30 Nisan 2015 Perşembe

BİLİYORMUSUNUZ? TEHCİR ERMENİLERDEN ÖNCE İKİ KERE TÜRKLERE UYGULANDI





BİLİYORMUSUNUZ? TEHCİR ERMENİLERDEN ÖNCE
İKİ KERE TÜRKLERE UYGULANDI


1915 yılı ilk 5 ayı içinde Tehcir yani Zorunlu Göç olayı, sadece bölgede yaşayan ve düşman ordusu ile birlikte çalıştığı aşikâr olan Ermenilere uygulanmadı. Ermenilerden önce bir değil iki defa bölgede yaşayan Türk ve Müslümanlara uygulandı ve 100.000lerce Türk insanı büyük acılar yaşadılar. Bu gün bütün dünyanın ve özellikle Ermeni Diasporası ve destekçilerinin unutturmaya çalıştıkları ve hatta unutturdukları bu konuyu dikkatinize sunmak istiyoruz.
1914 sonu ve 1915’in ilk aylarında, 25 yıla yakın bir süreden beri çok iyi bir şekilde hazırlanan ve techiz edilen çetelerin ve Doğu Anadolu’da yaşayan Ermenilerin büyük çoğunluğu hareket halindeydi ve beklenen büyük isyan için biraz sabırsız davranıyorlardı Bunun nedeni Türk Ordusu’nun Ruslar karşısında Sarıkamış’ta aldığı ağır yenilgiydi. 60.000 den fazla insan gücü, silah ve malzemeyi soğuk kış şartlarına ve Ruslara terk eden Türk Ordusu, 3’ncü Ordu ancak 20.000 kişilik bir kuvvete inmişti. Bu ordunun yeniden teşkilatlanması için Hafız Hakkı Paşa görevlendirildi. O da 1915 Mart’ında Erzurum’da Tifüs’ten öldü. 1915 Şubatında bütün erkek nüfusun askere alınması kararlaştırılmış ve bu nedenle Doğu’daki Türk Köyleri erkeksiz kalmıştı.
Şubat 1915’te Timor nahiyesi merkezinde çıkan isyanla artık olaylar önüne geçilemez bir duruma girdi. Burada civardan katılanlarla birlikte ellerine Rus silahları olan asilerin sayısı bini aşmıştı. Müslüman köylere saldırmaya başlandı. İsyan Gevaş ve Çatak kazalarına da yayıldı. Komitenin hazırladığı “Müdafaayi Şahsiye için Talimat” adındaki belge hükümlerine (1) uyularak Müslüman köylerinde yaşayan Ermeniler hemen Ermeni köylerine göçe başladılar.

Aynı günlerde çok yakınlarda 1878’den beri Rusların elinde kalan Kars-Ardahan bölgesinde seri cinayetler işleniyordu. Sarıkamış Harekâtı sırasında, 37 yıllık bir esaretten sonra kurtuluş ışıkları gören Kars ve Ardahan halkı sevinçlerini gizleyemediler. 4 Ocak 1915 günü Ardahan’ı baskınla alan Kazak Sibir alayı, Çıldır’dan Göle’ye kadar Türk köylerinde “Türklerin gelişini alkışladınız” diye silahsız ahaliyi, çoluk çocuk demeden katliama başladılar. 1915 başından itibaren üç ay Ruslar, Kars ilindeki silahsız Türk-Müslüman ahaliyi kırıp sindirmekle uğraştılar. Yüz bine yakın insan Tehcire tabi tutulup Türk hududunda Cephe hattının engelleri üzerinden Türkiyeye sürüldüler. Bakû’daki “İslâm Cemiyeti Hayriyesi” nin “Felâket ve Harbzedelere Yardım Şubesi” Çardan resmen izin alıp 1915 Nisan başında yardıma gelinceye kadar, pek vahşice yapılan bu Rus mezalimi devam etti. En az 40.000 Türk katledildi. Bu cemiyet resmen kayıtlı “22.000 harbzede” Karslı’ya 1917 sonlarına kadar yardıma devam edip ölmekten kurtardı. (2)
Bu konuda büyük rahatsızlık duyan Osmanlı liderlerinin bu konudaki anıları ve yazılı belgelerden biri olan Başkomutan Enver Paşanın Ermeni Tehciri ile ilgili teklifi şöyleydi:
 “Van gölü etrafında ve Van Valiliğince bilenen belirli yerlerdeki Ermeniler isyanlarını sürdürmek için daima toplu ve hazır bir haldedirler. Bu toplu halde bulunan Ermenilerin buradan çıkarılarak isyan yuvasının dağıtılması düşüncesindeyim. 3 ncü Ordu Komutanlığı’nın verdiği bilgiye göre, Ruslar 20 Nisan 1915’de kendi sınırları içindeki Müslümanları, sefil ve perişan bir halde sınırlarımızdan içeri sokmuşlardır. Hem buna karşılık olmak ve hem yukarıda belirttiğim amacı sağlamak için, ya bu Ermenileri aileleriyle beraber Rus sınırı içine göndermek yahut bu Ermeni ve ailelerini Anadolu içerisinde çeşitli yerlere dağıtmak gereklidir. Bu iki şekilden uygununun seçilmesiyle yapılmasını rica ederim. Bir sakınca yoksa isyancıların ailelerini ve isyan bölgesi halkını sınırlarımız dışına göndermeyi ve onların yerine sınırlarımız içine dışarıdan gelen İslam halkın yerleştirilmesini tercih ederim.” (3)
 Olaylar gün geçtikçe Ermenilerin lehine ve Türklerin aleyhine gelişmeye başladı. 8 Mayıs günü Ermenilerin bir Türk mahallesine hücum ederek birçok evi yaktıkları bildirildi. İşte bu durum üzerine Van Valisi Cevdet bey halkın başka yerlere göçmesine ve Van’ın yavaş yavaş terk edilmesine karar verdi. Bu çekilme sırasında pek çok Türk yollarda Ermenilerce soykırım ve akıl almaz işkencelere maruz bırakıldılar. Böylece bölgede ilk mecburi göç olayı Ermenilere değil fakat Türk ve Müslümanlara karşı uygulandı. Nedense Ermeni taraftarı yazarların hemen hemen tümüne yakın bir kısmı bu olaya temas etmedikleri gibi olayı tamamen ters yüz ederek Van’da Ermenilerin Türklerin zulmüne karşı kahramanca direndikleri ve Türkleri ağır bir yenilgiye uğrattıkları yolunda yayınlar yapmışlardır.(4)
Türk ve Müslümanların çekilme yolları:
1.Van Gölü kuzeyinden geçen Van-Erciş –Ahlât –Bitlis yolu,
2.Van Gölü güneyinden geçen Van-Gevaş-Bitlis yolu ve
3.Uygun vasıtalar temin edildiği takdirde Van-Tatvan deniz yolu idi.
O tarihlerde karayolu için motorlu ve motorsuz araç pek mevcut değildi. Gölde 200 kadar insan taşıyabilecek 70 kadar yelkenli gemi mevcuttu ve muhtelif köylerin iskelelerinde bağlı bir durumda bulunuyordu. Ancak Türk ve Müslümanlar için en büyük talihsizlik, bu gemilerin hemen hemen tümüne yakın bir kısmı Ermeniler tarafından çalıştırılıyordu.
Karayolundan gidenlerin çoğu Ermeni asilerin saldırılarına maruz kalarak, savunmasız olduklarından bin bir türlü vahşi işkencelere maruz kaldılar, en talihlileri katledildiler.
Gemilerle gidenlerin büyük bir kısmı Ermenilerin yaşadığı adalarda bilhassa Çarpanak adasında kıyıdaki köylerde hunharca, çocuk ve kadın yaşlı ve hasta demeden caniyane bir şekilde öldürüldüler.(5)
“Van’ın boşaltılmasından sonra bütün Türk mahallelerini yaktılar. Şehirde kalanları ve yollarda yakaladıkları kişilerin yaşlarına bakmadan toptan kitle halinde katlettiler. Bundan maksatları, Van’daki Türklerden bir iz bırakmak istememeleriydi.” (6)
Bu konuda en iyi bilgi, tarih kitaplarından ziyade olayları yaşayan ciddi kaynakların anılarının satır aralarında bulunabilir. Emekli Kurmay Albay Rahmi Apak’ın Ermenilerle ilgili anılarının bir bölümü şöyledir.
“Hasankale’den kalkıp Muş’a geldiğimiz zaman, Muş’taki külliyetli sayıda bulunan Ermeniler Türkler ve hükümet aleyhinde azgınlıklar ve taşkınlıklara başlamışlardı. Tatvan’a gelip Van gölünü bir deniz gibi seyrettiğimiz zaman, koca göl içinde Ermeniler tarafından öldürülmüş erkek ve kadın Türklerin cesetlerini su üstünde şişmiş ve yüzer görmüştük. Ermeniler, tamamiyle kapalı olmayan cephe aralarında vızır vızır işlemekte ve Türk askeri kuvvetleri ve hareketleri hakkında Ruslara haber götürmekte idiler. Bizim tümen casuslardan üç dört tane yakaladı ve Muş bölgesindeki Ermenileri buralardan kaldırmaya ve gerilere nakletmeye mecbur oldu.(7)

DİPNOTLAR:

(1) Ermeni Komitelerinin Köylere kadar yayılan teşkilatları ve değişik direktif ve talimatlarla ilgili bilgi için bknz. Ermeni Komitelerinin Amâl ve Harekatı ihtilaliyesi; s.177-194, 200-216.
 (2) Kırgızoğlu, M. Fahrettin, Kars Tarihi, Cilt –1, s.553-554 (Taş Çağlarından Osmanlı İmparatorluğu’na Doğru, İstanbul-1953); Ahmet Ender Gökdemir, Cenüb-i Garbi Kafkas Hükümeti, s.14-15 (Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara –1988).
 (3) Genelkurmay, No 1/1, KLS 44, Dosya 207, F.2-1.
 (4) Ermeni Komitelerinin Amal ve ..., s.263-281.
  (5) Hulki Saral, a.g.e., s. 142, Ergünöz Akçora, a.g.e, s. 192, Van’da Ermeni Mezalimi, s.60-67, Hüseyin Çelik, Görenlerin Gözüyle Van’da Ermeni Mezalimi, s.29-97 (Yüzüncü Yıl Üniversitesi).
 (6) F.Çakmak, a.g.e, s.96.
 (7) Rahmi Apak, Yetmişlik Bir Subayın Hatıraları, s.114 (Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara-1988)

Dr. M. Galip Baysan

https://groups.google.com/forum/#!topic/kotanlartr/VQNRL2WPvsk

..

I. DÜNYA SAVAŞI'NDA ERZİNCANIN RUS VE ERMENİLERCE İŞGALİ



I. DÜNYA SAVAŞI'NDA ERZİNCANIN RUS VE ERMENİLERCE İŞGALİ 



I. DÜNYA SAVAŞI'NDA ERZİNCAN



https://www.youtube.com/watch?v=KJqbGpMdgxA

1895 yıllında, Doğu Anadolu'da bulunan ayrılıkçı Ermeniler, zaman zaman huzursuzluk çıkarmaktaydılar. 1907 yılında îngiltere ile yaptıklan bir anlaşmaya dayanan Ruslar ve ayrılıkçı Ermeniler, bölgeyi kendi nüfus alanları olarak sayıyorlardı. Ağustos 1914 yılında bir oldu bittiyle I.Dünya Savaşı'na giren Osmanlı împaratorluğu'nun doğu cephesinde Rus ordulan karşısında geri çekilen Osmanlı birlikleri, Şubat 1916'da Erzurum'u terketmiş, bütün çabalarına rağmen Erzincan ve çevresini savunamamışlar, Temmuz ayına kadar Sadak dağları çevresinden Çardaklı boğazma kadar çekilmişlerdi. Erzincan, 11 Temmuz 1916 tarihinde Ruslar tarafından işgal edilmiş ve yağmalanmıştı. Ruslar'ın yanısıra, bölgede bağımsız bir devlet kurmayı amaçlayan aynlıkçı Ermeniler'de bunu bir fırsat bilerek, işgal edilen yerlerde silahlı birlikler oluşturdular.
Türkler'e yapılan çeşitli zulüm ve baskılar karşısında örgütlenme ve direnme zorunluluğu ortaya çıktı. Bu amaçla Cemiyet-i îslamiye adı altında bir örgüt kuruldu. Faaliyetlerini Gerek gerek Camii'nden yürüten örgüt, halkın ihtiyaçlarını karşılamakta, sorunlarına çözüm aramaktaydı. Kent 7 bölgeye aynlmış, her bölgenin başına baş muhtar atanmıştı. Baş muhtarlar alınan önlemleri halka duyuruyor, görev dağıtımı yapıyorlardı. Ancak, Ruslartn müdahalesi ile bu örgüt kentte uzun süre barınamadı. Kent dışından faaliyetlerini sürdüren örgütü temsil etmek üzere, Cafer Bey ve Mazhar Bey görevlendirildiyse de onlar da kısa süre sonra Erzincan'dan ayrılmak zorunda kaldılar. Son olarak gönderilen Abdulmabut Bey, daha dikkatli bir tutumla bölgede daha uzun faaliyet göstererek Ruslar'ın tasarladığı pek çok keyifli uygulamanın da önüne geçti.





Rusya'da Çarlık yönetiminin sarsılmaya başlaması ve ihtilal hareketinin etkileriyle, savaştan usanan Rus askeri işgal kuvvetlerinde disiplin bozulmuş ve çözülme başlamıştı. Yeni Sovyet Hükümeti ile Brest-Litovsk'da yapılan ateşkes antlaşması ile Ruslar bölgeden çekileceklerdi. Nihayet, 18 Aralık 1917'de yapılan Erzincan mütarekesi ile 11 Ocak 1918'de Rus askerleri bölgeden çekilmişler, ancak silahlı Ermeni çeteleri eylem ve direnişlerini sürdürerek birçok kanlı olaylara neden olmuşlardır. Bu arada Türk milis kuvvetleri harekete geçti ve Kazım Karabekir Paşa'nın komutasındaki askeri birlikler de bölgeye yönelik harekatları başlattılar. Kafkas cephesi karargahının emriyle Türk kuvvetleri, güneyde Munzur geçitlerinden, güneybatı Kemah boğazı ve batıda Çardak yönünden 12 Şubat günü üçlü genel harekata girişerek 13 Şubat 1918'de Erzincan'ı, 22 Şubat 1918'de Tercan'ı silahlı Ermeni güçlerinin işgalinden kurtardılar.



Erzincanlı Mehmet Ali Ekti Ermeni Vahşeti Tanığı ( 1903 )


Kurtuluş gününden sonra, ordu Komutanı Vehib Paşa'nın Erzincan'a gelişi ve burada yaşanan olayları, Kazım Karabekir anılarında şöyle anlatır:" Dondurucu bir soğuk vardı. Askeri îdadi Mektebi şimalinde kendilerini istikbal ettik ve birlikte karargahımın bulunduğu askeri daireye geldi ve çalışmalara başladı.
matemsiz ev yoktu. Fakat vatanın bu parçası artık kurtulmuştu. Bu iki zıt tesir altında halkın kaderiyle sevinci karışıyor, göz yaşlarıyla alkışları bizi heyecana getiriyordu. îşte, 16 Şubat 1918'de askeri dairenin önünde halk göz yaşlarını bu suretle dökerken, biz de yakın günlerde Erzurum'u da kurtarmaya and içtik.
Erzincan'ın mezalimlere boğulduğu günlerin sona ermesinde, gerek askeri harekatın kumandanlığını yapması ve gerekse müteakip zamanlarda çilesi ayyuka çıkan ahalinin yaralarını sarmak için büyük yardımlar yapması karşılığında; o'na şükran borcu olan Erzincanlılar, kendilerine hemşehrilik beratı vermişlerdir. 

20 Teşrinievvel 1922.



..

Hrant Dink'in Davalık olan yazıları


.





Hrant Dink'in Davalık olan yazıları



Alıntı:
Ermeni'nin 'Türk'ü 
23 Ocak 2004

Küresel ve evrensel değerlerin yerel değerleri tahakküm altına aldığı çağımızda, kültürel kimliğini tam anlamıyla yaşamak bir yana, kimliğini bir nebze yaşatabilmek için dahi Diasporanın özel çaba göstermesi gerekir. 
Bu özel çabanın ise her zaman için özel nedenlere ve araçlara ihtiyacı vardır. 
Ermeniler ve Yahudiler bu özel nedenlere sahip Diasporanın bilinen iki klasik örnekleridir. 
Her ikisinin de özel nedeni aynıdır... Soykırıma uğramış olmak. 
Dolayısıyla onlara kimliklerini korumayla ilgili insanlığın tanıdığı hak bir miktar ayrımcı ve pozitiv durumda olmalıdır. 
Hakikaten de, Yahudiler bu pozitiv hakkı layıkıyla kullanabilmiş ve kimliklerini korumada onlara bahşedilen toleransı çok iyi değerlendirerek, dini inanışlarından aldıkları "Tanrının ayrıcalıklı halkı" ünvanını dünyadan aldıkları "Yeryüzünün ayrıcalıklı halkı" noktasına kadar taşımışlardır. 
Ne var ki aynı durum Ermeni halkı için sözkonusu olmamıştır. 
*** 
Dünya Yahudi soykırımına karşı gösterdiği hassasiyeti Ermeniler'den esirgemiş, bu ise Ermeni kimliğinde en büyük tahribatın yaşanmasına sebep olmuştur. 
"Hakkı esirgenmiş Ermeniler" bundan böyle kimliğini "Gerçekleri talep etme inad"ı üzerinden yaşamaya çabalamış, gelinen noktada da bu inat Diaspora Ermeni kimliğinin temel düsturu haline dönüşmüştür. 
Diasporanın ilk kuşakları için ayakta kalabilmenin, tükenmemenin adı olan bu inat, üçüncü ve dördüncü kuşaklarla birlikte gerçekleri dünyaya kabul ettirme inadına dönüşmüştür. 
İşte bu inadın ortaklaşmış hali Ermeni Diasporasının ruhsal pozisyonunu yansıtır. 
Bu ruhu sürekli tutmak ise Ermeni kimliğini yaşatmanın temel aracı durumundadır. 
*** 
Dünyanın gerçekleri hâlâ kabul etmemiş olması bir yana, Ermeni kimliğini asıl tahrip eden, Türkler'in bu konuda kıllarını bile kıpırdatacak bir yaklaşım içinde olmamalarıdır. 
Nitekim kıyaslandığında görülecektir ki, Yahudiler'in bugünkü seviyeye erişmesinde asıl etken kendi becerilerinden ziyade, onlara soykırım uygulayan Alman halkının sonradan oynadığı şefkatli roldür. 
Soykırım sorumluluğunu üstlenen Almanlar'ın Yahudiler'den özür dilemesiyle birlikte bu halk yaşadığı travmayı üzerinden atarak ruh sağlığına kavuşmuş ve ancak bundan sonra kültürel kimliğinin açılımlarını sağlayabilmiştir. 
Ne var ki Ermeni halkının travmatik hastalığı hâlâ sürmektedir ve kimliği asıl kemiren ve tüketen de bu sağlıksız ruh halidir. 
*** 
Ermeni kimliğini analiz ederken "İslam" ve "Türk" olgularının bu kimlik üzerinde oynadığı rolün hakkını teslim etmek gerekir. 
Sonuçta Ermeniler'in bin yılı aşkın süre İslamla ve Türklerle yaşanmış bir biraradalığı mevcuttur.
Öyle ki, Ermenileri Batılı Hıristiyanlar'dan ayıran önemli özelliklerden biri, onların öteden beri İslamlarla birlikte yaşamış olmalarıdır. Batılı Hıristiyanlar daha ziyade Hıristiyan-Hıristiyan'a yaşarken, Ermeniler çoğu kez İslamlarla yan yana, kimi zaman da iç içe yaşayarak farklı bir deneyimin sahibi olmuşlardır. 
Bugünün güncel tartışmalarında çok söylenegeldiği gibi Avrupalı Hristiyanlar, Müslümanlar'ın da içinde yer aldığı çokkültürlü bir yaşam biçimine henüz yeni yeni adapte olurken, Ermeniler Doğudaki Hıristiyan milletler gibi (Süryaniler, Keldaniler v.s) bu realiteyi iyi ve kötü yönleriyle uzun süre yaşamışlardır. 
Dolayısıyla asırlar süren bu İslamla biraradalığın Ermeni kimliğinin şekillenmesinde de yadsınamaz bir rolü elbette olacaktır ancak Ermeni kimliğinin bugünkü yapısını şekillendiren ve Ermeni kimliğinde bir tür kanserojen tümör işlevi gören asıl etken "Türk" olgusudur. 
*** 
Ermeni'nin ve Türk'ün birbirleriyle ilişkileri ve birbirlerinden etkileşimleri öyle iki kelimeyle geçiştirilecek bir sıradanlıkta değildir. Asırlar süren ilişkilerde birbirinden alınan o kadar çok iyi ve kötü kimlik donanımları sözkonusudur ki, kimi zaman davranış biçimlerinde birini diğerinden ayırmak hayli güçtür. 
Yaşanılan birliktelik öylesine derindir ki bu birlikteliğin bozuluşunu ihanet olarak tanımlamak her iki tarafın da kullandığı karşılıklı bir argümandır. Ermeni milletini Sadık millet olarak adlandıran ancak daha sonra ihanet ettiklerini iddia eden Türk görüşü karşısında, Ermeniler 1915'te yaşananları salt bir halkın topluca imhası olarak yorumlamaz, bunun aynı zamanda asırlar süren ilişkiye ihaneti de içinde barındırdığını belirtirler. 
Türk-Ermeni ilişkisinin günümüzde geldiği nokta ise şudur: Ermeniler ve Türkler birbirlerine bakışlarında klinik iki vaka durumundadırlar. Ermeniler travmalarıyla, Türkler de paranoyalarıyla. 
İçinde debelendikleri bu sağlıksız halden kurtulmadıkça -Türkler belki değil ama- Ermeniler'in kendi kimliklerini sağlıklı şekilde yeniden yapılandırmaları mümkün gözükmemektedir. 
Özellikle Türkler 1915'e bakışlarında empatik bir yaklaşıma girmedikçe Ermeni kimliğinin sancılı kıvranışı devam edecektir. 
*** 
Sonuçta görülüyor ki işte "Türk" Ermeni kimliğinin hem zehiri, hem de panzehiridir. 
Asıl önemli sorun ise Ermeni'nin kimliğindeki bu Türk'ten kurtulup kurtulamayacağıdır

Alıntı:
'Türk'ten kurtulmak
 30 Ocak 2004

Ermeni kimliğinin "Türk"ten azad olmasının görünür iki yolu var. Bunlardan biri, Türkiye'nin (devlet ve toplum olarak) Ermeni ulusuna karşı empatik bir tutum içine girmesi ve nihayetinde Ermeni ulusunun acısını paylaştığını belli edecek bir anlayış sergilemesidir. 
Bu tutum hemen olmasa da, zaman içinde "Türk" unsurunun Ermeni kimliğinden uzaklaşmasına yol açabilir. 
Ne var ki bu şıkkın gerçekleşmesi şimdilik zor bir olasılık. 
İkinci yol ise bizzat Ermeni'nin "Türk"ün etkisini kendi kimliğinden atması. 
İlkine göre bu ikincisi, daha bir kendi iradesi ve inisiyatifine bağlı olduğundan, gerçekleşme ihtimali daha fazla. 
Esas olarak tercih edilmesi gereken yol da budur. 
*** 
Ermeni dünyasının bunu nasıl başarabileceği ise tamamiyle mevcut duruma yeni bir anlayışla bakabilmesiyle ilişkilidir. 
1915'e bakmak örneğin... 
Ermeni dünyası yaşadığı tarihi dramın gerçekliğinin farkındadır ve bu gerçeklik bugün dünya ülkelerinin ya da Türkiye'nin kabul edip etmemesiyle değişecek değildir. Onlar kabul etmese de Ermeni ulusunun vicdanında olan bitenin adı başından beri kazınmıştır. Dolayısıyla Dünya'dan ne de Türkiye'den bu gerçekliğin tanınmasını beklemek Ermeni dünyasının yegane hedefi olamaz. 
Gayrı herkesi kendi vicdansızlığıyla başbaşa bırakma zamanı gelip de geçmiştir. 
*** 
Bu gerçekliği kabul edip etmemek esasen herkesin kendi vicdani sorunudur, bu vicdan da temelini bizatihi insanlık denilen ortaklığımızdan -"İnsan" kimliğimizden- alır. 
Dolayısıyla gerçeği kabul edenler, asıl olarak kendi insanlıklarını arındırırlar. 
Ermeni kimliğinin sağlığını Fransız'ın, Alman'ın, Amerikalı'nın ve ille de Türk'ün soykırımı kabul edip etmemesine endeksli bir durumda bırakmak, Ermeni dünyasının artık terk etmesi gereken bir hatadır. Gayrı bu hatadan uzaklaşmanın ve "Türk"ü Ermeni kimliğindeki bu etkin rolünden ötelemenin zamanı gelip de geçmiştir. 
Ermeni kimliğinin çektiği bunca sancı artık yeterlidir, sancıyı bundan böyle biraz da insanlık denen aleme terketmek gerekir. 
*** 
Kimliksel dinginliğini "Türk"ün olumsuz ve kayıtsız varlığına kilitleyen Ermeni dünyasının, tüm ortak performansını dünya üzerinden "Türk"e baskı uygulamaya ve soykırımı kabul ettirmeye ayırması, ne yazık ki kimliğin uyanışını erteleyen koca bir zaman kaybından başka bir şey değildir. 
Ermeni dünyası, kimliğinin geleceğine bundan böyle, öylesi kavramlar yüklemelidir ki bu kavramlar bu ulusun körelmiş üretim yeteneğini tekrar fişekleyebilecek iticilikte olsun. 
İşte bu nedenle, "Kendi acısını sırtlayacak ve gerekirse mahşere kadar da onuruyla kendisi taşıyacak" bir anlayışı Ermeni kimliğine hakim kılmak en temel yönelim olmalıdır. 
Aksi durumda Ermeni dünyası kendini başkalarının gerçeği kabul edip etmeme insafına zincirlemiş olur ki... 
Bu da gerçek tutsaklığın ta kendisidir. 
*** 
Ermeni dünyasının kendisini "Türk"ten kurtardığında, kimliğinde bir boşluk yaşayacağını ve özellikle de Diaspora Ermenileri'nin kimliksel çözünürlüğünün hız kazanacağını sananlar aldanırlar. 
Ermeni kimliğinde "Türk"ten geriye kalacak boşluğu dolduracak çok daha yaşamsal bir olgu sözkonusudur o da bizatihi bağımsız Ermenistan devletinin varlığıdır. 
Bundan onbeş yıl önce var olmayan bu yeni heyecan, artık her türlü etkinin ve etkenin üstünde Ermeni kimliği üzerinde büyük bir rol oynamaya namzettir. 
Ermeni dünyasının geleceğini, bu minik ülkenin gelecekteki refahına ve içinde yaşayanların mutluluğuna endekslemesi aynı zamanda kendi kimliğini rahatsız eden sancılardan kurtuluşunun da bir işareti olacaktır. 
*** 
Ermeni kimliğinin "Türk"ten kurtuluşunun yolu gayet basittir: 
"Türk"le uğraşmamak... 
Ermeni kimliğinin yeni cümlelerini arayacağı yeni alan ise artık hazırdır: 
Gayrı Ermenistan'la uğraşmak


Alıntı:
13 Şubat 2004


"Türk"ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermeni'nin Ermenistan'la kuracağı asil damarında mevcuttur. 
Yeter ki bu mevcudiyetin farkında olunsun. 
Bu farkındalığın asıl sorumlusu ise Diaspora'ya yayılmış Ermenilerden ziyade Ermenistan yönetimleridir. Ermenistan hükümetlerinin sorumluluklarının bilincinde olmaları ve gereğini yerine getirmeleri aslolandır. 
*** 
Ne var ki 12 yıllık bağımsızlık döneminde Diaspora ile Ermenistan ilişkilerine bakıldığında, Ermenistan hükümetlerinin henüz bu sorumluluğun bilincine yeterince varmadıkları görülür. Birkaç gösterişli "Pan Armenian Buluşması" dışında işlevsel bir "Diaspora-Ermenistan buluşması" mekanizması dahi kurulamamıştır. 
Ermenistan'ın Diaspora ile ilişkileri bazen Diaspora'nın bazen de Ermenistan'ın inisiyatifinde ağır aksak yürütülmüş, kalıcı ve daha ziyade Ermenistan merkezli bir kurumlaşmaya gidilememiştir. 
*** 
Oysa Ermenistan'ın çoktan özel ve çok güçlü bir Diaspora Bakanlığı kurmuş olması gerekirdi. Bu bakanlık sayesinde de dünyanın en ücra köşelerine dahi dağılmış ve dağılacak tek Ermeni bireyinin dahi nasıl kucaklanabileceği temel bir kaygıya dönüştürülebilir, sonrasında bu kaygı doğrultusunda hareket edilir ve buna göre projeler geliştirilebilirdi. 
Bunun yapılmamış olması hâlâ büyük bir eksik olarak gözüküyor. Bu kaygısızlığıyla Ermenistan kendisinin ne denli bir ana kök olduğunun farkında değil ki Diasporadakiler'e de bunu hissetirebilsin. 
Bu da gösteriyor ki Ermenistan elbette layık ama Ermenistan yönetimleri henüz Diasporalıya layık değil. 
*** 
Ermenistan'ın Diasporalı bireyle kuracağı birebir ilişkinin Diaspora Ermeni'sinin kimliğinde ve kimliğin yeni cümlelerinin kuruluşunda oynayacağı rol çok büyüktür ve tartışmasızdır. 
Bugün Diaspora'da açık tutulan Ermeni okullarının, dil kurslarının, sosyal ya da kültürel kurumların ya da diğer tüm kollektif faaliyetlerin yegâne amacı Ermeni kimliğini yeni kuşaklara taşımak, korumak ve mümkünse geliştirmektir. Bu amaç için milyonlarca dolar harcanır. Sonuçta elde 
edilen, bilinen ama konuşul(a)mayan bir dil ile arada bir kilisesine giden ama o kadarla yetinen bir kimliktir. 
Oysa diğer taraftan öyle bir gerçek vardır ki bunun gereğini yerine getirmek artık kaçınılmazdır. 
O da Ermenistan'la Diasporalı'nın kuracağı moral diyaloğun bizatihi kendisinin en doğal okul olduğudur. 
*** 
Diasporalı gencin bu okullarda okumamış, bu kiliselere gitmemiş olsa da bir kez Ermenistan denilen doğal okulla tanışması kimliği için çok şey 
ifade eder. 
Diaspora gencine on yıllar içinde eğitimle ve kiliseyle verilen Ermeni kimliğiyle, o gencin Ermenistan'ı bir kez ziyaret ederek edineceği kimlik arasında ikincisinin lehine ağır basan bir köklülük söz konusudur. 
Bu dediğimizin ne denli doğru olup olmadığını denemek o denli pahalı bir şey değildir. Bir kenara ayırılacak üç beş kuruşla bir gencin yıllık tatilinin 15 gününü Ermenistan sokaklarında geçirmesi pekala sağlanabilir. 
*** 
Ermenistan'ı ziyaret eden ve öncesinde Ermeni kimliğinden bir hayli de uzak gözüken gencin, 15-20 günlük bu sürede edinmiş olduğu kimliğin nasıl damardan absorbe edildiği görülecektir. 
Artık o dakikadan itibaren gencin bu kimliğini dünyanın neresinde yaşıyor olursa olsun unutması bir daha olanaksızdır. 
Gayrı o kimlik ona damardan şırıngalanmıştır... 
Dolayısıyla gençler için Ermenistan'a özel seyahat turlarının düzenlenmesi birincil derecede kimlik kazandırıcı faaliyettir. Bu çalışmalar ne pahasına olursa olsun her yerde yıllık programların 
başına alınmalıdır. 
*** 
Ermeni kimliğin doğrudan Ermenistan'dan edinilecek cümleleri, kelimelerle anlatılamayacak denli zengin kazanımlardır. 
Bu durum, saksıda yetiştirilmeye çalışılan narin bir bitkinin kendi toprağı, kendi suyu ve kendi güneşiyle tanışmasına da benzetilebilir. 
Denemesi bedavadır... Herkese önerilir

http://wowturkey.com/forum/viewtopic.php?t=35889




.

24 NİSAN 1915 TEHCİR (YER DEĞİŞTİRME) OLAYI NEDİR ? GERÇEKTEN SOYKIRIM AMACIYLA MI YAPILMIŞTIR? (1)






24 NİSAN 1915 TEHCİR (YER DEĞİŞTİRME) OLAYI NEDİR ? GERÇEKTEN SOYKIRIM AMACIYLA MI YAPILMIŞTIR? (1)







 Şüphe edilmemek gerekirdi ki, Ermeni katliamı konusundaki sözler, gerçeğe uygun değildi. Aksine, güney bölgelerinde, yabancı kuvvetler tarafından silahlandırılan Ermeniler, gördükleri koruyuculuktan cüret alarak bulundukları yerlerdeki Müslümanlara saldırmakta idiler. İntikam düşüncesiyle her tarafta insafsız bir şekilde öldürme ve yok etme siyaseti gütmekte idiler. Gazi Mustafa Kemal Atatürk (Nutuk-1927)
———————————————————————–
Küresel emperyalizmin güdümündeki Ermeni Diasporasının başarılı algı yönetimi çalışmaları sonucu 24 Nisan 1915 tarihinde Ermeni toplumunun bazı kesimlerine uygulanan TEHCİR (Bir yerden başka bir yere göç ettirmek, yer değiştirip hicret ettirmek) faaliyeti, “Ermeni Soykırımı yapıldı” şeklinde 100 yıldır tekrarlanmaktadır.
Sözde Ermeni Soykırımı iddialarının 100 üncü yılına denk gelen 24 Nisan 2015’te, Türk milletinin  tümünün soykırımcı ilan edilmesi için Papa’nın ve Avrupa Parlamentosu’nun da dahil olduğu uluslararası bir karalama kampanyası başlatılmıştır. Burada ilginç olan ve insanlarımızı derin üzüntüye sevkeden husus, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin iktidar ve muhalefet  kanadına mensup bazı milletvekillerinin de bu mesnetsiz iddiaları destekler duruma gelmiş olmasıdır.
Arapça asıllı bir kelime olan TEHCİR, “Bir yerden başka bir yere göç ettirmek, yer değiştirip hicret ettirmek anlamındadır. (2)
Savaş zamanı Ermeni isyan ve katliamlarına önlem almak amacıyla Talat Paşa Hükümetinin başlattığı ve Osmanlı Mebusan Meclisinin uygun gördüğü yer değiştirme faaliyeti her yerde değil, doğrudan doğruya cephelerin güvenini tehlikeye sokan başlıca iki bölgede uygulanmıştır.
Bunlardan birincisi, Kafkas ve İran cephesinin gerisindeki Erzurum, Ağrı, Van, Bitlis dolaylarıdır. Diğeri ise, Arap yarımadasında Sina cephesi gerisi yani Mersin-İskenderun bölgeleridir.
Ermeni komitelerinin baskı ve tahrikleri ile Osmanlı Ermenileri, her iki bölgede de düşmanla işbirliği yapmışlardır.  Ayrıca onların hareketlerini kolaylaştıracak ciddi faaliyetlerde bulunmuşlardır. Başlangıçta Tehcir uygulaması sadece iki bölgeyi kapsamıştır. Bilahare düşmanla işbirliği yapan, Ermeni komitacılarına yataklık yaparak devlete karşı isyan eden diğer vilâyetlerdeki Ermenileri de kapsayacak şekilde tehcir genişletilmiştir.
Alınan Tehcir Kararı ülkedeki tüm Ermenilere uygulanmamıştır. Katolik ve Protestan Ermenilerin yanı sıra, Osmanlı ordusunda subay olan  ve sıhhiye sınıflarında hizmet gören Ermeniler ile Osmanlı Bankası şubelerinde ve konsolosluklarda çalışan bazı Ermeniler devlete sadık kaldıkları sürece göçe tabi tutulmamışlardır.
Öte yandan, hasta, özürlü, sakat ve yaşlılar ile yetim çocuklar ve dul kadınlar sevke tabi olmamış, yetimhaneler ve köylerde koruma altına alınarak ihtiyaçları devletçe ‘Göçmen Ödeneği’ üzerinden karşılanmıştır. Daha sonra bunlar arasından da zararlı faaliyetleri tesbit edilen bazı aileler de göçe tabi tutulmuşlardır.
İngiliz ile Fransız destek ve yönlendirmesiyle Ermeniler, birtakım sahte ve uydurma belgelerin arkasına gizlenerek, dünya kamuoyunu Ermeni tehcirinin soykırım amacıyla yapıldığı şeklinde kandırmayı başarmışlardır. Üç yüz binden, üç milyona kadar değişen rakamlarla ifade edilen Ermeni katliamının hiçbir resmi ve geçerli dayanağı mevcut değildir. Bunu özellikle vurgulamaktan çekinmiyorum. Çünkü Osmanlı başkentini üç yıldan fazla işgal altında bulunduran İngiliz ve Fransızlar, Osmanlı arşivini didik didik etmelerine rağmen Ermenilere soykırımı ispat edecek hiçbir belgeye rastlamamışlardır.
Eğer Osmanlı Devleti Ermenileri soykırıma tabi tutmak isteseydi. Onların yerlerini değiştirmek zahmetine katlanmadan bulundukları bölgelerde kolaylıkla soykırıma tabi tutardı. Böylece kafile güvenliği, iaşe ve ibadesi işleri için, savaş zamanı gücünü muhafaza edebilmesi için çok ihtiyaç duyduğu maddi fedakârlıklara ihtiyaç kalmazdı.
Burada soykırım değil, tam tersi bir ırkı ve milleti soykırımdan koruma gayretleri vardır. Devlet, bir yandan savaş için cephe gerisinde güvenliği sağlarken asıl amacı kendi tebası olan Ermeni vatandaşlarının can ve mal güvenliğini sağlamaktı.
Nitekim 1915 Mayısında başlayıp 1916 Ekim ayına kadar devam eden göç ettirme ve yeniden yerleştirme sırasında, bütün imkânsızlıklarına rağmen aldığı olağanüstü tedbirlerle, zor savaş şartlarına rağmen tehcire tabi Ermenilerin can ve mal güvenliğini sağlamak için âdeta yeni bir cephe açmış gibi çok ağır idarî, askerî ve malî yükler altına girmiştir.
Aklıselim sahibi tarihçiler Osmanlı aydınının  devlete olan bağlılıklarından dolayı Millet-i Sadıka olarak nitelendirdiği bir halka karşı, birdenbire tavır değiştirmesini gerektirecek mantıki bir sebep bulamamışlardır.  Bu olayda Osmanlı devletinin geleneksel politikalarından sapma yoktur. Sapma Rusya başta olmak üzere sömürgeci batının hayâli bağımsızlık vaatlerine kanan Ermenilerdedir.
Tehcir olayı başından beri kesinlikle soykırım amacı gütmemiştir.  Aksine Osmanlı Devleti’nin savaş şartları altında kendi halkının güvenliğini sağlamak için gerek gördüğü çok başarılı bir sevk ve yeniden iskân hareketidir. Bu Tehcir Harekâtı, benzeri durumlarla karşılaşacak ülkeler için örnek alınacak yer değiştirme faaliyeti olmasına rağmen muzır ve şartlandırılmış beyinlerce saptırılmış ve soykırım olarak nitelendirilmiştir. Aslında bu tutum ve davranış bu şekliyle tarihe ve tarihçilere hakaret niteliği taşımaktadır.
Ruslar ve İngilizlerin kışkırtmaları sonucunda meydana gelen isyan ve katliamlar sonucu Osmanlı hükümeti, Ermeni Patriğini, Ermeni milletvekilleri ve Ermeni cemaatinin ileri gelenlerini toplamış ve onlara; Ermeni cemaatini derhal uyarmalarını, İmparatorluk dâhilindeki Müslümanlara yönelik saldırılarına devam ettikleri takdirde zecri tedbirler almak zorunda kalacağını bildirmiştir. Fakat uyarı asla sonuç vermemiştir.
 Olaylar artınca ordunun cephe gerisinin acil emniyete alınması ihtiyacı ortaya çıkmıştır.  Bunun sonucunda bugün “Ermeni soykırım günü” olarak dünyaya kabul ettirilmeye çalışılan 24 Nisan 1915 tarihinde bütün Ermeni Komiteleri kapatılmıştır. Bu komitelerde yönetici olarak görev almış 2345 kişi ‘Devlet aleyhine faaliyette bulunmak’ suçundan tutuklanmıştır.
Bu tutuklamaların yankısı çok büyük olmuştur. Eçmiyazin (Bugünkü Vagrsabat: Erivan’ın batısında) Başpiskoposu Kevork Efendi kendilerine hami olarak gördükleri ABD’nin Cumhurbaşkanı’na çektiği şu telgrafla resmen yardım talep etmiştir;
“Sayın Başkan, Türkiye Ermenistanı’ndan aldığımız son haberlere göre, orada katliam başlamış ve organize bir tedhiş Ermeni halkının mevcudiyetini tehlikeye sokmuştur. Bu nazik anda Ekselanslarının ve büyük Amerikan milletinin asil hislerine hitap ediyor, insaniyet ve Hıristiyanlık inancı adına, büyük Cumhuriyetinizin diplomatik temsilcilikleri vasıtasıyla derhal müdahale ederek, Türk fanatizminin şiddetine terkedilmiş Türkiye’deki halkımın korunmasını rica ediyorum.”
Rusya’nın Washington Büyükelçisi’de bu mektubu fırsat bilerek ABD makamları nezdinde Ermenilerin sözcülüğünü üstlenmiştir.  Bu temaslar sadece ABD ile sınırlı kalmamıştır.  Sömürgeci bazı Avrupa ülkeleri nezdinde de girişimlerde bulunarak bu tutuklamaları tam bir katliam gibi gösterme çabaları yaygınlaşarak devam etmiştir.
Diaspora Ermenilerinin ‘Ermeni soykırımının yıldönümü’ diyerek her yıl anma yaptıkları 24 Nisan devlet aleyhine faaliyette bulunan ve masum halkı  katleden 2345 çeteci Ermeni’nin yargılanmak üzere   tutuklandıkları tarihtir. Aslında bu tarihin, sözde soykırım şöyle dursun, soykırım iddialarına temel oluşturduğu iddia edilen “Tehcir” uygulamasıyla dahi ilgisi yoktur.
Tehcir uygulaması esnasında Ermenilerin iddia ettiği gibi 1.5 milyon Ermeni ölmemiştir. Osmanlı Devletinin resmi kaynakları ve istatistikler 1915 yılında bütün Osmanlı topraklarında yaşayan Ermeni toplumunun nüfusunun 1.250.000 civarında olduğunu göstermektedir. Devlet kayıtlarında ne kadar Ermeni’nin Tehcir/yer değiştirme uygulaması çerçevesinde bulundukları yerden çıkarıldığı ve ne kadarının sağ salim yeni yerleşim bölgelerine ulaştığı da belgeleriyle bulunmaktadır.
1914 yılı nüfus sayımına göre, Osmanlı Devleti tebası olan Ermenilerin nüfusu 1.221.850′ kişidir. Yer değiştirmeye tabi tutulmayan nüfus ise toplam 167.778’dir. 9 Haziran 1915’te başlayıp 8 Şubat 1916 tarihinde sonuçlanan yer değiştirme uygulaması esnasında 391.040 kişi yerleştirilecekleri bölgelere sevk edilmiş, bunlardan 356.084 kişisi yerleşim bölgelerine ulaşmıştır.
Yani, Ermenilerin yer değiştirme uygulaması sırasında verdiği kayıpların toplamı 35.000 kişi kadardır.  Yer değiştirme uygulamasına tabi olan  nüfus içerisinde yer alan ve tehcir esnasında Halep bölgesinde  yaşayan 26.064 Ermeni vatandaşımız 35.000’den çıkarıldığında geriye 10 bin kişilik kayıp kalmaktadır.
Yani Ermenilerin tehcir (yer değiştirme) sırasında verdikleri toplam kayıp en fazla 10 bin kişiden ibarettir. Bunlar da, iddia edildiği gibi devlet güvenlik güçleri tarafından plânlı soykırıma tabi tutulmamışlarıdr. Bu büyük zaiyat  savaş şartlarının ortaya çıkardığı asayişsizlik sebebiyle eşkiya gruplarının saldırıları sonucu hayatlarını kaybetmişlerdir.
Osmanlı Devleti; yer değiştirme uygulaması ile savaş şartları altında her an ölüm tehlikesi ile burun buruna gelebilecek olan yüz binlerce Ermeni yurttaşının hayatını kurtarmıştır. Nitekim yeni bölgelere yerleştirilen Ermeniler sağ ve salim  olarak yaşamlarına devam ederken, Rus ordusu saflarında Türklere karşı savaşan Ermenilerin pek çoğu savaş esnasında ölmüşlerdir.
Tehcir uygulaması saklı-gizli değil, yabancı diplomatların gözleri önünde ceryan etmiştir. Osmanlı Devletinin yer değiştirme uygulamasına tabi tuttuğu Ermenilerin nakli sırasında, ağır savaş şartlarına rağmen olağanüstü gayret gösterdiği yabancı diplomat raporlarında açık  bir şekilde ifade edilmektedir.
 Tehcirin güvenli geçmesi için alınan fiziki güvenlik tedbirleri yanında büyük maddi harcama  yapılmıştır Yer değiştirmeye tabi göçmenlerin; sevk, yerleştirme ve geçimlerinin sağlanması için 1915 yılında 25 milyon, 1916 yılı sonuna kadar ise 230 milyon kuruş harcandığı resmi belgelerden açıkça anlaşılmaktadır.
Konuyu toparlayalım; Tehcir (yer değiştirme) kararı, Osmanlı topraklarında bağımsız bir devlet kurma fikriyle savaş içindeki kendi ordularını arkadan vuran Ermenilerin devlete verdikleri zararı önlemek gayesiyle zorunlu olarak alınmıştır.
Özellikle Ruslar başta olmak üzere ve İtilaf Devletleri’nin Osmanlı Ermenilerini nasıl kandırıp  kışkırttıkları,  belgeleriyle sabittir(4)
 Savaşta ele geçirdikleri yerlerin kendilerine verileceği ve bağımsızlıklarının tanınacağı gibi vaatlere kanan Ermeniler, birçok ihtilâl cemiyeti kurmuşlardır(5).
Ermeniler, yer değiştirme (tehcir) öncesinde başlattıkları tedhiş faaliyetlerini, göç sırasında da sürdürmüşlerdir. Gerek sınır bölgelerinde, gerek iç bölgelerde düşmanla işbirliği yapmışlar; Müslüman halka karşı katliamlara devam etmişlerdir.(6)
Ermeni çetelerinin Müslüman halka yönelik olarak yaptıkları mezalimi anlatan belgeleri bir kitapta toplamaya karar veren Osmanlı Hükümeti, tüm illere yazılar yazmış ve sorumluluk sahalarında Ermeni katliamlarını anlatan belge ve fotoğrafların gönderilmesi istemiştir.(7)
İllerden gelen belge ve fotoğrafların ışığında “ERMENİ Komitelerinin Faaliyetleri ve İhtilal Hareketleri/Meşrutiyet İlanından  Önce ve sonra” konu başlıklı dokümanter kitap yayınlanmıştır(8).
Osmanlı hükümeti, yer değiştirme (Sevk ve İskan) uygulamasını o günün şartlarında bir kanuna dayandırmıştır (9) Bu keyfi bir uygulama değildir. Dört maddelik kanun, “Savaş halinde devlet yönetimine karşı gelenler için askeri birliklerce alınacak tedbirleri” içermektedir. Kanunun çıkış süreci şöyledir;
İçişleri Bakanlığı isyancı Ermenilere karşı tutuklama gibi bazı önlemleri alırken, 24 Mayıs 1915’te ortak bir bildiri yayınlayan Rusya, Fransa ve İngiltere hükümetleri, bir aydan beri, “Ermenistan” diye adlandırdıkları Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde Ermenilerin öldürüldüğünü ileri sürmüş ve çıkan olaylardan Osmanlı hükümetini sorumlu tutacaklarını açıklamışlardır.
Konunun bu şekilde uluslararası bir boyut kazanması üzerine Sadrazam (Başbakan) Tâlat Paşa (TEHCİR) yer değiştirme uygulaması hakkında hazırladığı yazıyı 26 Mayıs 1915 günü Başbakanlığa göndermiştir.
Yazıda, Ermenilerin isyan ve katliamlarına dikkat çekildikten sonra, savaş bölgelerindeki Ermenilerin başka bölgelere nakline karar verildiği anlatılmıştır. Bu durum Başbakanlık’ça gecikmeden Meclisi Mebusan gündemine getirilmiştir.
Başbakanlık, devletin güvenliği için başlatılan yer değiştirme uygulamasının yerinde olduğunu belirtilerek, bunun usul ve kurala bağlanmasının zorunluluğunu dile getirmiştir. Meclis, aynı tarihte uygulamayı kabul eden bir karar almıştır. Böylece 27 Mayıs 1915’te Meclis’ten çıkan “Yer Değiştirme Kanunu”, 01 Haziran 1915 günü dönemin Resmi Gazetesi Takvim-i Vekâyi’de yayımlanıp yürürlüğe girmiştir.
27 Mayıs 1915 Tarihli Tehcir Kanunu;
  1. Maddesinde; Devlet güçlerine ve kurulu düzene karşı muhalefet, silahla tecavüz ve mukavemet görülürse şiddetle karşı konulması ve imha edilmesi,
  2. Maddesinde; Silahlı güçlere yönelik casusluk ve ihanetleri tespit edilen köy ve kasabaların başka bölgelere yerleştirilmesi,
  3. Maddesinde; Kanunun yürürlüğe giriş tarihi,
  4. Maddesinde; Kanunun uygulamasından sorumlu olanlar belirtilmektedir.
Görüldüğü üzere kanun; tamamen devleti ve kamu düzenini korumaya yönelik, şiddete karşı bir yetki kanunudur. Kanun metninde herhangi bir etnik grup, zümrenin ismi belirtilmemiştir. Kanun kapsamına giren Müslüman, Rum ve Ermeni asıllı Osmanlı vatandaşları yerlerinden başka yerlere sevk edilerek göçe tabi tutulmuştur.
Başbakanlık tarafından 30.5.1915’te İçişleri, Harbiye ve Maliye Nezaretlerine gönderilen bir yazıda, göçün nasıl uygulanacağı ayrıntılı şekilde anlatılmış ve şunlar dile getirilmiştir;
–   Göç ettirilenler, kendilerine tahsis edilen bölgelere can ve mal emniyetleri sağlanarak rahat bir şekilde nakledileceklerdir,
–   Göçmenler, yeni evlerine yerleşene kadar iaşeleri Göçmen Ödeneği’nden karşılanacaktır,
–    Göçmenler, eski malî durumlarına uygun olarak kendilerine emlâk ve arazi verilecektir,
–    Göçmenlerden muhtaç olanlar için hükümet tarafından konut inşa edilecektir. Ayrıca, çiftçi ve ziraat erbabına tohumluk, alet ve edevat temin edilecektir,
–    Göçmenlerin geride bıraktıkları taşınır malları, kendilerine ulaştırılacak; taşınmaz malları tespit edilecek ve kıymetleri belirlendikten sonra, paraları kendilerine ödenecektir;
–    Göçmenlerin ihtisasları dışında kalan zeytinlik, dutluk, bağ ve portakallıklarla, dükkân, han, fabrika ve depo gibi gelir getiren yerleri açık arttırma ile satılacak veya kiraya verilecek ve bedelleri sahiplerine ödenmek üzere mal sandıklarınca emanete kaydedilecektir,
–    Bütün bu konular özel komisyonlarca yürütülecek ve bu hususta ayrıntılı bir talimatname hazırlanacaktır.
Bütün bu hususlara titizlikle riayet edildiği belgeleri ile sabit olmasına rağmen TEHCİR/Sevk ve İskan olayının günümüze kadar “Ermeni Soykırımı” olarak taşınmış olması Türkiye ve Türklük karşıtı cephenin gücünü göstermektedir.
Osmanlı Hükümeti görülen idarî ve askerî ihtiyaç üzerine 15 Mart 1916’dan itibaren vilâyetlere ve sancaklara gönderdiği genel bir emirle, Ermeni göçünün durdurulduğunu ve bundan böyle hiçbir gerekçeyle tehcir yapılmayacağını bildirilmiştir(10).
Yer değiştirmenin tamamlanmasından sonra, Ermenilerin çoğunlukla Suriye vilâyeti dâhilinde yerleştirilmeleri sebebiyle, İstanbul’daki Ermeni Patrikhanesi 10.8.1916 tarihinde kapatılıp Kudüs’e nakledilmiştir.(11)
Birinci Dünya Savaşı’nı müteakip Osmanlı hükümeti yer değiştirmeye tabi tutulan Ermeni yurttaşlardan isteyenlerin tekrar eski yerlerine iade edilmeleri için bir kararname çıkarmıştır.
4 Ocak 1919’da Dahiliye işleri Bakanı Mustafa Paşa’nın Başbakanlık makamına gönderdiği yazıda, Ermenilerden dönmek isteyenlerin eski yerlerine nakledilmeleri konusunda ilgili makamlara emir verildiği ve gereken bütün önlemlerin alındığı belirtilmektedir. (12)
Hükümetin hazırladığı 31 Aralık 1918 tarihli dönüş kararnamesi ana hatları ile şu hususları ihtiva etmektedir;
–   Sadece geri dönmek arzusunda bulunanlar göç ettirilecek, bunun dışında kimseye dokunulmayacak.
–   Yerlerine iade edileceklerin, yollarda perişan olmamaları ve dönüş mahallerinde konut ve geçim sıkıntısı çekmelerinin önlenmesi için mahalli yöneticiler tarafından gerekli önlemler alınacak.
–   Göçmenlerin gidecekleri bölgelerin idarecileriyle irtibat kurulup bu konudaki önlemler sağlandıktan sonra göç ve geri dönüş işlemlerine başlanacaktır.
–   Yukarıdaki şartlar dâhilinde dönecek olanlara ev ve arazileri teslim edilecek.
–   Yerlerine daha önce göçmen yerleştirilmiş olanların evleri tahliye edilecek.
–   Açıkta kimse kalmaması esastır. Bunun için geçici olarak birkaç aile birarada yerleştirilebilecek.
–   Kilise ve okul gibi binalar ile gelir getiren yerler, ait olduğu cemaate geri verilecek.
–   Yetim çocuklar, istenildiği takdirde kimlikleri dikkatlice belirlenerek velilerine veya cemaatlerine iade olunacak.
–   Din değiştirmiş olanlar arzu ederlerse eski dinlerine dönebilecekler. Din değiştirmiş olan Ermeni kadınlardan, bir müslümanla evli bulunanlar eski dinlerine dönme konusunda serbest bırakılacaklar. Eski dinlerine döndükleri takdirde kocasıyla aralarındaki nikâh bağı kendiliğinden bozulmuş olacaktır. Eski dinine dönmek istemeyen ve kocasından ayrılmaya razı olmayanlara ait sorunlar ise mahkemelerce halledilecek.
–   Ermeni mallarından, henüz kimsenin kullanımında bulunmayanlar, kendilerine teslim edilecek; hazineye devredilenlerin iadesi de mal memurlarının onayı ile karara bağlanacak. Bu konuda ayrıca açıklayıcı tutanaklar hazırlanacaktır.
–   Göçmenlere satılan mülklerin sahipleri döndükçe, peyderpey bunlara teslim edilecek.
–   Göçmenler, ellerinde bulunan ve eski sahiplerine iade edilecek olan ev ve dükkânlarda tamirat ve ilâveler yapmışlarsa ve arazi ve zeytinliklerde ekim yapmışlar ise, her iki tarafın da hukuku gözetilecek.
–   Ermenilerden muhtaç olanların dönüşlerinde göç ve geçim masrafları, Harbiye Ödeneği’nden karşılanacak. Şimdiye kadar ne miktar sevkiyat yapıldığı ve bundan sonra her ayın on beşinci ve son günlerinde nerelere ne kadar sevkiyat olduğu bildirilecek.
–   Osmanlı sınırları dışına çıkıp da geri dönmek isteyen Ermeniler, yeni bir emre kadar kabul edilmeyecektir.
–   Yukarıda açıklanan kararnamedeki hükümler, Ermenilerin yanı sıra Rum göçmenler için de geçerli olacaktır.
Ana hatları ile açıklanan maddeler olumsuz savaş şartlarına rağmen titizlikle uygulanmaya çalışılmıştır. Bu kararları alabilen ve uygulama için çaba harcayan bir ülkenin soykırım ile suçlanması ve bunun günümüze kadar taşınabilmiş olması küresel psikolojik harekâtın önemli bir başarısı olarak görülmelidir. Buna karşı mücadele de güncel ve geçici olarak değil, uzun vadeli plan ve programla yürütümelidir.

DİPNOTLARI
(01)  Dr.Tahir Tamer Kumkale’nin  Ocak 2015’te yayımlanan “ERMENİ SORUNU EL KİTABI”isimli kitabından alınmıştır.
(02)  Halaçoğlu, Prof. Dr.Yusuf, Ermeni Tehcirine Dair Gerçekler(1915),TTK Yayını, Ankara 2001.
(03)  Gürün, Kamuran, Ermeni Dosyası, TTK Basımevi, Ankara 1983, s. 210-211
(04)  Şifre Kalemi, Nr. 45/115 (23 Eylül 1916 tarihli telgrafla, Van, Bitlis, Mamuretülaziz(Elazığ), Adana, Diyarbekir ve Sivas eyâletlerine bu hususta bildiri göndermiştir.
(05)  DH. EUM. 2. Şube, Dosya 1, Belge 45/2 (Bakınız Belge 670)
(06)  Şifre Kalemi., Nr. 61/50 ; Nr. 62/24; Nr. 63/175; Nr. 64/92; Nr. 64/163; Nr. 64/194; Nr. 66/51; Nr. 46/56; Nr. 66/192; BA, BEO, Nr. 343464  (Bakınız Belge 784)
(07)  Şifre Kalemi., Nr. 62/57; Nr. 62/58; Nr. 63/241
(08)  İstanbul 1916. Aynı eser Fransızca olarak 1917’de yine İstanbul’da yayınlandı. İsmet Parmaksızoğlu tarafından “Ermeni Komitelerinin İhtilâl Hareketleri ve Besledikleri Emeller” adıyla sadeleştirilerek yayınlandı (Ankara 1981).
(10)  Şifre Kalemi., Nr. 62/21.
(11)  Ermeni Patrikhanesi için 1916’da yapılan yeni nizamname hakkında Bak. Y. H. Bayur, Türk İnkılâbı Tarihi, III/3, s. 57-59.
(12)  Prof.Dr. Albert Wohlstetter ve Nancy Virts, (Avrupa-Amerika Güvenlik  Araştırmaları Enstitüsü, California,ABD), Uluslararası Terörizm ve Uyuşturucu Madde Kaçakçılığı Sempozyumu, Ankara Üniversitesi Rektörlüğü Yayını No:88, Ankara 1984, ss:253-273

Dr. Tahir Tamer Kumkale

..