ERMENİ MESELESİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ERMENİ MESELESİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Şubat 2018 Çarşamba

FAHREDDİN PAŞA VE ERMENİ MESELESİ, BÖLÜM 1

FAHREDDİN PAŞA VE ERMENİ MESELESİ, 
BÖLÜM 1


     
FAHREDDİN PAŞA VE ERMENİ MESELESİ
Yazar: Kursistemin başkanı  
Kategori: haber blog kursistem 
07 Temmuz 2016

FAHREDDİN PAŞA VE ERMENİ MESELESİ,




Fahreddin Paşa, devlete isyan ederek asayişi bozan ve masum insanları katleden Ermenilerin isyanlarını bastırmış olması dolayısıyla haksız yere Ermeni düşmanı olarak suçlanmıştır. Vatanperver ve vazifeşinas bir Osmanlı subayı olarak hizmet eden Fahreddin Paşa yalnız suçlanmakla kalmamış, Ermeni Komita Merkezi tarafından kara listeye alınarak öldürülmesine karar verilmişti…



New York Times’ta “Ermenilerin kendi suçu” başlığıyla yayınlanan, Ermenilerin Türklere karşı isyan ederek Türklerin karşılık vermelerine sebep olduklarını anlatan haber, 29 Eylül 1915

Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı başlayınca seferberlik ilan etmişti. 17 
Ağustos 1914’te 12. Kolordu kumandanlığına tayin edilen Fahreddin Paşa, bu 
tarihlerde seferberlik gereği Musul’da bulunan kolordusunu, aldığı emir icabı 
Haleb’e nakletti. Fahreddin Paşa, 26 Ocak 1915’te 12. Kolordu’daki vazifesine 
ilaveten Baskumandanlık tarafından karargâhı Şam’da bulunan 4. Ordu kumandan vekilliğine getirilmişti.

Savaş şırasında Osmanlı Devleti, Mısır’daki İngiliz kuvvetlerine karsı bir cephe 
açmaya karar vermişti. Mısır seferinin kumandanı Cemal Pasa bu harekât için 
çeşitli hazırlıklar yapıyordu. Gerekli olan kuvvet, cephane ve malzeme hakkında 
21 Temmuz 1915 tarihinde Başkumandanlık Vekâleti’ne verdiği bir raporda Cemal Paşa şöyle diyordu: “Suriye’de sabit kuvvetlerin kumandanlığına 12. Kolordu Kumandam Fahri Paşa en münasibidir. 12. Kolordu Erkân-I Harbiye Reisi Kont Volfskel ’yeBseyyar orduda istihdam edeceğinden. Fahri Paşa için muktedir bir erkân-ı harp reisi lâzımdır.” Bu rapordan da anlaşıldığı üzere. Fahri Paşa 4. Ordu kumandan vekili ve 12. Kolordu kumandanı sıfatıyla 8. Kolordu’nun Suriye’de kalan kısımlarıyla birlikte mıntıkanın (Kudüs hariç) savunması, iç ve dış güvenliği ile görevlen- dirilmiştir. o, kolordusuyla Mıstr seferine 
katılmayacak,menzil işleriyle uğraşmayacak, sadece Suriye’nin asayiş ve 
huzurundan mesul olacaktı.

Ermeni Tehciri Sırasındaki Görevleri

Osmanlı Devleti’nin bilhassa Doğu Anadolu bölgesinde bulunan Ermeniler uzun bir süreden beri İngiliz, Fransız, Rus ve Amerikalılar tarafından kışkırtılmak taydı. Bunlar, Birinci Dünya Savaşı’na kadar Osmanlı Devleti aleyhine çeşitli isyanlar ve zararlı faaliyetlerde bulunmuşlardı. Savaşa girilmesinin hemen ardından Ermeniler başta Ruslar olmak üzere düşmanla işbirliği yapmışlardı. Ermenilerin bu faaliyetlerine karşı cephe gerisi güvenliğinin sağlanması gerekiyordu. Bu gaye ile Ermenilerin 4. Ordu’nun yetki sahasındaki Suriye bölgesine göç ettirilmesi kararlaştırıldı (27 Mayıs 1915). Tehcir kararının alınmasından sonra da Ermenilerin isyanları artarak devam etti. Ermenilerin iskân bölgesinin sorumlusu olan Fahreddin Paşa, bölgesinde meydana gelen bazı isyanların bastırılmasında görev almıştı.

Ermenilerin Zeytun (Siileymanlı) İsyanları

Zeytun’da ilk Ermeni isyanı 1867’de ortaya çıkmıştı. Zeytun Ermenileri Birinci 
Dünya Savaşı’na kadar defalarca devlete isyan etmişlerdi. Daha savaş başlamadan önce güvenlik kuvvetlerine karşı direniş halindeydiler. Yine 22 Nisan 1914 tarihinde Ermeniler bir evde saklanan sekiz eşkıyanın yakalanması için 
görevlendirilen jandarmalara silah ve taşlarla karşılık vererek suçluların 
yakalanmasına izin vermemişlerdi. 10 Ağustos 1914 tahinde Zeytunlular askere 
çağırıldı. Burada yaşayan Ermeniler askere gitmeyi kabul etmeyerek dağa 
çıktılar. Ermeni çeteleri 30 Ağustos 1914’te Zeytun Askerlik Şubesi’nden 
köylerine dönmekte olan yüzü aşkın Andırınlı Müslümanı soyup, birçoğunu 
öldürdüler. Aynı günlerde kırk kişilik bir Ermeni çetesi de Zeytun’a bir saat 
uzaklıkta yirmi bir Türk yolcusuna saldırıp 12.000 kuruşlarını gasp ettiler.

















Ankara ve Yozgat çevresinde faaliyet gösteren Ermeni çetelerinden bir grup

Birine¡ Dünya Savaşı’mn başlamasından sonra Osmanlı Devleti’nin seferberlik 
kararma uymayan Ermeniler birçok yerde görüldüğü gibi Zeytun’da da askere 
gitmeyi ve vergi vermeyi reddetmişlerdi. Zeytun ؛nirelinemrEbu kadar ce- 
saretlendiren şey, Rus Kafkas orduları komutanından silah ve cephane desteği 
almalarıydı. Yine Zeytun’da bazı asker kaçağı Ermeniler hapishaneye hücum 
ederek, jandarmalarla yaptıkları çatışmalarda birkaç eri şehid ettiler. 
Hapishaneyi basan Ermeni saldırganların kimlikleri tespit edildiğinde şiddetle 
cezadırılacaklardı.

Zeytunlu Ermeniler bu hadiselerden büyük bir telaşa kapılarak İstanbul Ermeni 
Patrikhanesi ve Sis Katagigosluğu’na telgraflar çektiler. Bu telgraflarda bazı 
Ermeni ileri gelenleri büyük bir telaş içinde hapishane baskınının bir kaç 
uygunsuz şahıs tarafından işlendiğini ve bütün Ermeni halkının hükümete karşı 
sadık ve bağlı olduğunu beyan ettiler. Bu istekler üzerine Ermenilerin 
samimiyetlerine inanılarak suçluların cezalandırılmasından vazgeçildi (14 Mart 
1915). Ayrıca hükümet, suçluları cezalandırma hakkının yalnız devlete ait 
olduğunu vurgulayarak, bu vesile ile halktan hiç kimsenin Ermenilere ve diğer 
vatandaşlara karşı teçavüzkâr ve aşağılayıcı davranışlarda bulunmamasını 
yetkililere tebliğ etti. Hükümetin bu yumuşak tavrına rağmen Ermeni isyancılar 
18 Mart 1915 tarihinde Tekke (Tekye) Manastırı’na toplanarak isyan ettiler. 25 
Mart’ta, manastırdaki 500-600 Ermeni ile yapılan çatışmada asker ve 
jandarmalardan on ikisi hafif olmak üzere yirmi altısı yaralanmış, bir binbaşı 
ve sekiz asker şehîd olmuştu. Eşkıyadan otuz yedi ölü ve yüz kadar yaralı vardı. 

1 Mart günü Zeytun’da toplanan Ermeniler, köylerine dağıtılmış ve ertesi gün 
kasabada genel bir arama yapılarak beş eşkıya, on altı şüpheli şahıs 
tutuklanmıştı. Bu aramalarda birçok silah, barut ve zararlı evraklar 
bulunmuştur. Bu harekât etrafta tesirini göstermiş, 300 kadar Ermeni eşkıya 
kendiliğinden güvenlik kuvvetlerine teslim olmuştu. 2 Nisan’da kasabanın dört 
saat güneybatısında yer alan Ali Kayası ve Sultandağı mevkilerine toplanan 
Ermeni direnişçilere karşı Zeytun’dan top takviyeli bir müfreze gön- derilmişti. 
Bu sırada bölgede Binbaşı Hurşid Bey kumandasında 22. Alay’ın bir nizamiye 
taburu, Halep Müretteb Fırkası’na mensup üç depo taburu, iki süvari bölüğü ile 
iki cebel topu bulunuyordu. Ayrıca 4. Ordu Kumandam Cemal Paşa, Maraş’a gidecek olan Fahreddin Paşa’ya gerekli olursa o çevredeki askeri birliklerin artırılması emrini vermişti (5 Nisan 1915). Zeytun’daki bu gelişmeler. Ermeni patrikliğini harekete geçirmişti. Patrik, bazı yanlış bilgilerle OsmanlI Başkumandanlık vekaleti’ne yaptığı başvuruda güvenlik kuvvetlerini suçluyordu. Buna mukabil, Başkumandanlık tarafından 8 Nisan 1915 tarihinde verilen cevabi yazıda; patriğin iddialarımn doğru olmadığı. Ermeni milletine güvenildiği fakat yabancıların iğfallerine kanmış bazı Ermenilerin de bulun- duğu, yabancı oyunlarına kananlara karşı hükümetin, vatanı korumak için en sert tedbirleri alaeağı vurgulanıyordu.

Aynı günlerde Osmanlı hükümeti, OsmanlI ordularının dünya devletlerine karşı 
savaştığı bir sırada isyan ederek dâhil! bir cephe açan Zeytun Ermenilerinin 
Konya’ya göç ettirilmelerini teklif etti ve netieede Zeytun ve Maraş’ta zararlı 
faaliyetlerde bulunan Ermenilerin Konya taraflarına göç ettirilmelerine karar verildi.




Fransız ve Ermenilere karşı Adana ve civarında mücadele eden Kuva-yı Milliye askerleri

Ermenilerin yol esnasında ve gittikleri yerlerde istirahatlarımn temin edilmesi 
hususunda her türlü tedbir alınmıştı. Maraş’tan Konya’ya üç yüz Ermeni ailesi 
gönderildi. Bunlar Karapınar ve Sultaniye eivarında iskân edildi, isyan etmeyi 
adeta alışkanlık haline getirmiş Zeytun ve Maraş Ermenilerinin Konya’ya iskânı, 
o civardaki Ermenilerle işbirliği yapmalarından endişe edilerek bir süre sonra 
durduruldu, o yıllarda Konya’da bulunan Dr. Dodd, şehre gelen Ermenilerin 1000 kişi kadar olduğunu belirtmektedir. OsmanlI Hükümeti’nin Zeytun tehcirinde rahatlığını gösteren en önemli delillerden biri de, Konya ya iskân edilen Ermenilere yardım etmek isteyen Amerikan Heyeti’ne 10 Haziran 1915’te iskân mıntıkasına gitme izni vermesidir. Nitekim kısa bir süre sonra İskenderun, 
Dörtyol, Adana, Haçin (Saimbeyli), Zeytun, Sis (Kozan) gibi yerlerden göç 
ettirilmesi gereken Ermenilerin Haleb’in güneydoğusu ile Zor ve Urfa havali- 
sine yerleştirilmesi kararlaştırıldı (24 Nisan 1915). 

OsmanlI hükümeti başlangıçta Zeytun bölgesinden yalmzea isyan eden Ermenileri tehcir etmişti. Fakat 9 Mayıs’ta Zeytun’daki Ermenilerin tamamının göç ettirilmesi emredildi. Maras’ta alınan bütün tedbirlere rağmen Ermeni hadisele- rinin önü kınamıyordu. 

Bu defa da tehcir edilmelerine karar verilen Fındıcak/Fmdıcık ve Dönüklü köyü 
Frm enileri ken- dilerini yeni iskân merkezlerine götürecek olan yirmi kadar 
jandarmaya silahla karşılık vererek köylerini ateşe verdiler. Zeytun ve Haçin 
eşkıyası burada toplanmış ve rast geldikleri köyleri yakarak, ahalisini 
katletmeye başlamışlardı. Bölgede görevli 132. Alay kumandanıyla Maras 
Mutasarrıfı Fethi Bey karışıklığı önlemeye çalışıyorlardı (29 Temmuz 1915). 
Maras’ın Fındıcak köyünde toplanan ve burayı tahkim eden 400 kadar Ermeni eşkıya yeni bir isyan başlattı. Eşkıyalar birkaç gün içerlsindç çevredeki Müslüman köylerde birçok Müslüman’ın evini yakmış, ondan fazla ؛’namülsüM katletmiş ve yalamıştı. Bu direnişi basttrmak için görevlendirilen 132. Alay ile Ermeniler arastnda 1 Ağustos 1915 tarihinde yaptlan çattşmadajandarmadan iki şehit ve üç yaralı vardı. OsmanlI hükümeti isyanı bir an önce bitirmek için 132. Alay’a takviye olarak bir nizamiye taburu ile bir cebel takımını Adana Valisi Hakkı Bey’in emrinde bölgeye gönderdi. Valiye verilen emirde eşkıyanın imhası 
sırasında, Müslümanların işe karıştırılmaması ve devlete bağlı Ermenilerin 
incitilnıemesini hatırlatıldı. Fındıcak’ta meydana gelen bu Ermeni olaylart 
Sivas vilayetinden sevk ve iskân edilecek 4000 haneden fazla Ermeni’nin de artık güvenli olmayan Maraş yoluyla değil Elbistan üzerinden gönderilmelerine sebep oldu (3 Ağustos 1915).

Amerikan Milli Ermeni Savunma Komitesi Başkanı Miran Seraslan ve maiyetinin 
Ingiliz Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği mektupta; Kilikyaya gönüllü sevk etmek 
için hazırlık yaptıkları, oradaki Ermenilerin Sis, Haçin, Zeytun, Fırnıs( 
Maraş’ta köy), Maras ve Fmdıcak’ta isyan bayrağı açarak Toroslar’dan Akdeniz’e 
kadar bir savaş sahası oluşturacakları, böylece Türklerin Mısır’a doğru 
ilerlemelerine engel olunabileceği bildirilmekteydi. OsmanlI hükümetinin yabancı devletlerin bütün kışkırtmalarına rağmen Zeytun Ermenilerinin savaş sırasında ülke içinde bir cephe açmalarım önlemiş oldu.




Zeytun Ermenileri Birinci Dünya Savaşına kadar defalarca devlete isyan 
etmişlerdi. Daha savaş başlamadan önce güvenlik kuvvetlerine karşı direniş 
halindeydiler

Ermenilerin Urfa isyanı ve Fahreddin Paşa Maraşın Fındıcak köyünde toplanan ve burayı tahkim eden 400 kadar Ermeni eşkıya yeni bir isyan başlattı. Eşkıyalar birkaç gün içerisinde çevredeki Müslüman köylerde birçok Müslüman  evini yakmış, ondan fazla Müslüman’ı katletmiş ve yaralamıştı

19. yüzyılın son çeyreğinden itibaren Urfa ve çevresi Fransız, Italyan, 
Ispanyol, Alman, isviçreli ve Amerikan misyonerlerin yoğun faaliyet sahalarından biri haline geldi, brfa’mn misyonerlerin ilgi odağı olmasındaki en önemli sebeplerden biri şehrin kavm! etnik ve kültür yapısındaki çeşitlilikti, Osmanlı Devleti’nin birçok yerinde olduğu gibi Urfa şehrinde de Türk, Kürt, Arap, Ermeni, Rum, Süryani ve Yahudi unsurlar ile birçok din ve mezhep mensubu yaşamaktaydı. Misyonerler açtıkları okullarda bu yapıya uygun olarak Türkçe, Fransızca, Arapça ve Ermeniçe olmak üzere dört dilde eğitim yapıyorlardı.






Medine dağlarında harekât sırasında karargah mensuplarıyla mela. Ortada Fahreddin Pa§a, sol başta Albay Ali Necip Bey.

1914 yılına gelindiğinde misyonerler tarafından eğitilen ve desteklenen 
Ermeniler sistemli bir şekilde, özellikle Halep yoluyla silahlanmışlardı. Bu 
yıllarda Urfa Sancağı’nda 149.384 Müslüman’a karşılık 18.370 Ermeni ve 1400 
kadar da Süryani nüfus bulunuyordu. Urfa Sancağı, asayişin sağlanması ve ordunun harekâtının güvenliğini temin için bulundukları mahallerden çıkarılan Ermenilere iskân mıntıkalarından biri olarak tayin edilmişti. Ancak Urfa Ermeni- leri Meşrûtiyet’ten bu yana isyan için hazırlanmakta idiler. İsyan için uygun bir 
zaman beklenirken silah toplanması ve 1894 doğumluların askere alınması 
sırasında Sason, Zeytun, Haçin ve Diyarbakır bölgelerinden kaçan Ermeni askerler de komitacılara katılınca, 19 Ağustos 1915 Perşembe günü Urfa’ya 7,5 km. uzakta bulunan Germüş (Dağeteği) köyünde ve Urfa’da ilk isyanlar başladı. Bu başkaldırılar üzerine Urfa’da güvenliği sağlamak için halkın elindeki silahların 
toplanması kararlaştırıldı. Yapılan aramalarda Urfa merkezde 720 tüfek. 406 
tabanca, 74 yaralayıcı afet ile 4922 fişek efe geçirildi.



Tarsus’ta Fransızların kurdukları Ermeni lejyoner okullarından biri

Daha sonra Urfa amele taburunun bir bölüğündeki Ermeni askerler ellerindeki 
kazma küreklerle saldırarak yüzbaşılarını ve bazı Müslüman erlerin bir kısmım 
şehîd ettiler ve bir kısmını yaraladılar. Bu sıralarda menzil nakliye kolları, 
amele taburları, hamal ve inşaat bölüklerinin dörtte üçü Ermeniydi. Bu güne 
kadar zararlı herhangi bir davranışı görülmeyen Ermeni askerlere artık güvenmek mümkün değildi. Osmanlı Devleti’nde huzurve adalet içinde yasarlarken bu son yıllarda bilhassa dış mihrakların kışkırtma ve maddî yardımlarıyla artık hâdiseler vahim neticelere doğru gidiyordu. Meydana gelmesı muhtemel yeni saldırılara karşı 10 Ağustos 1915 tarihinde istenen sekiz yüz tüfekten kalan ah) yüz tüfeğin de fişekleriyle birlikte gönderilmesi ve İslahiye’de kırk bölük kadar askerî kuvvetin bulundurulması Başkumandanlık’tan istendi (28 Ağustos 1915). 

Bu saldırılardan sonra 29 Eylül 1915 tarihine kadar sükûnet sürmüştür. Aynı gün Tarakçıoğ ullarının evinde toplanan Tarakçıoğullarından Bedros, Sarkis 
ve asker kaçağı Yedikardeşoğlu Mıgırdıç ve Sasonlu bir maceraçının sebep- siz 
yere silah atması üzerine, bu evi aramaya giden polis ve jandarmaya ateşle 
karşılık verilmesiyle Url’a’da isyan başladı. Ermeni mahallesinin hâkim konumu 
ve evlerin gayet sağlam olması sebebiyle jandarma kuvvetleri asayişi 
sağlayamıyordu. Çıkan çatışmada altı jandarma yaralandı. Bu yaralılardan biri 
şehîdoldu. Ermeni direnişçiler. Müslüman evlerine hücum ederek bazılarını efe 
geçirmişlerdi.

Urfa MutasarrıfVekili Nazmi Bey, Başkumandanlığa çektiği şifrede bu isyanın 
bastırılması için şehirdeki jandarma kuvvetlerinin iki misline çıkarılmasının 
yetmeyeceğini; bölgeye bir topla birlikte nizamî bir kuvvetin gönderilmesini 
istedi. Bu arada Ermeniler, Müslümanlardan da 10 kadını daha şehîd etmişlerdi. 
Urfa Mutasarrıflığının askerî kuvvet istemesi üzerine Başkumandanlık, 4. ordu 
Kumandanlığına hâdiselerin daha da büyümemesi ve Ermenilerin uzaklaştırılmaları için kuvvet şevkini emretmiştir. Bu sırada jandarmadan iki şehîd, sekiz yaralı ile halktan otuz kadar ölü ve yaralı vardı (5 Ekim 1915). Düşmanlık eden Ermeni tebaasının bulunduğu Urfa’da durum nazik olduğundan gerekli tedbirlerin derhal ve usulünce alınması için 9 Ekim 1915 tarihinde Fahreddin Paşa görevlendirilmişti. Fahreddin Paşa, Urfa’da dayanıklı binalara sığman Ermeni eşkıyası üzerine bir piyade taburu, bir süvari bölüğü ve iki sahra topu ile takviye edilmiş bir kuvvetle harekete geçmiştir. Bu tarihlerde Halep Amerikan Konsolosu Jackson, Urfa Ermenilerinin tehcir edilmemek için isyan ettiklerini belirttikten sonra mahallelerini tahkim ettiklerini, barikatlar kurduklarını ve diğer mahallelere geçmeye yarayan tüneller kazdıklarını anlatarak, direnmek için her türlü tedbiri aldıklarını iddia etmektedir.

Konsolos, Fahreddin Paşa’nın altı bin kişilik birliğine karşı direnen 
Ermenilerin hepsinin tüfekli hatta mitralyözle donanmış, uzun süre yetecek 
yiyeceğe sahip olduklarını anlatmaktadır, isyancıların bir kısmı Ermeni 
mahallesi civarında bulunan Amerikalı Misyoner Leslee’nin yetimhanesine 
sığınmıştı. Bunun üzerine Fahreddin Pasa önce Ermenilere hitaben bir beyanname yayınlayarak, teslim olmalarını istedi. Ama Ermeniler “teslim ol” çağrısına uymadıkları gibi mazgallar açarak savunma vaziyeti almaya devam ettiler. Hal böyle olunca Fahreddin Paşa, Misyoner Leslee’nin yetimhanesine yedi yabancıyı çağırarak Urfa hâdiselerini aynen gördükleri gibi anlatan bir tutanak 
hazırlatmış ve imzalamalarını istemişse de bunlar tutanağı imzalamamışlardır. 
Müteakiben Leslee’ye Ermenilerin teslim olması için iki mektup daha 
gönderilmiştir.



Amerikalı Misyoner Leslee ise bir hileye baş vurarak beyaz bir bez üzerine 
“Çıkmak istiyoruz, fakat bırakmıyorlar” cümlesini yazarak asmıştır. Ermenilerin 
bütün çabalara rağmen direnmeye devam etmesi üzerine, âsilere karsı kullanılacak top ateşi esnasında yetimhane ile içindeki yabancıların zarar görmesi ihtimaline karsı Amerikan sefirine bilgi verilmiştir (9 Ekim 1915). Urfa’daki isyanın bir an önce bastırılması son derece önemli idi. 4. Ordu Kumandanlığı’na gönderilen 12 Ekim 1915 tarihli emirde su maddeler öne çıkmaktadır:

1- İsyan eden Ermeniler bir an önce yola getirilmelidir.

2- İsyanın bastırılması, benzerlerine tesirli bir ders olması bakımından da önemlidir.

3- Gereken tedbirlerin tam vaktinde ve gereği gibi alınması mecburidir.

4- Halen Urfa’da bulunan kuvvetler bir an evvel yerlerine gönderilmelidir. 

Bunun için isyanın hemen bastırılması lüzumlu ve önemlidir. Bu emir üzerine Fahreddin Pasa, emrindeki kuvvetlerle evvela Ermeni mahallelerinin ön kısımlarını ele geçirmiş ve sığındıkları yerlerden bütün ikazlara rağmen çıkmayarak direnmeye devam eden Ermenileri top ateşiyle teslim olmak zorunda bırakmıştır. Ancak kısa bir müddet sonra Ermeni çetelerinin elebasları yine bir kolayını bularak başka bölgelere kaçmış ve isyan ve katliam faaliyetlerine devam etmiştir. Urfa isyanının propaganda malzemesi yapılmasını önlemek amacıyla üç gün sonra Başkumandanlık tarafından itilâf Devletleri ile yabancı vatandaş ve kuramlara hiçbir zarar verilmediği, elçiliklere ve basma duyurularak gerekli bilgilendirme yapılmıştır. Asilerin çok sağlam binalara sığınmış olmaları, onlara karşı top ateşi kullanmayı zaruri kılmış ve isyanın bastırılmasını geciktirmişti.

Konsolos, Fahreddin Paşanın altı bin kişilik birliğine karşı direnen Ermenilerin 
hepsinin tüfekli hatta mitralyözle donanmış, uzun süre yetecek yiyeceğe sahip 
olduklarını anlatmaktadır. İsyancıların bir kısmı Ermeni mahallesi civarında 
bulunan Amerikalı Misyoner Lesleenin yetimhanesine sığınmıştı

Âsilerden, yüz yirmiyi aşkın mavzer ve martin tüfek ile yüzü aşkın revolver 
tabanca ele geçirilmişti. Asker, jandarma ve ahaliden yaklaşık yirmi şehîd ve 
elli kadar yaralı vardı. Diğer taraftan Osmanlı hükümeti, Urfa’da isyanın 
başından beri üç yüz kırk dokuz Ermeni âsinin öldüğünü bildirmektedir. Sağ 
olarak ele geçen direnişçiler Divan-ı Harb-i Örfîlere sevk edilmiş, iki bin Urfa 
Ermenisi güvenlik içinde Musul’a göç ettirilmiştir. isyanın bastırılmasından 
sonra Urfa Amerikan Yetimhanesi Müdürü Leslee ile yabancı uyruklu kişiler 
güvenlik kuvvetlerine teslim olmuş ve koruma altına alınmıştır. Fakat bir süre 
sonra isyanın elebaşlarından biri olduğu anlaşılan Mr. Leslee bir not bırakarak 
intihar etmiştir. Misyoner Leslee’nin intihar etmeden önce bıraktığı not kısaca 
şöyledir: “Benim Urfa’daki eylemlerimden hiç kimse sorumlu değildir. Özellikle 
Kunzler ve Echart aileleri de sorumlu değildir. Bunlar yapmış olduğum hiçbir 
şeye karışmamışlardır, içtiğimi önceki misyonerhâneden getirdim. Ermeni 
ihtilaline katılmadım. Fakat ihtilal beni de sürükledi.” Misyoner Leslee’nin 
mektubu isyanda rolü olan Kunzler ve Echart’ı korumaya yöneliktir. Urfa’daki 
Ermeni isyanında yabancı devletlerin rolünün bulunduğu ortada idi. Bu tarihte 
şehirde beş yüz yirmi dokuz İtilâf Devleti vatandaşının bulunması ve isyanda 
kullanılan silahlar da bu ihtimali güçlendirmektedir. Bu şartlar altında 
Ermenilerin isyanlarına destek veren Alman Misyoner Dr. Kunzler’in, daha sonra 
yazdığı eserinde belki suçluluk psikolojisiyle Fahreddin Paşa’yı ve Türk 
kuvvetlerini suçlaması ne derece doğrudur? Dr. Kunzler anılarında hızım 
alamayarak Fahreddin Pasa’nın kurmay başkanı Kont Eberhard Woltskeel adlı 
soydaşını Ermenilere hain dediği için suçlamaktan geri durmamaktadır. Nitekim bu yıllarda Urfa’da bulunan Alman Doğu Misyonu’na bağlı olarak çalışan Jacob 
Kunzler ve Franz Echart da Urfa isyanını bastıran Fahreddin Paşa hakkında burada yazmaya bile gerek duymadığımız ve asılsız iddialarda bulunmaktadırlar.



Diyarbakır’da faaliyet gösteren Ermenllerden bir grup silah ve bombalarıyla yakalanmışlardı.

Ermeni isyanından önce Urfa gibi Antep de tehcir uygulaması dışında 
bırakılmıştı. Van başta olmak üzere bazı Doğu vilayetlerinden gelecek 
Ermenilerin buraya iskânı düşünülmüştü. 1914 Osmanlı nüfus istatistiklerine göre Antep’te kazalar hariç 14.466 Gregoryen, 393 Katolik ve 4635 Protestan olmak üzere 19.494 Ermeni yaşıyordu. Müslümanların sayısı 90.000 kadardı. Buraya çok yakın olan Zeytun ve Urfa’da İtilâf Devletlerinin desteğiyle çıkan Ermeni isyanları, Antep halkını da kötü yönde etkilemiştir. Antepliler, yaşananlardan büyük tedirginlik duymasına rağmen Ermenilerle Müslü- manlar arasında herhangi bir çatışma meydana gelmemişti. Bazı Ermeni ve Halep Amerikan konsolosluk kaynakları şehirde Ermenilerle Müslümanlar arasında çatışmaların olmamasını Fahreddin Paşa’nın dirayet ve gayretine bağlamıştır. Çünkü Fahreddin Paşa, Hıristiyanların da hazır bulunduğu bir toplantıda Müslümanları da ikaz etmiş, herkesin birbirine karşı hak ve hukuka saygılı olmasını tembihlemişti. Ayrıca Fahreddin Paşa şehirde tek bir Hıristiyan öldürüldüğü takdirde, buna cüret edeni öz kardeşi bile olsa asacağım açıklamıştı. Fahreddin Paşa, şehirdeki gerginliği azaltmak için gayrimüslim ileri gelenleri ile sürekli haberleşme ve işbirliği içerisinde olmuş, Antep Koleji’ni ziyaret ederek himayesine almış, şehirde huzur ve asayişi sağlamıştı.

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


***

22 Ocak 2016 Cuma

ERMENİ MESELESİ,



ERMENİ MESELESİ,


Yüzyıllar boyunca Osmanlı idaresi altında yaşamış olan Ermeniler,bu süre içinde toplumun bir parçasını oluşturmuşlar ,  çeşitli devlet görevlerinde bulunmuşlardır.İçlerinden bir çoğu da ticaret, musiki,edebiyat, mimari vs. gibi alanlarda önemli işler başarmışlardır.Sosyal ve iktisadi hayatta kazanmış oldukları bu statü sayesinde, Türkler’le rahatça uyum sağlayarak , en nüfuzlu reaya konumuna sahip olmuşlardır. Öyle ki görev yaptığı yıllarda Ermeniler’in Osmanlı Devleti’ndeki durumunu gözlemleyen Alman Generali Moltke, onlar için şu değerlendirmeyi yapmıştır:”Bu Ermeniler’e hakikatte Hırıstiyan Türkler denilebilir. Rumlar’ın kendi benliklerini korumalarına rağmen ,Ermeniler Türk adetlerini ,hatta dilini benimsemişlerdir.Bir Ermeni kadınını sokakta bir Türk kadınından ayırmak mümkün değildir”.Bu konumları ile Ermeniler’in” Sadık Millet “ olarak vasıflandırıldıkları da bilinmektedir. 

Ermeniler’in,bütün bu avantajları elde edebilmeleri ,Osmanlı Devleti’nin kendilerine sonsuz bir himaye ve lütuf göstermesi sayesinde olabilmiştir.Gerçekten de Osmanlı Devleti,kuruluş döneminden itibaren Ermenileri iyi niyetle himayesine almıştır.Onlar da Osmanlılar’a sığınmış , sadakatten ayrılmayacaklarına dair yemin etmiş bulunduklarından , diğerlerinden ayrı tutulmuşlardır. 

Osmanlı Devleti, bu iyi niyetli tutumunu her zaman devam ettirmişse de özellikle 19.y.y.ın ikinci yarısından itibaren Avrupalılar’ın gayr-ı müslim teba üzerindeki kışkırtıcı faaliyetlerine kanan Ermeniler, düşmanca bir tavır alamaya ve çeşitli isyanlar çıkarmaya başladılar.Bilhassa 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı esnasında ,Ruslar’ın bağımsızlık vaadlerine kapılmaları , neticede bir Ermeni Meselesi’nin doğmasına vesile oldu.Savaş sonunda imzalanan Berlin Antlaşması’nda Ermeniler’in yaşadıkları vilayetlerde ıslahat yapılması öngörülünce memnun olmadılar.Bundan sonra da Taşnak ve Hınçak Komitelerini kurup hedeflerine ulaşabilmenin vasıtası olarak terörizmi benimsediler.Bu komitelerin inancına göre “Yakın maksada gidecek biricik yol ihtilaldir.Türkiye Ermenistanı’ndaki bütün müesseseleri alt-üst etmek , değiştirmek,halkı umumi isyan yoluyla Türk hükümetine karşı savaştırmak” gerekmektedir. 

Ermeni meselesi gündeme geldiğinde ,Osmanlı tahtında yeni padişah II.Abdülhamit vardı.II.Abdülhamit Ermeni meselesi ve Doğu Anadolu ıslahatı konusunda çok kararlı bir tutum sergilemiş ve Berlin Kongresi’nde öngörülen hususları hiçbir zaman yürürlüğe koymamıştır.Alman elçisine söylemiş olduğu şu sözler, onun tutumu hakkında yeterli bir fikir vermektedir: ”Ölürüm de Ermenilere muhtariyet hakkı tanıyan Berlin Antlaşması’nın 61.maddesini uygulatmam”  [1]  

Osmanlı Devleti, I.Dünya Savaşı’nda sekiz cephede birden savaşmak zorunda kaldı.Bu cephelerden bir tanesi de Kafkasya Cephesidir.Osmanlı birlikleri Kafkasya üzerinden hem Rusları güneyden çevirecek hem de Orta Asya’daki Türkler’den yardım alınacaktı.Fakat plan gerçekleşemedi.Enver Paşa idaresindeki Osmanlı birliklerinin Kars-Sarıkamış’ta düşmana karşı bir tek kurşun atmadan şiddetli soğuk , açlık, salgın hastalıklar vb. sebeplerden donarak şehit olması  Ermeniler’e bekledikleri fırsatı verdi. 

I.Dünya Savaşı’na Osmanlı Devleti dahil olduktan sonra Ermeni komitelerinin düşmanla işbirliği ettiğine dair istihbarat Bab-ı Ali’ye ulaştıkça ve akabinde Anadolu’da birbiri ardı sıra isyanlar çıktıkça hükümet giderek telaşlanıyor fakat hadiselerin durulacağını varsayarak kesin bir tedbir almak yoluna gitmiyordu.Bu süre içinde günün Dahiliye Nazırı Talat Bey, Erzurum Mebusu Varteks Efendi’ye “Ermeniler bu çeşit muamalelere devam ettikleri takdirde çok şiddetli tedbirlerle karşılaşacaklarını “ bildirmiş , Başkumandan Vekili Enver Bey de aynı şekilde patrikle görüşerek cemaatine barış nasihatinde bulunmasını istemiş ve devamla söz konusu hareketler “umumi bir mahiyet aldığı takdirde askeri hükümetin en sıkı tedbirleri almak mecburiyetinde kalacağını  da” vurgulamıştır. 

Çeşitli uyarılara rağmen Ermeniler’in Müslüman ahaliyi katletmeye başlamaları askerleri müteessir etmiş; ordu daha etkili bir tedbirin alınmasını , askeri zorunluluk olduğu kadar insani bir görev olarak da görmeye başlamıştı.Nitekim ordu Dahiliye Nezareti’ne 2 Mayıs 1915’te başvurarak “ya isyankar Ermeniler’i ve ailelerini Rusya hududu dahiline sürmek, yahut meskun (isyankar) Ermenileri Anadolu dahiline muhtelif yerlere dağıtmak lazımdır.Bu iki şıktan münasibinin iltihabı ile icrasını rica ederim” diyordu. 

27 Mayıs 1915’te çıkan kanun ile Ermeniler’in savaş alanı olmayan Suriye’ye mecburi göç ettirilmesine karar verildi. 

Ordu ,26 Mayıs 1915’te yeniden Dahiliyeye müracaatla Ermeniler’in Doğu Anadolu vilayetlerinden, Zeytun’dan ve yoğun bulundukları diğer yörelerden Diyarbakır vilayeti güneyine Fırat Nehri vadisine , Urfa, Süleymaniye yakınlarına gönderilmelerini ve bu yer değiştirme operasyonu sırasında Ermeni nüfusun gönderildiği yerlerdeki aşiret ve müslümanların sayısının %10 oranını geçememesine , göç ettirilecek Ermenilerin kuracakları köylerin her birinin 50 evden çok olmamasına ve göçmen ailelerin seyahat ve nakil suretiyle de olsa yakın yerlere ev değiştirmemesine dikkat edilmesini istedi. 

Osmanlı, Ermeniler’in yerlerinin değiştirilmesi kararının düzenli ve güvenli bir şekilde uygulanması için gereken önlemleri almıştı.İskan yerlerine gelen Ermeniler, durum ve yere göre , ya mevcut köyler ve kasabalarda inşa edilecek evlerde yada hükümetçe belirlenecek  yerlerde kurulacak köylerde yerleştirileceklerdi.İskan yerlerine sevk edilen Ermeniler’in can ve malları korunacak –Ermeniler bütün taşınabilir mallarını birlikte götürebilirlerdi-beslenmeleri ve istirahatları sağlanacaktır. Ermeniler’in beraberinde götüremeyecekleri eşyaları sahipleri adına açık arttırma ile satılacak , bedeli hükümetçe ödenecektir.Talat Bey ,30Temmuz 1915’te yayınladığı ek bir kararla gülünç denilecek fiyatlar üzerinden mal satın almış kişiler varsa , satışları iptal etmek , fiyatları normal seviyeye yükseltmek ve kanun dışı kar sağlanmasını önlemek için gerekli önlemleri almalarını ilgili mülki mercilerden talep ediyordu.28 Ağustosta ise Dahiliye Nezareti , diğer hususların yanı sıra , tehcir edilenlerin sağlık durumlarının kontrol edilmesini , hastalara, hamile kadınlara ve bebeklere ihtimam gösterilmesini emrediyordu.Yine aynı yazı hasta kadın ,çocuk ve yaşlıların demiryoluyla , geri kalanların ise atlarla ve arabalarla sevk edilmelerini; her kafileye yiyecek stoku sağlanıp muhafız birliklerinin refakat etmesini kayda bağlıyordu.Devamla Müslüman halkın muhtemel saldırılarına karşı emniyet tedbirleri alması , bu konuda teşebbüsü  veya ihmali görülenlerin Divan-ı Harbe verilmeleri vurgulanmıştır.  [2]  

İlk Dünya Savaşı’nda 26 Şubat 1919’da Erzurum’u kaybederiz.Şehre Rus taburlarının başında Ermeni asıllı Antranik isimli bir kumandan girer .Öldürdüğü Türk sayısı 16.000. kadardır.Harput’ta bir Amerikan Koleji vardır.Buradaki öğretmenlerden Miss Jayson Smith anlatır ki:” Antaranik’in ruhu , sokakta rastladığı her Türk’ü öldürmeye göre ayarlanmıştır” 

Görüldüğü üzere Osmanlı sekiz cephede bile savaşırken öncelikle azınlıkların güveliğini düşünmüştür.Fakat Ermeniler’le beraber diğerleri yabancı devletlerin kışkırtmaları sonucu devlete isyan etmişlerdir.Yıllarca idaresinde barındırılıp ayrıcalıklı muamelesi yapılan Ermeniler bunu unutmuşlar ve devletin en nazik zamanında Doğu Anadolu’da savunmasız durumdaki kadın, çocuk ve yaşlıları hunharca katletmekten geri durmamışlardır.Aradan uzun zaman geçmiş olasına rağmen bu gün hala Doğu bölgelerimizde Ermeniler tarafından katledilen Türkler’in toplu mezarlarına rastlanmaktadır.Buna rağmen Osmanlı Devleti onları sadece Suriye’ye göç ettirmekle yetinmiştir.Aynı durum bu gün bizlere insan hakkı dersi vermeye çalışanların başına gelse nasıl davranacaklarını tahmin etmek hiç te güç değildir.Bu olay Türkler’in Ermeniler’i katli şeklinde anlatılmış ve bu sorun değişik zamanlarda bu gün bile karşımıza çıkmaktadır.Tehcir Kanunu’nu imzaladığı için Talat Bey en büyük düşman olarak görülmüş , aradan yıllar geçtiği halde Ermeniler’in  intikam duyguları bitmek bilmemiştir.Talat Bey, Berlin’deki evinden çıkarken Teleyran adındaki bir Ermeni tarafından vurularak öldürülmüştür.Yakalanan katil Talat Bey’i 1915 yılında çıkarılan Tehcir Kanunu’ndan dolayı öldürdüğünü çekinmeden itiraf etmiştir. Sonraki tarihlerde ASALA  adındaki Ermeni Terör örgütünün çeşitli faaliyetlerine rastlamaktayız. Çeşitli Avrupa ülkelerinde sözde  24 Nisan 1915 Ermeni katliamı anısına anıtlar dikilmektedir. 

Anadolumuz üzerinde bir yüzyıldan fazla bir süredir devam ede gelen niyet ve eylemler karşısında pasif ve üşengeç davranışımız , milletlerarası arenada sahnelenen senaryolarda etkili olmamızı kesinlikle engellemiştir. 

Nasıl engellemesin ki ,Ermeniler’in ,dış ve özellikle Rus desteği ile başlattıkları “Anadolu’da devlet ve katliam bedeli” gayretlerinin çıkış noktası olan 1874’ten 1985  yılına kadar yayınladıkları Avrupa dillerindeki eserlerin şöylece bir sayısı 3582 (Üçbinbeşyüzsekseniki)’dir.Çoğunun önsözünü o zamanın başbakanları,dış işleri bakanları , tarihçileri ve ünlü edebiyatçıları yazmışlardır.Ermeni örgütleri bu eserleri mükemmel bir dağıtım sistemine bağlamış , gazetelerde eleştiriler yapılmasını sağlamış ve bir Avrupa ve Dünya kamuoyu oluşturulmasında en akıllı yolu seçmişlerdir. 

Bizim ise , şu üçbin küsür esere karşı mücadelemizde kullandığımız fikir silahlarının yekünu sadece 12 (oniki)’dir. 

Bu dengesizlik karşısında “Avrupalı niçin bize değil de onlara kulak veriyor ?” şikayetinin müdafaa edilebilir tarafını bulmak hakikaten zordur.  [3]  Bütün bunların sebebi kendi tarihimizden gerekli dersleri almayışımızdır. 

Yabancıların farklı düşünmelerini beklemek zaten mümkün değildir.Bizleri üzen asıl taraf hala Türkiye’de kendi tarihinden habersiz insanların varlığıdır.İlk önce buradan başlamak lazımdır. 



 [1]   .Vahdettin ENGİN:Terörün Tahta Uzandığı Gün  Tarih ve Medeniyet Dergisi S:10-11 Sayı:5 Temmuz 1994 

 [2]   .Mim Kemal ÖKE:Ermeni Sorunu  TTK Basımevi –Ankara 1991 

 [3]   .İlhan BARDAKÇI:Ermeni Şirretliğine Karşı Hala Gaflet Uykusundayız Tarih ve Medeniyet Dergisi   S :17-21 Sayı:5 Temmuz 1994 


TALAT PAŞA’NIN KATLİ VE ALMANYA

Mondros'un imzalanmasıyla, Osmanlı'nın savaş yıllarındaki liderleri olan Talat, Enver ve Cemal Paşa’lar, yenilginin hemen ardından, bir savaş suçlusundan ziyade, Ermeni olaylarının da baş faili olarak görüldüklerinden, İngiliz ve Fransızlar’ın cellât kesildiği bir ortamdan kurtulmak için, İstanbul'dan kaçmışlar, Talat Paşa  gizlice Berlin'e, Türkler'i savaşa iten Kayzer Wilhem'in kucağına sığınmıştı.. Üç yıl aradan sonra, 1921 yılında, bir sabah, sokakta yürürken, Ermeni İntikam Örgütü Nemsis'in üyesi olan ve "bir akıl hastası gibi" gösterilen Tehleryan adında örgüt üyesi biri tarafından vurularak öldürülecektir. Katil, Alman gizli servisinin de yardımıyla, bu işi gerçekleştirmişti. Katil, Tehleryan, cinayetle suçlandı ve yargılandı. Ancak, General Liman Von Sanders'in, katil Tehleriyan'ın lehinde ifade vermesi ve mahkemeye, ailesinin tümünün, (Ermeni kıyımlarında, Talat Paşa’nın İçişleri Bakanı - Nazır olarak bulunduğunu, bundan da büyük ölçüde bu olayda Talat Paşa sorumlu gösterilmişti.) yok olduğu bildirildiğinden, katil Tehleryan kısa zamanda serbest bırakıldı. Aynı yıl, Berlin'de iki, Roma'da bir Türk daha kıyımla ilgili olarak katledildi. 

Almanya da, yenilginin de acısıyla, tepkilerini üzerlerine çekmemek için, Ermeniler’den yana tavır almış, Ermeniler’in iddia ettiği 1915 yıllarında, Almanlar’ın Türk ordusundaki etkilerini unutturmak için, büyük olasılıkla, Alman gizli Servisi, Talat Paşa’yı ortadan kaldırmayı, konuşmasına ve bazı gerçeklerin ortaya çıkmasına fırsat vermemek için böyle bir suikastı      " gerekli " görmüşlerdi. Böylece, Liman Von Sanders gibi Türkiye'de, özellikle de 1914 -1919 yılları arasında, Türk- Alman askeri ittifakının yapıldığı bir sırada başlayan savaşta, oldukça yetkili ve sorumlu olmaları, Almanlar’ın Ermeniler’e oldukça kin duydukları, Almanlar’ın Ermeniler’i "Rus ajanı" olarak nitelemeleri, hatta Türkler’in Ermeniler’e karşı harekete geçmesini bile bazı Türk yetkililerinin karşı çıkmasına rağmen " Tehcir kararını Alman subaylarının baskısıyla Türk yöneticilerinin aldığını ve bu doğrultuda Alman subaylarının Türkler’e emirler verdiğini çok iyi bilen Sanders Paşa, sonunda, Talat Paşa’nın, " gelecekte Almanlar’ı ve Sanders Paşa’yı deşifre etmemesi için", bir anlamda Talat Paşa’yı değil, Ermeniler’e karşı yapılan uygulamalarda Almanlar’ın rolü olduğu gerçeğini açıklamasından korkarak, Talat Paşa’nın yaşayan şahsında, yapacağı tarihi konuşmaları aslında "katlederek" engelleme yoluna gitmişlerdi.. Bu gerçekti. Talat Paşa’yı, Alman gizli servisinin kiralamış olduğu akıl hastası numaralarına yatan, Tehleriyan'a yaptırmaları, sadece bir iz atmak ve şaşırtmaktan başka bir şey değildi.

Talat Paşa’yı Almanlar ortadan kaldırmıştı. Sanders Paşa’nın, Ermeni olaylarının yaşandığı 1915 sıralarında, "Rus ve İngilizlerle işbirliğine girişen Ermeniler’e karşı oldukça şiddetli davrandığı, Türk subaylarını yönlendirdiği" görüşünün doğrulanmaması için, en yakın çalıştığı kişiyi, Talat Paşa’yı, ne yazık ki; kendi elleriyle, akıl hastası raporu verilen, aslında Ermeni İntikam Örgütünün aktif bir elemanı olan "sağlıklı birine", Talat Paşa’yı "susturma görevi" verilmiş olmakla, aynı zamanda da Almanlar’ın 1915 yılında, Tehcir Kararı dahil, Türkler’i, Rus yanlısı Ermeniler’e karşı kışkırttıkları ve suça ittikleri yılları unutturmak için, sözde suçların bütünüyle, Talat Paşa’nın ve Türkler’in üzerine sonsuza kadar yıkmış oluyorlardı.. Böylece Almanya, kendisini Ermeniler’e karşı işlendiği söylenen suçlamalardan, güya aklamış oluyordu. Eğer ki Türkler, Ermeniler’e karşı suçlu ise, bu suçun işlenmesinde yüzde yüz Türkiye'deki Almanlar’ın da suçlu olduğu kesindir. Çünkü Tehcir kararının çıkmasında Almanlar, özellikle İstanbul'daki büyük elçileri, nasıl ki iki Alman gemisini gizlice Rus Limanlarını emrivaki bir şekilde bombalatmışlar ve Osmanlı’yı savaşa sokmuşlarsa, Tehcir Kararını da, Türk idarecilerinin karşı olmalarına rağmen (başta Cemal Paşa), Alman büyükelçisinin özelikle Enver Paşa’ya bastırmasıyla alındığı ayrıca tartışılması gereken bir durumdur. Şimdi yerel Alman parlamentoları sözde Ermeni soykırımını kınama kararları alarak hala, kendilerini bu işten uzak tutmaya çalışıyorlar. Türkler suçluysa Alınanlar da en az Türkler kadar suçludur. Almanlar suçsuzsa, Türkler de suçsuzdur.

Yaşanan Türk- Ermeni olaylarında, aslında Almanlar da Türkler’i Ermeniler’e karşı kışkırtmış, onlara karşı daha sert, yıldırıcı tedbirlerin alınmasını sağladıkları da bilinen bir gerçektir, özellikle "Tehcir Yasası" bütünüyle Almanlar’ın fikri olup, Alman etkisindeki Genel Kurmay ve İç ve Dışişleri Bakanlıkları'na bu kararları uygulattıkları da, ayrıca araştırılması gereken bir tarihi bir konudur. Almanlar, Liman Von Sanders ve Wilhelm, gizli planlarını, Anadolu'da Türk ve Ermeniler’i kullanarak işe başlamışlar, sonuç facia ile 30 Ekim 1918 de noktalanmış, ama savaşın o döneminde Türkiye'de bulunan askeri Alman sorumluları, hemen kaçmışlar, bütün belgeleri de gemilerle Almanya'ya kaçırmışlardır.

Şimdi, Almanlar’ın, Ermeni olaylarında baş sorumlu kişi olarak görevli Sanders'i, o günlerde Türkiye'de bulunan Pierre Loti'nin  “Sevgili Fransa'mızın Doğu'daki Ölümü" adlı eserinden okuyalım.”Bilinen bir gerçek vardır ki, İngiliz ve Fransızlar İstanbul'u işgal ettiklerinde, ilk olarak Sanders'in yargılanması işine el atıyorlar. Pierre Loti bu konu hakkında, 1919 yılında,  "İstanbul'da Fransız Generalimiz Franchet D'Esperey'in, Alman Generali Liman Von Sanders'i, Ermeni katliamlarını emreden kişi olduğu için Harp Divanı'na verdiği biliniyor. Birçok Türk'ün bu suça engel olmak için durumlarını ve hayatlarını riske attıkları da biliniyor ve Ermeniler bunu kendileri söylüyorlar." diye yazar. Almanlar ve Sanders, Talat Paşa’yı, gizli servislerine verdikleri talimatla, Ermeniler’in de gönlünü alırcasına, yine bir Ermeni’nin adını olaya karıştırarak, kendilerini yine gizlemeyi, Ermeniler’i yine aldatmayı ve de en azından dünya kamuoyunun eleştirilerinden uzak durmalarını sağlamışlardı.

Talat Paşa vurdurulmakla bu iş bitmemişti. İşgalciler, İstanbul'u işgal ettiklerinde Fransız General Franchet D'Esperey'in, Alman generali Liman von Sanders'in Ermeni katliamlarını    "emreden kişi" olduğu gerekçesiyle harp divanına verdiğini öğrendiğimiz Pierre Loti'den yine ilginç bir bölüm daha okuyalım; " Elimde, dünya savaşı başında, katliamların provokatör ajanları ve Ermeniler’in Asya'daki faaliyetleri ile ilgili kontrol edilmiş, imzalanmış ve parafe edilmiş can sıkıcı dosyaları var." diye yazıyordu.

O dönemin bilinen gerçeklerini, bir yandan Almanlar yok ederken, bir yandan da Fransız ve İngilizler, konuları çarpıtarak kendilerine göre şekillendirdiler.

Talat, Enver ve Cemal Paşa’lar, Almanlar’ın etkisinde, yalnız bir imparatorluğu yıkmakla kalmamışlar, aynı zamanda yaşamlarını da esrarengiz biçimde yok ettirmişlerdi. Almanlar kendilerini büyük bir "manevrayla Ermeni suçundan temize" çıkarırlarken, yaptıkları ve işledikleri bütün savaş olaylarını, Türkler’in üzerine yıkarak, bir kenara çekilmişlerdi!.

Osmanlı’nın savaşa girmesinde, Türk-Ermeni kapışmasında, dönemin emperyalist Alman politikacılarının payları, Türkler’den kat be kat fazlaydı. Özellikle iç isyanlarda, herkesin, Alman vesayeti ve emri altına girmiş olan ordunun, yenilgilerini ve başarısızlıklarını, "Alman askeri emirleri" olarak değerlendirmesi gerekir. Almanlar, 1. Dünya Savaşı'nda oldukça yanlış ordu yönetimleriyle Ruslar’ın, İngilizler’in ve Fransızlar’ın şiddetini üzerlerine çekmişler bunun bedelini de, Almanlar’a müttefik olan Türkler’e ağır biçimde ödettirmişlerdi. Aslında, Osmanlı İmparatorluğu'nu İngilizler değil, bu gizli oyunlarla sanki Almanlar yıkmıştı. İşte, müttefikimiz olan Almanlar bunlardı!. O da kendine göre bir oyun içindeydi.

Selahattin SERT: Fransızlar’ın Ermeniler’i Yok Etme Planı Kilikya 1918–1922 Haçin Ölüm Kampı S:29–33 Kum Saati Yayınları,  İstanbul, 2005


http://www.akintarih.com/ermeniler/talat_pasanin_katli_almanya/talat_pasanin_katli_almanya.html


http://www.akintarih.com/ermeniler/ermeniindex.html


..

29 Temmuz 2015 Çarşamba

AMERİKADA ERMENİ MESELESİ NASIL GELİŞTİRİLDİ ???




AMERİKA DA ERMENİ MESELESİ NASIL GELİŞTİRİLDİ ???


DR. M. GALİP BAYSAN :


Galip_Baysan20
AMERİKADA ERMENİ MESELESİ NASIL GELİŞTİRİLDİ
Geçenlerde bir yazımda Amerika’da Ermeni meselesinin nasıl doğduğunu anlatmaya çalışmıştım. Yoğun bir Hıristiyanlık algısı ile doğan Ermeni sevgisi daha sonraki yıllarda daha da geliştirildi ve ABD’nin Birinci Dünya savaşına katılma nedenlerinden biri haline getirildi.
Morgenthau’nun kitabının çıktığı 1918 Aralığına kadar Amerika’da en etkin propoganda kitabı, İngilizlerin ünlü propaganda yayını Mavi Kitap olarak bilinen Vikont Bryce’ın “The Treatment of Armenions in the Ottoman Empire / Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermenilere Karşı yapılan Muamele” adlı hazırlanışını yakından izlediğimiz kitap oldu. Bunun bir sebebi de onun 1888’de Amerika Tarihi ile ilgili yazdığı “The American Commonweath” adlı kitabın Amerika’da akademik çevrelerde büyük kabul görmüş olmasıydı. Amerikalılara hitap edebilecek imkâna sahip olması nedeni ile özellikle seçilmişti. Savaştan önce Amerika’da uzun yıllar elçilik yapmış olması da ayrı bir avantajı idi. Meselâ Amerika’daki misyoner kuruluşları Ermenilere yardım için açtıkları kampanyalarda kendi propagandalarına destek sağlamak için“eski dostumuz büyükelçi Bryce’da iddialarımızı doğrulamıştır.” gibi ifadelerle, Türk düşmanlığına destek buluyorlardı.[1]
Amerika kamuoyunu kazanmak amacıyla, İngilizler başlattıkları dev propaganda kampanyası” sırasında, Amerikan gazetelerine de Bryce Raporu’nun önemli kısımlarının yazılması için dağıtıyorlardı. “The New York Times, Philedelphia Public Ledger ve Chicago Herald gibi gazeteler bu Ermeni dehşeti öykülerine oldukça fazla yer vermeye başladılar. Current History (Güncel Tarih) adlı New York Times’ın çıkardığı aylık dergi, Bryce Raporu’nun uzun giriş bölümünü doğrudan veren ve raporun Türk vahşetiyle ilgili en korkunç kısımlarını özetleyen Türk karşıtı makaleleri orta sayfa serileri olarak veriyordu. New York Times gazetesi üç sayfasını Bryce Raporu’na aktarmak için kullanmıştı. New Republic Bryce’ı kaynaklarının seçimi ve kanıtları için övmüştü, ancak bu kaynakların çoğunun anonim olduğundan hiç bahsedilmemişti. Aksine raporun özeti verilmiş ve Türkler kınanmıştı. Diğer gazete ve dergiler de aynı şeyi yapmış, raporun özeti ya da rapordan alıntıları yayınlamışlardı.[2]
“Wellington House, Bryce Raporu’nu diğer propaganda yayınları için bir kaynak olarak kullandı. Kitabın en inanılmaz bölümü, sadece Osmanlı kabine üyeleri ve Genelkurmayınca bilinebilecek hayal mahsulü kararların anlatıldığı ‘Müslüman Askerlerin Raporları’ isimli iki kısa raporun yer aldığı kısımdı. Söz konusu askerler Ermenilerin öldürülmesi için, birinin bizzat Şeyhülislam tarafından verildiği iddia edilen tamamen hayali emirleri rapor ediyorlardı.”[3]
Raporlar propaganda yazıları maalesef gerçek gibi kabul edilecek ve yıllar sonra bu konuda bilimsel çalışmalar yapan bazı yazarları da etkileyecektir. Meselâ bunlardan biri olan Howard M. Sachar, The Emergence of The Middle East 1914–1924 (Orta Doğu’nun Doğuşu) adlı kitabında bakın ne diyor:
“Türk – Ermeni ilişkileri savaşın başlamasından birkaç ay sonra, Türklerin Ermenileri sistematik olarak katletmeleri sonucu bozuldu. 1915 yılında katliamlar Amerikan misyonerleri tarafından duyuruldu. Onların bildikleri hem Amerikan basını, hem de Bryce Raporu ile geniş ölçüde kamu’ya duyuruldu. Böylece ABD’nin en büyük şehirlerinde zincirleme bir yoğun sempati (Ermenilere) hareketi başladı. Başkan Wilson, kurbanların yararına müdahale etmesi için halktan ve dinsel kuruluşlardan onbirlerce mektup aldı. Bu normal olmayan bir reaksiyondu. Çağdaş batı yaşamında böyle büyük çaplı bir şehitlik ve vahşilik örneği mevcut değildi. ABD’nin Hıristiyan halkına Ermeniler, tarihi (dinsel, yer altı sığınakları, mezarlıklar arenalar ve gladyötörlerin işkencesi altında acı çeken ilk hıristiyanları) hatırlatıyordu. Sanki bu yirminci yüzyıl versiyonuydu.”[4]
Ağustos 1915’te Morgenthau’nun teşviği ve Cumhurbaşkanı’nın hararetli konuşması sonrasında bir Yakın Doğu (daha ziyade Suriye ve Ermeniler için ) Yardım Fon’u oluşturuldu. Türk zulmünün kurbanları için bağış toplanmaya başlandı. Tarihte halkın büyük bir cömertlikle gönülden katıldığı böyle bir genel cömertçe yardımlaşma zor görülebilir. Ülkenin en büyük şehirlerinde New York’un Amsterdam Opera Binası, Philadelphia Stadyumu, Detroit’deki Billy Pazar Çadırı ve diğer meydanlarda toplantılar yapıldı. Başkan Wilson ve Theodore Roosevelt telgrafla, Morganthau ateşli bir konuşma ile katıldılar. Senatörler, Din adamları, Milletvekilleri, belediye başkanları ve pek çok seçkin insan konuşmalar yaptılar. Brodway’de çalışanlar ve film yıldızları dev bir Yakın Doğu’ya yardım yürüyüşü yaptılar. Harvard – Yale 1916 Futbol maçı geliri fon’a bırakıldı. Kongreye verilen bir teklife ve 22 Ekim 1916’da alınan bir karara göre; her sene bir Pazar günü “Orta Doğu Kurtarma” günü olarak kabul ediliyor ve Amerika’daki 50.000 kilise bağış toplamaya devam ediyordu. Bundan böyle “açlık çeken Ermeniler” Amerikan şefkatinin bir büyüsü olmuş gibiydi. Büyük yardımlar yapılmağa başlandı. Rokfeller Vakfı 150.000 dolar, Gugenheim Fonu 30.000 dolar, New York Hipodromundaki toplantıdan 75.000 dolar, Hediyelerle 10.000 dolar, birkaç yüz zengin aileden 5.000’er dolar, ayrıca yüzbinlerce kişi’den yardımlar. 1915 yılında toplam 6.000.000 dolar, 1916’da 20.000.000 dolar yardım toplandı.[5]
Toplanan paralar İstanbul’daki Amerikan Büyükelçisi Morganthau’ya gönderiliyor ve Osmanlı devleti içinde dağıtımı o ayarlıyordu. (Tabii ki paraların nereye gittiğini ve gerçek dağıtımın örgütlere mi, kiliseye mi, yoksa bütün bu olaylar yüzünden yollara düşen, gerçek ihtiyaç sahibi insanlara mı gidecekti, bunu tahmin etmek cidden zordur.) Osmanlı yöneticileri (büyük bir insanlık örneği göstererek) paranın alınmasına ve dağıtılmasına itiraz etmediler. 1917 yılında bir ayda 100.000 dolar gelmeye başladı.[6]Morgenthau gelen yardım paralarının (önemli) bir kısmını Filistin’deki Musevi örgütlerine aktardı[7] Çünkü Sykes-Picaut Anlaşması gündeme girmişti ve bölgede başka büyük oyunlar oynanıyordu.
Dr. M. Galip BAYSAN
DİPNOTLAR:
[1] Osmanlı’dan Günümüze Ermeni Sorunu, Justin Mc Carthy, Birinci Dünya Savaşı’nda İngiliz Propagandası ve Bryce Raporu, s.35 (Editör, Hasan Celal Güzel, 2. Baskı, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara- 2001).
[2] Aynı Eser, s.35.
[3] Aynı Eser, s.35-36.
[4] Howard M. Sachar, The Emergence of The Middle East, 1914-1924, s.342 (The Penguin Press, Washington – 1969).
[5] Aynı Eser, s. 343.
[6] Aynı Eser, s.343.
[7] Aynı Eser, s.194


..