30 Ocak 2020 Perşembe

OSMANLI DÖNEMİNDE MİSYONERLİK FAALİYETLERİ BÖLÜM 1

OSMANLI DÖNEMİNDE MİSYONERLİK FAALİYETLERİ BÖLÜM 1



                                                                                              
Ayten SEZER*
* Dr. Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü


            GİRİŞ

Bu yıl kuruluşunun 700.yılı kutlanan Osmanlı Devleti, tarih sahnesine çıkışından itibaren yaklaşık üç asır içinde dünyanın sayılı büyük devletleri arasına girdi. Ne var ki, bu üçüncü asrın sonlarında -18.yüzyıla gelindiğinde- Avrupa’daki gelişmelerin de tesiriyle güçlü devletler karşısında sürekli gerilemeye başladı. Osmanlı’nın  bu geri kalışında pek çok faktörden söz etmek mümkün ise de, yıkılışında rol oynayan etkenlerden birisi hiç şüphe yok ki misyonerlik faaliyetleridir.
Bu araştırmada Hıristiyanlığın farklı mezheplerine mensup kişi ve kuruluşların Osmanlı topraklarında yürüttükleri  çeşitli faaliyetleri üzerinde durulacaktır.

I . MISYONERLIK,  AMAÇLARI VE KULLANILAN METOTLAR

 Hıristiyanlığı dünyaya yaymak için çalışan kişilere ‘misyoner’, bu amaçla yürütülen çalışmalara da ‘misyonerlik’ denilmektedir. Kökeni Latince ‘göndermek’ anlamına gelen ‘mittere’ fiiline dayandırılan ‘mission’ kelimesi Fransızca’dan Türkçe’ye geçmiştir. Bu kavram  ‘özel görev, özel görevli kurul, dini görev ve yetki’ anlamına geldiği gibi aynı zamanda ‘misyonerlerin Hıristiyan olmayan ülkelerde bu dini yaymak için kurdukları teşkilata’[1]  verilen bir isim olarak da kullanılmaktadır.

            Hıristiyanlık inanışına göre Hz. İsa etrafına topladığı havarilerine: “İmdi, siz gidip bütün milletleri şakirt edin, onları Baba ve Oğul ve Ruhül kudüs ismile vaftiz eyleyin, size emrettiğim her şeyi tutmalarını onlara öğretin; ve işte ben bütün günler dünyanın sonuna kadar sizinle beraberim” [2] diyerek onları vaaz etmek için görevlendirmiştir. Bundan dolayı ‘Havariler’ ilk misyonerler olarak kabul edilir. Başlangıçta dini gayelerle kişisel gayretler şeklinde başlayan bu faaliyetler zamanla oldukça güçlenir ve özellikle mensubu bulundukları ülkelerin siyasi, sosyal, kültürel, ticari ve ekonomik menfaatleri doğrultusunda emperyalizmin gelişmesine katkı sağlayan bir teşkilat halini alır.

            İlk misyonerlerden kabul edilen Aziz Paulus (St.Paul), Hıristiyanlığı yaymak amacıyla Anadolu, Makedonya ve Yunanistan’da kiliseler kurmuş ve onları teşkilatlandırmıştır. Havariler ve yardımcıları sayesinde Hıristiyanlık bütün Roma dünyasına, 10.yüzyıla gelindiğinde ise İsveç, Bohemya ve Danimarka’ya kadar yayıldı. Böylece Alman ve İskandinavların da Hıristiyanlığı benimsemesi ve Roma Katolik Kilisesinin Avrupa’ya hakim olmasıyla  Hıristiyanlığın bütün dünyaya yayılması için harekete geçildi. Bu amaçla Papalık tarafından 1662’de Vatikan’da ‘Propaganda Kongregasyonu ‘ adıyla bir ‘Misyonerlik Bakanlığı’ kurulurken Paris’te de giderlerini Papalık Propaganda Dairesi’nin üzerine aldığı “Dış Misyonlar Papaz Okulu”  açıldı[3].

 Misyoner faaliyetlerine bakıldığında özünün dini olduğu ve misyonerlerin de genelde din adamlarından oluştuğu görülür. Ancak, bu durum zamanla değişir ve özellikle son yüzyıllarda ruhban olmayan kişilerin de misyoner olarak görev yaptıkları gözlenir. Şöyle ki, din adamlarının yanı sıra çoğu zaman bir doktor, bir öğretmen, bir hemşire, bazan bir barış gönüllüsü, hatta araştırmacı görünümünde bilim adamı olarak görev yapan misyonerlere rastlamak mümkündür.
 Misyonerlere göre amaca ulaşmak için her yol ve her meslek kullanılabilir.  Kendilerini İncilin bir neferi, bir hizmetkarı olarak gören misyonerlerin ana gayesi yeryüzünde güçlü bir Hıristiyan topluluğu meydana getirmektir. Onların ifadesiyle ‘dinsiz’ dünyayı Hıristiyanlaştırmaktır. Bunun için bilmeyenlere İncili öğretmek, Hıristiyan olmayanları bu dine davet etmek veya kendi mezheplerine insan kazandırmak için çalışırlar.

 Misyonerlerin amaçlarına ulaşmak için en çok kullandıkları araçlar arasında okullar önde gelmektedir. Onlara göre eğitim ve öğretim yoluyla öğrencileri Hıristiyanlaştırmak esas gayedir. Henry H.Jessup isimli misyoner bu konuyu şu sözleriyle açıklamaktadır: “Misyonerliğin başarısı için temel şart okullardır. Haddizatında bu da gaye olmayıp vasıtadır. Şu da bir hakikattir ki misyonerlerin yahut İncilin başka yollarla sokulmaya imkan bulamadığı bir çok yerlere İncil okul vasıtası ile sokulabilmiştir”[4]. Katolik Cezvitlerine göre ise: “İlk misyoner okuldur”[5]. Okullardan başka misyonerlerin kullandıkları bir diğer araç matbaadır. Gittikleri bölgelerde kurdukları matbaalarda başta dini eserler olmak üzere çeşitli konularda pek çok dilde gerekli olan eserleri yayınlarlar. Matbaa ve okulların yanı sıra misyonerlerin kullandığı bir diğer kurum hastanelerdir. Onlara göre, “İnsanın olduğu yerde acılar da vardır. Acıların olduğu yerde doktorluğa ihtiyaç vardır. Doktorluğa ihtiyaç olan yerde de misyonerlik için uygun bir fırsat vardır”[6].  Bu konuda Türk Misyonlarına Yardım Cemiyeti’nin yayınladığı bir kitapta hastanelerin rolü şu şekilde belirtilmiştir:[7] “Tıbbi Misyonlar İncil öğretiminin öncüleridir. Bunlar, başka bir evanjelizm ağacı dikilmesi imkansız olan yerlerde fidan yetiştirebilirler. Doktor, diğer misyonerlerle ne bir münasebeti olan ne de münasebeti isteyen bir çok insanı doğrudan doğruya kabul edebilir. Bir hekim nerede olursa olsun bir dispanser açtığı zaman şifa verici mahareti yüzünden kendisine başvuranlarla kuşatılır. Bu yobaz bir İslam mollası veya bir fakir onun elini öpecek; kör, topal, mefluç insanların, can çekişen ana babaların İsa’ya hazin yakarışlarına andıran bir sesle ona yalvaracaklardır”. Yabancı dil kursları, çok sayıda dispanser ve sağlık ocakları ve  yetimhaneler gibi çeşitli yardım kuruluşları da en fazla kullanılan yerler arasındadır. Bu kanallarla bir taraftan karşılaştıkları topluluklara Hıristiyanlığı yayarlarken, diğer taraftan da onları kendi din ve kültürlerinden uzaklaştırmak için çaba sarfediyorlardı. 
            Bu yolla yürütülen çalışmalar sonunda Avrupa, Rusya ve Amerika’ya kadar yayılan misyonerlik faaliyetleri Müslümanlar arasında da başlatılır ve hatta Uzak Doğuya kadar uzanır. 19. yüzyıldan itibaren sömürgeciliğin gelişimine paralel olarak Asya, Afrika, Çin ve Japonya gibi ülkeler de misyonerlik faaliyetlerine maruz kalırlar.

 Misyonerlik  gayesiyle kurulan en eski ve güçlü misyon teşkilatlarının İngilizlere ait olduğu bilinmektedir. Bunlardan 1646’da Londra’da kurulan ‘Hıristiyanlığı Yayma  Cemiyeti’ kısa zamanda hızla yayılır ve İngiltere, Almanya, İsviçre, Danimarka, Amerika ile Rusya gibi ülkelerde binden fazla merkezi açılır. Bu sayının 19. yüzyıla gelindiğinde yedi bine ulaştığı görülür[8]. Bu teşkilattan başka aynı maksatla kurulan teşkilatlardan bazıları şunlardır:[9]  1701’de İncili Yayma Derneği (Londra), 1792’de Vaftizci Misyonlar Derneği (Londra), 1795’te Misyonerlik Derneği (Londra), 1814’te Amerikan Misyon Dostları Vaftizci Misyoner Birliği (Boston), 1823’te İncil Misyonları Derneği (Paris), 1825’te Paganlar Arasında İncili Yayma Hareketi (Berlin), 1837’de Presbiteryen Kilisesi Dış Misyonları (New York), 1885’te Hıristiyan Gençleri Derneği (München), 1902’de Genç Misyonerler Derneği (Bern), 1907’de Dünya Hıristiyan Öğrencileri Birliği (Paris).

Görüldüğü gibi dünyanın Hıristiyanlaştırılması için yoğun bir faaliyet içine giren misyonerler kurdukları dernek ve teşkilatlar sayesinde sistemli ve örgütlü bir şekilde hedeflerini gerçekleştirmeye çalışmışlar ve bunun için yüklü miktarlarda parasal destek sağlamışlardır.

Kendisini kiliseye adayan misyonerlerden istenen şey öncelikle gittikleri ülkelerin dilini, dinini ve kültürünü öğrenerek eksik noktaları tespit ettikten sonra ona göre taktik geliştirmeleridir. Bu yüzden bir misyoner en az birkaç dil bilen iyi eğitilmiş bir insandır[10]. Misyoner teşkilatlarında yetişmiş bir İngiliz misyonerinin anlattıklarına göre: “Misyonerler çocuk iken hizmete alınır, yapacakları vazifeye göre ilmen, ahlaken ve fikren yetiştirilirler. Şöyle ki, İngiliz Misyon Cemiyeti her sene bütün Orta mektep talebesinin zekilerinden otuz kırkını seçerek himayesine alır, onları kabiliyetlerine göre üçer beşer ayırarak muhtelif memleketlerde yetiştirir...”[11].

Misyonerlerin gittikleri bölgelerde kullandıkları metotlardan biri de mahalli kültürü yok etmektir[12]
Açtıkları okullarda verdikleri eğitimle Hıristiyanlaştıramadıkları kişi ve toplulukları dil, din ve kültürlerinden kopararak, yerine kendi yaşam biçimlerini yerleştirmeye çalışırlar. Bütün bunları yukarıda bahsedilen kurumlar yoluyla ve  kitap, gazete, dergi, broşür gibi yayınlar yaparak; İncili tanıtma kursları düzenleyerek; kilise, manastır gibi ibadet yerleri açarak; radyo-televizyon gibi yayın araçlarında programlar yaparak; seminer, konferans gibi toplantılar tertip ederek; turistik yerlerde telkinlerde bulunarak ve çeşitli sportif faaliyetlerde bulunarak yaparlar.

II. MISYONERLERIN OSMANLI TOPRAKLARINA GELIŞ GAYELERI

               
            Değişik etnik köken ve dini inanca sahip unsurların bir arada yaşadığı geniş topraklara sahip olan Osmanlı Devleti, misyonerlik faaliyetleri için uygun bir zemine sahipti. Zira, azınlıklara tanınan geniş haklar ve yabancılara verilen kapitülasyonlar misyonerlerin faaliyetlerini kolaylaştıran faktörlerdi. Dünyanın önemli bir bölgesinde yer almasından dolayı  Osmanlı  toprakları en fazla göz dikilen yerler arasındaydı. Osmanlının tarihi, siyasi, ekonomik ve kültürel zenginliklerinden yararlanmak, dolayısıyla bu toprakları ele geçirmek isteyen Batılı büyük devletler misyonerlik faaliyetlerine büyük destekler vererek onlardan yararlanmaya çalıştılar.

 19.yüzyıl ve 20.yüzyılın başları misyonerlik faaliyetlerinin en yoğun ve en parlak dönemidir. Bunun nedeni kapitalizmin emperyalizme dönüşmesi ve misyonerlerin de bu durumdan yararlanmasıdır. İşte bu yüzdendir ki Osmanlı topraklarındaki misyonerlik faaliyetlerini incelerken olayın dini yönü kadar siyasi, kültürel, ticari ve ekonomik boyutunu da göz önünde bulundurmak gerekmektedir.
Osmanlı topraklarına gelen ilk misyonerlerin özellikle İstanbul, İzmir ve Kudüs gibi şehirleri merkez edindikleri dikkati çekmektedir. Buradan hareketle denilebilir ki, Osmanlı Devleti’nde sürdürülen misyonerlik faaliyetlerinin bir amacı da kutsal yerleri bulmaya yöneliktir. Özellikle Kudüs’ü Müslümanların elinden kurtarmak esas gayedir. Nitekim, Hz. İsa’nın bu bölgede yaşamış olması ve Haçlı seferleri sırasında pek çok asker ve komutanın bu topraklarda kalmış olması onların bölgeye olan ilgilerini arttırıyordu. Bu konuda yapılan bir başka değerlendirmeye göre, Avrupa Devletlerinin Haçlı Savaşları esnasında Müslümanlar karşısında yenilmeleri, onların Müslümanlara karşı misyonerlik faaliyetlerine ağırlık vermelerine sebep teşkil etmiştir..[13]
Kısacası, dinlerini ve mezheplerini yaymaya ve kutsal yerleri bulmaya yönelik olarak başlayan misyonerlik faaliyetleri, Osmanlı Devleti’nin gerilemesine paralel olarak 19.yüzyıldan itibaren sömürgeci Batılı büyük devletlerin emperyalist politikalarına hizmet eder hale gelmiştir. Bu yönü ile Osmanlı topraklarında faaliyet gösteren misyonerler, Batılı ülkelerin Osmanlı ile olan ‘Şark Meselesi (Eastern Question)’ni [14] halletmelerinde araç olarak kullanıldılar. Esasını Osmanlı’yı yıkarak mirasını paylaşmak oluşturan ‘Şark Meselesi’nde Batılıların takip ettikleri politikalardan birisi içerdeki Hıristiyan azınlıkları Devlet’ten koparmaktı. Bunun için en fazla misyonerlik faaliyetlerinden yararlanıldı. 19.yüzyıla gelindiğinde sömürgeciliğin de gelişmesiyle Osmanlı toprakları Batılı ülkelerin menfaat mücadelelerine sahne oldu. Bu dönemde Anadolu, Boğazlar, Ortadoğu, Petrol Bölgesi, Akdeniz çevresi ve Makedonya gibi dünyanın jeopolitik ve jeostratejik bakımdan önemli bölgelerine sahip olan Osmanlı Devleti, batılı devletlerin göz diktikleri bir alandı. Bundan dolayı bölge daha çok İngiltere, Fransa, Rusya ve Avusturya arasında görülen mücadelelere sahne oluyordu. Bölgedeki nüfuzunu arttırmak isteyen ülkeler misyonerlik faaliyetleri ile kendilerine yandaş gruplar oluşturmak istiyorlardı. Değişik tarihlerde Osmanlı ülkesine gelen misyonerler yaptıkları çalışmalar sonrasında Müslüman ve Yahudiler arasında fazla etkili olamadıklarını anlayınca bütün mesailerini ülkedeki Hıristiyan azınlıklar üzerinde yoğunlaştırdılar. Onları bir yandan kendi mezheplerine kazandırmaya çalışırlarken diğer yandan da verdikleri eğitimle millî duygularını uyandırarak Osmanlı’dan koparmak için uğraştılar. Başlangıçta Rum ve Ermeni ve Yahudiler üzerinde oynanan oyunlar daha sonra Bulgar, Arap, Kürt ve Nasturi gibi diğer unsurlara yönelik olarak devam etti.


III .KATOLIK MISYONERLERIN FAALIYETLERI

Osmanlı topraklarına gelen ilk misyonerler Katoliklerdir.  Fransız olan bu misyonerler hem Hıristiyanlığı yaymak hem de İstanbul’daki azınlıkların eğitimi ile ilgilenmek üzere 16.yüzyılın sonlarına doğru bölgeye geldiler. Osmanlı Devleti ile Fransa arasındaki iyi ilişkilerden yararlanan Katolik misyonerlerinin bir gayesi de Roma ve Bizans kiliselerini birleştirmekti
 Cezvitlerle başlayan eğitim ve öğretim faaliyetleri sonunda, 1583’te İstanbul’da St.Benoit isimli Fransız okulu  açıldı.[15] Cezvitlerden başka Katolikliğin diğer tarikatları olan Fransisken, Dominiken, Kapuçin ve Frerler rahip ve rahibeleri de Osmanlı ülkesine gelmeye başladılar ve çoğu kendi isimleriyle anılan St.Joseph, St.Michel, St.Louis ve Notre Dame de Sion  gibi okullarını açtılar..
. Cezvit ve Fransiskenlerin en yoğun olarak faaliyet gösterdikleri yerler İstanbul, İzmir, Halep, Suriye, Filistin, Mısır, Irak, Kıbrıs ve Orta Yunanistan’dı. Papalık’ın desteğini alan ve kapitülasyonlardan yararlanan misyonerlerin faaliyetleri ile 17. yüzyıldan itibaren ülkedeki Katolik propagandası gittikçe artmaya başladı.[16]
Salname ve Misyon Raporları’ndan yapılan derlemelere göre Birinci Dünya Savaşı öncesinde Fransız Katoliklerinin Asya Türkiye’sinde açtıkları okullarının sayıları şöyledir: [17]
Cezvit okullarının Asya Türkiye’sindeki Dağılımı şöyledir: [18]
Yer Adı:                                      Okul Sayısı:                   Öğrenci Sayısı(Yaklaşık):
               Sivas
                     1
                   200
               Tokat
                     1
                   130
               Amasya
                     2
                   280
               Ş.Karahisar
                     2
                   300
               Kayseri
                     1
                   600
               Adana
                     1
                   200
               Beyrut
                     7
                  1710
               Sayda
                     8
                  1305
               Lübnan
                    10
                  1630
               Havran
                     4
                    210
               Toplam
                    37
                  6565

Tabloda da görüldüğü gibi Cezvitlerin ülkenin değişik bölgelerinde yaygın olarak yaklaşık  6565 öğrencinin öğrenim gördüğü 37 okulu vardı. Bu okullarda çoğunluğu  Cezvit papazları olan görevli yabancı öğretmen sayısı ise 125 civarındaydı
 Fransiskenlerin Asya Türkiye’sindeki okullarının dağılımı şöyledir:

               Yer Adı
               Okul Sayısı
    Öğrenci Sayısı(Yaklaşık)
                Şam
                     1
             (Bilinmiyor)
                Yafa
                     1
             (Bilinmiyor)
                Kudüs
                     3
                     100
                Lazkiye
                     2
                     100
                Nazaret
                     2
                     360
                Sayda
                     2
                       88
                Amman
                     1
                      151
                Tabariye
                     1
                        50
                Tripoli
                     3
                      220
                Toplam
                   16
                     1069

Fransiskenlerin ağırlıklı olarak Suriye ve Filistin bölgesinde 1069 öğrencinin okuduğu 16 okulu vardı. Ayrıca Samsun (1), Trabzon (1), Harput (2), Malatya (1), Diyarbakır (1) ve Mardin (1) illerinde toplam 670 öğrencinin okuduğu 7 hemşire okulları vardı[19]
           Kapuçin Okullarının Asya Türkiye’sindeki okullarının dağılımı ise aşağıdaki gibidir:
                  Yer Adı
             Okul Sayısı
    Öğrenci Sayısı(Yaklaşık)
                 Beyrut
                      2
                    150
                 Kadıköy
                      1
                      30
                 Diyarbakır
                      1
                    140
                 Harput
                      3
                    100
                 Malatya
                      2
                      60
                 Mardin
                      2
                      60
                 Mersin
                       1
                      45
                 Urfa
                       1
                      50
                 Toplum
                      13
                     635

Kapuçinlerin ise 635 öğrencinin öğrenim gördüğü 13 okulu vardı. Özellikle Yukarı Mezopotamya’da çalışan Dominikenlerin ise Musul ve Kerkük’te yedi ila on rahip, on iki rahibe ve beş yüz civarında öğrencileri vardı. Freres de la Doctrine Chretienne adlı dini teşkilatın çalışma alanları Trabzon, Erzurum, İzmir ve İstanbul’du. Trabzon’daki okulunda 200 öğrenci, Erzurum’daki okulda büyük çoğunluğu Katolik  Ermenilerden oluşan 160’ı erkek, 90’ı kız olan 250 öğrenci öğrenim görüyordu. İzmir’deki beş okulda ise 763 öğrenci vardı. Bu teşkilatın en önemli ve etkili okulu İstanbul Kadıköy’deki ‘Le College Saint-Joseph des Freres’( Saint Joseph)’dir. [20]Bunların dışındaki Fransız dini teşkilatları ve okullarının başlıcaları şunlardır: İzmir, Suriye ve Filistin’de faaliyet gösteren Les Peres Lazaristes, Peres des Missions Africaines de Lyon, Freres de la Mission Algerienne, Patriarcat Catholique Latin du Jerusalem, Petits Freres de Marie, Ecole on Institut Saint Pierre de Pere Ratisbonne, Trappistes, Carmelittes, Charisses, Dames de Nazareth, Soeurs de la Presentation, Soeurs du Rosaire, çalışma alanları Adana, Halep ve Sayda olan Soeurs Saint-Joseph de l’Apparition, Trabzon, İzmir, İstanbul, Suriye ve Filistin’de okulları olan Soeurs Saint Vincent de Paul ou de la Charite.[21]  1914’lere gelindiğinde ülkedeki Fransız okullarının sayısı yaklaşık olarak 500 civarındaydı ve bu okullarda  59 414 öğrenci öğrenim görüyordu[22].
Katolik misyonerlerinin açtıkları okullarının yanı sıra ülkenin her yanına dağılmış olarak kurdukları hastane ve yetimhaneleri de vardı. Başlıca Fransız sağlık kuruluşları şunlardı:[23]  İstanbul Fransız Hastanesi, İzmir’de Saint Antoine Katolik hastanesi, Yafa’da Saint Louis Hastanesi, Kudüs’te Soeurs Saint Joseph Hastanesi, Beyrut’ta Fransız Hastanesi, Şam’da Soeurs Saint Vincent Hastanesi, Bursa’da Les Soeur Saint-Vincent de Paul Hastanesi, ayrıca İzmir’de dispanser, altı eczane ve bir kreş;Bursa Tripoli, Kudüs’te çok sayıda sağlık ocakları; Yafa, Rammallah, Betlehem, Nazaret, Fenerburnu, İzmit, musul ve Cizre’de birer dispanserleri vardı.
Fransız yetimhanelerinin dağılımı ise şöyledir: Soeur Saint-Vincent de Paul yetimhaneleri: Yaklaşık bin civarında yetimin barındığı yerler Beyrut, Kudüs, Tripoli, İzmir ve Suriye’nin değişik bölgelerinde açılmıştı. Hayfa ve Nazaret’te 210 yetime bakan Dame de Nazareth yetimhaneleri; 430 civarında çocuğun barındığı Kudüs’teki Dame de Sion yetimhaneleri; yine yaklaşık 500-600 çocuğun kaldığı Beyrut, Sayda, Nazaret, Yafa ve Kudüs’te bulunan Soeur Saint Joseph de l’Apparition yetimhaneleridir.[24]
 İstanbul ve İzmir gibi merkezlerde yayınlanan çok sayıda Fransızca dergi ve gazete ile çalışmalarını destekleyen misyonerlerin kültürel etkinlikleri de dikkate değer hususlardandır.
. Kısacası özellikle Suriye ve Lübnan üzerindeki çalışmaları ile Fransa’nın bölgeye yönelik emperyalist gayelerine hizmet eden Katolik misyonerleri çok sayıda açtıkları  okulları, hastaneleri, yetimhaneleri ve çıkardıkları yayınları ile Fransız Katolikleri hem kendi mezheplerini yayıyorlar hem de ülkelerinin menfaatlerine uygun kesimlerin kazanılmasını sağlıyorlardı. Bu yolla faaliyet gösterdikleri Osmanlı toprakları üzerinde etkileri oldukça fazlaydı.
Fransızlar gibi İtalyanlar misyonerleri de çoğunluğu İstanbul’da olmak üzere Hatay, Beyrut, Selanik, Bingazi, Derne, Humus ve Trablusgarp gibi ülkenin değişik bölgelerinde okullarını açmışlardı. Daha çok İtalyan Cezvitleri ile yine İtalyan soyundan gelen Ivrea Rahibeleri tarafından açılan ilk ve ortaöğretim seviyesindeki okullarında verilen eğitimin amacı, İtalyanca’yı öğretmek ve kendi kültürlerinde nesiller yetiştirmekti.[25]
19.yüzyıldan itibaren Osmanlı topraklarına gelen Alman misyonerleri ise daha çok kültürel etkinlik kurmaya çalıştılar. Kültür propagandası uzmanları olarak anılan Almanlar Yakındoğu’daki Alman çıkarlarının ve ekonomik kuruluşlarının ihtiyacı olan kadroların yetiştirilmesi maksadıyla Başta İstanbul olmak üzere İzmir, Beyrut, Selanik bölgelerinde ilk ve ortaokul seviyesinde okullar açtılar[26]. Elazığ bölgesinde de faaliyette bulunan Alman misyonerleri burada Ermeniler için bir ortaokul açtılar[27] James Barton isimli bir misyonerin 1919 tarihli raporuna göre, Kurtuluş Savaşı öncesinde Türkiye’deki Alman misyonerlerinin sayısı 79 eğitim elemanı ve 791 rahip olmak üzere 890’dır. Ayrıca 7 çocuk yuvası, 17 ilkokul ve 1 ortaokul ile iki hastane ve 1 dispanserleri vardı[28] Dünya Savaşı öncesi Almanların 1868’de İstanbul’da açtıkları Alman Lisesi’nden başka İzmir’de iş okulu niteliğinde bir enstitüleri ve yetimhaneleri ile Beyrut’ta yedi, Kudüs’te ise dört okulları vardı. Diğer ülke misyonerleri kadar etkili olmasalar da Almanya’nın bölgedeki nüfuzunu arttırmak için çalışan dini teşkilatlarından bazıları şunlardı. İzmir, Beyrut ve Hayfa’da merkezleri olan Communaute evangelique; Kudüs’te çalışan Deutscher Palastina Verein, Warte des Tempels isimli Kotalik teşkilatıdır[29]
Osmanlı topraklarında  açılan Katolik okulları arasında Avusturya okulları da zikre değerdir. Bu kurumlar İstanbul’un Galata semtinde toplanmış Sankt Georges (St.Georg) okulları olarak bilinir.[30] Bu okullar Lazarist Kardeşler (Lazarist Brothers) ile Yardımsever Kardeşler (Sisters of Charity)  tarafından yönetiliyorlardı.[31]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder