PROF. DR. YUSUF HALAÇOĞLU etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
PROF. DR. YUSUF HALAÇOĞLU etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Şubat 2018 Çarşamba

Ermeni Tehciri ve Gerçekler BÖLÜM 1


Ermeni Tehciri ve Gerçekler 


Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu 

Osmanlı Devleti tarafından yüzyıllar boyunca millet-i sadıka olarak kabul edilen Ermeniler, Avrupa devletlerinin Şark Meselesi olarak şöhret bulan politikaları neticesinde, XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren zayıflayan Osmanlı idaresine karşı ciddi bir sorun teşkil etmeye başlamışlardır. Fransız Devrimi'nin fitilini ateşlediği milliyetçilik cereyanları ile zayıflayan Osmanlı Devleti'nin topraklarına göz koyan Avrupalı güçlerin Hıristiyan azınlıklardan kendi emellerini gerçekleştirebilmek için yararlanma arzuları, Ermeni Kilisesi tarafından da desteklenen Ermeni milliyetçiliğini teşvik etmiş; başlangıçta burjuva ve şehir kökenli olan ve elitist bir özellik taşıyan Ermeni milliyetçiliğinin Ermeni toplumunun tüm katmanlarına yayılarak ayrılıkçı bir renge bürünmesini hızlandırmıştır. Bu sürecin dönüm noktası, literatürümüzde 93 Harbi olarak bilinen 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı ile bu savaşı müteakiben imzalanan Ayastefanos (3 Mart 1878) ve Berlin (13 Temmuz 1878) antlaşmaları dır.

93 Harbi süresince Rus ordusu ile yakın bir işbirliğine girmiş olan Ermeni meclisi, savaşın ardından, Rus Çarı II. Aleksandr'a "Fırat'a kadar olan bölgenin Türklere geri verilmeyerek burada Rusya'ya bağlı bir Ermenistan kurulması" şeklinde özetlenebilecek bir muhtıra göndermiştir. Siyasi dengeler sebebiyle gerçekleştirilmesi Ruslar tarafından dahi mümkün görülmeyen bu talebin bir nebze olsun telafi edilebilmesi için Ruslar, anlaşmaya, Ermenilerin sakin olduğu Doğu Anadolu vilayetlerinde ıslahat yapılması ve buradaki Hıristiyanların Kürt ve Çerkeslere karşı korunmasının temin edilmesi gerektiğini bildiren meşhur 16. maddeyi eklemişlerdir. Bu, aynı Küçük Kaynarca Andlaşması'nın (21 Temmuz 1774) 7 ve 14. maddelerinin Çarlık Rusyası'na Orta Doğu politikaları konusunda bir meşruiyet sağladığı gibi Anadolu üzerindeki Rus emel ve tasarrufları için de bundan sonra hukuki bir zemin teşkil edecek bir biçimde düzenlenmiştir. Ancak, olası bir Osmanlı dağılmasının nimetlerinin sadece Ruslara bırakılamayacak kadar kıymetli olduğunu idrak eden Düvel-i Muazzama'nın diğer üyeleri Ayastefanos Andlaşması'nın Osmanlı aleyhindeki ağır hükümlerinin toplanan Berlin Kongresi ile tadil edilmesini kararlaştırmışlar; neticede birçok madde tekrar düzenlense de, bundan sonra Osmanlı Devleti'nin içişlerine müdahalede en önemli unsuru teşkil edecek olan ıslahat sorunu, 61. madde ile olduğu gibi bırakılmıştır.

Ermeni Meselesi artık siyasallaşmış ve Düvel-i Muazzama mensupları, özellikle de İngiltere ve Rusya arasındaki çekişme neticesinde uluslararası bir boyut kazanmıştır. Mevcut durumdan istifade etmek isteyen Ermeniler de bir adım daha atarak hızla yurt içinde ve dışında siyasi teşekküller kurmaya başlamışlar dır. Bu teşekküllerin en önemlileri siyasi varlıklarını günümüze kadar sürdüren Hınçak (1887 yılında Cenevre'de kurulmuştur) ve Taşnaksutyun (1890 yılında Tiflis'te kurulmuştur) fırkalarıdır.

Oluşumlarında bariz bir Rus destek ve etkisinin görüldüğü bu teşekküller, Makyavelist bir yaklaşımla, salt büyük güçler arasındaki siyasi çekişmelerin nihai hedefleri olan Türk topraklarında bağımsız bir Ermenistan kurulmasına yetmeyeceğini, gayelerini gerçekleştirebilmek için kendilerine büyük güçlerin çifte standartlı yardımını sağlayacak başka vasıtalara da başvurmalarının elzem olduğunu kısa sürede anlamışlardır. Bu vasıtaların en önemlisi, sonuçlarından Türkiye Cumhuriyeti olarak yakın geçmişe kadar muzdarip olduğumuz şiddet ve terördür.

Her ne kadar nüfus içerisinde asla çoğunluğu teşkil etmemiş olsalar da Anadolu toprakları üzerinde hak iddia eden Ermeniler ile bu toprakların gerçek sakini Türk ve Müslümanlar arasında ilk ciddi olaylar 1890 yılında Erzurum ve İstanbul Kumkapı'da patlak vermiştir. Bu, Ermeni terör ve şiddet sinsilesinin ilk halkasıdır. Sultan II. Abdülhamid ve hatta kendisi de bir Ermeni olan Patrik Aşıkyan da dahil olmak üzere Osmanlı idarecilerine suikast teşebbüslerinden masum Müslüman halkın katledilmesine kadar geniş bir yelpazede cereyan eden Ermeni faaliyetleri, başarılı bir propaganda neticesinde, Batı kamuoyunda taraftar bulmuş ve II. Abdülhamid'in "Kızıl Sultan", Türk halkının ise "masum Ermeni halkının katlinden sorumlu barbarlar" olarak nitelendirilmesinin amili olmuştur. 11 Mayıs 1895'de Sasun olaylarını müteakip Avrupa devletlerinin Osmanlı idaresine verdikleri notada, ıslahat yapılacak vilayetlerin Vilâyât-ı Sitte adıyla Erzurum, Bitlis, Van, Sivas, Mamûretülaziz ve Diyarbekir olarak belirlenmesi, her ayrılıkçı akımın ihtiyaç duyduğu coğrafi alan mefhumunun da Ermenilerin şuurunda yer bulmasını ve toprak iddialarının kendilerince meşru bir zemin kazanmasını hızlandırmıştır.

Batı dünyasına yönelik Ermeni propagandasında, vuku bulan şiddet olaylarının müsebbibinin II. Abdülhamid'in baskıcı rejimi olduğu iddiası, İttihad ve Terakki'nin iktidara gelişini müteakip yaşanan gelişmelerde de görüleceği üzere asılsızdır. İmparatorluğun hızla parçalanmakta olduğunu gören İttihadçıların II. Meşrutiyet'in başlarında iyi niyetli "ittihad-ı anâsır"ları uğruna Ermeni komiteleri ile birlikte hareket etme arayışları, fayda vermemiştir. Ayrılıkçı isyanlar gün be gün artmakta, İmparatorluk kan kaybetmektedir. Üstelik, Osmanlı topraklarında gözü olan iki hasmın, Çar II. Nicholas ile VII. Edward'ın, 1908 yılında, Reval'de, Osmanlı İmparatorluğu'nun paylaşımı hususunda anlaşmalarıyla Rusya ve İngiltere arasındaki çekişmeden yoksun düşen Osmanlı diplomasisinin harekat sahası hızla daralmaktadır. Türk entelektüelinin zihninde "son yurt Anadolu" özel bir hassasiyet kazanmaktadır. Fonda bu gelişmelerin yaşandığı bir dönemde, Ermeniler işte bu topraklar üzerinde de asılsız bir şekilde hak iddia etmektedirler. Birinci Cihan Harbi, artık kırılma noktasıdır.

Osmanlı Hükümeti'nin Birinci Cihan Harbi'ne girme kararı almasının en önemli nedenlerinden biri, hızla akmakta olan kum saatini durdurarak İmparatorluğu Rusya'ya karşı koruyabilme endişesidir. Bu çerçeveden bakıldığında, Doğu'daki Ermeni azınlığın tasarrufları ayrı bir önem kazanmaktadır. Daha 1912 yılında, İstanbul'daki Rus büyükelçisi Dışişleri Bakanı S. D. Sazanof'a gönderdiği raporunda, "Van, Bâyezid, Bitlis, Erzurum ve Trabzon konsoloslarımızın bildirdiklerine göre bu vilayetlerdeki Ermenilerin hepsi Rusya tarafındadırlar ve bizim ordularımızı bekliyorlar...21 Kasımda Bâyezid konsolosunun bildirdiğine göre, bütün Ermeniler Türkiye'ye karşı düşmanca tavırda bulunuyorlar ve Rusya'nın protektörlüğünü, Ermeni topraklarını işgal etmelerini bekliyorlar. Ermeni Patriği Rusya'ya Türkiye'deki Ermeni halkını kurtarması için yalvarmaktadır."1 demektedir. 1914 yılına gelindiğinde, Ermeni komiteleri de Türkiye'deki şubelerine şu tâlimatı vermişlerdir: "Rus ordusu sınırdan ilerler ve Osmanlı ordusu geri çekilirse her tarafta birden eldeki vasıtalarla başkaldırılacaktır.

Osmanlı ordusu iki ateş arasında bırakılacak, resmî binalar bombalanacak, iaşe depolarına sabotajlar düzenlenecek; aksine Osmanlı ordusu taarruza geçerse Ermeni askerleri Ruslara katılacak ve silah altına alınanlar kıtalarından kaçarak, Türk birliklerinin geri cephelerine zarar vermek ve ülke içinde çeşitli olaylar çıkarmak için çeteler kuracaktır."2

Nitekim, savaşın başında Doğu Cephesi'nde yaşanan gelişmeler aynen yukarıdaki raporlarda öngörüldüğü şekilde seyretmiştir. Ermeniler, seferberlik ilan edildiği 3 Ağustos 1914 tarihinden itibaren ordudan kaçmaya başlamışlar; Türk askerlerine karşı Zeytun'da silahlı saldırı tertip etmişler; Rusya'ya göç ederek Ruslar tarafından Türk ordusuna karşı savaşmak üzere oluşturulan çetelere katılmışlar; Rus ordusunun 1 Kasım 1914'te Doğu Anadolu üzerine başlattığı taarruzu müteakip de birçok vilayette isyan çıkarmışlardır. Bu Ermeni isyanları arasında en büyüğü ve aralarında tehcir kararı da bulunmak üzere sonuçları açısından en önemlisi, Van'daki isyandır.

Van ve çevresinde memur ve jandarmalar öldürülmüş, karakollar ve Türklerin evleri saldırıya uğramış, resmî binalar yakılarak isyan bütün Van bölgesine yayılmıştır. Osmanlı hükümetinin seferberlik ilânından itibaren dokuz ay boyunca iyi niyetle ve küçük tedbirlerle işi çözmeye çalışması fayda etmemiş, Ermeniler konusunda köklü tedbirler alma lüzumu gün geçtikçe önem kazanmıştır. Bu tedbirlerin en önemlisi, tehcir kararıdır. İşte bu makale tehcir sürecinin nasıl işletildiği üzerinde duracak ve gerçeğin Ermeni propagandası tarafından sunulan manzaradan tamamen farklı olduğunu gösterecektir.

A. Tehcir Kararının Alınması ve Uygulanması

Van'da Ermeni isyanı bütün hızıyla devam ettiği bir sırada, İstanbul'a, diğer bölgelerde de Ermenilerin isyan ettikleri, yol kestikleri, müslüman köylerini basarak halkını katlettikleri yolunda haberler geldi. Türk ordusu savaş alanında olduğu için cephe gerisindeki bu olayları önleyemiyordu. Nihayet Başkumandan Vekili Enver Paşa bu duruma bir çare olmak üzere, 2 Mayıs 1915'te Dahiliye Nazırı Talât Paşa'ya şu yazıyı yolladı: "Van gölü etrafında ve Van valiliğince bilinen belirli yerlerdeki Ermeniler, isyanlarını sürdürmek için daima toplu ve hazır bir haldedirler. Toplu halde bulunan Ermenilerin buralardan çıkarılarak isyan yuvasının dağıtılması düşüncesindeyim. 3. Ordu komutanlığının verdiği bilgiye göre Ruslar 20 Nisan 1915'te kendi sınırları içindeki müslümanları sefil ve perişan bir halde sınırlarımızdan içeriye sokmuşlardır. Hem buna karşılık olmak ve hem yukarıda belirttiğim amacı sağlamak için, ya bu Ermenileri aileleriyle birlikte Rus sınırı içine göndermek, yahut bu Ermenileri ve ailelerini Anadolu içinde çeşitli yerlere dağıtmak gereklidir. Bu iki şekilden uygun olanın seçilmesiyle tatbikini rica ederim. Bir mahzur yoksa isyancıların ailelerini ve isyan bölgesi halkını sınırlarımız dışına göndermeyi ve onların yerine sınırlarımız içine dışarıdan gelen müslüman halkın yerleştirilmesini tercih ederim".3

Tehcir kararının ilk işareti sayılan bu yazı ile Enver Paşa, Ermenilerin isyan çıkaramayacak şekilde dağıtılmalarını istiyordu. Eğer, Ermeniler toplu halde tutulmak yerine, ufak üniteler halinde çeşitli yerlere dağıtılacak olurlarsa, isyan etme imkânları da kalmamış olurdu. Yine bu yazıdan, uygulamanın yalnız Ermenilerin isyan ve karışıklık çıkardıkları yerlerde gerçekleştirilmesinin istendiği anlaşılıyor. Nitekim ilk tehcirde buna özellikle dikkat edilmiştir.

Dahiliye Nazırı Talât Paşa, durumun nezâketi karşısında Meclis-i Vükelâ'dan karar almadan ve bu işle ilgili bir geçici kanun çıkartmadan Ermeni tehcirini başlattı ve sorumluluğu tek başına üzerine aldı.4

Talât Paşa önce Van, Bitlis ve Erzurum bölgelerinde bulunan Ermenilerin harp sahası dışına çıkarılmaları konusunu ele aldı. Bu maksatla 26 Nisan 1331 (9 Mayıs 1915) tarihinde Erzurum Valisi Tahsin Bey'e ayrı ve Van Valisi Cevdet Bey'le Bitlis Valisi Mustafa Abdülhalık Bey'e birlikte şifre emirler gönderdi. Bu şifrelerinde Talât Paşa, özetle Van gölü çevresinde ve Van vilâyetince bilinen muayyen mevkilerdeki Ermenilerin isyan ve ihtilâl için daimi birer ocak halinde bulunduklarını bildirmekteydi. Bunların yoğun şekilde sâkin oldukları yerlerden çıkarılarak güneye doğru sevklerinin kararlaştırıldığını, kararın derhal tatbiki için vâlilere mümkün olan her türlü yardımın yapılması gerektiğini ve Başkumandanlık Vekâleti'nden 3 ve 4. Ordu Komutanlarına tebligat yazıldığını, esasen çok faydalı sonuçlar verecek bu teşebbüsün, Van'la birlikte Erzurum'un güney kısmı ve Bitlis'e bağlı önemli kazalara, bilhassa Muş ve Sasun ile Talori civarına da teşmilinin iyi olacağını vurguladı. Ayrıca valilerden, ordu komutanlarıyla işbirliği yaparak derhal uygulamaya geçmelerini de istedi.5

Talât Paşa, 10 Mayıs 1331 (23 Mayıs 1915) tarihinde 4. Ordu Komutanlığına gönderdiği şifrede de başka vilâyetlere nakledilecek Ermeniler hakkında bilgi vermekte ve boşaltılmasını istediği yerleri şu şekilde belirtmekteydi:

1-    Erzurum, Van ve Bitlis vilâyetleri;

2-    Halep Vilâyetinin merkez kazası hariç olmak üzere İskenderun, Beylan (Belen), Cisr-i Şugur ve Antakya kazaları dahilindeki köy ve kasabalar;

3-    Maraş şehir merkezi hariç olmak üzere Maraş sancağı;

4-    Adana, Sis (Kozan) ve Mersin şehir merkezleri hariç olmak üzere Adana, Mersin, Kozan ve Cebel-i Bereket sancakları.

Erzurum, Van ve Bitlis vilâyetlerinden çıkarılan Ermeniler, Musul vilâyetinin Güney kısmı ile Zor sancağına ve Merkez hariç olmak üzere Urfa sancağına yerleştirileceklerdi. Adana, Halep, Maraş civarından çıkarılan Ermeniler ise Suriye vilâyetinin Doğu kısmı ile Halep vilâyetinin Doğu ve Güneydoğusu'na, Hükûmetin tayin ettiği yerlere nakledilecek ve oralarda iskân edileceklerdi. Nakliyat işlemlerine nezaret etmek üzere Adana bölgesine, refakatinde bir mülkiye müfettişi ile maliyeden de bir özel memur bulunmak üzere mülkiye müfettişlerinden Ali Seydi Bey, Halep ve Maraş için de aynı şekilde Hamid Bey tayin edilmiş ve Ali Seydi Bey görevi başına gitmiştir.

İskân mahallerine ulaşan Ermeniler, hâl ve mevkiin durumuna göre ya mevcut köy ve kasabalarda inşa edecekleri evlere, veyahut hükûmet tarafından tayin edilecek yerlerde yeniden kuracakları köylere yerleştirileceklerdi. Ermeni köylerinin Bağdad demiryolundan en az yirmi beş kilometre uzakta olması şart koşulmuştu. Nakli icâb eden Ermenilerin sevk ve iskânları mahallî memurların idaresine bırakılmıştı. İskân yerlerine sevkedilen Ermenilerin can ve mallarının korunmasıyla iaşe ve istirahatlarının sağlanması, güzergâhlarında bulunan idarî memurlara aitti. Nakledilecek Ermenilerin, bütün taşınabilir mal ve eşyalarını birlikte götürebilecekleri ve taşınmaz malları konusunda da mufassal bir tâlimatnâme hazırlanarak tebliğ edilmesi kararlaştırılmıştı.6

Doğu Anadolu vilâyetleriyle bazı Güneydoğu Anadolu vilâyetlerinden çıkarılarak, Diyarbekir Vilâyeti'nin güneyine, Fırat nehri vadisine ve Urfa-Süleymaniye yakınlarına gönderilmelerine karar verilen Ermenilerin, yeniden fesat yuvaları meydana getirmemeleri için Başkomutanlık bazı uyarılarda bulunmuş, bunun için 26 Mayıs 1915 tarihiyle Dahiliye Nezareti'ne gönderdiği bir yazıda şu hususların dikkate alınmasını istemiştir:

1-         Ermenilerin gönderildikleri yerlerdeki nüfûsu oradaki aşiret ve müslüman sayısının %10 nisbetini geçmemelidir.

2-    Göç ettirilecek Ermenilerin kuracakları köylerin herbiri elli evden çok olmamalıdır.

3-    Ermeni göçmen aileleri seyahat ve nakil suretiyle de olsa ev değiştirmemelidir.7

Ermeniler konusunda Dahiliye Nezareti'nin tedbir aldığı bu sırada Rusya, Fransa ve İngiltere Hükümetleri 24 Mayıs 1915'te bir bildiri yayınladılar. Burada bir aydan beri "Ermenistan" diye adlandırdıkları Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da Ermenilerin öldürüldüklerini ileri sürdüler. Buna karşılık kışkırttıkları ve destekledikleri Ermenilerin Türklere karşı işledikleri cinayetleri görmezlikten gelerek, olaylardan Osmanlı Hükûmeti'nin sorumlu tutulacağını bildirdiler.8 Meselenin bu şekilde milletlerarası bir hüviyet kazanması üzerine Talât Paşa tehcir konusundaki sorumluluğu daha fazla tek başına yüklenemeyeceğini anlayarak konuyu bir kanun hükmü haline getirmek ve diğer kabine üyelerini de bu sorumluluğa ortak etmek istedi. Bu maksatla, 12 Receb 1333/13 Mayıs 1331 (26 Mayıs 1915) tarih ve 270 numaralı tezkireyi Sadaret'e gönderdi.9

Bu tezkirede Talât Paşa, Osmanlı topraklarına gözdiken istilâcıların, ihtiraslarını gerçekleştirmek için Osmanlı tebaası olan Ermeniler arasına nifak soktuklarını ve yardım ettiklerini, isyan eden Ermenilerin düşmana karşı savaşan ordunun harekâtını güçleştirmek için her çeşit engellemeleri yaptıklarını, askere erzak ve mühimmat nakline mâni olduklarını, düşmanla işbirliği yaptıklarını, bir kısmının düşman saflarına katıldıklarını, askerî birliklere ve masum halka silâhlı saldırıda bulunduklarını, şehir ve kasabalarda katl ve yağmacılık yaptıklarını, düşman deniz kuvvetlerine erzak temin ettiklerini ve müstahkem mevkileri düşmana gösterdiklerini açıkladıktan sonra, devletin selâmeti için köklü tedbire ihtiyâç duyulduğunu ve bunun için, harp sahasında olaylar çıkaran Ermenilerin başka bölgelere nakline karar verildiğini ifade etmekteydi.

Tezkirede ayrıca, Ermenilerin hangi bölgelerden ve nereye gidecekleri konusundaki karar açıklandıktan başka, bunlara muhacirîn tahsisatından, daha önceki malî durumlarına uygun emlâk ve arazî verileceği, muhtaç olanlara yardım edileceği, âlet-edevât ve tohumluk gibi üretime dönük faaliyetlerinde devletin kendilerine yardımcı olacağı, terk ettikleri memlekette kalan mallarının deftere kaydedileceği ve bu konuda bir tâlimatname hazırlanacağı da yer almakta idi.

Dahiliye Nezareti'nin bu tezkiresi Sadaret tarafından kaleme alınan 15 Receb 1333/16 Mayıs 1331 (29 Mayıs 1915) tarihli bir tezkire ile Meclis-i Vükelâ'ya intikal ettirildi. Sadaret tezkiresinde de Talât Paşa'nın tezkiresindeki ifadeler tekrar edildikten sonra, devletin selâmeti için tatbikine başlanılan ve halen devam eden bu uygulamanın yerinde olduğu ve bunun bir usul ve kaideye bağlanması gerektiği dile getirildi. 10 Meclis-i Vükelâ da 30 Mayıs 1915 tarihinde uygulamayı kabul eden bir karar aldı. Meclis-i Vükelâ'nın bu konu ile ilgili mazbatasında, devletin varlığının ve emniyetinin korunması uğrunda yapılan mücadeleye, kötü tesiri olan bu gibi zararlı faaliyetlerin etkili tedbirlerle önlenmesinin kesinlikle zaruri ve Dahiliye Nezareti'nce bu konuda alınan tedbirlerin son derece isabetli ve yerinde olduğu belirtildi. Ayrıca, yerlerinden çıkarılan Ermenilerin gayrimenkul mallarıyla ilgili bir beyanname neşredilerek, tayin edilecek komisyonlar tarafından tesbitinin yapılması ve gönderilen Ermenilere gittikleri yerde durumlarına uygun iş sahalarının açılması ve muhacirîn tahsisatından kendilerine yardım yapılması kararının alındığı ifade edildikten sonra, nakliyatın emniyet içinde yapılması konusunda ilgililere gerekli tâlimatın yazılması talimatı verildi.11

Sadaret'ten 16 Receb 333/17 Mayıs 331 (30 Mayıs 1915) tarihinde Dahiliye, Harbiye ve Maliye Nezaretlerine yazılan yazıda, tehcirin nasıl uygulanacağı belirtildi. 12 Buna göre:

a)   Ermeniler kendilerine tahsis edilen bölgelere can ve mal emniyetleri sağlanarak rahat bir şekilde nakledileceklerdir

b)   Yeni evlerine yerleşinceye kadar iaşeleri muhacirîn ödeneğinden karşılanacaktır

c)   Eski malî durumlarına uygun olarak kendilerine emlâk ve arazî verilecektir

d)   Muhtaç olanlar için hükûmet tarafından mesken inşa olunacak, çiftçi ve ziraat erbabına tohumluk, âlet ve edevat temin edilecektir

e)      Geride bıraktıkları taşınır malları kendilerine ulaştırılacak, taşınmaz malları tesbit ve kıymetleri takdir edildikten sonra, buralara yerleştirilecek olan müslüman göçmenlere tevzi edilecektir.Bu göçmenlerin ihtisasları dışında kalan zeytinlik, dutluk, bağ ve portakallıklarla, dükkân, han, fabrika ve depo gibi gelir getiren yerler, açık arttırma ile satılacak veya kiraya verilecek ve bedelleri sahiplerine ödenmek üzere mal sandıklarınca emanete kaydedilecektir.

f)       Bütün bu konular özel komisyonlarca yürütülecek ve bu hususta bir tâlimatnâme hazırlanacaktır.

Talât Paşa'nın 13 Mayıs'ta Sadaret'e tezkire vermesinden bir gün sonra, 14 Mayıs 1331 (27 Mayıs 1915) tarihinde "Vakt-i seferde icraat-i hükümete karşı gelenler için cihet-i askeriyece ittihaz olunacak tedâbir hakkında Kanun-ı Muvakkat" çıkarıldı.13 19 Mayıs 1331 (1 Haziran 1915) günü Takvîm-i Vekâyi'de yayınlanarak yürürlüğe giren bu geçici kanunun14 birinci maddesi ordu, kolordu ve fırka komutanlarına, savaş sırasında Hükûmetin emirlerine, memleketin savunulmasına ve asayişin korunmasına karşı çıkanlara, silâhlı saldırı veya direnişte bulunanlara karşı derhal askerî tertibat alma, tecavüz ve direniş sırasında isyancıları imha etme yetkisi veriyordu. İkinci madde ise aynı komutanlara, casusluk ve vatana ihanet ettikleri anlaşılan köy ve kasaba halkını, tek tek veya toplu halde başka yerlere sevk ve iskân imkânı tanıyordu. Böylece bu kanun, Dahiliye Nezareti'nin kendiliğinden başlatmış olduğu tehcir işini orduya devretmiş oldu.

27 Receb 333/28 Mayıs 331 (10 Haziran 1915) tarihinde yayımlanan tâlimatname15 ile de, tehcire tabi tutulan Ermenilerin malları koruma altına alındı. Bir başkan ile biri mülkî, diğeri de maliyeden olmak üzere iki üyeden oluşan "Emvâl-i Metrûke Komisyonu" (Terkedilmiş Mallar Komisyonu) kuruldu. Bu komisyonlar, boşaltılan köy ve kasabalardaki Ermenilere ait malları tesbit edecek, mufassal defterlerini tutacaktı. Defterlerden biri mahallî kiliselerde korunacak, biri mahallî yönetime verilecek, biri de komisyonda kalacaktı. Bozulabilir eşya ile hayvanlar açık arttırma ile satılacak ve parası korunacaktı. Komisyon gönderilmeyen yerlerde, beyannâme hükümlerini mahallî görevliler yerine getirecekti. Bu malların Ermeniler dönünceye kadar korunmasından hem komisyon, hem de mahallî idareler sorumlu olacaktı.

1. Tehcirin Gayesi,

Belgelerden anlaşıldığına göre, Talât Paşa'nın başlattığı ve Meclis-i Vükelâ'nın da uygun gördüğü tehcir, doğrudan doğruya cephelerin güvenini sarsacak bölgelerde uygulanmıştır. Bunlardan birincisi Kafkas ve İran cephesinin geri bölgesini oluşturan Erzurum, Van ve Bitlis dolaylarıdır. İkincisi ise Sina cephesi gerilerini oluşturan Mersin-İskenderun bölgeleridir. Çünkü Ermenilerin bu bölgelerde düşmanla işbirliği yaptığı ve bir çıkarma hareketini kolaylaştıracak faaliyetler içinde bulundukları tesbit edilmişti. Daha sonra bu uygulama isyan çıkaran, düşmanla işbirliği yapan ve Ermeni komitacılarına yataklık eden diğer vilâyetlerdeki Ermenilere de teşmil edildi. Başlangıçta Katolik ve Protestan Ermeniler tehcir dışı bırakıldıkları halde daha sonra, bunlardan zararlı faaliyetleri görülenler de sevke tabi tutuldu.

Ermenilerin tehciri ikinci olarak, Eyâlet-i sitte adı verilen vilâyetlerde, 8 Şubat 1914'te Osmanlı Devleti'yle Rusya arasında imzalanan ve Ermenilere âdeta bağımsızlık veren anlaşmadan kurtulma anlamı da taşımaktadır. Zira Birinci Dünya Savaşı'nın çıkmasıyla bu anlaşmanın uygulamasından kurtulan Osmanlı Devleti, savaşın sona ermesinden sonra, bağımsız bir Ermenistan demek olan böyle bir uygulamadan kurtulmanın en kesin yolunun, buradaki Ermenileri Rus sınırından daha uzak ve emin bir yere sevki düşünmüş olmalıdır. Nitekim Rusya'nın Ermenileri kullanarak Doğu Anadolu'ya hakim olmak istedikleri Rus Büyükelçiliği'nden 26 Kasım 1912 tarihinde Rusya Dışişleri Bakanı S.D. Sazanof'a gönderdiği raporda açık olarak belirtilmektedir.16 Bu raporda: "...Bu anlatılanlar Ermeni halkının gittikçe Rusya tarafını tutmakta olduğunu göstermektedir ve bu isteğin gerçekten de içten ve samimi olduğu ortadadır. Rusya'ya olan sempati Ermeni burjuvası ve aydınları arasında da yaygındır. İhtilâlci partiler artık gittikçe itibarını kaybediyor ve yerine konservatif programıyla yeni partiler kuruluyor. Van, Bâyezid, Bitlis, Erzurum ve Trabzon konsoloslarımızın bildirdiklerine göre bu vilâyetlerdeki Ermenilerin hepsi Rusya tarafındadırlar ve bizim ordularımızı bekliyorlar. Veya Rusya'nın kontrolü altında reformlar yapılmasını istiyorlar. 21 Kasım Bâyezid konsolosunun bildirdiğine göre, bütün Ermeniler Türkiye'ye karşı düşmanca tavırda bulunuyorlar ve Rusya'nın protektörlüğünü, Ermeni topraklarını işgal etmelerini bekliyorlar. Ermeni Patriği Rusya'ya Türkiye'deki Ermeni halkını kurtarması için yalvarmaktadır" denilmektedir ki, yukarıdaki ifadeler, Ermenilerin desteklenmesinin sebeplerini ve Rusya'nın emellerini bütün çıplaklığıyla ortaya koymaktadır.

Bu sebeple 22 Haziran 1331 (5 Temmuz 1915) tarihinde Adana, Erzurum, Bitlis, Haleb, Diyarbekir, Suriye, Sivas, Trabzon, Mamuretülaziz, Musul vilâyetleriyle "Adana Emvâl-i Metrûke Komisyonu" başkanlığına, Zor, Maraş, Canik, Kayseri ve İzmit Mutasarrıflıklarına, tebligat gönderilerek Ermenilerin iskânlarına tahsis edilen bölgelerin, görülen lüzum üzerine genişletildiği bildirildi. Buna göre:

1- Kerkük sancağının İran sınırına seksen kilometre mesafede bulunan köy ve kasabalar dahil olduğu halde Musul vilâyetinin doğu ve güney bölgesi;

2-     Diyarbekir hududundan yirmibeş kilometre dahilde, Habur ve Fırat nehirleri vadisindeki yerleşim yerleri dahil olmak üzere Zor sancağının doğusu ve güneyi;

3-     Haleb vilâyetinin kuzey kısmı hariç olmak üzere doğu, güney ve güneybatısında bulunan bütün köy ve kasabalarla, Suriye vilâyetinin Havran ve Kerek sancakları dahil olmak üzere demiryolu güzergâhlarından yirmi beş kilometre dışarda bulunan kasaba ve köylerde müslüman nüfusunun %l0'u nisbetinde iskân edileceklerdi.17

Talât Paşa, özellikle Batılı ülkelerin ve basınının aksi propagandalarından dolayı, devamlı olarak Ermeniler hakkında alınan tedbirlerin onları imha maksadını taşımadığını her fırsatta ifade etmiştir. Nitekim 16 Ağustos 1331 (29 Ağustos 1915) tarihinde Hüdavendigâr, Ankara, Konya, İzmit, Adana, Maraş, Urfa, Halep, Zor, Sivas, Kütahya, Karesi, Niğde, Mamuretülaziz, Diyarbekir, Karahisar-ı Sahib, Erzurum ve Kayseri vali ve mutasarrıflarına gönderilen bir şifre telgrafda tehcirin gayesi şu şekilde açıklanmaktadır.18 "Ermenilerin bulundukları yerlerden çıkarılarak tayin edilen mıntakalara sevklerinden hükûmetçe takib edilen gaye, bu unsurun hükûmet aleyhine faaliyetlerde bulunmalarını ve bir Ermenistan Hükûmeti teşkili hakkındaki millî emellerini takib edemiyecek bir hale getirilmelerini temin esasına matuftur. Bu kimselerin imhası söz konusu olmadığı gibi, sevkiyat esnasında kafilelerin emniyeti sağlanmalı ve muhacirîn tahsisatından sarfiyat yapılarak iaşelerine ait her türlü tedbir alınmalıdır. Yerlerinden çıkarılıp, sevkedilmekte olanlardan başka, yerlerinde kalan Ermeniler bundan sonra yerlerinden çıkarılmamalıdır. Daha önce de tebliğ edildiği gibi asker aileleriyle ihtiyaç nisbetinde sanatkâr, Protestan ve Katolik Ermenilerin sevkedilmemesi hükûmetçe kesin olarak kararlaştırılmıştır.

Ermeni kafilelerine saldırıda bulunanlara veya bu gibi saldırılara önayak olan jandarma ve memurlar hakkında şiddetli kanunî tedbir alınmalı ve bu gibiler derhal azl edilerek Divan-ı Harblere teslim edilmelidir. Bu gibi olayların tekrarından vilâyet ve sancaklar sorumlu tutulacaklardır".

Daha önce de Ankara vilâyetine 14 Mayıs 1331 (27 Mayıs 1915) tarihinde gönderilen gizli şifrede "Ermeniler hakkında hükûmetçe alınan tedbirler, sırf memleketin âsâyiş ve inzibatını temin ve muhafaza mecburiyetine müstenittir. Ermeni unsuruna karşı Hükûmetin imhakâr bir siyaset takibetmediği, şimdilik tarafsız bir vaziyette kaldıkları görülen Katolik ve Protestanlara dokunmamış olması göstermektedir..." denilmekteydi.19 Öte yandan Ermenilerden zararlı kimselerle komite reislerinin sürülmeleri konusunda Hükûmetin çıkardığı tebligatın, bazı yerlerde yanlış anlaşıldığı görülmektedir. Buna bağlı olarak pekçok yerde, yakalanan Ermeni çeteler, faaliyetlerini daha rahat sürdürebilecekleri yerlere sevkedilmiştir. Bunun üzerine Talât Paşa 19 Mayıs 1331'de (1 Haziran 191 5) bütün vilâyetlere bir tamim daha yayınlayarak bu gibi Ermenilerin bulundukları yerlerden alınarak fesat çıkarmasına imkân bulamayacakları yerlere yerleştirilmelerini ve sürgün işleminin sadece bozguncu ve isyancı Ermenilere uygulanmasını tebliğ etmişti.20 Ayrıca tehcire tabi tutulan Mamuretülaziz vilâyetine gönderilen 31 Mayıs 1331 (13 Haziran 1915) tarihli şifre ile de, Divân-ı Harb­i Örfî'ye verilmiş Ermenilerden başka, sürülmesi gereken Ermenilerin bu konudaki hususî tebligata uygun olarak vilâyetin uygun yerlerinde bulundurulması ve bunların Musul'a sevklerine ihtiyaç ve lüzum olmadığını, şimdilik aileleriyle birlikte nakl-i hâne suretiyle vilâyet hâricine Ermeni sevkinin uygun görülmediği bildirilmişti.21 1 Haziran 1331'de (14 Haziran 1915) Erzurum, Diyarbekir, Mamuretülaziz ve Bitlis vilâyetlerine gönderilen şifrede ise, tehcir edilen Ermenilerin yollarda hayatlarının korunması, sevkiyat sırasında firara yeltenenlerle muhafazalarına memur olanlara karşı saldırıda bulunacakların yola getirilmesinin tabii olduğu, ancak buna hiçbir şekilde halkın karıştırılmaması ve Ermenilerle müslümanlar arasında öldürmeye yol açacak ve aynı zamanda dışarıya karşı da pek çirkin görünecek olayların çıkmasına kat'iyyen fırsat verilmemesi istenmişti.

2. Tehcire Tabi Tutulan Ermenilerin Yeni İskân Bölgelerine Nakli

Ermeni kafileleri, iskân sahalarına dağıtılmak üzere yol kavşakları üzerinde bulunan Konya, Diyarbekir, Cizre, Birecik ve Halep gibi belirli merkezlerde toplandı. Belgelerdeki ifadelere göre, kafilelerin, muhtemel zorluklarla karşılaşmamaları düşüncesiyle kendilerine en uygun ve yakın güzergâhlardan nakilleri plânlanmıştır. Ayrıca güzergâh seçiminde, kafilelerin emniyet ve muhafazalarının sağlanması düşüncesi de önemli rol oynamıştır. Nitekim Kayseri'den, Samsun'dan gönderilenler Malatya üzerinden; Sivas, Mamuretülaziz, Erzurum ve havalisinden gönderilenler ise Diyarbekir-Cizre yolundan Musul'a sevkedilmişlerdir.22 Bununla birlikte, yolların çok kalabalık olması, sancaklarda asayişin bozulması ihtimalinin belirmesi hallerinde, bu güzergahlar dışına da çıkılmıştır.23 Urfa'dan Re'sülayn ve Nusaybin yoluyla gidenler, Arap kabileleriyle diğer aşiretlerin saldırılarından korunmak üzere Siverek yolundan gönderilmişlerdir.24

Batı Anadolu'dan gönderilen kafileler ise Kütahya-Karahisar-Konya-Karaman-Tarsus üzerinden Kars-Maraş-Pazarcık yoluyla Zor'a sevkedilmişlerdir.25 Bütün bu güzergâhların seçiminde tren yolları ve nehir nakliye araçlarının bulunduğu yerler tercih edilmiştir. Bu sırada en emniyetli yolun tren ve nehir yolculuğu düşüncesi bunda önemli rol oynamıştır. Nitekim Batı Anadolu'dan iskân mahalline gönderilenlerin hemen hepsi trenlerle nakledilmişlerdir.26 Cizre yolu ile sevkedilenler de tren ve "Şahtur" denilen nehir kayıklarıyla taşınmışlardır.27 Tren ve nehir nakliyatının bulunmadığı yerlerde kafileler hayvan ve arabalarla belli merkezlere toplanmışlar ve buradan trenlere bindirilmişlerdir.

Osmanlı Hükûmeti savaş şartlarına rağmen, sevkiyatın bir düzen içinde yürümesine ve kafilelerin herhangi bir zarara uğramamasına itina etmiş, bunun için elindeki bütün imkânları zorlayarak nakli gerçekleştirmeye çalışmıştır. Buna rağmen, cepheye devamlı surette asker ve zahire nakli sebebiyle, muhacirlerin sevkinde vasıta sıkıntısına düşüldüğü ve çeşitli zorluklarla karşılaşıldığı anlaşılıyor. Nitekim zaman zaman istasyonlarda büyük yığılmaların meydana geldiği, vasıta darlığından sevkiyatın zaman zaman aksadığı,28 hasat mevsimi olması, araba ve hayvana duyulan ihtiyaç yüzünden kafilelerin zorlukla hareket ettikleri görülüyor.29

Bütün bu zor şartlara ve imkânsızlıklara rağmen hükûmetin, tehcire tabi tutulan Ermenileri büyük bir intizam içerisinde yeni yerleşme alanlarına sevketmeyi başardığı yabancı misyon tarafından da doğrulanıyor. Nitekim, Amerika'nın Mersin Konsolosu Edward Natan, 30 Ağustos 1915'te Büyükelçi Hanry Morgenthau'a gönderdiği raporda, Tarsus'tan Adana'ya kadar bütün hat güzergâhının Ermenilerle dolu olduğunu ve Adana'dan itibaren bilet alarak trenle seyahat ettiklerini, kalabalık yüzünden sefalet ve çektikleri zahmete rağmen Hükûmetin bu işi son derece intizamlı bir şekilde idare etmekde olduğunu, şiddete ve intizamsızlığa yer vermediğini, göçmenlere yeteri kadar bilet sağladığını, muhtaç olanlara yardımda bulunduğunu belirtmiştir.30 Amerika konsolosunun bu tesbitleri, Osmanlı görevlilerinin merkeze gönderdikleri raporlarla da doğrulanmaktadır. Buna karşılık Ermeni komiteleri, tehcir sırasında bile, saldırılarına devam etmek suretiyle, âdeta tehcirde devletin ne kadar isabetli davrandığını göstermişlerdi. Nitekim Mamuretülaziz Amerika Konsolosu Lesli de Vis tarafından Amerika'nın İstanbul Sefiri Morgenthau'a 12 L 1333 (23 Ağustos 1915) tarihli yazdığı mektupta, Ermenilerin merkez vilâyette ve köylerinde gerçekleştirdikleri cinayetler anlatılmaktadır.31 1080 taahhüd numarasıyla postaya verilen mektup, Osmanlı güvenlik teşkilâtınca, usulü dairesince açılmış, tercüme edilip okunmuş ve yine usulünce kapatılarak sefârete gönderilmiştir.32

3. Ermeni Kafilelerine Yapılan Saldırılar ve Buna Karşı Devletin Aldığı Tedbirler

Ermeni sevkiyatının kısa zamanda tamamlanması zorunluluğu ve Savaşın getirdiği olumsuz şartlar, kafilelerin emniyetinin sağlanmasını ve iaşelerinin teminini güçleştiren en önemli sebeplerin başında gelmektedir. Bu yüzden yollarda, yer yer görülen salgın hastalıklar yüzünden 25-30 bin civarında can kaybı olduğu tahmin edilmektedir.33 Meselâ, 8 Z 1333 (17 Ekim 1915) tarihli belgede, Hama'da bulunan kafilede hergün tifo ve dizanteriden 70-80 kişinin öldüğü ve derhal tedbir alınması hususunda emir verildiği görülüyor.34 Ayrıca kafilelerden bazılarına Arap aşiretlerinin, özellikle Halep-Zor arasında yaptıkları saldırılar sonunda bir miktar Ermeninin öldürüldüğü tesbit edilmektedir. Meselâ belgelerde Haleb'e bir saat mesafede Meskene'ye kadar olan yollarda Urban'ın gasb için yaptığı saldırılar sonucu ikibine yakın Ermeninin öldürüldüğü,35 Diyarbekir'den Zor'a ve Suruç'tan Menbiç yoluyla Haleb'e sevkedilen Ermenilerden de iki bin kadarının yine Urban aşiretlerinin saldırılarına maruz kalarak soyuldukları görülmektedir.36 Yine Diyarbekir bölgesindeki kafilelerden iki bine yakın Ermeninin, çeteler ve eşkıya tarafından Mardin civarına götürülerek öldürüldüklerinin istihbar olunduğu kayıtlarda yer alıyor.37 Yine Erzurum-Erzincan arasında da 500 kişilik başka bir kafilenin Kürdlerin saldırıları sonucu katledildiği haberi alınmış, bunun üzerine Diyarbekir, Mamuretülaziz ve Bitlis Vilâyetlerine 1 Haziran 1331 (14 Haziran 1915) tarihiyle gönderilen şifre telgrafla, sevkiyat sırasında güzergâhta bulunan aşâir ve köylülerin taarruzlarına karşı her türlü vasıtanın kullanılması, katle ve gasba cür'et edeceklerin şiddetle tedibi emredilmiştir.38 Ayrıca 13 Haziran 1331/27 Haziran 1915 tarihli bir belgede, Dersim bölgesinde, Dersim eşkıyâsının Erzurum'dan sevk olunan Ermeni kafilelerinin yolunu keserek katlettikleri ve onları kurtarmanın kabil olmadığı, Erzurum Vilâyeti'nden bildirilmiştir.

Hükûmet, Dersimlilerin bu cinayetlerinin katiyyen câiz olmadığını ve kafilelerin emniyet içinde sevkleri için derhal tedbir alınmasını emretmiştir.39 Yukarıdaki kayıtlardan 1915 yılındaki tehcir esnasında toplam olarak 8-9 veya 10 bin civarında Ermeni'nin eşkıya saldırıları sonucu öldürüldüğü görülüyor. Bu rakkam Osmanlı belgelerinden elde edilen kesin sayı olup, bunun dışında bir öldürülme kaydına rastlanılmıyor.

Osmanlı Devleti'nin, bir yandan cephede savaşırken bir yandan da kafilelerin iaşe ve emniyetlerinin sağlanması için olağanüstü gayret sarfettiği anlaşılıyor. Nitekim nakledilen Ermenilerin, eşkıyanın saldırılarına maruz kalarak öldürülmeleri ve soyulmaları karşısında, derhal ilgili bölge yetkililerine talimat göndererek, bundan böyle zabtiyesiz hiç bir kafilenin yola çıkarılmamasını ve sevkıyatın emniyet içinde yapılması için gerekli tedbirlerin alınmasını istediği görülmektedir. Öte yandan, sevkıyatın yapıldığı illerdeki görevlilere gönderdiği emirlerle Ermeni kafilelerine saldırıda bulunanların yakalanarak cezalandırılmalarını, ayrıca kafileleri koruyan muhafızların sayılarının arttırılmasını emretmiştir. Hükümetin, bu emre istinaden 23 Ağustos 1331 (5 Eylül 1915) tarihinde ilgili vilâyetlere çektiği şifre telgrafta, Ermeni kafilelerine saldıranlardan kaç kişinin cezalandırıldığı sorulmuştur.40 Ayrıca diğer bir tedbir olarak, Ermeni kafilelerinin sevki sırasında ihmali veya yolsuzluğu görülen görevlileri tesbit etmek üzere tahkik heyetleri kurulmuştur. Mahkeme-i İstintak birinci reisi Âsım Bey'in başkanlığında Ankara Vilâyeti Mülkiye Müfettişi Muhtar Bey ile İzmir Jandarma Mıntıka Müfettişi Kaymakam Muhhiddin Bey'den oluşan bir heyet, Adana, Halep, Suriye, Urfa, Zor ve Maraş bölgelerine41; Mahkeme-i Temyiz Reisi Hulusi Bey'in başkanlığında Şûrâ-yı Devlet azalarından İsmail Hakkı Bey'in de katıldığı heyet Hüdavendigâr, Ankara, İzmit, Karesi, Kütahya, Eskişehir, Kayseri, Karahisar-ı Sahip ve Niğde bölgelerine gönderildiler.42 Bitlis eski Valisi Mazhar Bey başkanlığında Dersaadet Bidâyet Müdde-i Umumîsi Nihad ile Jandarma binbaşılarından Ali Naki Beylerden oluşan üçüncü bir heyet ise, Sivas, Trabzon, Erzurum, Ma'muretülaziz, Diyarbekir, Bitlis ve Canik bölgelerinde görevlendirildi. Bu heyetin başkanı olan ve Sivas'ta bulunan Mazhar Bey'e 20 Eylül 1331'de (3 Ekim 1915) "mahrem" kaydıyla çekilen bir şifre telgrafta, heyetlerin vardıkları yerlerde gerekli incelemeleri yaptıktan sonra, neticelerini devamlı olarak merkeze rapor etmeleri istenmiştir.43

Heyetlere verilen tâlimatlara göre, jandarma, polis, memur ve âmirleri, haklarında yapılacak tahkikat neticesine göre Divan-ı Harbe sevkedileceklerdi. Divan-ı Harbe sevkedilenlerin bir listesi de Dahiliye Nezareti'ne verilecekti. Vali ve kaymakamlar hakkında yapılacak tahkikatın neticesi önce Nezaret'e arz olunacak ve verilecek emre göre muamelesi yürütülecekti. Divan-ı Harb başkanları veya üyeleriyle askerî memurlardan da suiistimali görülenler bulunursa, bağlı oldukları ordu komutanlıklarına bildirilecekti.

Tahkik heyetlerinin verdikleri raporlar ışığında, görevini kötüye kullanan (kafilelerden para ve eşya çalmak, gerekli şekilde koruma görevi yapmadığı için kafilelerin tecavüze uğramalarına yol açmak, sevk emrine aykırı hareket etmek, kadın kaçırmak gibi) pek çok görevli, işten el çektirildiler. Bir kısmı Divan-ı Harbler'de yargılanarak ağır cezalara çarptırıldılar.44


4. Tehcire Tabi Tutulmayan ve Tehcirden Kurtulmak İçin Din Değiştiren Ermeniler

Yukarıda da belirttiğimiz gibi, tehcir kararı bütün Ermenilere uygulanmadı. Başlangıçta bazı bölgelerde (Urfa'da Germiş ve Birecik, Erzurum, Aydın, Trabzon, Edirne, Canik, Çanakkale, Adapazarı, Halep, Bolu, Kastamonu, Tekirdağ, Konya ve Karahisar-ı sahip) yaşayan Ermenilerin bir bölümü tehcir haricinde bırakıldılar.45 Fakat, daha sonra bunların da çeşitli tedhiş olaylarına karıştıkları görülünce büyük bir kısmı tehcir edildiler.46 Hasta ve âmâlar tehcir edilmedikleri gibi, Katolik ve Protestan mezhebinden olanlar, asker ve aileleriyle, memurlar, tüccarlar, bazı amele ve ustalar da tehcir dışı tutuldular. Nitekim Maraş ve Adana vilâyetlerine gönderilen telgraflarda, hasta, âmâ, sakat ve yaşlıların sevkedilmemeleri ve şehir merkezlerine yerleştirilmeleri hususunda talimat gönderilmiştir.47

21 Temmuz 1331/3 Ağustos 1915 ve 2 Ağustos 1331/15 Ağustos 1915 tarihinde ilgili vilâyetlere gönderilen telgraflarla Katolik ve Protestan mezhebinde bulunan Ermenilerin sevkedilmemeleri ve bulundukları şehirlere yerleştirilerek nüfus sayılarının bildirilmesi emredilmiştir.48 Bu gibiler, vilâyet dahilinde çeşitli şehirlere iskân edilmişlerdir.49 Yanlışlıkla tehcire tabi tutulanlar ise, araştırılarak o sırada bulundukları şehirlere yerleştirilmişlerdir.50 Fakat, tehcir harici tutulanlardan, zararlı faaliyetleri görülenler ister Katolik, ister Protestan olsun yeni iskân sahalarına sevkedilmişlerdir.51

2 Ağustos 1331'de (15 Ağustos 1915) Erzurum, Adana, Ankara, Bitlis, Halep, Hüdâvendigâr, Diyarbekir, Trabzon, Konya, Van vilâyetleriyle, Urfa, İzmit, Canik, Kayseri, Afyon, Karesi, Maraş, Niğde, Eskişehir mutasarrıflıklarına gönderilen şifre telgrafla, Osmanlı ordusunda subay ve sıhhiyye sınıflarında hizmet gören Ermeniler ve ailelerinin bulundukları yerlerde bırakılarak tehcire tabi tutulmadıkları görülmektedir.52 Ayrıca, merkez ve taşradaki Osmanlı Bankası şubelerinde, Reji İdaresi'nde ve bazı konsolosluklarda çalışan Ermenilerin de hükümete sadık ve iyi halleri görüldükleri sürece tehcir edilmemeleri kararlaştırılmıştır.53

Bunlar dışında, yetim çocuklar ve dul kadınlar da sevke tabi tutulmayarak, bu gibiler yetimhanelerde ve köylerde koruma altına alınmışlar ve kendilerine maddî yardımda bulunulmuştur.54

Öte yandan sevkiyat esnasında yetim kalan çocuklar da Sivas'a gönderilerek oradaki yetimhanelere konmuştur.55 Korunmaya muhtaç Ermeni aileler hakkında 17 Nisan 1332/30 Nisan 1916'da genel bir emirname yayınlanmıştır. Bu emirnâmede:

a)    Erkekleri sevkedilen veya askerde bulunan kimsesiz ve velisiz ailelerin, Ermeni ve yabancı bulunmayan köy ve kasabalara yerleştirilerek, iaşelerinin muhacirîn tahsisatından verilmesi,

b)    12 yaşına kadar olan çocukların, bölgelerindeki yetimhanelerin yeterli olmaması halinde, zengin müslüman ailelerin yanına verilerek yetişmelerinin ve eğitimlerinin sağlanması,

c)    Hali vakti yerinde olmayan müslüman ailelere ise muhacirîn tahsisatından, çocukların iaşe masrafını karşılamak üzere 30 kuruş ödenmesi,

d)    Genç ve dul kadınların kendi rızalarıyla, müslüman erkeklerle evlenmelerine izin verilmesi, yer almaktaydı.56

Tehcir sırasında bazı Ermenilerin tehcirden kurtulmak için din değiştirme yoluna gittikleri görülmektedir. Osmanlı yönetimi, sadece tehcirden kurtulma amacına yönelik bu tip isteklerin kabul edilmemesini kararlaştırmıştır. Bu cümleden olarak, 18 Haziran 1331/1 Temmuz 1915'te ilgili vilâyet ve sancaklara gönderilen tebliğatta, sevkedilen Ermenilerin bazılarının toptan veya ferdî olarak yerlerinde kalmak amacıyla ihtidâ ettiklerinin anlaşıldığı belirtilerek, bu gibilere kat'iyyen itimat edilmemesi gerektiği, bunların islâm adı altında yine fesatlıklarını sürdürebilecekleri hatırlatılmış, ihtidâ etmiş olan Ermenilerin de sevkedilmeleri emredilmiştir.57 Aynı şekilde kocaları askerde olan Ermeni kadınlarının ihtidâlarının da kabul edilmediği 16 Teşrîn-i evvel 1331/29 Ekim 1915 tarihinde Karahisar-ı Sahip Mutasarrıflığına gönderilen şifre telgraftan anlaşılmaktadır.58 Bununla beraber, tehcirin sonlarına doğru, ihtidâ etmek isteyen Ermenilerin müracaatları olumlu karşılanmış ve Teşrin-i evvel 1331/Ekim 1915 sonundan itibaren din değiştirmelere müsaade edilmeye başlanmıştır.59 Nitekim 22 Teşrîn-i evvel 1331/4 Kasım 1915 tarihinde bütün vilâyet ve mutasarrıflıklara gönderilen genelgede; sevkedilmeyip, öteden beri oturdukları yerlerde kalan Ermenilerle, sevkedilecekler arasında olup da özel bir emirle gönderilmeyenler veya yerlerine iade edilmiş olanların ihtidâlarının kabul edileceği yer almakta idi.60

Bu genelgeden sonra Menteşe'de ihtidâ etmek isteyenlerin müracaatları kabul edildiği gibi,61 bu gibilerin malları da iade edilmiştir.62 Nitekim Sivas'a gönderilen 24 Şubat 1331/9 Mart 1916 tarihli şifre telgrafta da ihtidâ veya başka sebebten dolayı sevkedilmeyen ve yerlerinde bırakılan Ermenilerin mallarının tasfiyeye tabi olmadığı bildirilmiştir.63 Sevke tabi tutulan Ermenilerden ihtidâ etmek isteyenlerin müracaatları ise, yeni iskân yerlerine varmalarından sonra kabul edilmiş ve o tarihten geçerli sayılmıştır.64 Yerlerinde kalan bazı Ermenilerin ihtidâ istekleri ise, ileride sevklerine tesir etmemek şart ve kaydıyla kabul edilmiştir.65 Din değiştirenlerden sevke tabi tutulacakların nüfus tezkirelerine din değiştirdiklerine dair kayıt düşülmemesi, seyahat sırasında yalnız ikamet ettikleri yerin ismi yazılan belgeler verilmesi kararlaştırıldı.66 Bundan maksadın, din değiştirme kisvesi altında ülke içine sızmaya çalışan Ermeni fesat yuvalarının faaliyetlerinin önlenmesi hedeflenmişti.

Osmanlı Hükümeti tehcir sırasında yurt dışından gelecek veya yurt dışına çıkacak Ermenilerle ilgili tedbirler de aldı. Osmanlı tebaası olan 17-55 yaşları arasında bulunan erkek Ermenilerin67 yurt dışına çıkmaları yasaklandı. Tarafsız devletlerin vatandaşı olan Ermenilere ise savaş sonuna kadar dönmemek şartıyla Osmanlı ülkesinden ayrılmalarına izin verildi. Dışarıdan Osmanlı ülkesine girmek isteyen Ermenilere ise, hangi ülke vatandaşı olursa olsun kat'iyyen müsaade edilmedi.68 Tehcire tabi tutulan Ermenilerin başvurdukları bir hileli yol da kendilerini yabancı bir devletin vatandaşı olarak göstermeleriydi. Tehcir sırasında bu gibi iddialar büyük sorunlar çıkarmıştır. Sevke tabi tutulan bazı Ermenilerin Amerika vatandaşı olduklarını iddia etmeleri üzerine Amerika elçisinin, hükümet nezdinde teşebbüse geçerek bu gibilerin sevkini durdurmasını istediği anlaşılmaktadır. Hükümet, bu gibi iddiaların doğruluğunu tesbit etmekte bir hayli güçlük çekmiştir. Nitekim 25 Haziran 1331/8 Temmuz 1915'te Mamuratülaziz vilâyetine gönderilen bir telgrafta, gerçekten Amerika tâbiiyetinde bulunan Ermeni varsa, miktarlarının tesbiti ve bunların sevkedilmesinden vazgeçilmesi istenmiştir.69 Tehcir sırasında Amerika konsoloslarının veya diğer devletlerin temsilcilerinin Ermenilerle yakından ilgilendikleri anlaşılmaktadır. Bazı Amerika konsolosları, şehir şehir dolaşarak Ermeniler hakkında tahkikatta bulunduğu gibi,70 bazı Alman subaylarının da Halep, Konya, Adana tren hatları boyunca dolaşarak Ermenilere ait pek çok resim çektikleri ve bunları Osmanlı Hükümeti'ni tenkit için kullanacakları öğrenilmiştir. Hattâ görevli yabancı memurların Ermeni memurlar vasıtasıyla yalan yanlış haberler toplayarak dış ülkelerde aleyhte propaganda malzemesi olarak kullanmaları üzerine hükümet, 30 Ağustos 1331/12 Eylül 1915'te ilgili vilâyetlere şifre telgraf göndererek, ecnebilerin aleyhte kullanabilecekleri davranışlarına meydan verilmemesi için gerekli tedbirlerin alınmasını istemiştir.71

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


***

15 Kasım 2016 Salı

Ermeni meselesinde arşivlerde Türklerin çekineceği hiçbir şey yoktur!




 Ermeni meselesinde arşivlerde Türklerin çekineceği hiçbir şey yoktur!





Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu



Türklerin çekineceği hiçbir şey yoktur. Sason İsyanı 1895’te çıkmıştır. Bunun için Avrupa’dan gelen heyet Sason’da Ermenilerin suçsuz olmadığını belirtmiştir. Aynı şey Adana ve diğer isyanlar için de geçerli. Hatta Ermeniler kendilerini desteklemeyen Ermenilere de zulmetmişler, onları da öldürmüşlerdir. Bunların hepsi tespit edilmiştir.
“ Soykırım vardır ” diyenlerin ya bu konuyla ilgili bilgileri yoktur ya da ihanet içindedirler. Başka bir seçenek yoktur. Bir ülkede yaşayan insan kendi insanlarını bu kadar ağır bir şekilde suçlarsa bu ne gaflettir ne dalalettir. Ya da kendilerini bu vatandan gösteren ama gerçek kimliği Ermeni olanlardır.






Yazarımız Kaya Ataberk ve Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu


23 ayrı yerde isyan çıktığı ve için Ermeni askerler silahtan tecrit edilmişlerdi
TÜRKSOLU: Güncel bir soruyla başlayalım isterseniz. Geçtiğimiz günlerde Tayyip Erdoğan, Sarkisyan’a bir çağrıda bulundu. “ Çanakkale’de beraber savaştık, anmaya siz de katılın ” dedi. Bu işin aslı nedir? Böyle bir çağrının yapılmasını nasıl değerlendirirsiniz?
Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU: Devlet adına bir karar verileceği zaman, devlet adamları konunun uzmanlarını çağırır, enine boyuna faydası ve zararı üzerinde tahlilde bulunulur, böyle açıklamalar ancak bundan sonra yapılır. Büyük devletlerde süreç böyle işler. Maalesef Türkiye’de buna benzer bir takım açıklamaların sonucu hüsran olur. Bu açıklamayı enine boyuna düşünmeden söylenmiş bir söz olarak nitelendiriyorum. Sarkisyan’ın Çanakkale’ye gelip “Evet, Ermeni askerler de burada çatıştı, dolayısıyla biz soykırım iddiamızdan vazgeçiyoruz” demesini herhalde kimse beklemiyordur.
Kaldı ki Sarkisyan Ermenistan’da iken Çanakkale’de bulunan Ermeniler Sarkisyan’ın askerleri değildi. Bunlar Osmanlı tebaasından Ermenilerdi ve onlar da bilindiği gibi I. Dünya Savaşı’nda Anadolu’nun 23 ayrı yerinde isyan çıktığı ve tehlike arz ettikleri için silahtan tecrit edilmişlerdi.
TÜRKSOLU: Yani orada olanlara silah verilmemiş miydi?

Van’da isyan ederken Çanakkale’de vatanı savunan Ermenileri nasıl izah edecekler?
Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU: Evet silah verilmemişti. Sadece sıhhiye taburlarında Ermeniler vardı ve onların sayısı da fazla değildi. Dolayısıyla “Çanakkale Zaferi’nde şu kadar rolleri vardı” demeleri mümkün değildir. Nitekim Çanakkale Savaşları 18 Mart 1915’te başlamıştı. Bundan önceki dönemde Zeytun İsyanı çıkmıştı. Burası bugün Kahramanmaraş’ın Süleymanlı ilçesidir. Diğer yerlerde de isyanlar vardı ve tam Çanakkale Savaşı sırasında da Van İsyanı çıkmıştı. 17 Nisan 1915’te Van, Bitlis ve Çatak’ta Ermeniler ayaklanmıştı. Çanakkale’de vatan müdafaası yapılırken aslında Osmanlı vatandaşı Ermeniler Van’da isyan halindeydiler. Bir taraftan isyan ederken bir taraftan Çanakkale’de vatanı savunan Ermenileri nasıl izah edecekler? Çanakkale’de belki toplam bin Ermeni askeri vardı ama Türkiye’nin toplamında da 50 bin Ermeni askeri vardı. Bunların hepsi de silahtan arındırılarak cephe gerisine çekilmişlerdi.


TÜRKSOLU: Ermeni isyanları etkili oluyor muydu?

Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU: Zeytun İsyanı gerçekten çok tehlikeli bir isyandı. 20 bin Türk askeri orada meşgul edilmişti. Fransız ordusunda ne kadar Ermeni gönüllü olduğunu Ermeni Boğos Nubar Paşa kendisi yazmıştır. Fransız Dışişleri Bakanı’na gönderdiği mektupta aynen şöyle demektedir: “Cumhuriyet ordularının yarısına yakını Ermeni gönüllülerden oluşmaktadır.” Tabii buradaki “cumhuriyet”, Fransa Cumhuriyeti’dir. Rus ordusunda ise Kafkasya kökenlilerde içinde olmak üzere 150 bin Ermeni asker vardır. Bunun dışında da 40 bin Ermeni gönüllü de Nazarbekov ve Andranik komutası altında Anadolu’yu yakıp yıkmaktaydı.
Bitlis’ten çıkan bir Ermeni çetesi Hatay’a kadar olan bölgede her yeri talan etmiştir. Bu sırada Ordu; Musul’da, Filistin’de, Kafkasya’da, Çanakkale’de, dört ayrı cephede savaşıyordu. Mühimmat getirenlere saldırılar, tren yollarına sabotajlar, telgraf merkezlerinde haberleşmeyi engellemek için isyanlar Ermenilerim faaliyetleriydi.
Bunları bilmeden Çanakkale’de bir davetle bir şeylerin çözülebileceğini sanmak hatadır. Bunun üzerine Ermeniler, “Biz Çanakkale’de vatan için mücadele ettik, sizi neden öldürmüş olalım?” demeyecekler midir?

TÜRKSOLU: Yani Tayyip Erdoğan’ın bu çıkışı Ermenilerin elini güçlendiren bir şey mi oldu?

Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU: Öyle oldu. Bunu yapmak yerine Cumhurbaşkanı değil ama hükümet, Birleşmiş Milletlere tarihçiler komisyonu kurmak için başvurmalıydı. Ermeni, Taşnak arşivleri de dâhil olmak üzere bütün arşivlerin açılmasını önermeliydi.
Türkiye BM’ye, tarihçiler komisyonu kurulmasını önermeli
TÜRKSOLU: Peki 1915’in yüzüncü yılında Ermenilerin bir kampanyaya girişecekleri belliyken bu söyledikleriniz neden yapılmıyor? Hükümetin ya da diğer kurumların bir girişimi neden olmuyor? Türk devleti neden kendisini savunmuyor?
Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU: Türk Devletinin kendisini savunması için öncelikle devleti yönetenlerin “Her şeyi biz biliyoruz” demekten vazgeçmesi lazım. Bir danışmanlar kurulu oluşturulmalıdır ama bu da Etyen Mahçupyan gibi isimlerden kurulmamalıdır. Devlete zaten karşı çıkan, soykırım olduğunu savunan Halil Berktay gibi isimlerle, “ahiren” kelimesini “önceden” diye telaffuz edenlerden oluşturmasınlar. Bu işi bilen, doğru düzgün isimlerden kurulmalıdır. Bu kurula danışılmalıdır. Bir strateji belirlenmelidir. Ama maalesef Türkiye’nin bir strateji belirlemek gibi bir hedefi de yok.
2015 geldi. Biz parlamento heyeti olarak İsveç’e gidecektik, 4 bakan hakkındaki yolsuzluk oylaması nedeniyle gidemedik. Şimdi İtalya’ya gideceğiz. Ama sadece parlamento heyetlerinin bunları yapmasıyla bu iş çözülmez. Bu olay tabi ki artık ilmî boyuttan çıkmış, siyasî boyuta girmiştir. BM’de siyasî olarak çok etkili olacak şekilde bütün ülkelere çağrıda bulunulmalıdır. “Buyurun, biz tarihimizle yüzleşeceğiz. Ermeniler de Fransızlar da Amerikalılar, İngilizler ve Ruslar da yüzleşsin. Hodri meydan!” desinler. Bakalım bu durumda tarihçiler komisyonuna Fransa, İngiltere, ABD ya da Rusya eleman verecek mi?

Arşivlerde Türklerin çekineceği hiçbir şey yoktur
TÜRKSOLU: 1915 ve öncesine dair arşivler ortaya konulduğunda Türkiye’nin çekineceği şeyler mi ortaya çıkar, yoksa Batılıların ve Ermenilerin çekineceği şeyler mi?

Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU: Türklerin çekineceği hiçbir şey yoktur. Sason İsyanı 1895’te çıkmıştır. Bunun için Avrupa’dan gelen heyet Sason’da Ermenilerin suçsuz olmadığını belirtmiştir. Aynı şey Adana ve diğer isyanlar için de geçerli. Hatta Ermeniler kendilerini desteklemeyen Ermenilere de zulmetmişler, onları da öldürmüşlerdir. Bunların hepsi tespit edilmiştir.
TÜRKSOLU: PKK’nın kendisinden olmayan Kürtlere yaptığı gibi mi?

Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU: Tabi ki. Zaten terörün temeli budur. Birilerini yıldırmak, kendine çekmek, korkutmak… Ermeniler de öyle başlamıştır.
Osmanlı Devleti’nin ya da Türklerin çekineceği hiçbir şey yoktur çünkü mahkemeye çıkarılan ya da tutuklanan Ermenilerle ilgili tutanaklarda kesinlikle o bölgenin keşişinin, rahibinin de imzası vardır. Evlere yapılan baskınlarda ele geçirilen suç delilleriyle ilgili tutanaklarda da bölgenin din adamlarının imzaları, mühürleri var. Mahkeme safahatı çok ciddi geçmiştir. Mahkeme edilen kişi “Bugün konuşacak halde değilim” diyerek erteleme istediğinde ertelenmiştir. Böyle adil bir yargılama yapılmıştır. Üstüne üstlük Batılılar araya girerek yargılanıp mahkûm olan şahısları serbest bıraktırmıştır.
TÜRKSOLU: Tabi bunlar kayıtlarda var…

Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU: Bunlar herkesin gözünün önünde olmuştur. Ermenilere devlet tarafından yapılmış bir zulüm vs. asla yoktur. Bir takım kesimlerle kendi aralarındaki çatışmalardan kaynaklanan hadiseler olmuştur. Özellikle Doğu ve Güneydoğu’da Osmanlı askerî kıyafeti giymiş Ermenilerin Kürt köylerine saldırdığının kayıtları arşivlerde vardır. Bu Kürtlere devlet tarafından bir baskı yapılıyormuş izlenimi doğurmak ve Kürtlerle Ermenileri birleştirmek adına yapılmıştır. Fakat bunu yapanlar yakalanıp daha sonra Ermeni oldukları da ortaya çıkınca bu sefer de Kürtlerin onlara saldırdığı görülmüştür.

Kaçaznuni: “Rusların ve Batının, devlet kurma sözlerine inanarak büyük hata işledik”
Bizim çekineceğimiz hiçbir şey yok. 1915’ten önce 1914’te Sait Halim Paşa’nın attığı yanlış bir imza var. Ermenilerin yaşadıkları bölgeler üçe ayrılmış ve buralara birer Hıristiyan vali atanması kabul edilmiştir. Bu anlaşma yürürlüğe girmemiştir. Bununla beraber valiler gelmiştir. Bu sırada Dünya Savaşı çıkmıştır. Savaşın çıktığı dönemde Ağustos ayında Ermeniler Erzurum’da bir kongre düzenlemişlerdir. Bu kongreye Osmanlılar da delege göndermiş ve Ermenilere savaş sırasında Ruslara karşı devletin yanında yer almalarına karşılık savaş sonrasında kendilerine iki özerk bölge verilmesi teklif edilmiştir. Bunu Ermeniler kabul etmemişlerdir. Nitekim Ermenistan Başbakanı Kaçaznuni de kendi notlarında bunu yazmıştır. “Biz Rusların ve Batının, bize verdikleri devlet kurma sözlerine inanarak bu teklifi kabul etmedik. Büyük hata işledik” demektedir. Kendi Başbakanlarının yazdığı bu gerçekleri Osmanlı belgeleri de aynen teyit etmektedir.


Mavi Kitap 300 sterlin maaş karşılığında yazılmış bir propaganda kitabıdır
TÜRKSOLU: Peki Ermenilerin 1,5 milyon Ermeni öldü iddialarının bir dayanağı var mı?
Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU: Bunun 1,5 milyona kadar çıkarılmasının hukuken hiçbir önemi yok. Eğer devlet tarafından 10 bin kişi kasıtlı olarak öldürülseydi bu da soykırım olurdu. Ama 1,5 milyon abartısı Ermenilerin bu işi nasıl bir siyasî propagandaya dönüştürdüğünün kanıtıdır. Mavi Kitap’ta Arnold Toynbee bile “Eğer Ermeni nüfusu 1,6 milyon ise ve hayatta olanlar 1 milyon 150 bin kişi olduğuna göre, ölen ermeni sayısı 450 bin olmalıdır” der. Yani gerçekte ortada bir rakam da yoktur.

TÜRKSOLU: Ki bildiğimiz kadarıyla bu Mavi Kitap bir propaganda kitabıdır…
Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU: Evet, 300 sterlin maaş karşılığında yazılmış bir propaganda kitabıdır. Arnold Toynbee o tarihlerde genç bir tarihçidir. Askerlik yaparken İntelligence Bureau’da çalışmakta ve 300 sterlin maaş almaktadır. Bu işle özel olarak görevlendirilmiştir. Hangi bölgelerden sorumlu olduğu kendi arşivinden aldığımız belgelerde vardır. Lord Bryce tarafından ABD Büyükelçisi Morgenthau’ya yazılan yazılar elimizde vardır. Morgenthau sözde belgeleri Bryce’a göndermiş, o da Toynbee’ye vermiştir. Bu kitap böyle hazırlanmıştır. Kendisi de daha sonra bu kitabın gerçeklere dayanmadığını, ikinci elden duyumlarla yazıldığını belirtmiştir. Özeleştirisini de yapmıştır.
Böyle bir propaganda kitabında bile en fazla 450-600 bin rakamı verilirken daha sonra 1,5 milyona çıkarılmıştır. Şu da değerlendirilebilir: 1914’te Osmanlı’da ne kadar Ermeni nüfusu vardı ve 1918’de bu rakam ne olmuştu? 1922 Kasım’ı itibariyle Birleşmiş Milletler kayıtlarına baktığımız zaman ABD ve İngiltere’nin yaptığı araştırmalarda dünyaya dağılmış olan Ermenilerin 817,873’ünün Türkiye’den gitmiş olduğu belirtilmektedir. 95 bin Ermeni kadın ve çocuğun Müslüman olarak Türkiye’de kaldığı ve bu rakama dâhil olmadığı kaydedilmektedir. Yine 148,998 Ermeni’nin İstanbul’da, 131,175 Ermeni’nin de Anadolu’da yaşadığı geçiyor. 1914’te 1 milyon 294 bin Ermeni nüfusu var Türkiye’de. Yukarıdaki rakamlar da neredeyse 1 milyon 200 bin yapmaktadır. Arada 100 bin civarında bir fark var…


Her mezara 300 kişi konsa bile 5 bin tane toplu mezar olması gerekirdi
TÜRKSOLU: Ölenler 100 bin midir?

Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU: Bu rakamın içinde de Fransa için savaşırken ölen Ermeniler var. Fransız belgelerinde bunların kayıtları vardır ve hepsinin Anadolu ve İstanbul doğumlu olduğu görülmektedir. Rus ordusundaki Ermeniler ve Kazım Karabekir’in Ermeni-Gürcü savaşı sırasında ölenler hariçtir. Ayrıca İngiliz General Allenby’nin komutasında 8 bin Ermeni gönüllü olduğu belirtilmektedir. Ayrıca kolera ve diğer hastalıklardan ölenler vardır. Eçmiadzin’de ölenler de ayrıdır. Anadolu’dan Kafkaslara gidip orada savaşırken ölenledir bunlar. Bunlar neden hesaplanmamaktadır?
Ayrıca bulunmuş bir toplu mezar da yoktur. Yani bir yerde 1,5 milyon insan öldürülecek ve orada toplu mezar olmayacaktır… Her mezara 300 kişi konsa bile 5 bin tane toplu mezar olması gerekirdi. Her kazma vurulan yerden toplu mezar çıkardı. Nasıl oluyor da Türklere ait toplu mezarlar bulunuyor da Ermenilere ait olanlar çıkmıyor? Bunların tümünü yok etmek mümkün müdür?
Buna karşılık “Suriye çöllerinde kayboldular” denilmektedir. O zaman neden ABD’nin Halep Konsolosu Jesse Jackson bunların şehirde nerelere geldiklerini ve yerleştiklerini kaydetti? Neden ABD Mersin Konsolosu Edward Natan Adana’dan trenlerle 500 bin göçmenin Halep’e sevk edildiğini yazmıştır? Neden Halep Konsolosu da 500 bin Ermeni’nin geldiğini onaylamaktadır.
Meselenin boyutları bunlardır. Bunları bilmeden bir politika üretmek mümkün mü? O zaman bu Çanakkale çağrısı gibi şeyler yaparsınız. Ama tarihçiler komisyonu kurulsun, herkes tarihiyle yüzleşsin derseniz; Fransa’dan, Yunanistan’dan, Rusya’dan, ABD’den gelen silahları onlar izah etmek zorunda kalırlar. Neden ilk planlarda Çanakkale yerine İskenderun’a çıkarma yapmayı düşündüklerini de açıklamak zorunda kalırlar. O zaman orada 30-40 bin Ermeni gönüllünün Türkleri arkadan vurmak için nasıl silahlandırıldığı da görülür. Bugün dahi uluslararası hukukta bir devlet başka bir devletle savaşa girdiği zaman o ülkenin sınırları içinde yaşayan ama diğer devletle aynı soydan olanları belli şartları yerine getirerek nakletme hakkı vardır.
TÜRKSOLU: Bu uygulamanın daha sonra başka örneği oldu mu?
Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU: ABD, II. Dünya Savaşı sırasında 170 bin civarında Japon’u Mississippi Vadisi’ne nakletmiştir. Bu ortada herhangi bir hadise olmamasına rağmen yapılmıştır.

Yok edilmek istenen insana yevmiye mi verilir?
TÜRKSOLU: Peki 1915’te Türkiye’de yaşayan Ermenilerin tümünün yeri değiştirildi mi?

Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU: İstanbul, Antalya, Kastamonu gibi bir takım bölgelerden hiç nakil yoktur. Sadece Taşnak, Hınçak, Ramgavar gibi örgütlerin üyeleri nakledilmiştir. Bunların sayısı da 250 civarındadır. Kastamonu’da 13 bin civarında Ermeni vardır, bunlar nakledilmemiştir. Bunun dışında Anadolu’nun içinde nakiller vardır. Sivas’tan Konya’ya, Konya’dan Yozgat’a, Kastamonu’ya… Ancak 500 bin civarında Ermeni Suriye tarafına nakledilmiştir. Bunların da yerleştirildiği yerler Amerikan Konsolosu tarafından Hama, Humus ve Deyrizor ile köylerine kadar kaydedilmiştir. Ki en fazla Deyrizor’a gitmiştir. Orada 300 bin civarında Ermeni yaşamaktadır. Ben oraya gittim ve gördüm. Osmanlı Devleti onlar için kilise bile kurmuştur orada. Öyle tel örgüler içinde değil normal evlerde yaşamışlardır. Halep’te yolda hastalananların tedavisi için hastane kurulmuştur. 2 bine yakın Ermeni burada tedavi edilmiş, ardından da taburcu olmuştur. Yok edilmek istendiği iddia edilen insanlar, tedavi edilmiştir! Hem de yol için de yevmiye verilmiştir. Yok edilmek istenen insana yevmiye mi verilir? Hitler, Naziler Yahudilere böyle bir şey uygulamış mıdır?

TÜRKSOLU: Stalin, Kırım Türklerini sürgüne gönderdiğinde insanları hayvan vagonlarına doldurarak, yemek vermeden, vagon kapılarını bile açmadan yolculuk ettirdi. Ve büyük rakamlarda ölüm oldu bu sürgün sırasında. Bugün dünya neden Ermeniler konusunda Türkleri suçlamayı akıl eder de Stalin’i ve Rusları Türk soykırımı yapmakla itham etmeyi düşünmez?
Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU: Aynı şekilde mesela Irak’ta bu kadar sivil insan öldü. Hangi suçlular cezalandırıldı? Ama Osmanlı Devleti iskâna tabi tutulan Ermenilerin mallarını gasp eden, kadınları kaçıran ve cinayet işleyenlerle ilgili yine Talat Paşa’nın imzasıyla 1673 kişi Divan-ı Harbe verilmiştir. Bu işlem de 1915’te yani uçların işlendiği yılda yapılmıştır. 1916 Şubat, Mart ve Nisan aylarında bu davalar sonuçlanmıştır. 67 kişiye idam cezası verilmiş ve cezalar da infaz edilmiştir. Gasptan bile idam edilenler olmuş, 68 kişi kalebentlik cezasına çarptırılmıştır. 524 kişi de 2 ila 5 sene arasında hapis cezalarına uğratılmıştır. Yani uluslararası hukuk açısından suçlular cezalarını görmüşlerdir. Bu da devlet eliyle kötü bir uygulama olmadığının da kanıtıdır.

Bu noktadan sonra soykırımdan bahsetmek abesle iştigalden başka bir şey değildir
Osmanlı bütçeleri Mart ayından Mart ayına hazırlanırdı. Turgut Özal’a kadar Türkiye Cumhuriyeti’nde de böyle devam etmiştir. Sonra Ocak ayına alınmıştır. Mart ayında hazırlanan bütçede Ermenilerin sevk ve iskânına ilişkin bir karar yoktur. Bunun için bir harcama kalemi konulmamıştır. Bu çok önemlidir çünkü ortada bir plan olmadığını göstermektedir. Karar Mayıs ayının 27’sinde alınmıştır. Kararın alınmasından sonra da 16 Haziran’a kadar nakil başlatılmamıştır. Karar alındıktan sonra Dâhiliye Nezareti’ne bağlı İskân-ı Aşair ve Muhacirin Müdüriyeti bütçesine 68 milyon kuruş ek ödenek konmuştur. Sıhhiye Nezareti bütçesine 13,5 milyon kuruş eklenmiş. Kafilelerin uğrayacağı vilayetlere nakit paralar gönderilmiş. Fırınlar açılmış.
Bu devletin bunu önceden planlamadığı anlamına gelir. Çünkü o sırada henüz Çanakkale Savaşı başlamamıştı. Zeytun İsyanı başlamış olmakla beraber Van İsyanı çıkmamıştı. Filistin’de savaşacak olan 20 bin askerin Zeytun’a getirilmek zorunda kalması isyancıların vatana ihaneti demektir. Başka bir devlette olsa tümünü yok ederlerdi. Zeytun Ermenileri bile yok edilmemiştir. Onlar da en sonunda Suriye’ye nakledilmiştir. Orada dahi katliam yoktur. Oysa onlar yüzünden Osmanlı ordusu Sina’da İngilizlere mağlup olmuştur.
Bu noktadan sonra soykırımdan bahsetmek abesle iştigalden başka bir şey değildir. “Soykırım vardır” diyenlerin ya bu konuyla ilgili bilgileri yoktur ya da ihanet içindedirler. Başka bir seçenek yoktur. Bir ülkede yaşayan insan kendi insanlarını bu kadar ağır bir şekilde suçlarsa bu ne gaflettir ne dalalettir. Ya da kendilerini bu vatandan gösteren ama gerçek kimliği Ermeni olanlardır.


http://www.turksolu.com.tr/478/yhalacoglu478.html


12 Kasım 2016 Cumartesi

HALAÇOĞLU’ndan Ermeniler’e Tokat Gibi Cevap



HALAÇOĞLU’ndan Ermeniler’e Tokat Gibi Cevap,





HALAÇOĞLU’ndan Ermeniler’e Tokat Gibi Cevap                        

Bekir Yalçınkaya/Sincan          

Sincan Kars-Ardahan-Iğdır Kültür ve Dayanışma Derneği (KAI Der) tarafından Belediyesi Kültür Merkezi’nde düzenlenen, ''1915'de Neler oldu? Gerçekler Nelerdir?'' konulu panel büyük bir ilgi gördü. Panele damgasını vuranlar ise konuşmacı olarak katılan Türk Tarih Kurumu (TTK) eski Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu,  Başkent Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi ve Atamer Genel Başkanı Prof. Dr. Ünsal Yavuz ve Kazım Karabekir Paşa’nın kızı Timsal Karabekir Ermeni Meselesi, Tehcir’in Sebebleri ve Ermeni Özürcüsü Aydınlar hakkında önemli açıklamalarda bulundular. 




Bekir Yalçınkaya Halaçoğlu ile   

Takdim konuşmalarını Ardahan eski Milletvekili Faruk Demir’in yaptığı Panelin açış konuşmasını yapan Dernek Başkanı Seyfettin İltir “millet olarak asıl arkadan vurulan, sadece Doğu’da 30 bin insanı Ermeniler tarafından katledilen biziz. Bu konuda asıl özür dilenecek bir millet var ise o da Türk Milleti’dir.  Asıl bizden özür dilemesi gerekenler Ermeniler’dir. Bizler canlı tarihiz. Dedelerimizi, ninelerimizi onların ailelerini nasıl kayıp ettiğimizi bizlere sorsunlar. Tarihleriyle yüzleşsinler. Halep oradaysa arşın burada” diyerek, konuşmacılar Halaçoğlu, Yavuz ve Karabekir’e teşekkür etti.       

Halaçoğlu: İddia Tarihsel Gerçeklerin Işığında Anlaşılır       

Panelin ilk konuşmacısı, Türk Tarih Kurumu (TTK) Eski Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu oldu ve Halaçoğlu, sinevizyon eşliğinde rakamlar vererek Tehcire ne kadar sebeb varsa hepsini anlattı. 1915 olaylarına ilişkin, Türk milleti olarak her şeyden önce bilgi sahibi olunması gerektiğini belirterek Kars’ın Derecik Köyü’nde süngülenen ve samanlıkta yakılan 476 Türk insanından, bulunan toplu mezarlarda karınlarından hançerlenmiş bir genç nesilden bahseden Halaçoğlu: “istiyorlarsa Amerikan Temsilciler Meclisi'nde sözde soykırımı kabul etsinler, istiyorlarsa bütün dünya kabul etsin. Önemli olan bizim kabul edip etmememiz'' dedi. Tarihi bir çok yalanla karşı karşıya olduğumuzu ve o dönemlerde telgrafın başında bir Ermeni’nin bulunduğunu ve gizli şifreli telgrafların hiçbirisinde şu kadar Ermeni öldürüldü diye yazmadığına dikkat çeken Halaçoğlu, Tarihte Türkler tarafından kurulmuş devletlerin hiç birinde ''ırkçı politikalar'' izlenmediğini kaydetti. Osmanlı İmparatorluğu’nun, 1800'lü yılların sonuna doğru topraklarında zengin petrol kaynakları bulunduğunun anlaşılmasının ardından hiç bir ham madde kaynağı bulunmayan Batılı devletlerin politikalarına maruz kaldığını anlatan Halaçoğlu, bu tarihsel gerçeklerin ışığında sözde Ermeni soykırım iddialarının anlaşılabileceğine işaret etti. “Özürcü Liberal aydınlar Kuruköy Mezarlığı’ndaki kemikleri bir uluslar arası incelemeye götürebilirlerse gerçek ortaya çıkar” diyen Yusuf Halaçoğlu, Tehcir sebebiyle 215 bin ABD’ye, 800 bin Kanada’ya  gönderilen Ermeni yolcu defterini inceledik. Hiçbir eksik yok. Bize soykırımı yutturmaya çalışmasınlar” dedi.    Osmanlı’da 1914'e kadar Fransa'nın 500, İngiltere'nin 178, ABD'nin 426, Almanya'nın da 140 okul açtığını aktaran Halaçoğlu, bu okullardaki öğrencilerin daha sonra 1881'de Cenevre'de Hınçak Teşkilatı'nı, 1889'da da Taşnak Birliği’ni kurduğunu, bunların yanı sıra Adapazarı, Ankara, Yozgat gibi pek çok bölgede çok sayıda Ermeni birliğinin oluşturulduğunu ifade etti ve Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey gibi bir çok insanın suçsuz yere idam edildiğini söyledi.               




TC Yıkılmaz Demeyin Birlik Olun!    


Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, soykırım iddialarının yapıldığı yıllarda bir telgraf memurunun da Ermeni olduğuna işaret ederek, ''Bu nasıl soykırım ki ülkenin en etkili haberleşme sisteminin başında bir Ermeni bulunuyor. Çıkan isyanların tamamı telgraf tellerinin kesildiği bölgelerde'' dedi.     

Ermenilerin, Fransız ordusunda asker olarak görev yaptığına ve Osmanlı'ya karşı savaştığına dair bilgilerin bu ülkenin kayıtlarında ve belgelerinde bulunduğuna da değinen Halaçoğlu, aynı belgelerin ABD kaynaklarında da bulunduğunu kaydetti. Halaçoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:     ''Her şeyden haberimiz var. Avrupa'nın ne yapmak istediğini biliyoruz. Dünyayı sömüreceksiniz, zencileri esir diye satacaksınız. Ondan sonra geleceksiniz 'bize siz soykırım yaptınız' diyeceksiniz. Asıl soykırım yapacak nitelikte olacak insanlar kendileridir. Önce ona baksınlar. Buna rağmen Osmanlı Devleti çok ciddi davranmış, gerekli tedbirleri almıştır. Osmanlı İmparatorluğu tehcir kararını alanları cezalandırmıştır. Uluslararası hukuka göre buna artık 'suç isnadı' demek mümkün değildir. Çünkü suçlular cezalandırılmıştır. Ama bunu da gözden uzak tutmaktadırlar.''     ''Van'da 24 Mayıs 1915'de taş taş üstünde kalmamış, her şey dümdüz edilmiş ve 80 bin insan katledilmiştir'' diyen Halaçoğlu, tehcir öncesi gerçekleşen bu olayları kimsenin görmek istemediğini söyledi. Halaçoğlu, ''buradan 50 kadın, kendini Van Gölüne atarak iffetini kurtarmıştır. Onlar için abide dikilmesi lâzım. Bugünkü Van budur. Burası şehit olmuş bir Van'dır. Onun için de buraya 'şehit Van' dememiz lâzım'' diye konuştu.     

Ermenilerden Özür Dileme Kampanyası’nın yanlış olduğunu da belirten Halaçoğlu: ''Biz Türk milleti olarak her şeyden önce bu bilgilere sahip olmak zorundayız ve hiç bir zaman da moralimizi bozmamamız lâzım. İstiyorlarsa Amerikan Temsilciler Meclisi'nde sözde soykırımı kabul etsinler. İstiyorlarsa bütün dünya kabul etsin. Önemli olan bizim kabul edip etmememiz. Biz dünyada çok fazla devlet kurmuşuz, böyle bir milletiz. Bugün 'Türkiye Cumhuriyeti yıkılmaz' demeyin. Devletler yıkılır. İnsanlar gibidir devletler. Birbirimizi “bu Alevi’dir, bu Sünni’dir, bu Kürt’tür, bu Türk’tür” diye ayırım yapacak mıyız? Yoksa aynı çatı altında hepimiz akıllı olup birlik ve beraberlik içinde mi olacağız?    Bu coğrafya çok devlet götürmüştür. Birlik ve beraberliğimizi sürdürelim. Bırakın ufak tefek şeyleri, vatan ve milletimiz her şeyin önündedir. Bunun gerisinde hiç bir şeyi kabul etmiyorum ben. Birlik ve beraberliğimizi koruyalım. Batı dünyasına güvenmeyin. Tarihte her zaman kendi çıkarına kullanmıştır'' diyerek birlik mesajları verdi.      




Timsal Karabekir: Özürcüler Kara Yürekli  


Kâzım Karabekir Paşa’nın kızı Timsal Karabekir de '' Dününü bilmeyenin yarını bilmeye hakkı olamaz '' diyerek sözlerine başladı. Kurtuluş Savaşı öncesi ve sırasında Kâzım Karabekir ve Mustafa Kemal Atatürk arasında yaşanan diyalogları da aktaran Timsal Karabekir, Ermenilerden Özür Dileme Kampanyası'nın da '' Kara Yürekliler '' tarafından düzenlendiğini ve bunun çok acı olduğunu söyledi.    Tehcir süresince Ermeniler’in vatanın bir yöresinden işgâl altında olmayan başka bir yöresine nakledildiğini anlatan Karabekir, ''Devlet tedbirler alır. İddia edilen sözde soykırım olsaydı doktor ve süt verilir miydi bunlara? Tehcir zorunlu göçtür, ama soykırım bir ırkın dünya üzerinden yok edilmesidir'' dedi.    

 Kâzım Karabekir'in 1918 başlarında Ermenileri’n Türkler’e yaptığı zulümlerinin belge ve fotoğraflarını İstanbul'a gönderdiğini, ancak bunların neşredilmediğini aktaran Timsal Karabekir; “yani 1918. Bizim bu belgeleri dünya kamuoyuna göstermemiz gerektiğini Kâzım Karabekir 90 yıl önce göstermiş'' diye konuştu.     

 Başkent Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ünsal Yavuz ise 1973-1979 yılları arasında Fransa'da doktorasını yaptığı sırada Ermeni olayları ile ilgili bu ülkenin Dışişleri Bakanlığı’nın kayıtlarına girdiğini ve çok sayıda belgeye ulaştığını anlattı.    Kayıtlara göre, 1915'de devletin gerillalara karşı gücünü ortaya koyduğunu dile getiren Yavuz; ''burada bir soykırım söz konusu değildir. Yaşananların nedeni dış devletlerdir. Bizim sırtımız pek alnımız açıktır. Bizi arkadan vuran Ermeni Lejyonerleri Fransa yetiştirmiştir. Şimdi de aynı zihniyetteki ecdadın nesli soykırım propagandası yapıyor'' şeklinde konuştu.   İlgiyle takip edilen panel sonrası Halaçoğlu, Yavuz ve Karabekir’e plaket takdim edildi.



http://bekiryalcinkaya.tr.gg/Hala%E7o%26%23287%3Blu-h-ndan-Ermeni-Tokad%26%23305%3B.htm


..