açıkladığı reform programı ve üç maddelik nota (8 Ağustos 1878) ile dokuz maddelik diğer bir projesi (24 Kasım 1879 12 T. Sani 1295), yine İngiltere, Fransa ve Rusya'nın müşterek hazırladıkları kırk maddelik reform programı ve on dört maddelik muhtıra (11 Mayıs 1895), ayrıca 1909 tarihli yirmi dokuz maddelik reform projesi ile 23 Mayıs 1914 tarihli yirmi üç maddelik reform programı bu çerçevede değerlendirilebilir.

Avrupa kaynaklı bu reform projelerinin ana eksenini, uygulanması safhasında Avrupalı uzmanların istihdamı, denetimin başında ise yine bir Avrupalı Genel Müfettiş Komiser'in bulunması şartı oluşturmaktaydı. Bilhassa 1895 tarihli projenin hazırlanışı ile getirilen öneriler, uygulama için yapılan düzenleme, yine 1914 tarihli projenin hazırlanışındaki ön gelişmeler doğrultusunda yönelilen hedef, söz konusu uzmanlar ve müfettiş konusunun, Avrupalı devletlerce ne kadar önemsendiğinin göstergesiydi. Çünkü bir iyileştirmenin çok ötesine geçen amaçlarının gerçekleşmesi buna bağlı bulunmaktaydı.

Söz konusu projeler süreli incelendiğinde, reform konusunun Avrupalı devletlerin inisiyatifinde ve onların çıkarlarına göre şekillendirildiği görülmektedir. Bu meyanda, Ermeni Sorunu'na siyasî bir biçim verilirken de, zamanı gelip şartlar oluştuğunda, siyasî reformlar sayesinde, sınırları çizilmiş coğrafî bölgede güdümlü muhtar veya bağımsız bir oluşumun şartlarının hazırlandığı anlaşılıyor.

1912 yılına gelindiğinde ortaya çıkan siyasî gelişmeler, Rusya'nın yine bu maksatla, doğu vilâyetleri için yeni bir ıslahat/reform programı isteğiyle harekete geçeceğini gösteriyordu. İttihat ve Terakki Hükümeti bu durumu kavrayıp, daha önce davranarak bir reform projesi hazırlayıp, reform işini İngiltere'ye havale etmek üzere harekete geçti. Hükümetin teklifini önce olumlu karşılayan İngiliz Hükümeti, daha sonra bu yaklaşımından caydıktan başka, reform projesinin hazırlanması işini de Rusya'ya bıraktı (12 Kasım 1912). Bu. I. Dünya Savaşı'nın arefesinde İngiliz-Rus ittifakının da önemli bir göstergesi oluyordu.

Önceki projelerde olduğu gibi bu son projede de yine ön plâna çıkan diğer önemli bir unsursa, Reform Müfettişlerinin durumlarıdır. 

Avrupalı Reform Müfettişi Dayatması 

Müfettişlik konusu irdelendiğinde. Avrupalı devletlerin Türk Devleti'nin inisiyatifini elinden almak ve reformların kendi istekleri doğrultusunda yürütülmesi için, bu hususa büyük önem verdikleri görülür. Diğer taraftan ise kendi çıkarlarını koruduğunun ve reformu kontrol ettiğinin esaslı bir göstergesi olacağından, söz konusu müfettişlerin seçim ve tayin şekilleri Osmanlı Devleti için de hayatî bir konuydu.

Bu konuda Osmanlı Devleti'nin 1856 Paris Antlaşması'ndan sonra siyasî baskılara açık hâle geldiği anlaşılmaktadır. Zira daha o tarihte Rusya, Paris Antlaşması ve Islahat Fermanı gereği söz konusu olan reformun, yanlızca Türk Devleti'nin inisiyatifine bırakılamayacağı itirazında bulunmaktaydı. Yine Rusya'nın, antlaşma ve Islahat Fermanı'nın, Hristiyan halklar lehinde karara bağlanan şartlarının, Osmanlı Devleti'nce uygulanmadığı yönündeki şikâyeti üzerine, Avrupalı devletler nezdinde durumun kontrolü gündeme gelmiş ve bu hususu incelemek için Veziriazam Kıbrıslı Mehmet Paşa görevlendirilmişti. Paşanın, İmparatorluğun belli başlı vilâyetlerindeki teftişi üç ay sürmüş ve kendisi yapılan reformlar hakkında raporlar hazırlamıştı.

10 Mayıs 1878 senesine gelindiğinde Erzurum, Van, Diyarbekir vilayetleriyle Mamüretülaziz (Elâzığ) mutasarrıflığının teftişi göreviyle Şûrayı Devlet Üyesi Ali Şefik Beyin atanması ise Ayastefanos Antlaşması'nın on altıncı maddesine bağlı görünmektedir. Müfettiş'in başlıca görevi, Ermenilere tecavüz ettikleri iddia olunan Kürtlerin, varsa tespiti ve etkili bir biçimde cezalandırılmalarına yöneliktir. Berlin Antlaşması'ndan sonra ise İngiltere Hükümetinin, Anadolu'da uygulanması maksadıyla hazırladığı dokuz maddelik reform projesini (24 Kasım 1879) denetlemek için, bir Avrupalı müfettişin atanması talebi üzerine, İngiliz uyruklu General Baker Paşa bu göreve atanmıştı (1880).

1895'te bu defa ortak bir girişimle İngiltere, Fransa ve Rusya'nın, 1878 antlaşmasının altmış birinci maddesine atfen hazırladıkları, kırk maddelik reform projesinin uygulanması için, yine Avrupalı bir Genel Müfettişin atanmasını şiddetle istedikleri görülüyor. Fakat II. Abdülhamit'in diplomatik tavrı karşısında bilhassa, ısrarcı olan İngiliz Hükümeti, tutumunu değiştirerek Raif, Hasan Fehmi ya da Ahmet Muhtar Paşalardan birinin atanmasına olumlu bakacağını bildirmekteydi. II. Abdülhamit ise bu teklifi dikkate almayarak, Yaver-i Ekrem Mareşal Çapanoğlu Ahmet Şakir Paşayı müfettişlik görevine getirmiştir (27 Haziran 1895 ). Bu tayin özellikle İngiliz Hükümet Başkanı Salisbury'nin büyük tepkisine yol açarsa da sonradan durumu kabullenmek zorunda kalır. Oldukça geniş yetkilerle donatılmış olan Şakir Paşa ve başkanı olduğu heyet, aynı zamanda Ermenilerle ilgili reform programını yürütmede, beş yıl gibi uzun bir süre görev yapan müfettişlik heyeti olacaktı (24 Ağustos 1895-18 Nisan 1900).

Bu tarihten sonra 1909 yılına kadar Avrupa kaynaklı bir reform ve ona uygun Avrupalı müfettiş atanması yönünde herhangi bir teklife şimdilik rastlanamadı. Bununla birlikte Dahiliye Nazırı Memduh Paşanın başkanlığını yaptığı ve Anadolu Reformu esnasında ona bağlı olarak İstanbul'da görev yapan Tesrii Muamelât Komisyonu'nun, 2 Ağustos 1900 tarihine gelindiğinde hâlâ çalışmalarını yürütüyor olması ise genelleştirilmiş bir reform programıyla ilgisi bulunmasındandı (26 Ekim 1896-?).

II. Abdülhamit'in idareden uzaklaştırılmasından hemen sonra Avrupalı devletlerin Vilayât-ı Sitte için yeni bir reformu gündeme getirdikleri anlaşılıyor. Bu defa da hükümet, Trabzon, Erzurum, Van, Sivas, Diyarbekir, Mamuratülaziz ve Bitlis vilayetlerine bir reform heyeti gönderecekti. Bu Özel Reform Heyeti'ni (Heyet-i Mahsûs-ı islahiye) Galip, Mustafa Zihni Beylerle, Meclis-i Mebusan Üyesi Ermeni Babekyan Efendi ve Erkânıharp Cemâl ile Binbaşı Zeki Beyler oluşturmaktaydı. Bununla birlikte hükümetçe, Avrupalı müfettişlerin görevlendirilmesi fikrinin de benimsendiği anlaşılıyor.

1912 yılına girilirken yukarıda da değinildiği üzere yönetimdeki İttihat ve Terakki hükümeti, bazı gelişmeler dolayısıyla, bu defa yeni bir reform projesi hazırlama, ve uygulama işinin bir Avrupalı müfettişe havale olabileceği yönünde İngiliz hükümetine müracaat eder. Bu teklif üzerine İngiliz hükümeti, müfettişlik için Lord Milner'i seçmişse de sonradan bu kararından vazgeçecektir. Aslında 1909 sonrasında reform konusunun Avrupalı devletler, özelikle de İngiltere'nin inisiyatifine bırakılması eğiliminin ağırlık kazandığı gözlenmekteydi. Zaten 1913 yılına gelindiğinde yine bu çerçevede, Reform Genel Müfettişliğinden başka, birçok Avrupalı müfettiş bazı önemli bürokratik görevlere atanmıştı. Bunlardan bazıları: Mülkiye Müfettişi İngiliz Yüzbaşı Daves, Mülkiye Teftiş Müdürü Gravü, Adliye Bakanlığı Teftiş Heyeti Başkanı İngiliz Hukukçu Clarc ve Maliye Bakanlığı Genel Müdürü Henry Beylerdi. 

Reform İşinin Avrupalı Müfettişlere Teslimi 

Bu sıralarda Reformun yeniden gündeme gelmesiyle hareketlenen Rusya, İngiltere ve Fransa ile Almanya hükümetlerine başvurarak. Vilayât-ı Sitte'de Ermeniler için kararlaştırılan reform işine Avrupalı bir genel vali atanmasını teklif etti. Reform kararları şekillendiğinde ise tayinleri artık zorunlu hâle gelen iki Avrupalı Reform Genel Müfettişi bu memuriyete getirildi (2 Temmuz 1914). Bu müfettişler Norveçli Hoff ve Hollandalı Westenen'di. Adı geçen iki müfettiş Osmanlı Hükümeti memuru gibi addedilse de gerçekte reform işi ve Ermeni sorunu tamamen Avrupa'nın kontrolüne girmişti. 

Bazı Ermenilerin Sadakattan Teröre Kayışı 

İşleyen bu süreç zarfında Türk ve Ermenilerin tavrına bakıldığında bazı değişimler göze çarpar. 1829'den sonra, bir kırılma noktası oluşturan 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşına kadar devletin. Ermenilere yaklaşımı, resmî belgelere de yansıdığı gibi " sadık tebaa/gönülden bağlı uyruk " anlayışı üzerine temellendiriliyordu. Bu yaklaşım aynı zamanda devletin, Ermeni politikasının güven, takdir ve koruyup-kollama esasına dayandığının bir ifadesiydi. Türk Devleti'nin asırlarca süren politikalarının bir sonucu olarak dinî-ırkî, sosyal ve kültürel kimliklerini yaşatıp geliştirme imkânı bulan Ermeniler, devlet bürokrasisinde bakanlık dahil birçok önemli memuriyetlerde bulunurken, özellikle ticarî hayatın en aktif ve çok kazanan kesimi durumuna da yükseldiler.

Türk Devleti'nin bu yaklaşımı ve sahip oldukları statüye rağmen 1870'li yıllardan itibaren, sadık Ermenileri devlete karşı kışkırtan bazı Ermeni komite ve derneklerinin ortaya çıktığı gözlenmekteydi (İttihat-ı Halâs Cemiyeti/Kurtuluş Dernekleri Birliği gibi). Farklı isimler taşıyan bu güdümlü oluşumlar, 1890'da kuruluşlarını tamamlamış ve belirledikleri hedefe ulaşmak için silâhlı eylemler dahil harekete geçmişlerdi. Amaçları, her imkânı değerlendirerek sınırları tarif edilmiş bir bölgeyi birlikte yaşadıkları unsurlardan temizleyip, burayı devletten koparmaktı. Kullandıkları metot ise ihtilalci silâhlı terörizmdi (Kendilerine propogant ve terrör adı veren üyelere sahip, Marksist doktrini benimseyen Devrimci Hınçak Partisi ve Ermeni İhtilal Komiteleri Birliği gibi).

Bu terörist gruplar ve diğer Ermeni oluşumlarını yönlendirme ve destekleme işini ise başta Rusya olmak üzere İngiltere, Fransa ve Yunanistan gibi Avrupalı devletler üstlenmişti. Böylece Ermeni Komiteleri, Mayıs 1915 tarihindeki zorunlu iskân uygulamasına kadar 40 yıl sürecek olan plânlı, bilinçli ve Türklere karşı sürekli silâhlı terörizmle siyasallaşma yoluna girmişlerdi. 

İçişleri Bakanı Talat Paşanın Değerlendirmesi ve Son Tahlilde Tehcirin Esas Gerekçesi 

Bütün bu gelişmelerden sonra Ermeni Sorunu ve yaşanan tarihi süreci, Dahiliye Nazırı Talat Paşa, Meclis-i Vükela'ya sunduğu arz tezkeresinde şöyle tahlil ediyordu (30 Mayıs 1915):

a- "Ermeniler, bölücü ve işgalci emeller taşıyan Avrupalı devletlerin etkisiyle de silâhlı isyanla/terör bölücü davranışlar sergileyerek, devletin işleyişini engellemişlerdir.

b- Bu tavırları ile diğer sadık halkı (Türk.Kürt.Çerkez...) varlığını korumaya zorlamakta, böylece devletin arzu etmediği olaylara sebebiyet vermekteydiler.

c- Problemleri ortadan kaldırmak için devletin fedakarânece sürdürdüğü uygulama ve reform çalışmalarının olumlu sonuçları görülmekteydi. Buna rağmen Ermeniler uzlaşmaz tavırlarını devam ettirmekteydiler.

d- Bu tutumları, sırf bir iç mesele olan bölgenin reformu işinin, dış bir mesele şeklinde devletler arası genel görüşmeler alanına çekilmesine yol açtı.

e- Bu yolla, Osmanlı ülkesinin bir kısmında yabancı devletlerin nüfuz ve kontrolleri altında bir idari yapılanma ayrıcalığı kazanmaya yöneldiler.

f- Türk Devleti'nin bütün bu yeni yapılandırma ve reformlarının, Avrupalı devletlerin etki ve baskısıyla, Osmanlı ülkesini bölünme ve parçalanmaya doğru çektiği birçok deneme ve üzücü gelişmelerle ortaya çıkmıştı.

g- Devletin idarî bağımsızlığı ve bütünlüğü, Avrupalı devletlerin baskısıyla yapılacak benzeri reformlardan, devletin imkânlarının elverdiği ölçüde sakınma ve korunmayı zorunlu kılmaktadır.

h- Osmanlı Devleti'nin hayatî meseleleri arasında önemli bir yer işgal eden bu baş ağrıtan Ermeni probleminin, kesin bir biçimde ve tamamıyla çözüme kavuşturulması için, reform maksadıyla bir kere daha gerekli düzenlemeler plânlanarak yürürlüğe konulmuştur.

i- Bütün bunlara rağmen bazı Ermeniler, tehcirden hemen önce (Nisan 1915'te Rusların doğu sınırından saldırmaları üzerine) amaçları doğrultusunda, savaşa girmiş bulunan devletleri aleyhine düşmanlarla fikir ve iş birliği yaparak, silâhlı isyana kalkmış (15 Nisan 1915 Van ve Sivas isyanları gibi), askeri birliklerimize ve korumasız halka silâhla saldırarak, şehir ve kasabalarda katliam, hırsızlık ve yağmalama suçunu işlemişlerdir. "

Bu tahlilin ışığında altı dikkatle çizilmesi gereken bir husus da, Ermenilerin silâhlı isyan tarihi (15 Nisan 1915) ile soy kırım olarak dünyaya tescil ettirmek için ön plâna çıkarttıkları tarihin (24 Nisan 1915 ) çelişkisidir. Bu çelişkiye esas zorunlu göçürme tehcir kararının, 27 Mayıs 1915 tarihli olduğu gerçeğini de eklemek gerekir. Ermenilerin iddalarını ortaya koyuş biçimi tehcirin, Ermenilerin hiçbir eylem ve devlet aleyhinde hiçbir tavırlarının olmadığı hâlde ve zamanda tamamen keyfî, onları yok etmeye yönelik olarak uygulanmaya konulduğu tezini işlemektedir. Halbuki 30 yıldan fazla sürdürdükleri plânlı silâhlı terör dışında, 15 Nisan tarihindeki tavırları bile bu tezlerini çürütmektedir. Bu durumda: Ermenilerin silâhlı isyan ve düşmanla işbirlikleri olan 15 Nisan, sonraki gelişmeleri ateşleyen fitil olmalıdır. 

 ..