19 Mart 2019 Salı

1914 -2014 YÜZYILIN HİKAYESİ - TÜRK KAFKAS İSLAM ORDUSU VE KAFKASLARDA ERMENİ KATLİAMLARI. BÖLÜM 12

1914 -2014 YÜZYILIN HİKAYESİ - TÜRK KAFKAS İSLAM ORDUSU VE KAFKASLARDA ERMENİ KATLİAMLARI. BÖLÜM 12



BU DEFA DA HOCALI KATLİAMI 

Tarihi gelişmeler emperyalistlerin, Türkler aleyhine Ermenileri sık sık kullandığını ayan beyan göstermektedir. Azerbaycan toprakları işgal edildikten sonra İran ve Anadolu’dan getirilen Ermeniler, Türkiye ile Azerbaycan Türklerinin dolayısıyla Türk Dünyasının bağlantısını koparacak tarzda iskân edilmiş; Ermenistan’ın sınırları çok hassas planlarla, fiziki coğrafya olarak Türkiye ile Azerbaycan arasına girecek tarzda çizilmiştir. Perde önünde Ermenilere bağımsız devlet kurmalarında yardım etme senaryosu oynanırken, perde arkasında da kardeş Türkiye ve Azerbaycan Cumhuriyetlerinin bağlantısını koparma hedefleri 
gerçekleştirilmiştir. Bu kapsamda; 

. Ermenistan’ın sınırları Türkiye Cumhuriyeti ile Azerbaycan’ın bağlantısı kesilecek şekilde konumlandırılmış, 
. Iğdır ilimizle Nahcivan bağlantısı, İran ile Ermenistan’ın kıskacında dar bir alana sıkıştırılmış, 
. Nahcivan-Azerbaycan arasına ise Ermenistan’ın uzantısı olarak bir koridor sokulmuş, bu suretle Nahcivan-Azerbaycan, dolayısıyla  Türkiye-Azerbaycan bağlantısı kesilmiş; 
. Bunlar yetmezmiş gibi 1990’lı yılların başında önce “Laçin Koridoru”[9], arkasından da Dağlık Karabağ Bölgesi dâhil, 

[9] Laçin Koridoru, Azerbaycan Cumhuriyeti'nin sınırları içinde bulunan bölgede, Resmî olarak Azerbaycan Cumhuriyeti'nin Laçin Rayonu'nun bir parçası olan, Mayıs 1992'de isyancı Karabağ Ermeni güçleri tarafından açılan Ermenistan Cumhuriyeti ile de Dağlık Karabağ’ı birbirine bağlayan geçit bölgesi. Laçin, Kubatlı, Zengilen, Cebrail, Fuzuli, Ağdam ve Kelbecer’den oluşan Azerbaycan toprakları, Ermenistan tarafından işgal edilmiş, 
. Tüm bunların sonucu Nahcivan-Azerbaycan, dolayısıyla Türkiye-Azerbaycan izolasyonu iyice pekiştirilmiştir. 

Ermenistan içindeki etnik temizlik işini tamamlayan Ermeniler, komşuları Azerbaycan Cumhuriyeti topraklarına göz dikmişler ve 1990’lı yılların başındaki işgal eylemlerinde isyancı dedelerini aratmamışlardır. Başta Hocalı olmak üzere baskın şeklinde çoluk çocuk, kadın, ihtiyar demeden soykırımlar yapmışlardır. Bu vesileyle tüm şehitlerimizi rahmetle anarken, ibretle günümüze kadar olan gelişmeleri de anımsatmak istedik. 

Henüz Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği dağılmamıştı. Ermenistan Sosyalist Cumhuriyeti Azerbaycan’a ait olan Dağlık Karabağ Bölgesi’nde Ermeni nüfusunun fazlalığını ve buranın kendisine ait olması gerektiğini iddia ediyordu. Oysa bölge, uluslararası örgütlerin de kabul ettiği gibi tarihi ve hukuki olarak Azerbaycan’a aitti. 

Dağlık Karabağ Bölgesi Meclisi, 1988 yılında ayrılıkçı Ermenilerin oluşturduğu tehdit ve baskı ortamında aldığı kararla Ermenistan’a bağlandığını bildirdi. Bu gelişme üzerine Azerbaycan, bu bölgenin özerk statüsünü kaldırdığını ve Dağlık Karabağ’ı kendine bağladığını ilan etti. Bölgedeki ayrılıkçı Ermenilerin buna cevabı ise bağımsızlık referandumu oldu. Bölgede yaşayan Türklerin 
katılmadığı referandumdan ayrılıkçı Ermenilerin etkisiyle “Dağlık Karabağ Cumhuriyeti” adında bir kukla oluşum ile mesnedi olmayan bağımsızlık kararı alındı. 

Tüm bu gelişmeler olurken Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki gerilim iki toplum arasında karşılıklı çatışmaları ve sokak gösterilerini tetikledi, yüz binlerce kişi yaşadığı toprakları terk ederek muhacir (kaçkın) durumuna düştü. Sonunda iki devlet arasında 1991 yılının sonlarında sıcak savaş başladı. Savaş Ermenilerin lehine gelişti. Rusya ve Ermeni Diyasporasının desteğini alan Ermeniler, Dağlık Karabağ bölgesini işgal ettiler. Savaşın henüz başlarındayken Hocalı kasabasında ayrılıkçı Ermeniler ve destekçileri tarafından 20. yüzyılın en yüz kızartıcı katliamlarından bir yapıldı. 

Hocalı kasabası konumu itibariyle Dağlık Karabağ’ın en stratejik tepelerindendir. Bu nedenle Ermeni kuvvetleri için önemli bir askeri hedefti. Kasaba Ermenilerce aylarca top ateşine tutuldu, abluka altına alınarak etrafıyla bağlantısı kesildi. Katliamın gerçekleştiği tarihlerde daha önceden kaçanlar dışında kasabada 3 bin civarında Azeri Türkü bulunmaktaydı. İsyancı Ermeni kuvvetleri, Sovyetlerin Hankenti’ndeki 366. Mekanize Alayının da desteğiyle 25 Şubat’ı 26 Şubat'a bağlayan gecede Hocalı’yı işgal ederek 83 çocuk, 106 kadın ve 70'den fazla yaşlı dâhil olmak üzere toplam 613 kişiyi katlettiler. Ermeni katiller isyancı 
dedelerine layık olmak için ellerinden geleni yapmışlar, tıpkı onlar gibi hamile kadınlara ve çocuklara vahşet uygulamışlar, öldürdükleri insanların gözlerini oymuşlar, cesetlerini yakmışlardı. 

Eylemlere katılanların itirafları ve diğer görgü tanıklarının ifadeleri, Hocalı’da yapılanların Birleşmiş Milletlerin soykırım kriterlerinden saylan ve “nefret suçu” ve “toplu katliam” kapsamlarına girdiğini göstermiştir: 

. Hocalı’nın işgaline katılan eski ASALA eylemcilerinden Monte Melkonyan, gördüklerini yaşadıklarını anlattığı hatıratında   “İşgalin ve burada yapılan katliamın stratejik bir hedef olması yanında, aynı zamanda bir öç alma eylemi” de olduğunu itiraf etmiştir. . Hocalı’nın işgalinde toplu kırım yapılmıştır. Saldırıda ölenlerin sayısı Azerbaycan Cumhuriyeti resmî kaynaklarınca toplam 613 kişi olarak bildirilmiş ise de kayıplar dâhil edildiğinde katledilen toplam Azerbaycanlı sayısının 1300 kişi olduğu tahmin edilmektedir. İsyancı Ermenilerin geçmişteki sicilleri dikkate alındığında gelecekte kayıp kişilere ait cesetler kim 
bilir hangi toplu mezarda bulunacaktır. 
. Nitekim bu katliamı yaşayan ve sonra Beyrut’a yerleşen Ermeni gazeteci Daud Kheyriyan’in yazdıkları, maalesef bizim kanaatlerimizi doğrulamaktadır. Bu gazeteci, “For the Sake of Cross” (Haçın Hatırı İçin) isimli kitabında şu satırları 
aktarmaktadır: "Gaflan denen ve ölülerin yakılmasıyla görevli Ermeni grup, Hocalı’nın 1 kilometre batısında bir yere 2 Mart günü 100 Azeri ölüsünü getirip yığdı. Son kamyonda 10 yaşında bir kız çocuğu gördüm. Başından ve elinden yaralıydı. Yüzü morarmıştı. Soğuğa, açlığa ve yaralarına rağmen hâlâ yaşıyordu. Çok az nefes alabiliyordu. Gözlerini ölüm korkusu sarmıştı. O sırada Tigranyan isimli bir asker onu tuttuğu gibi öteki cesetlerin üstüne fırlattı. Sonra tüm cesetleri yaktılar. 

Bana sanki yanmakta olan ölü bedenler arasından bir çığlık işittim gibi geldi. Yapabileceğim bir şey yoktu. Ben Şuşa’ya döndüm. Onlar “Haç’ın Hatırı İçin” savaşa devam ettiler." 

Hocalı’da yaşanan bu katliama Birleşmiş Milletler gerekli reaksiyonu göstermemiş, etkili tedbirler alamamıştır. Buna karşı içerisinde Türkiye’nin de yer aldığı gruplar konuyu telin edici, kınayıcı tepkilerini göstermişlerdir: 
. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi üyeleri, Arnavutluk, Azerbaycan, Birleşik Krallık, Bulgaristan, Lüksemburg, Makedonya, Norveç ve Türkiye  tarafından yayımlanan 324 no’lu Avrupa Konseyi bildirgesinde; “Ermeniler tüm Hocalıları katlettiler ve tüm şehri harap ettiler” ifadesi geçmiş. 
. İnsan Hakları İzleme Örgütü, Hocalı Katliamı'nı “Dağlık Karabağ'ın işgalinden bu yana gerçekleşen en kapsamlı sivil katliam” olarak nitelendirmiş. 
. Meksika Senatosu, Pakistan Senatosu, Kolombiya Parlamentosu, Çek Cumhuriyeti Parlamentosu Dış İlişkiler  Komitesi ile ABD'nin Teksas, New Jersey, Massachusetts,Georgia eyaletlerinde kabul edilen kararlarda Hocalı Katliamı "soykırım" olarak vasıflandırılmıştır. 

Bu katliamın emirlerini verenlerden Taşnaksutyun örgütü liderlerinden Robert Koçaryan, maalesef ödüllendirilircesine önce başbakan daha sonrada Ermenistan Devlet Başkanı yapılmış, diğer sorumlular da Ermenistan’da üst düzey yönetimlere getirilmiştir. 

Elçibey’in Cumhurbaşkanlığı döneminde, AGİT bünyesindeki toplantılarda Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünün korunması gerektiği vurgulatıldı. Ayrıca Ağdere, Goranboy, Gebedey rayonları ile Laçın ve Cebrayıl bölgelerindeki bazı köyler Ermenilerden geri alındı. Ancak Azerbaycan’da iç karışıklıklar yaşanması, durumu tekrar Ermenilerin lehine döndürdü. Ermeniler saldırılarını sürdürerek ateşkes imzalanana kadar Dağlık Karabağ Bölgesi dâhil, Laçin, Kubatlı, Zengilen, Cebrail, Fuzuli, Ağdam ve Kelbecer’den oluşan Azerbaycan topraklarını işgal ettiler. 


Ermenistan’ın işgali altındaki Azerbaycan toprakları (Dağlık Karabağ Bölgesi, Laçin, Kubatlı, Zengilen, Cebrail, Fuzuli, Ağdam ve Kelbecer). 

Azerbaycan ve Ermenistan Savunma Bakanları ile Karabağ’daki ayrılıkçı Ermenilerin temsilcileri arasında 9 Mayıs 1994 tarihinde ateşkes imzalandı. Sovyetlerin son döneminde başlayan çatışmalardan bu ateşkese kadar geçen sürede Ermeni saldırıları sonucu; 

. Azerbaycan topraklarının %20'si işgal edilmiş, 
. Binlerce Azerbaycan Türkü hayatını kaybetmiş, binlercesi yaralı ve sakat kalmış, 
. Bir milyon civarında Azerbaycan Türk’ü evini, geçim kaynağı olan arazisi ve hayvanlarını kaybederek göçmen durumuna düşmüş, 
. Milyarlarca lira maddi zarara uğranmış ve 
. Azerbaycan’ın nüfus yapısında önemli değişimler meydana gelmiştir. 

Savaşın başından itibaren Ermenileri destekleyen Rusya, Azerbaycan-Ermenistan sorununun uluslararası platforma taşınmasından rahatsız oldu. 
Türkiye’yi bölgeden uzak tutmak için çaba sarf etti. Ateşkes anlaşmasından sonra da Ermenistan’a olan desteğini sürdürdü. Ermenistan’ı silahlandırmaya 
devam etti. Ermeniler aldıkları silah desteğiyle saldırganlıklarını devam ettirdiler. 

Türkiye gelişmelerde hep dost ve kardeş Azerbaycan’ın yanında yer almıştır. Ermenistan’la yapılan görüşmelerde iyi ilişkileri başlatmanın ön şartı olarak “Ermenistan’ın işgal ettiği Azerbaycan topraklarından çıkması” koşulmaktadır. İlişkilerin yumuşatılması kapsamında hazırlanan protokolün uygulamaya konması da bu ön şarta bağlanmıştır. Bize göre bu ön şartın kapsamı genişletilmedir. Bilindiği üzere Ermeniler, 

. Bağımsızlık Beyannamelerinin 11. maddesinde Doğu Anadoluillerimizi “Batı Ermenistan” olarak nitelemekte, 
. Doğu Anadolu’yu kaybettikleri bir Ermeni toprağı olarak görmekte ve “bir gün bu toprakları geri alacakları” yolundaki niyetlerini   her fırsatta dile getirmektedirler. 

İyi ilişkileri başlatmanın ön şartı, Ermenilerin İşgal Altındaki Azerbaycan Topraklarından çıkmalarına ilave olarak yukarıdaki niyet ve hedeflerinden vazgeçmelerine bağlanmalıdır. 

2005 yılı içerisinde Yukarı Karabağ sorunu ile ilgili Azerbaycan açısından bazı olumlu gelişmeler oldu. Bu gelişmelerin başında Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin (AKPM) Yukarı Karabağ’la ilgili aldığı karar yer almaktadır. Britanyalı parlamenter David Atkinson’un okuduğu rapor çerçevesinde Strazburg’da Uluslararası hukuki bir belge niteliği taşıyan karar onaylandı. 
Kararda Ermenistan saldırgan bir devlet, Yukarı Karabağ ise ayrılıkçı bir rejim olarak nitelendirildi. Ayrıca kararın yorumunda, Yukarı Karabağ’ın kendi geleceğini tayin hakkının bulunmadığını belirtildi. 


13.CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..

***

1914 -2014 YÜZYILIN HİKAYESİ - TÜRK KAFKAS İSLAM ORDUSU VE KAFKASLARDA ERMENİ KATLİAMLARI. BÖLÜM 11

1914 -2014 YÜZYILIN HİKAYESİ - TÜRK KAFKAS İSLAM ORDUSU VE KAFKASLARDA ERMENİ KATLİAMLARI. BÖLÜM 11



TERÖR ÇETELERİ KANA DOYMUYORLAR 

1914-1922 yılları arasında 

. İstilacı düşman tarafına geçerek kendi devletine ihanet eden, 
. Düşmanla bir olup oturdukları bölgelerde yaşayan Türklere ve özellikle masum sivil halka toplu katliamlar uygulayan, 
. Anadolu coğrafyasında 1.189.132 ve Trans Kafkasya’da 413.000 olmak üzere toplam 1.692.132 Türk’ün ve  Müslüman’ın katlinde rol alan eli kanlı Ermeni çetelerinin mirasçıları, -kullanıcılarının düğmeye basmasıyla- 1973 1984  yıllarında onlarca diplomatımızı, vatandaşımızı kalleşçe pusu kurarak şehit ettiler. 

Aşağıda bu şehitlerimizin isimleri, şehit edildikler yerler ve nasıl şehit edildikleri ile ilgili bilgiler verilmiştir. Bu vesileyle ŞEHİTLERİMİZİ rahmetle anıyoruz, katilleri nefretle kınıyoruz. 

Mehmet Baydar - Bahadır Demir, 27 Ocak 1973 - Los Angeles (ABD) 

Türkiye'nin Los Angeles Başkonsolosu Mehmet BAYDAR ve Konsolos Bahadır DEMİR, 78 yaşındaki Amerikan uyruklu ermeni Gurgen (Karakin) Yanikiyan tarafından 27 Ocak 1973'de şehit edildi. 

Elinde bulunan Abdülhamit'e ait bir tabloyu Türkiye'ye armağan etmek istediğini bildirerek, Baydar ve Demir'i Santa Barbara'daki Baltimore Oteline davet eden Yanikiyan, iki diplomatı otelde silahla üzerlerine ateş açarak öldürdü. Cinayetten sonra tutuklanan ve müebbet hapis cezasına çarptırılan Yanikiyan, 31 Aralık 1984 tarihinde af ile serbest bırakıldı. Yanikiyan, serbest kaldıktan kısa bir süre sonra öldü. 

Türk diplomatlara karşı ilk saldırı olarak nitelenen bu olay, daha sonra bir cinayetler zincirini başlattı ve örgütlü Ermeni terörüne örnek oluşturdu. 

Daniş Tunalıgil, 22 Ekim 1975 - Viyana (Avusturya) 

20 Şubat 1975'de Beyrut'taki THY bürosu bombalandı. Olayı, Gizli Ermeni Ordusu Esir Yanikiyan Gurubu üstlendi. Olay yerine bırakılan mektupta, "Eylemlerin Türkiye, İran ve ABD'yi hedef alacağı, bu bombalama eyleminin de bir başlangıç olduğu" bildirildi. 

Türkiye'nin Viyana Büyükelçisi Daniş TUNALIGİL, büyükelçiliği basan 3 terörist tarafından şehit edildi. 22 Ekim 1975 tarihinde, otomatik silahlı 3 kişi, Türkiye'nin Viyana Büyükelçiliği'ne girerek kapıdakileri etkisiz hale getirdikten sonra Büyükelçi'nin makam odasına girdiler. Burada Daniş Tunalıgil'e Türkçe, "Siz Sefir misiniz?" diye soran ve "Evet" yanıtını alan saldırganlar, Tunalıgil'i 
otomatik silahlarla taradılar. Tunalıgil, olay yerinde can verdi. 3 terörist, hızla binayı terk ederek, bir otomobille uzaklaştılar. 

İsmail Erez - Talip Yener, 24 Ekim 1975 - Paris (Fransa) 

Türkiye'nin Paris Büyükelçisi İsmail EREZ ve makam şoförü Talip YENER, büyükelçilik yakınlarında şehit edildiler. Büyükelçi Erez'in makam aracı, yerel saatle 13.30 sıralarında Büyükelçilik yakınındaki Sen Nehri üzerindeki Bir Hakeim Köprüsü'nde pusuya düşürüldü. İsmail Erez ve makam şoförü Talip Yener, otomatik silahlarla taranarak öldürüldü. Saldırıyı "Ermeni Soykırımı Adalet Komandoları" adlı örgüt üstlendi. 

Oktar Cirit, 16 Şubat 1976 - Beyrut (Lübnan) 

Türkiye'nin Beyrut Büyükelçiliği Başkatibi Oktar CİRİT, bir salonda otururken, Ermeni terörizminin kurbanı oldu. Saldırıyı ASALA üstlendi. ASALA ilk kez bu cinayetle adını ortaya attı. 

Taha Carım, 9 Haziran 1977 - Roma (İtalya) 

Türkiye'nin Vatikan Büyükelçisi Taha CARIM, büyükelçilik ikametgahının önünde iki teröristin açtığı ateş sonucu öldü. Saldırıyı bu kez "Ermeni Soykırımı Adalet Komandoları" adlı örgüt üstlendi. 

Necla Kuneralp - Beşir Balcıoğlu, 2 Haziran 1978 - Madrit (İspanya) 

Türkiye'nin Madrit Büyükelçisi Zeki KUNERALP'in makam aracına 3 terörist tarafından ateş açıldı. Arabada bulunan büyükelçinin eşi Necla KUNERALP ile emekli büyükelçi Beşir BALCIOĞLU, hayatlarını kaybettiler. Saldırıyı "Ermeni Soykırımı Adalet Komandoları" adlı örgüt üstlendi. Bu olayda, ilk kez bir yabancı da Ermeni teröristlerin Türklere yönelik saldırısı sırasında öldü. 
Makam Şoförü İspanyol Atonyo TORRES, teröristlerin kurşunlarına hedef oldu. 

Ahmet Benler, 12 Ekim 1979 - Lahey (Hollanda) 

Hollanda'daki Türkiye Büyükelçisi Özdemir BENLER'in oğlu Ahmet BENLER, silahlı saldırı sonucu öldürüldü. Olayı bu kez hem "Ermeni Soykırımı Adalet Komandoları" hem de ASALA ayrı ayrı üstlendi. 

Yılmaz Çolpan, 22 Aralık 1979 - Paris (Fransa) 

Türkiye'nin Paris Turizm Müşaviri Yılmaz ÇOLPAN, bir teröristin saldırısı sonucu katledildi. Bu olay, Ermeni terörizminin Paris'teki ikinci saldırısı oldu. Olaydan sonra haber ajanslarına telefon eden bir kişi, Roma, Madrit ve Paris'teki eylemlerden "Ermeni Soykırımı Adalet Komandoları" adlı örgütün sorumlu olduğunu bildirerek, "Türk Hükümeti Ermenilere hak tanımadığı için Avrupa'daki Türk diplomatlarını öldürüyoruz" dedi. 

Galip Özmen - Neslihan Özmen, 31 Temmuz 1980 - Atina (Yunanistan) 

Türkiye'nin Atina Büyükelçiliği İdari Ataşesi Galip ÖZMEN ile 14 yaşındaki kızı Neslihan ÖZMEN, bir teröristin silahlı saldırısı sonucu katledildiler. Galip Özmen'in eşi Sevil ÖZMEN ve oğulları Kaan ÖZMEN olaydan yaralı olarak kurtuldular. Saldırıyı bu kez ASALA üstlendi. 

Şarık Arıyak - Engin Sever, 17 Aralık 1980 - Sidney (Avustralya) 

Türkiye'nin Avustralya Başkonsolosu Şarık ARIYAK ile koruma görevlisi Engin SEVER, Ermeni terörizminin kurbanı oldular. 

1980 yılında ayrıca; 6 Şubat'ta Türkiye'nin İsviçre Büyükelçisi Doğan Türkmen, 
Bern'de uğradığı saldırıdan yara almadan kurtuldu. 

17 Nisan'da Türkiye'nin Vatikan Büyükelçisi Vecdi Türel'in makam aracına ateş açıldı. 
Türel ve koruma görevlisi Tahsin Güvenç saldırıdan yaralı olarak kurtuldular. 

26 Eylül'de Türkiye'nin Paris Büyükelçiliği Basın Danışmanı Selçuk Bakkalbaşı, uğradığı silahlı saldırıda yaralandı. 

Reşat Moralı - Tecelli Arı, 4 Mart 1981 - Paris (Fransa) 

Türkiye'nin Paris Büyükelçiliği Çalışma Ataşesi Reşat MORALI ile din görevlisi Tecelli ARI, Çalışma Ataşeliği'nden çıkıp arabaya binecekleri sırada 2 teröristin saldırısına uğradılar. Moralı saldırı sırasında hayatını kaybederken, din görevlisi Arı, ağır yaralı olarak kaldırıldığı hastanede öldü. Saldırıyı ASALA üstlendi. Bu olay ile Ermeni terörizminin, Paris'teki üçüncü katliamı oldu. Türkiye, Türk diplomatlarını etkin bir şekilde korumadığı için Fransa'ya protesto notası verdi. 

M. Savaş Yergüz, 9 Haziran 1981 - Cenevre (İsviçre) 

Türkiye'nin Cenevre Başkonsolosluğu Sözleşmeli Sekreteri Mehmet Savaş YERGÜZ, evine gitmek üzere konsolosluktan ayrıldıktan hemen sonra uğradığı silahlı saldırıda hayatını kaybetti. Saldırıyı ASALA üstlendi. Olaydan sonra yakalanan Lübnan uyruklu Ermeni terörist Mardiros Camgozyan, 15 yıl ağır hapis cezasına çarptırıldı. 

Cemal Özen, 24 Eylül 1981 - Paris (Fransa) 

Türkiye'nin Paris Başkonsolosluğu ile Kültür Ataşeliği'nin bulunduğu binayı işgal eden 4 ermeni terörist, 56 Türk görevli ve vatandaşı rehin aldı. Teröristler, kendilerine müdahale etmek isteyen güvenlik görevlisi Cemal ÖZEN'i öldürdüler, Başkonsolos 

Kaya İNAL'ı yaraladılar. Ermeni teröristler, Türkiye'de siyasi tutuklu 12 kişinin salınarak Paris'e getirilmesini istediler. 

İsteklerinin kabul edilmeyeceğini anlayan teröristler 15 saat sonra polise teslim oldular. Türkiye, Fransa'yı bir kez daha uyarırken, Fransa da saldırıyı kınadı. Olayı ASALA üstlendi. Saldırıyı gerçekleştiren 4 Ermeni terörist, Vasken Sakosesliyan, Kevork Abraham Gözliyan, Aram Avedis Basmaciyan ve Agop Abraham Turfanyan, 31 Ocak 1984'de Fransa'da 7'şer yıl hapis cezasına çarptırıldılar. Mahkemenin sonucu Türkiye'de büyük tepkiyle karşılandı. 

1981 yılında ayrıca; 2 Nisan'da Türkiye'nin Kopenhag Çalışma Ataşesi Cavit Demir, oturduğu apartmanın asansöründe uğradığı silahlı saldırıdan yaralı olarak kurtuldu. 

25 Ekim'de Türkiye'nin Roma Büyükelçiliği İkinci Katibi Gökberk Ergenekon, yolda yürürken saldırıya uğradı. Ergenekon, olaydan hafif yaralarla kurtuldu. 

Kemal Arıkan, 28 Ocak 1982 - Los Angeles (ABD) 

Türkiye'nin Los Angeles Başkonsolosu Kemal ARIKAN öldürüldü. Arıkan'ın katili Taşnak militanı Hampig Sasunyan, müebbet hapis cezasına çarptırıldı. 

Orhan Gündüz, 5 Mayıs 1982 - Boston (ABD) 

Türkiye'nin Boston Fahri Başkonsolosu Orhan GÜNDÜZ, uğradığı silahlı saldırıda öldü. 

Erkut Akbay - Nadide Akbay, 7 Haziran - Lizbon (Portekiz) 

Türkiye'nin Lizbon Büyükelçiliği İdari Ataşesi Erkut AKBAY otomobilinde uğradığı silahlı saldırıda öldü. Otomobilde bulunan eşi Nadide AKBAY, yaralı olarak kaldırıldığı hastanede bir süre sonra yaşamını yitirdi. 

Atilla Altıkat, 27 Ağustos 1982 - Ottawa (Kanada) 

Türkiye'nin Ottowa Büyükelçiliği Askeri Ataşesi Atilla ALTIKAT, silahlı saldırı sonucu öldü. 

Bora Süelkan, 9 Eylül 1982 - Burgaz (Bulgaristan) 

Türkiye'nin Burgaz Başkonsolosluğu İdari Ataşesi Bora SÜELKAN katledildi. 

1982 yılında ayrıca; 

8 Nisan'da Türkiye'nin Ottawa Büyükelçiliği Ticaret Müşaviri Kani GÜNGÖR, uğradığı silahlı saldırıda yaralandı. 

21 Temmuz'da Türkiye'nin Rotterdam Başkonsolosu Kemal Demirer'e konutu önünde silahlı saldırı düzenlendi. Demirer, olaydan yara almadan kurtulurken, saldırgan yaralı olarak yakalandı. 

7 Ağustos'ta ASALA'ya bağlı 2 teröristin Ankara Esenboğa Havalimanında düzenlediği silahlı baskında 8 kişi öldü, 72 kişi 
yaralandı. Bu, Ermeni terörizminin Türkiye'deki ilk eylemi oldu. 

Galip Balkar, 9 Mart 1983 - Belgrad (Yugoslavya) 

Türkiye'nin Belgrad Büyükelçisi Galip BALKAR'a 2 terörist tarafından 9 Mart'ta silahlı saldırı düzenlendi. Olayda ağır yaralanan BALKAR, 11 Mart'ta hayatını kaybetti. Olayda, bir Yugoslav öğrenci de öldü. Saldırıyı yapan Kirkor Levonyan ile Raffi Aleksandr, olaydan tam bir yıl sonra 9 Mart 1984'de 20'şer yıl ağır hapis cezasına çarptırıldılar. 

Dursun Aksoy, 14 Temmuz 1983 - Brüksel (Belçika) 

Türkiye'nin Brüksel Büyükelçiliği İdari Ataşesi Dursun AKSOY, ermeni teröristlerce katledildi. 

Cahide Mıhçıoğlu, 27 Temmuz 1983 - Lizbon (Portekiz) 

Türkiye'nin Lizbon Büyükelçiliği, 5 Ermeni terörist tarafından basıldı ve bina içindekiler rehin alındı. Baskın sırasında büyükelçilik Müsteşarı Yurtsev MIHÇIOĞLU'nun eşi Cahide MIHÇIOĞLU hayatını kaybetti. Portekiz polisi, düzenlediği operasyonla rehineleri kurtardı, 5 teröristi de öldürdü. Saldırıyı, "Ermeni Devrimci Ordusu" adlı örgüt üstlendi. Örgüt, teröristlerin 
öldürülmesi nedeniyle Portekiz Başbakanı Mario Soarez'i ölümle tehdit etti. 

1983 yılında ayrıca; 16 Haziran'da İstanbul Kapalıçarşı'da bir terörist tarafından halkın üzerine ateş açıldı. Olayda 2 kişi öldü, 21 kişi de yaralandı. Saldırgan, olay yerinde öldürüldü. Olayı bir Ermeni teröristin yaptığı anlaşıldı. 

15 Temmuz'da THY'nin Paris Orly havalimanındaki bürosu önünde bomba patladı. 
Olayda, 2'si Türk, 4'ü Fransız, 1'i Amerikalı, 1'i de İsveçli olmak üzere 8 kişi öldü, 28'i Türk, 63 kişi de yaralandı. Bu olay tarihe "Orly Katliamı" olarak geçti. 

Işık Yönder, 28 Nisan 1984 - Tahran (İran) 

Türkiye'nin Tahran Büyükelçiliği Sekreteri Şadiye YÖNDER'in eşi, İran ile Türkiye arasında ticaret yapan işadamı Işık YÖNDER, bir ASALA militanı tarafından öldürüldü. 

Erdoğan Özen, 20 Haziran 1984 - Viyana (Avusturya) 

Türkiye'nin Viyana Büyükelçiliği Çalışma Ataşesi Erdoğan ÖZEN, otomobiline yerleştirilen bombanın patlaması sonucu öldü. Olayı, "Ermeni Devrimci Ordusu" adlı örgüt üstlendi. 

Enver Ergun, 19 Kasım 1984 - Viyana (Avusturya) 

Türkiye'nin BM Temsilciliğinde görevli Enver ERGUN, aracına yerleştirilen bombanın patlaması sonucu öldü. Bu olayı da, "Ermeni Devrimci Ordusu" adlı örgüt üstlendi. 

1984 yılında ayrıca; 27 Mart'ta Türkiye'nin Tahran Büyükelçiliği Ticaret Müşavir Yardımcısı Işıl ÜNEL'in otomobiline bomba yerleştirmeye çalışan bir terörist, bombanın elinde patlaması sonucu öldü. 

28 Mart'ta yine Tahran'da Büyükelçilik Başkatibi Hasan Servet ÖKTEM ve Büyükelçilik Ataşe Yardımcısı İsmail PAMUKÇU, Evlerinin önünde uğradıkları silahlı saldırıda yaralandılar. 

Coşkun Kırca, 12 Mart 1985- Ottowa (Kanada) 

Ottowa Büyükelçiliğimiz, Kevork Marachelian (Maraşlıyan), Rafi Panos Titizian ve Ohannes Noubarian isimli 3 Ermeni militan tarafından basıldı. Kanada'lı koruma görevlisi Claude Brunelle göğsünden vurularak öldürüldü. Büyükelçi Coşkun Kırca yaralı olarak kurtuldu. 

Bir yıl sonra mahkemeye çıkarılan sanıklar, 25 yıldan önce salıverilmemek şartıyla ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. 

Şubat 2005'te mahkumlardan Kevork Marachelian'ın ailesini ziyaret etmesine izin verildi. 19 Şubat 2010'da Kevork Marachelian ve Ohannes Noubarian, iki ay sonra da Titizian tahliye edildi. 


12. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..

***

1914 -2014 YÜZYILIN HİKAYESİ - TÜRK KAFKAS İSLAM ORDUSU VE KAFKASLARDA ERMENİ KATLİAMLARI. BÖLÜM 10

1914 -2014 YÜZYILIN HİKAYESİ - TÜRK KAFKAS İSLAM ORDUSU VE KAFKASLARDA ERMENİ KATLİAMLARI. BÖLÜM 10



Uluslararası Hukuk, Tehcir, Soykırım 

Tehcirin uygulandığı dönemde mevcut devletlerin tamamının ceza kanunlarında Ermenilerin işlediği fiiller vatana ihanet kanunu kapsamına girmekte ve bu suçları işleyenler için idam cezası öngörülmektedir. Hal böyle iken Osmanlı Devleti bunların elebaşlarına idam cezası vermek yerine çoğu kez bunları affetmiş ve yabancı ülkelere gidişlerine izin vermiştir. Oysa Osmanlı Devleti ile savaş halinde olan Rusya, kendi ordusundaki Ermenileri, işgal edilen Osmanlı topraklarındaki masum sivil halka karşı uyguladıkları katliam ve çapulculuk nedeniyle idam dâhil çeşitli cezalara çarptırmıştır. İsyancı Ermenilerin işlediği suçların benzerlerini ve hatta daha hafiflerini bile kendi hukukları gereğince idamla cezalandıran ülkelerin Osmanlı Devleti’nin aldığı tehcir kararını soykırıma varan suçlamalarla gündeme getirmeleri düşündürücüdür. 

Uluslararası hukuka göre tehcir ve nakil sözcükleri bireylerin ikamet ettikleri yerlerden, iradeleri dışında ve baskı altında başka bölgelere (uluslararası sınırların ötesine) gönderilmesini ifade etmektedir. Hukuka aykırı sayılabilmesi için tehcirin veya naklin güvenlik veya askeri zorunluluk gibi saiklar olmaksızın yapıldığının kanıtlanması gerekmektedir. Uluslararası hukuka göre bir ülkeyi 
işgal eden devlete bile, “halkın güvenliğinin sağlanma ve askeri ihtiyaçlar nedeniyle işgal ettiği bölge halkını o bölgeden tamamen veya kısmen çıkartma hakkı” tanınmaktadır. Bu ölçülere göre Osmanlı Devleti’nin kendi askeri harekâtını sekteye uğratan ve düşmanla işbirliği yapan vatandaşlarını harekât alanı dışına çıkarması işgal kuvvetlerine tanınan hakkın yanında çok hafif kalmaktadır. 

BM Soykırım Sözleşmesine göre soykırım suçu bir ırkı, grubu yok etme kastıyla işlenir. Ermeni tehcirinin, bu sözleşmede belirtilen soykırım suçunun maddi (Actus Reus) ve manevi (Mens Rea) unsurlarından sayılan şartlardan hiçbirine uymadığı görülmektedir. Tehcir kararı Ermenilerin tamamına değil sadece Gregoryen mezhebinden olan isyancılar için uygulanmış olup, Katolik ve Protestanlar, kamu hizmetinde çalışanlar, menfi faaliyeti görülmeyenler ve ülkenin güvenli bölgelerinde yaşayanlar tehcire tabi tutulmamıştır. Bunların sayısı 380.000 kadardır. 

Konu “Uluslararası Ad Hoc Mahkemeler” [8] tarafından verilmiş olan yargı kararları açısından ele alındığında; bir fiilin soykırım kabul edilebilmesi için “soykırım planı ile birlikte soykırımın gerçekleşmesi ve bunu gerçekleştirecek soykırım kastının bu planla doğrudan ilgili olması” gerekmektedir. Tek başına soykırım planının varlığı bile soykırım suçunu oluşturmamaktadır. Dolayısıyla özel olarak soykırım kastı içermeyen ve devletin bekası amacıyla zorunlu olarak alınmış bulunan tehcir kararının soykırım olarak nitelendirilebilmesi hiçbir şekilde mümkün değildir. 

[8] Uluslar arası bir sorunu çözmek için kurulan mahkemeler. 

Bir suçun soykırım suçu olup olmadığının ortaya konmasındaki bir diğer ölçüt de “suçun siyasi gruplara karşı işlenip işlenmediği” hususudur. Her gruba karşı işlenen suç insanlığa karşı işlenmiş sayılırken “soykırım suçunun milli, ırki, etnik ve dini olmak üzere dört gruba karşı işlenmesi mümkündür”; siyasi gruplara karşı işlenen fiiller soykırım kapsamı içine girmemektedir. Ermeniler Osmanlı İmparatorluğu'nun toprakları üzerinde önce otonomi, sonra bağımsız devlet kurmak için siyasi ve silahlı faaliyetlerde bulunduklarından, siyasi grup niteliğindedir. Bu nedenle Soykırım Sözleşmesi tarafından korunan dört grup arasına girmemektedirler. Daha 1880'lerde Hınçaklar siyasi ve silahlı mücadelelerinin amacı olarak Anadolu'nun doğusunda altı vilayeti kapsayan ve “Vilayat-ı Sitte” denen Erzurum, Van, El-aziz, Diyarbakır, Bitlis ve Sivas'ı kapsayan bölgede bir hayali Ermenistan kurduklarını açıklamışlardı. Bütün bu faaliyetler, Ermenilerin bağımsızlık için silahlı faaliyette bulunan bir siyasi 
grup olduğunu açıkça göstermektedir. Bir siyasi gruba karşı mücadelede işlenen suçların, tabii şayet işlenmişse, hukuken soykırım tanımına girmeyeceği açıktır. 

Diğer yandan Osmanlılarda Nazilerin Yahudilere karşı duyduğu antisemitizme benzer ırkçı bir nefret bulunmadığından; tehcir, Ermenileri grup niteliğiyle yok etme saikıyla de yapılmamıştır. Tehcir kararı İsyancı Ermenilerin 

. Rus işgal ordularıyla birleşip Osmanlı ordularına karşı yapacakları harekâta ve 
. “Vilayat-ı Sitte” denen doğu bölgesindeki nüfusun %84'ünü oluşturan Türk ve Müslümanları, Balkanlar'daki gibi soykırım boyutlarında bir etnik temizlikle yok etmesine engel olmak için alınmıştır. 

Burada asıl dikkat edilmesi gereken husus Ermeni tehcirinin 1915-1916 yıllarında uygulanmış, BM Soykırım Sözleşmesi’nin ise 1948 yılında çıkarılmış olması hususlarıdır. Ceza hukukunun temel hükmü olan “kanunsuz suç ve ceza olmaz” ilkesi gereğince “kanunlar ancak yürürlük tarihlerinden sonraki olay, işlem ve eylemlere uygulanabilirler”. Aynı şekilde yürürlükten kaldırılan bir 
hukuk kuralı da yeni kuralın yürürlüğe girmesinden sonraki olaylara uygulanamaz. Dolayısıyla ilk kez 1948 yılında tanımı yapılan ve belli sayıda ülkenin onaylamasını müteakip “1951 yılında işlerlik kazanan soykırım fiilinin cezalandırılmasına ilişkin BM sözleşmesinin 1915 yılına götürülerek Ermeni tehciri olayına uygulanması hukuken mümkün değildir”. 

 Kaldı ki Ermeni tehciri soykırım sözleşmesinin yürürlüğe girdiği tarihten sonra vuku bulmuş olsa bile yukarıda izah edildiği üzere ne maddi, ne de manevi unsurları yönünden tehcirin soykırım olarak nitelendirilebilmesi mümkün değildir. Bu gerçeği çok iyi bilen Ermenistan Devleti, Ermeni diasporası ve onları destekleyen ülkeler sözde soykırımın “Türkiye Cumhuriyeti yönetimine kendi 
rızası ile kabul ettirilmesi” gibi kendileri açısından son derece akılcı, ancak Türkiye Cumhuriyeti için son derece tehlikeli sonuçlar doğurabilecek bir yolu izlemektedirler. Ermenilerden özür kampanyası gibi faaliyetler hep bu amaca yönelik çabalardır. 

Söz konusu çabalara destek verenlerin bu çabaların arka planını görmeleri önem taşımaktadır. 

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Uluslararası Adalet Divanı, Avrupa Adalet Divanı ve Fransa Anayasa Komisyonu Kararları 

“Ermeni soykırımı” iddialarını dayatmaya dönük baskılar, birkaç yabancı ülkenin yerel mahkeme kararına yansımış olsa da, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Uluslararası Adalet Divanı (UAD), Avrupa Adalet Divanı (AAD) ve Fransa Anayasa Komisyonu gibi belirleyici uluslararası yargı organlarını etkilememiştir: 

. AİHM ile Fransa Anayasa Komisyonu, “Ermeni soykırımı yoktur” demenin yasayla yasaklanmasını ve bunu diyenlerin cezalandırılmasını   “düşünce özgürlüğü ihlali” saymıştır. 
. AAD, “Ermeni soykırımını tanıyan” parlamento kararlarının “siyasi nitelik taşıdığına, hukuki alanda hiçbir geçerliliği bulunmadığına” hükmetmiştir. 
. UAD da, “yabancı ülkelerdeki yerel mahkemelerin başka ülkeleri yargılamalarının uluslararası hukukun ihlali anlamına geldiğine” dikkat çekmiştir. 

“Soykırım” tartışmalarında uluslararası yargı organlarınca Türkiye’nin pozisyonuna yakın kararların verilmesi tesadüf değildir. Uluslararası yargı organlarının bu kararları bizi, tarihi ve hukuki gerçeklerin “soykırım” iddialarını doğrulamamasına götürmektedir. 

AİHM 17 Aralık 2013 günlü Perinçek-İsviçre kararında, Doğu Perinçek’in “Birinci Dünya Savaşı sırasında Ermenilere uygulanan politikanın soykırım olarak yorumlanamayacağı” söylemleri nedeniyle İsviçre Mahkemeleri’nde mahkûm edilmesinin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin” ifade özgürlüğünü” düzenleyen 10. maddesinin ihlali olduğunu hükme bağlamıştır. 

Bu hükmün açık anlamı, artık “1915 Ermeni tehcirinin soykırım olmadığını söylemenin mahkûmiyet nedeni olmayacağı, olamayacağıdır.” AİHM’ne göre, “Ermeni soykırımı yoktur” denilmesi ifade özgürlüğü kapsamındadır. Cezalandırılamaz. 

 Kararın dayandığı gerekçeler AİHM’ne göre; 

. “Ermeni soykırımı” lobisinin yaratmaya çalıştığı “1915 olaylarının soykırım olarak kabulü konusunda dünya genelinde bir görüş birliği olduğu” yolundaki algı doğru değildir. “Soykırım” iddialarının “mutlak kabulü” anlamına gelecek böylesi bir uzlaşma yoktur. 
. 1915 olaylarının soykırım olarak nitelendirilmemesi “Ermenilere karşı nefreti körüklemez”, “Ermenileri aşağılamaz”. Bu nedenle, “soykırım yoktur” demek “tartışma hakkının kötüye kullanımı olmaz.” Cezalandırılması da 
“Ermenilerin korunması anlamına gelmez.” 
. 1915 olaylarını “soykırım” olup olmadığının “tartışılması kamu yararınadır”. Bu tartışmanın yasa marifetiyle önlenmesi, bu yararı sınırlandıracağı için, herhangi bir ülkenin takdirinde değildir. 
. “Soykırım” son derece net tanımlanmış ve kanıtlanma koşuları açıkça belirlenmiş bir suçtur. Uluslararası yargı içtihatları da bunu doğrulamaktadır. BM İnsan Hakları Komitesi’nin 34. Genel Yorumu, “tarihi meselelerle ilgili fikir 
açıklamalarını cezalandıran hukuk normlarının, BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi ile uyumlu olmadığına” dikkat çekmiştir. Anılan Sözleşme, geçmişteki olaylarla ilgili beyanların, hatalı ya da doğru olsa dahi yasaklanamayacağını 
belirtmiştir. 

. 1915 Ermeni olayları tarihsel olarak da hukuki olarak da Yahudilere karşı işlenen Holokost suçlarından farklıdır. 
Osmanlı Ermenileri ile Alman Yahudileri özdeşleştirilemez. Nazi döneminde Almanya’da Yahudilere soykırım yapıldığına ilişkin kesin, yetkili uluslararası bir mahkeme tarafından da kabul edilen kanıtlar vardır. Yahudi soykırımı bu nedenle tartışılmaz bir tarihi gerçektir. “Ermeni soykırımı” iddiaları ise tartışmaya açıktır. Bir mahkeme kararı da yoktur. Yahudi soykırımı gibi değerlendirilemez. 

Fransa Anayasa Komisyonu, 27 Şubat 2012’de Temsilciler Meclisi ve Senato’da kabul edilen “Ermeni soykırımı” iddialarının reddini suç sayan utanç yasasını iptal etmiştir. Anayasa Konseyi’nin kararında, 

. “İptal edilen yasanın “ifade ve iletişim özgürlüğüne aykırı olduğu” belirtilirken, 
. Kökü 1789 Fransız İnsan Hakları Bildirgesi’ne uzanan ve BM İnsan Hakları Bildirgesi’nin 18. ve 19. Maddeleri ile Avrupa   İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. Maddesinde “düşünce ve anlatım özgürlüğünün” güvence altına alındığı vurgulanmış, 
. Fransa’da “Ermeni Soykırımı” iddialarının yasaya dönüştürülmesinin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10.   Maddesinin ikinci paragrafında sıralanan ifade özgürlüğü kısıtlama koşullarının hiçbiriyle örtüşmediğini belirtmiş, 
. “Bir parlamentonun kendi tanımladığı suçla ilgili kendisini mahkeme yerine koyamayacağını” vurgulamıştır. 


11. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..

***

1914 -2014 YÜZYILIN HİKAYESİ - TÜRK KAFKAS İSLAM ORDUSU VE KAFKASLARDA ERMENİ KATLİAMLARI. BÖLÜM 9

1914 -2014 YÜZYILIN HİKAYESİ - TÜRK KAFKAS İSLAM ORDUSU VE KAFKASLARDA ERMENİ KATLİAMLARI. BÖLÜM 9


Malta Yargılamaları 

Yukarıda da dediğimiz gibi; Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Beyin cenazesine binlerce insanın katılması ve bunların gösterdiği tepkiler İngilizleri kaygılandırmıştı. Bunun üzerine yargılamaları başka bir ülkeye taşımaya karar verdiler. Tutuklulardan önde gelen 120 ittihatçıyı 28 Ocak 1919’da bir gemiyle Malta’ya götürdüler. Daha sonra tutuklananları da oraya naklettiler. Malta’ya götürülen tutuklu sayısı 144’e ulaşmıştır. 

Soruşturma İngiliz Kraliyet Başsavcılığı tarafından yürütülmüştür. Malta'da ve İstanbul'da tutuklu bulunan kişiler hakkında suç kanıtlarının bulunabilmesi için İngilizler tarafından Osmanlı arşivlerinde geniş çaplı araştırmalar yapılmış, tüm 
konsolosluklardan, misyoner cemiyetlerinden destek ve bilgi istenmiştir. Ancak toplanabilen yazılar, yazanların kişisel düşüncelerinden ve tahminlerinden öte fazla bir şey içermemekteydi. Kişisel görüşler de mahkemede delil olarak 
kullanılabilecek belgeler değildi. Ayrıca ifadelerine başvurulan şahitler aynı günde bir kaç şehirde birden olaylarda tanık olduklarını iddia etmekteydiler. O günün koşullarında aynı günde bir kaç şehirde birden bulunmak ve olayları izlemiş olmak mümkün olmadığı için, tanıklıkları mahkemece kabul edilemedi. 

ABD tehcirin yapıldığı dönemde bölgede gözlemciler bulundurmuştur. 

Bu nedenle ABD'den suçlamalara dair ellerindeki bilgilerin mahkemeye gönderilmesi istenmiş, ABD tarafından da ellerinde suç delili olabilecek hiçbir belge olmadığı bildirilmiştir. ABD arşiv raporlarında; Vaşington'daki İngiliz Büyükelçisi R.C Craigie’in, Lord Curzon'a 13 Temmuz 1921'de çektiği mesajda şöyle demektedir: "Malta'da tutuklu bulunan Türkler aleyhine delil olarak kullanılabilecek hiçbir şey olmadığını bildirmekten üzüntü duyuyorum... Yeterli delil oluşturabilecek hiçbir sorun vaki değildir. Söz konusu raporlar, hiçbir şiddetle, Türkler hakkında Majesteleri Hükümeti'nin halen elinde bulunan bilgilerin takviyesinde yararlı olabilecek delilleri bile ihtiva eder görünmemektedir." 

İngilizler iki sene uğraştıktan sonra, ne İttihat Terakki Hükümeti ne de Malta'daki tutuklular hakkındaki suçlamaları ispat edebilecek nitelikte, mahkemeye sunulabilecek, geçerli delile ulaşamadıkları için yargılama yapamayacaklarını ve sonuçta kimseyi mahkûm edemeyeceklerini anladılar. Malta'daki tutuklular, kendilerine hiçbir suçlama dahi yöneltilemeden 
mahkeme edilmiş, 29 Temmuz 1921’de İngiliz Kraliyet Başsavcısı yargılananların hepsine beraat kararı vermiştir. En son tutuklu da 1922'de serbest bırakılmıştır. 

Malta Yargılamasını sulandırmak isteyen Ermeni lobisi ve taşeronları, abuk sabuk iddia ve yorumlar yapmışlardır. İnandırıcı olmamaları yanında, çok gülünç de olan bu saçmalıkların özeti aşağıda verilmiştir. 

Ermeni lobisi ve taşeronları, “Sevr’in yürürlüğe girmediğini, Lozan imzalanınca da Malta’daki yargılama sürecinin af kapsamına alınarak kapatıldığını” ileri sürmekteler. Sevr Osmanlı yöneticileri tarafından imzalandı, buna karşın Osmanlı Sultan’ı Vahdettin tarafından imza altına alınmadı. İngilizler ve müttefikleri Sevr’i baz alarak Anadolu’yu işgale başladılar, aynı şekilde İstanbul’daki gayri resmi işgallerini kendilerince resmileştirdiler. Ayrıca, Malta’daki yargılama sürecinin Lozan ile af kapsamına alındığı söylemi insan aklıyla alay etmektir. Yargılama 29 Temmuz 1921’de sonlandırılmış, Lozan ise bundan iki yıl sonra 24 Temmuz 1923’de imzalanmıştır. Lozan imzalandığında ortada Malta ile ilişkilendirilecek bir yargılama yoktur. Dosyalar kapatılmış ve 
arşive kaldırılmıştır. 

Malta Yargılamasını sulandırmak isteyenler, Sevr Antlaşması’nda öngörülen yetkili uluslararası mahkemenin kurulmadığını, dolayısıyla BM Soykırım Sözleşmesi’nde öngörülen biçimiyle bir yargılamanın yapılamadığını öne sürmektedir. Oysa Yargılama başlamış, yargısal soruşturma tamamlanmıştır. İngiliz Kraliyet Başsavcılığı tarafından yürütülen ve yargılamanın ilk safhası olan 
soruşturma sonunda, Ermeni ve Hıristiyan Osmanlı vatandaşlarının “toplu olarak öldürüldükleri” gerekçesiyle “bir hukuk mahkemesinde dava açmaya yeterli kanıt” bulunamamıştır. Dolayısıyla “kovuşturmaya gerek görülmemiş” 
ve “Ermeni kırımı” suçlamaları düşürülüp bu konuda açılan dosya kapatılmıştır. “Kırım” konusunda bir İngiliz mahkemesinin kabul edebileceği nitelikle kanıt bulunsaydı davanın açılacağı, yargılamanın Milletler Cemiyeti tarafından yetkilendirilen bir uluslararası mahkemece sürdürüleceği bilinmektedir. Yargılamayı yapacak mahkemenin nasıl kurulacağı Milletler Cemiyeti’nde bu 
nedenle konuşulup tartışılmıştır. 

Ermeni lobisinin Malta’yı hedef alan son çarpıtması, “Malta’daki yargılama süreci soykırım suçlamalarını içermiyordu, çünkü o tarihlerde böyle bir suç tanımı yoktu. Dolayısıyla, İngiliz Kraliyet Başsavcılığı’nın kararı, günümüzde Ermeni soykırımı iddialarının geçersizliği konusunda hukuki bir referans olamaz” biçimindedir. Bu iddia kendi içinde çelişkilidir. Eğer Malta o tarihte “soykırım” 
tanımı olmadığı gerekçesiyle göz ardı edilip hükümsüz sayılacaksa, böyle bir suç tanımının olmadığı günlerde gerçekleşen olaylar için günümüzün “soykırım” tanımlarıyla suçlamanın yapılmaması gerekir. Malta Yargılamasının hukuki 
sonuçlarının günümüze taşınması reddedilirken, günümüzün “soykırım” suçunu geçmişe taşımaya kalkışmak çifte standarttır. 

Hastalıklı bir siyasal kültürün ürünüdür. 

Tehcir Hakkında Yabancılar Tarafından Yürütülen İftira Kampanyaları 

Osmanlı belgelerine ve tehcirin yapıldığı bölgelerde bulunan yabancı gözlemciler in, “harp içinde olmasına rağmen Osmanlı Hükümeti'nin bu işi büyük bir titizlikle ve iyi bir şekilde yürüttüğünü” yazmış olmalarına rağmen; Ermeniler, tamamen duygusal ve siyasî mülâhazalara dayanan düzmece hikâye ve belgelerin arkasına gizlenmek suretiyle, dünya kamuoyunu aldattılar. 

Tehcir konusunda Batı'da ve Amerika'da günümüze kadar yazılıp çizilenlerin pek çoğu gerçek ve güvenilir belgelere dayanmamaktadır. Amerika, İngiltere ve Fransa başta olmak üzere değişik ülkeler ile çoğu Batı basını, olayları olduğundan farklı bir biçimde çarpıtarak vermiştir. 

Birkaç örnek vermek gerekirse; Silâhlı Ermenilerin 1895’de Berecik’te başlattıkları olaylar sonunda o ilçede “2.000 Ermeninin öldürüldüğü” İngiliz basınında yer aldı. Ancak olay İstanbul’daki yabancı büyükelçilerden oluşan bir kurul tarafından tetkik edildi ve “yalnız beş kişinin” yaşamını yitirdiği belirlendi. Zaten, o tarihte Berecik’te 978 Gregoryen Ermeni ve 8.702 Müslüman 
vardı. Bu ve benzeri düzeltmeler Batı basınına yansımadı, diplomatik yazışmalarda kaldı. 

Yine Amerika'nın Mersin'deki konsolosu Edward Natan, “bazı aksaklıklar görülmesine karşılık, sevkiyatın son derece intizamlı bir biçimde sürdürüldüğünü ve kafilelere tren bileti sağlandığını” ülkesinin İstanbul Büyükelçisi Hanry Morgenthau’a yazdığı raporlarında belirtmiş. Hanry Morgenthau bu raporlarda yazılanlarla hiç ilgisi olmayan; Türklere iftiralarla dolu “Ermeni katliamı” hikâyelerine kaynak gösterilen raporlara, günlüklere, mektuplara ve “Büyükelçi Morgenthau’un Hikâyesi” adlı bir kitaba imza koymuştur. 

Morgenthau, New York’ta Yahudi asıllı bir emlakçi iken başkanlık seçiminde Wilson’un[7] yanında yer almış ve daha sonra da 

[7]Sevr Anlaşması’na göre Ermenilere verilmesi planlanan Osmanlı topraklarının sınırlarını teklif eden ABD Başkanı. 

 İstanbul’a Büyükelçi atanarak ödüllendirilmiştir. Osmanlı Devletinin parçalanmasını ve yıkılmasını istemekteydi. 

Raporlarındaki düzmece hikâyeler ile Ermenilerin gözüne girmek; I. Dünya savaşında müttefik olan İngiliz, Rus ve Fransızlara yaranmak; Amerikan kamuoyunu etkileyerek Osmanlı Ermenileri için yardım toplamak, hatta İngiliz emellerine hizmet ederek Amerika’nın İngiltere yanında savaşa girmesini sağlamak istemiştir. Bu iftiracı sahte kahraman güya; 

. Osmanlı Hükümeti'ne rüşvetler vererek bazı Ermenileri satın alıp Amerika'ya göndermiş, 
. İstanbul'daki İngiliz, Rus ve Fransız tebaasını da kurtarmış.. miş… mış… 

Başlangıçta üç yüz binlerden başlayıp, üç milyonlara kadar varan rakamlarla ifade edilen “Ermeni katliamı” hikâyeleri, çoğunlukla Hanry Morgenthau'ın raporları, günlükleri ve mektuplarını kaynak göstererek kitaplarını yazan James (Lord) Bryce'in, Johannes Lepsius'un ve Arnold Toynbee'nin eserlerine ve tüm bunların hepsinden yapılan alıntılarla hazırlanan diğer yayınlara dayandırılmıştır. 

Amerikalı Türkolog Heath H. Lowry, “Büyükelçi Morgenthau’un Hikâyesi” adlı kitabın nasıl yazıldığını incelemiş ve güvenilirlik derecesini sorgulamış, kitap hakkında ilk elden kaynaklara ulaşarak aşağıdaki somut kanıtları ortaya koymuştur. 

Emlakçılık mesleğinden gelen ve İstanbul’da konuşulan dillerin hiçbirini bilmeyen Morgenthau’un en önemli kaynakları İstanbul’da büyükelçiliğindeki yakın danışmanı ve çevirmeni olan iki Ermenidir. Bunlardan – daha önce Amerikan Robert Kolej öğrencisi olmuş- Hagop S. Andonian adlı kişi özel yazmanlığını yapmaktaydı. Morgenthau’un belirttiğine göre, kendisi, bu Ermeni olmaksızın yazımlarda hiçbir şey yapacak durumda değildi. Bu zat Morgenthau’un günlüklerini daktilo ediyor, ailesine ve yakınlarına gönderdiği mektupları kaleme alıyor, bunları yaparken de Morgenthau’un sözcüklerini düzeltiyormuş 
pozunda, tahrik amaçlı hamasi ve duygusal ilaveler yapıyordu. Morgenthau’a faaliyetlerinde yardımcı olan diğer bir kilit Ermeni tercümanı ve danışmanı olan Arşag K. Şmavonian’du. Onun resmi görüşmelerinde, misyonerlerle ve diğer toplantılarında bu iki Ermeni’den en az biri kendine eşlik ediyordu. Telgraflarının kaleme alınmasında da gene bunlar yardımcı oluyordu. 

Morgenthau, “Büyükelçi Morgenthau’un Hikâyesi” kitabının yazılmasında “Resmi Osmanlı Belgeleri” isimli düzmece kitabın yazarı Aram Andonian’dan da yardım almıştır. Yazımda katkı sağlayan diğer bir kişi de ABD Dışişleri Bakanı Robert Lansing’dir. Bu zat metinde değişiklikler ve bazı kısımların çıkarılmasını önermiş, buna karşılık kitapta adının geçmemesini istemiştir. Burton J. Hendrick isimli gazeteci ise metne son şeklini vermiştir. Bu kişi hayatı boyunca kitabın kazancının %40’ını istemiş ve almıştır. Yukarıda isimleri verilen iki Ermeni, bakan Lansing ve gazeteci Hendrick’ten oluşan bu iftira ve rant grubu, 
“Morgenthau’un raporlarında, günlüklerinde ve mektuplarında da olmayan değiştirme, ekleme, çıkarma, Talat ve Enver Paşalar gibi Türk yetkililerinin ağzından diledikleri açıklamaları” yaptırma suretiyle Türkleri suçlu göstermeye çalışmışlardır. 

I. Dünya Savaşı sürerken İngilizler, eski kabine üyelerinden C.F.G. Masterman’a “İngiliz Dışişleri Bakanlığı Savaş Propaganda Bürosu”nun direktifleri doğrultusunda hareket eden “Wellington House” basım yayım şirketini kurdurtmuştu. Şirketin görevleri arasında “ABD başta olmak üzere ülkeleri ve kamuoylarını etkileyerek, İngiltere yanında savaşa girmelerini sağlayacak 
propaganda malzemesi üretmek” de vardı. Şirket, ABD ile ilgili olan da dâhil sekiz ayrı şubenin faaliyetlerini koordine ediyordu. 

Çoğunluğu Morgenthau kanalıyla temin edilen yalan ve iftira dolu haberler ile Ermeni ve Hıristiyan misyonerler gibi yandaşların mektup, yazı ve dedikoduları doğruluk dereceleri kontrol edilmeden, İngiliz hedeflerine hizmet edecek hale getirilip basılmakta ve yerel basına servis edilmekteydi. Bu kapsamda James Bryce'in kaleme aldığı, Arnold J. Toynbee editörlüğünü yaptığı “Mavi Kitap” serisi Türkiye aleyhine yürütülecek propagandada kullanılmak üzere yayınlamaya başlandı. Serinin ilk kitabı “Ermeni Kıyımı” adlı propaganda kitabı olmuştur. Arnold J. Toynbee daha sonra “Yunanistan’da ve Türkiye’de Batı Sorunu” 
adlı kitabında “Mavi Kitap”ın savaş koşullarında propaganda amacıyla yazıldığını itiraf etmiştir. 

Almanlar, I. Dünya Savaşı sürerken Kafkas Ermenileri üzerinde etkili olmak istiyorlardı. Bu çerçevede Johannes Lepsius adlı bir misyoneri Ermenilerle iletişim kurma ve bilgi toplama amacıyla İstanbul’a göndermişlerdi. Bu kişi İstanbul’da bir ay kalmış, 

Anadolu’ya hiç ayak basmamış, sadece Ermeniler ve ABD Büyükelçisi Morgenthau ile iletişim kurmuştu. Tam bir haçlı zihniyetine sahip olan Papaz Lepsius, Morgenthau’dan ve o kanalla Ermeni danışmanlarından öğrendiklerinden yararlanarak “Ermeni mezalimi” konusunda ahkâm kesen, okuyanın dengesini bozacak, içeriği iftira ve yalanlarla dolu yayınlar yapmıştır. 

Amerikan, İngiliz ve Fransız basını yukarıdaki yayınlar kaynaklı dezenformasyon ları Türkler aleyhine bol bol kullanmıştır. "Mavi Kitaplar" olarak bilinen seride Osmanlı ülkesinde bulunduğu iddia edilen 1.800.000 Ermeni’den üçte birinin katledildiği gibi iftiralar yazıldı. The Times'de 20 Eylül 1917'de çıkan bir makalede Türkler "Acımasız bir ezici", "Vicdansız bir zorba", "Gerçek bir barbar" 
olarak suçlandı, tüm dünyayı yakıp yıktıkları ifade edildi. İran'da bulunan İngiliz konsoloslarının raporlarında yer alan 1.000.000 Ermeni’nin öldürüldüğü gibi iddialar, İngiliz parlamentosunda tartışılmış ve Türk Hükümeti'nin protesto edilmesi kararı alınmıştır. Osmanlı Hükümeti, İngiliz iddialarını tekzip etti. Tekzip yazısında Osmanlı ülkesinde yaşayan Ermeni nüfusunun; hiçbir zaman bir milyona ulaşmadığı, savaştan önceki göçler dolayısıyla daha da azaldığı ifade edilerek iddiaları yalanladı. 

Osmanlı Sadrazam Ahmet Tevfik Paşa, Avrupa devletlerinin katliam iddialarına karşı 13 Şubat 1919 tarihinde, “tehcirin soruşturulması ve nedenlerinin tespiti” için 2'şer kişiden oluşan tarafsız hukukçulardan bir komisyon kurulması için İsveç, Hollanda, İspanya ve Danimarka hükümetlerine bir nota verdi. Nota sözlü olduğu için, İngilizlerin sansürü atlatıldı. Bu ülkeler ne yapacaklarını merkezlerine sordular. İspanyol hükümeti bu konuda İngiltere’nin düşüncesini öğrenmek istedi. İngilizler “biz nasıl olsa kendimiz mahkeme kurup yargılayacağız, zahmetinize gerek yok” dediler. Sonuçta bu dört ülke Osmanlının teklifini reddettiler. 

Siyasi mülahazaları olanların ve sinsi emeller besleyenlerin dışındaki çevreler gerçeğin, Amerikan arşivlerindeki 1919 tarihli iki önemli raporda verildiği gibi olduğunu kabul etmektedirler. Bu kaynaklarda: 

. Yüzbaşı Emory Niles ve yardımcısının, yapılacak yardımlar için Doğu Anadolu’da at sırtında 1426 kilometre dolaşarak yazdıkları raporlarında “esas katliamların rafine yöntemlerle Ermeniler tarafından işlendiği, Müslüman köylerin tahrip edildiği” detayları ile yazılıdır. 
. Gene aynı yıl, Ermenistan’a Amerikan mandası kurma görevi ile gelen General Harbord ve heyeti, “esas Ermenilerin Müslümanları yok ettiklerini ve buna ait Ermeni Ordu emirlerini gördüklerini” yazmışlardır. 

Osmanlı yönetiminin gerçek hedefi soykırım olsaydı, büyük masraflara girmek yerine bulundukları yerlerde Ermenileri imha yoluna gitmez miydi? 

Oysa Devlet; 

-1915 Mayıs'ından 1916 Ekim ayına kadar yaklaşık bir buçuk yıl devam eden göç ettirme ve yerleştirme sırasında-, yukarıda belirttiğimiz talimatnamelerle ve mahallinde aldığı tedbirlerle, o günün zor şartlarına ve savaş içinde bulunulması na rağmen, Ermenilerin canlarını ve mallarını koruyabilmiş. 

Bunun için de idarî, askerî ve malî yönlerden büyük külfetler altına girmiştir. 

10. CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..

***