1 Mayıs 2015 Cuma

Ermeni Cinayetleri Nasıl Başladı




Ermeni Cinayetleri Nasıl Başladı 


Galip Baysan,
Pazartesi, Şubat 16, 2015

1945 yılında savaşın müttefikler lehine döndüğü anlaşılınca Ermeni iddiaları da yeniden harekete geçirildi. 1945 Haziran ayında yeni Ermeni Katagikosu’nun seçimi nedeni ile Dünya’daki Ermeni Kuruluşlarının Erivan’da yaptıkları toplantıda Kars –Ardahan konusu ortaya atıldı. Bu sefer Ermeniler yine tarihsel koruyucularına kavuşmuş oldular. Eski Çarlık Rusya’sının yerini yayılmacılık konusunda doymak bilmeyen bir iştahı olan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği almıştı. 
Ancak Ermeniler; Avrupa –Amerika kıtaları ve Orta doğu’da Komünizm’e karşı kamplarda olan Fransa, İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada gibi ülkelerde yaşıyorlardı. Onlara karşı bir görüntü vermeden “Sosyalist ve Komünist dünyayı Ermeni milliyetçi amaçları için kullanmak oldukça büyük beceri istiyordu. Bunun için mecburen bölündüler. Batılı demokratik ülkelerde propaganda ve teşkilatlanmaya ağırlık verilirken, Türk Solcuları dâhil, bütün sosyalist Dünyada “Ermeni Milliyetçiliği” için faaliyete geçtiler. 1964 yılından itibaren dağınık halde yapılan çalışmalar birleşmeye, 24 Nisan tarihlerinde gittikçe adedi artan ülkelerde törenler düzenlenmeye, anıtlar dikilmeye başlandı. (1) 
1960’lı yıllardan itibaren her sahada Ermeni faaliyetlerinin artması’nın nedenlerinden belki de birincisi Ermenilerin bulundukları ülkelere adapte kabiliyeti, siyasi ve basın-yayın organlarında güçlü pozisyonlar elde etmeleridir. Ermeniler Türkler aleyhinde her sahada, her fırsatta büyük iddialarla ortaya çıkarken Türkler bu gelişmelerin farkında bile olmamışlar, Ermeni sorununun 1923’te bittiği inancı ile ve de Ermenilerin bu kadar pervasız, mesnetsiz, belgesiz inanılmaz iddiaları nasıl yeniden ortaya atıp insanları etkilediğine inanmakta zorlanmışlardır. Gürbüz Evren’e göre 1960’lı yıllardan beri “Ermeniler kendi tezlerini anlatmak için 26.200 yayın ortaya koyarken, bunun karşılığında Türkiye’nin tezlerini anlatan kaynak sayısı 15-20 kadardır.” (2) 
Ermenilerin bu faaliyetlerinden Türkiye’nin sanki haberi yok gibidir, olsa bile önemsememektedir. Olayın her geçen yıl bir çığ gibi büyüdüğü anlaşılamamıştır. Türkiye kendi masumiyetine inançlı, sakin ve sessizdir. Batılılar arasında ironik bir deyim vardır: “Burası İngiltere (veya Amerika, Fransa) kimin sesi fazla çıkarsa o haklıdır” derler. Espri amacıyla söylenmiş bu söz, gerçekte de öyledir. Hele Türk –Ermeni meselesinde en çok bağıran, çağıran, şikâyet eden Ermeniler haklı ve sessiz kalan Türkiye’nin “suçluluğun sessizliği” içinde ve haksız olduğu kabul edilmiştir. (3) (Ermeni iddiaları ile ilk defa 1959 yılında Tokya’da Amerikan Subay Klübünde karşılaştığımızda önce şaşırmış ve Ermeni iddialarına inanamamıştık, bir yıl sonra ABD’de Washington civarındaki Amerikan İstihkam Okulunda “Ermeni ve Yunan Propagandasının” Amerikan insanını nasıl yanıltabildiğine şahit olduk. 1960 larda Lübnan’dan gelen haberler, bu ülkede Ermenilerin çok düşmanca davranışlar içinde olduğunu gösteriyordu.) 
Hortlayan Hınçak, Taşnak ve Ramgavar tedhiş örgütleri Lübnan’da faaliyete geçmişti. Moskova’nın emri ile yönetilen “Hınçak ve Ramgavar” partisi ve Amerika’daki Ermenilerin emrinde olan “Taşnak” partisine değişik isimlerde 8 ermeni terör örgütü bağlıydı. Bu örgütlerin Amerika’da merkezleri Los Angeles, Newyork, Detroit, Chicago, Boston ve Buenos Aires’te bulunuyor. Buradaki örgütler 126 gizli örgütle işbirliği yapıyordu. Bunlar paralı tedhişçilerdi. (4)
Beyrut’ta bulunan ve Türk diplomatlarına ölüm planlarını hazırlayan bu üç yasadışı partinin Avrupa’daki merkezi  Prag, Berlin, Paris, Milano, Lion’dadır. Örgütün bu merkezlerine bağlı “ön karargahları” vardır. Bu ön karargahlar Marsilya, Zürih, Cenevre, Roma, Viyana, Selanik, Atina’dadır. (5)
1960-1970 yılları sosyalist akımların en saldırgan ve en etkili olduğu dönemdir. Bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de silahlı sol örgütlerin ve onlara karşı teşekkül eden silahlı sağ örgütlerin yıllarca devam eden çatışmaları toplumda  derin yaralar açmışlardır. İşte bu dönemde Ermeni cinayet örgütleri de teşkilatlanmış ve münferit terörist eylemlere başlamışlardır.
1965 yılında Lübnan’da yaşayan Ermeniler 1915 zorunlu göç olayını anma amacı ile Beyrut’ta bir gösteri düzenlediler. (6) Lübnan Ermenileri “24 Nisan” gününü “Anma günü” olarak kabul ettiler. Ermenilere göre o gün birkaçyüz siyasi ve entellektüel Ermeni temsilcileri toplanmış, hapsedilmiş ve daha sonra da katledilmişlerdir.  1965’in aynı günü Sovyet Ermenistanı’nın başşehri Erivan’da Ermeniler, binlerce insanın katıldığı bir izinsiz gösteri düzenlediler. Gösteri sırasında taşlar atıldı ve sükunet güçlükle sağlandı. O tarihten itibaren 24 Nisan Erivan’da kutlama günü olarak kabul edilmiş ve sakin gösterilere izin verilmeye başlanmıştır. (7)
1972 yılında Jean-Marie Cazoni adında bir Fransız-Ermeni ressamın oğlu, Marsilya’da yaptığı bir konuşma sırasında Türkiye’ye karşı koordineli bir hareketin başlatılması zamanının geldiğini söyledi. Bir yıl kadar sonra 27 Ocak 1973 günü koordineli değilsede bireysel bir intikam amaçlı cinayet işlendi. Yetmiş sekiz yaşındaki Kalifornialı bir Ermeni Gourgen Yanıkyan, Türkiye’nin Los Angeles Başkonsolosu Mehmet Baydar ve yardımcısı Bahadır Demir’i  (Osmanlılara ait) değerli iki tabloyu kendilerine vermek bahanesiyle, yakınlık göstererek davet ettiği bir otel odasında öldürdü. [İki Türk görevlisinin bu davete neden gittiği bazı kimselerce anlaşılmayabilir. Naçiz tecrübelerimize dayanarak söylemek isteriz ki, yurt dışında aynı kültürün insanları olarak Türkler –Yunanlılar – Ermeniler çok iyi anlaşabiliyorlar. Akıl, mantık gitmemenizi, insani sıcak duygular gitmenizi emreder.  Belki de rahmetli Baydar Demir böyle bir tereddüt geçirmiş, insani yolu seçmiştir.] Bu çifte cinayetin Ermenistan’ın Kurtuluşu için Ermeni Gizli Ordusu / Armenian Secret Army for the Liberation of Armenia (ASALA) ve Ermeni Soykırımı Adalet Komandoları / Justice Commandos of The Armenian Genocide (JCAG) örgütlerinin yaptığı bir terör olayı olduğu genel bir kanı idi. (8) 
Bu örgütlerin kendi itiraflarına göre ilk koordineli terörist hareketi Ağustos 1975 tarihinde, Ermenilerin Amerika’ya göç ettirilmesiyle ilgili olarak çalışan “Dünya Kiliseler Konseyi Temsilcisi”nin Beyrut’taki ofisinde öldürülmesiyle başlatıldı. Öldürülme nedeni olarak bu kişinin “mümkün olduğu kadar çok Ermeni’yi Amerika’ya göç ettirmesi” gösterildi. (12) Kayıtlara göre Lübnan’daki iç savaş döneminde Lübnan’dan 300.000 ila 350.000 Ermeni ülkeyi terk etmiştir. (9) 
Bu tarihten sonra 1982 yılına kadar Ermeni örgütleri tarafından 17 ayrı ülke ve 28 şehirde 138 saldırı gerçekleştirilmiş ve bu korkunç saldırılar sırasında 33 Türk diplomat ve görevlisi ile 4 başka ülke mensubu öldürülmüş, 81 kişi de yaralanmıştır. (10) 

DİPNOTLAR:   

(1) Ermeni Sorunu, S.59 ( Genkur.Hizmete Özel –1981) 
(2) Osmanlı’dan Günümüze Ermeni Sorunu, S.293, Gürbüz Evren, Fransız Ulusal Meclisinde Ermeni Soykırımı İddiaları ve Çözüm Önerileri (Ed. Hasan Celâl Güzel, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara –2001) 
(3) Aynı Eser, S.293
(4) A. Alper Gazigiray, Osmanlılardan Günümüze Kadar Vesikalarla Ermeni Tetörünün Kaynakları, S. 604 (Gözen Kitabevi, İstanbul – 1982) 
(5) Aynı Eser, S.604-605
(6) İnternational Terrorısm And The Drug Connection S.110, Michael M. Gunter: Contemparary Aspects of Armenian Terrorism, (Symposium on İnternational Terrorism, Ankara – 1984) 
(7) Aynı Eser, S.110
(8) Aynı Eser, S.111
(9) Aynı Eser, S.111
(10) Aynı Eser, S.31, Turan İtil: Terrorism İn Turkey With Special Consideration of Armenian Terrorism. Tarık Somer, Chairman of the Symposium The Opening Statement: S.99. Dikran Kevorkyan: Armenian Terorrorism Within The Fromework of İnternational Terrorism

Dr. M. Galip Baysan

http://haberguncel.blogspot.com.tr/2015/02/ermeni-cinayetleri-nasil-basladi-galip-baysan.html

..

Amerikada Ermeni Meselesinin Doğumu




Amerikada Ermeni Meselesinin Doğumu 



Galip Baysan,
Çarşamba, Ocak 21, 2015


2015 yılı hem yurt dışı ve hem de yurtiçinde yaşayan vatandaşlarımız için çok çetin bir yıl olacak. Hiç şüphe edilmemeli ki Diyaspora Ermenileri ve onlara destek veren toplumlar ve kurumlar Ermeni Tehcir olayının 100ncü yılını ülkemize ve halkımıza nefret tohumları ekerek anacaklar. Diğer ülkelerde olduğu gibi ABD halkı da bu faaliyetlerle yoğun bir şekilde meşgul olacak.     Amerikan halkının bu konuya neden bu kadar ilgi gösterdiği ve 1915 olaylarını bir soykırım olarak tanımaya neden bu kadar hazır olduğu Türk kamuoyunca pek bilinmeyen ve garipsenen bir durumdur. Ancak geçmişte Ermeni olaylarının en fazla işlendiği toplum Fransa ve İngiltere'den de çok Amerikan halkıdır. Günümüzde ABD 'de meydana gelecek gelişmeleri değerlendirebilmek için olayların başlangıcı ile ilgili bilgilerin hatırlanmasının yararlı olacağına inanıyoruz.

J. B. Gidney “A Mandate for Armenia/Ermenistan için bir Manda” adlı kitabında, Amerikalıların Ermeni meselesi ile nasıl tanıştığını şöyle anlatıyor:
“Bu çalışmamdan haberi olan tanıdık herkes, Ermeniler hakkında çocukluğunda çok şey duyduğunu belirtmektedir. Önüne konan her şeyi yemek istemediği zaman annesinin hemen Ermenileri öne sürdüğünü, ‘Ermeniler bunları bulsalar ne kadar memnun olurlar’ veya Ermeniler açlık çekerken bu yiyecekleri bırakmaktan utanmalısın’ diye çıkıştığını söylemekteydiler. Bu sözler diğer kişilerin hatıralarıyla uyuşuyor. Hatta bu gün bile herhangi bir kişinin, ‘Ermeniler hakkında bütün bildiğim onların açlık çektiğidir’ dediğini duyabilirsiniz. 
Bu gibi ve benzer mütalaalar onların hikâyesini anlatır. Bir dönemde Amerika’da Ermeniler için yaygın bir sempati oluştu. Bu sempati misyoner gayretleriyle beslendi, sadece kiliseler tarafından değil gazete ve dergilerde canlı tutuldu ve Birinci Dünya Savaşı sırasında Türklerin zulmü nedeniyle acı çeken Ermenilere yardım kampanyaları düzenlendi. 
Sempati anlayışa mani oldu. Hatta bugün bile milyonlarca Amerikalıların çocuklarında ‘Türklerin Allah adıyla isimlendirilen sahte bir tanrıya taptıklarını, ona en büyük hizmetin, ona inanmayan herkesin öldürülmesi olarak kabul ettiklerini öğrendiklerini’ söyleyebiliriz. İşte bu nedenle Ermeniler, Hıristiyanlığa bağlılıkta sadakat gösterdikleri için öldürülüyorlar.”deniyor (1)
1920 yılından itibaren çocuklara Pazar okulları ve İncil derslerinde iyi Somaritan’ların zulme uğrama sahneleriyle süslü hikâyeler, Ermenilerin durumunun anlatılmasına yardımcı oluyordu. ... Kısaca söylemek gerekirse Amerikalılar Ermenilere Türkler tarafından yapılan çirkin muamelelerin nedenleri hakkında tamamen yanlış bilgilere sahipti ve gerek kendi ülkelerinin gerekse diğer Hıristiyan ülkelerin oynadığı rol hakkında bilgileri yoktu. Ermenilere karşı duyulan sempati, Türklere karşı duyulan nefretten fazla genel değildi. Avrupa güçleri de Ermenileri koruyamadıkları için sert biçimde tenkit ediliyordu.” (2)
“Ermenilerin kaderi ile ilgili olarak 1896 yılında Kongre’ye birkaç yasa teklifi verildi. Yazarlar aşırı milliyetçilik ve Monroe Doktrinini değiştirip nefret edilen İngilizlerle müşterek çalışma imkânı doğuncaya kadar konuyu tahrik etmenin uygun olmayacağını anladılar. Bu anlayış sağlanıncaya kadar Ermeniler dinlerine bağlılıkları nedeni ile öldürülüyorlardı.” (3)
Bu anlayış Türkiye’deki Amerikan misyonerlerin öğretilerinden farklı değildi. İlkel dinsel fanatizmi, devamlı okşayan, olayları daima Türk ve Müslümanların aleyhine olabildiğince egzejere edilerek aktarmayı cazip gören, kolay, sadece inanca dayanan, güçlü fakat gerçek dışı bir anlayış. 
Oysa gerçek durumu yakından incelenmiş olan bir rahip Y. G. Çark, 1953 yılında yayınlanan eserinde “Eğer Türkler İstanbul’a gelmemiş veya gelmeleri gecikmiş olsaydı. Ermenilerin İstanbul’a yerleşmeleri ve gelişmeleri pek şüpheli olacak, hatta belki de izleri bile bulunamayacaktı.” (4) sözleri ile bazı gerçekleri hatırlatacaktır. 
Yer yer temas ettiğimiz gibi, psikolojik olarak Avrupa gibi Amerika da beyaz ırkın ve Hıristiyanların üstünlüğüne inanıyordu. Bu nedenle Batı diğer ırk ve milletleri yönetme, eğitme ve medenileştirmenin kendileri için tabii bir hak olduğu inancını taşıyorlardı. Batılılar diğer halkları, Hıristiyanlaştırma ve Batı kültürü anlayışı ve yaşamına kavuşturmayı bir insanlık görevi olarak telakki ediyorlardı (5) ve biz bunu nasıl yapmaya çalıştıklarını bazı yazılarımızda anlatmaya çalıştık. 
Dinsel anlayışlarda özgürlüğe ve tek ve çok tanrılı bütün dinlere saygılıyız ancak İslâm dini için haksız yere yanlış iddialar için basit bir örnek sunmak istiyoruz. Osmanlı Kanunnamelerinde yüzlerce yaşta olan bir madde, Türklerin Hıristiyanları bırakın öldürmeyi veya baskı altına almayı, tam tersine kendi dinlerine saygılı olmayı teşvik ettiğinin bir göstergesidir. 
Kanun şunu emrediyor: “Hıristiyan olan bir şahıs, sonradan papaz olur ve bunu da Hıristiyanların menfaati için yaparsa, ispençe ve haraç (Hıristiyanlardan alınan vergiler) alınmaz”. (6) Merak ediyor ve sormak istiyuruz, acaba Avrupa veya Amerika’nın hangi beyaz, hangi medeni Hıristiyan ülkesinin kanunlarında, ülkedeki diğer dinler, mezhepler veya milletler için buna benzer bir hak tanıyan madde var?
Profesör Yurga’nın Türk-Ermeni ilişkileri ile ilgili gözlemleri şöyledir: “Türkler tarafından Ermenilere başka milletlere gösterilmeyen hürmet ve saygı gösterilmektedir. Ermeniler, Rumlardan fazla Türklere verilmiş mezhep hürriyetine sahiptirler” (7) Bu gerçek nasıl unutulabilir ki?


DİPNOTLAR:

(1) James B. Gidney, A Mandate For Armenia, s.41-42 (The Kent State University Press, Ohia –196). 
(2) Aynı Eser, s.42.
(3) Aynı Eser, s.42-43.
(4) Y. Çark, Türk Hizmetinde Ermeniler, S1 (İstanbul – 1953). 
(5) The Eastern Question: imperialism and The Armenion Community, Bayram Kodaman, s.7 (İnstitute for the Study of Turkish Culture, Ankara – 1987). 
(6) Cemal Anadol, Tarihin Işığında Ermeni Dosyası, s.56 (İstanbul – 1982). 
(7) Prof. N. Yurga, Geschichte des Osmanischen Reciches, Cilt-5, s.606.


Dr. M. Galip Baysan


http://haberguncel.blogspot.com.tr/2015/01/amerikada-ermeni-meselesinin-dogumu-galip-baysan.html

..

Ermeni Diasporası Atatürke’ de iftira atmıştı,





Ermeni Diasporası Atatürke’ de iftira atmıştı,


Dr. M. Galip Baysan ,
Cumartesi, Ocak 03, 2015


Artık tarihi yüzüncü yıllar ve seçim dönemine girmiş bulunuyoruz. Bundan sonra kalemimizi bu üç konu; yani Çanakkale Muharebelinin ve Ermeni Zorunlu Göç (Tehcir) olaylarının 100ncü yıl dönümleri ve Cumhuriyet Tarihimizin dönüm noktası olabilecek Genel Seçim konuları hakkında kullanmak adeta bir mecburiyet halini aldı. Bu gün sizlerin dikkatini toplamak istediğiniz ve kamuoyunca pek az bilinen bir başka gerçeği gündeme getirmek istiyoruz. 
Ermeni davasını savunanların gerçeklerin anlaşılmaması ve kafaların karışması için, tıpkı günümüzün yobaz çevrelerinin yaptığı gibi, büyük oyunların içinde olduklarını ve gerçek bir belge bulabilmek için büyük fedakârlıklara hazır olduklarının bilinmesi gerekir. Belge bulamayınca da; kendi belgelerini kendilerinin yarattığını ve Türkleri kötülemekle kendilerini temize çıkardıkları inancında olduklarını ve bu amaç için yalan söyleme dâhil her şeyi yapabileceklerinin anlaşılmasını sağlamaktır. 
Her konuda sahte haber, sahte belge düzenleyebilirler cümlesine bir örnekle açıklık getirmek istiyoruz. Konu Türkler için en önemli değerlerden biri olan Mustafa Kemal Atatürk’le ilgilidir. Sözde Atatürk “divan-ı harpte ifade vermiş ve İttihat ve Terakki mensuplarını Ermenilere karşı soykırım ve zulüm yapmakla.” itham etmiştir. Bu konudaki gelişmeleri Azmi Süslü’nün kaleminden izliyoruz. (1) 
“Bu konudaki ilk hata ve kasıt, Fransız yazarı Paul du Veon’nun LE D’esastire d’Alexandrette 1934- 1938 adıyla yayınladığı kitabının bir dip notuna koyduğu şu ifadeden kaynaklanmıştır. (2) 
“Mustafa Kemal’in 27 Ocak 1920’de İstanbul’daki divan-ı harbe şahitlikte bulunduğu üzere unutulmayacak ve tasvip edilmeyecek cinayetlerle şahsi menfaatlerini tatmin etmek için memleketi içinde bulunduğu duruma iten paşalar, hâlâ karışıklıklar çıkarmaktadır. Her türlü baskıyla birlikte sürgünler, katliamlar yaptılar: emzikli çocukların üzerine petrol dökerek yaktılar, ailelerinin önünde kadınların ve kızların ırzlarına geçtiler, genç kızları anne ve babalarından ayırdılar. Menkul ve gayrimenkullerini müsadere ettiler ve her türlü vahşeti uygulayarak onları perişan bir halde Musul’a kadar sürdüler. 
Kayıklara bindirdikleri binlerce masumu denize attılar. Osmanlı Hükümetine sadık gayr-i Müslimlerin dinlerini bırakıp İslamiyet’i kabul etmelerini bildirerek onları din değiştirmeye zorladılar. Yaşlıları aç, susuz aylarca yürüttüler..” 
Paul de Veou’nun muhtemelen işgal yıllarında İstanbul’da 1919-1920 ‘de İtilaf devletlerinin gözetiminde Ermenilerce Fransızca olarak çıkartılan Le Basphore ve La Renaissance gazetelerinde ‘Declaration de Mustafa Kemal’ adıyla yayınlanmış olan gerçek dışı haberden etkilenerek ve tahkik etmeden yazdığı dipnottaki ifade, daha sonra bir Ermeni papazı Jean Neslihan tarafından da kullanılmıştır. ‘Hiçbir zaman ellerini kana bulamamakla iftihar eden Mustafa Kemal, suçu birkaç kişiye yükleyerek 28 Ocak’ta divan-ı harp’de aşağıdaki itirafta bulunmuştur” diyen Naslihan, Mustafa Kemal’i daha sonra kurulacak mahkeme üyesi olan ve gaddarlığından dolayı “Nemrut Mustafa” ismiyle anılan “Süleymaniyeli Mustafa Paşa”yla karıştırmıştır. Adı geçen papaz’ın kitabı basılmadan önce durumu öğrenip söz konusu ifade’nin bir hata olduğu kendisine yine bir Ermeni yazarı, Guerguerian, tarafından ihtar edilmiş ve kitaptan çıkarılması gerektiği bildirilmişse de, bu yapılmamıştır. 
Benzer hatalar bir yıl farkla yani 27 Şubat 1919 veya 28 Ocak 1920 tarihli olarak daha birçok Ermeni yazarları tarafından tekrarlanmıştır.” 
Bu beyanın uydurma olduğu Ermenilerce de gayet iyi bilinmektedir. Boston’da yayınlanan “The Armenian Review” adlı bir Ermeni dergisi 1982 yılının Sonbahar nüshasında, James Tashjiyan imzalı bir yazı ile onun böyle bir açıklamada bulunmadığını kabul etmiştir. Hatta yazının başlığı “Atatürk’e Yanlışlıkla Atfedilen Beyan” dır. (3) 
Ermeni propagandacıları tarafından sık sık kullanılan bir başka sahtekârlık Hitler’e atfedilen bir sözle ilgilidir. Bunda temel amaç 2. Dünya Savaşı sırasında Almanlar’ın yaptığı soykırım’ın 1. Dünya Savaşında Türkler’in Ermenilere yaptığı (iddia edilen) soykırım’dan etkilendiğini ima ve iddia ederek Türklerle Alman Soykırım’ı arasında bir paralellik kurmaktır. Görüldüğü gibi ünlü “Bizans entrikaları” deyimi “Ermeni entrikaları” yanında zayıf kalıyordu. Bu konuyu bir sonraki yazımızda ele almak istiyoruz.

DİPNOTLAR:

(1) Azmi Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı Van 100 ncü Yıl Üniversitesii –1990; s.154-155.
(2) Paul du Ve’ou, Le De’sastre d’Alexandrette, 1934-1938, S.121-122 (Paris-1938). 
(3) Orly Saldırısı Davası, s.47.

Dr. M. Galip Baysan



http://haberguncel.blogspot.com.tr/2015/01/ermeni-diasporasi-ataturke-de-iftira-atmisti.html

..

Bir Türk İçin Bir Ermeni Asılırmı?




Bir Türk İçin Bir Ermeni Asılırmı? 



Galip Baysan,
Pazartesi, Aralık 08, 2014


Bu gün biz de Ermeni Diyaspora’sı ve onların destekçileri gibi davranacak ve bu güne kadar kamuya yansıtılmamış Ermeni faaliyetlerini, tarafsız bir gözlemleme ile, Rus subayların hatıralarından alıntılar yaparak anlatmaya çalışacağız. 
1917 yılı sonları ve 1918 yılı başlarındayız. Bolşeviklerin iş başına geçmesinden sonra ateşkes ilan edilmiş ve Brestlitovks’da barış görüşmeleri devam etmektedir. Rus askerleri parti parti firar etmekte ve bölgeyi Ermeni çetelerine bırakmak istemektedir. Türk Ordusu barış görüşmeleri sırasında Rusların ve Müttefiklerinin bölgeyi Ermenistan yapmak istediklerini anlayınca harekete geçmiş ve işgal altındaki bölgeleri geri almaya başlamıştır.
O günlerde Bir Rus yarbayı Khleboff, üst makamlara verdiği raporda; “Erzincan’dan Erzurum’a çekilmekte olan Ermeni çeteleri yollarının üstündeki bütün Müslüman köylerini ve sakinlerini yok etmişlerdir.” demektedir. (1) 
Erzurum’da Rus Topçu Subayları Gazinosu’nda toplanmış arkadaşları arasına henüz gelmiş olan bir Topçu teğmen (Gürcü) Midivani şahit olduğu acı olayları anlatıyordu. “Ilıca kasabasında kaçamayan Türklerin hepsi öldürülmüştü. Yollarda kör baltalarla enselerinden kesilmiş çocuk cesetleri yığılıydı. Köylere giden yollarda uzuvları tahrip edilmiş pek çok ceset vardı. Her geçen Ermeni bu cesetlere tükürüyor ve küfrediyordu. 800 metrekarelik bir cami avlusunda üst üste yığılı cesetlerin yüksekliği bir buçuk metreyi bulmuştu. Bunların arasında her yaşta kadın, erkek, çocuk ve yaşlılar vardı. Kadın cenazelerinde zorla ırza geçme izleri açıkça görünüyordu. Birçok kadın ve kızın mahrem yerlerine tüfek fişekleri sokulmuştu.” (2) Rus subayları bile böyle bir vahşete tahammül edemiyorlardı. 
Ermenilerin elinde savaş malzemesi çoktu. Ancak onlar Türk askeri ile savaşmaktan kaçıyor ve hınçlarını savunmasız sivil halktan alıyorlardı. Rus subaylarından Yüzbaşı İvan Gokilaviç Pilyat’ın bir anısı; Ermenilerin neden böyle pervasız hareket ettiğinin örneğini verir. 
“25 Şubat 1918 günü Erzurum Demiryolu İstasyonu’nda bir takım Ermeniler silahsız ve sakin İslam ahaliden on kişiden fazlasını kurşuna dizmişler, bunları korumak ve saklamak teşebbüsünde bulunan Rus subaylarını ölümle tehdit etmişlerdir. Bu sırada hiç suçu olmayan bir Türk’ü öldürdüğünden dolayı bir Ermeni’yi hapsetmiştim. Genel Komutanlık, divanı harp kurulmasını emretmişti. Eski kanuna göre cinayet işleyenler idam edilecekti. Ermeni subaylardan birisi bu Ermeni’ye, cinayetinin cezası olarak asılacağını söylediği zaman tutuklu Ermeni kızarak bağırmıştı. 
“Bir Türk için bir Ermeni’nin asıldığı nerede görülmüş? 
Bu Ermeni bizce gerçeği haykırmıştır. Aslında işgal bölgesindeki olayların gerçek sorumlusu Rus Ordusu, Rus Komutanlarıdır. Anlaşılmaz bir nedenle dev boyuttaki cinayetlere göz yummuşlar ve ancak savaş biterken uyanma emareleri göstermişlerdir. Ermenilerin yaptığı günümüz Uluslararası organlarınca “Soykırım” olarak yapılan tarife uygun ender olaylardan biridir. Bölgede nüfus üstünlüğü sağlayabilmek için, bilinçli olarak bir Ulus’un işgal bölgesinde “kılıç artığı” olarak kalmış kesimini doğrudan yok etmeyi amaçlamaktadır. Batının propaganda olarak öne sürdüğü “sahte kırımlar” yerine burada “gerçek kırım” olayları cirit atmaktadır. Ama bu olayları dünyaya aktaracak ne bir misyoner, ne bir kolej öğretmeni, ne de konsolosluk memuru vardır. Mevcut olanlar da “üç maymun oyunu” oynamaktadırlar. Ne bir şey görmüş ne duymuş, ne de söylemişlerdir. Hıristiyan Batının merhametinin sadece kendi dinleri için olduğunun en belirgin örneği, işgal bölgesindeki yüz binlerce masum insanın sahte bir kine kurban edilmesidir. 

REFERANSLAR:
(1) Altan Deliorman, Türklere Karşı Ermeni Komitecileri, s.201-202 (3. Baskı, İstanbul-1980).
(2) Aynı Eser, s.202.
(3) Armenians in The Late Otoman Period, s.149-150 (Enver Konukçu, Massacres of the Turks and Mass Graves; Book Edited by Türkkaya Ataöv, The Council of Culture, Arts and Publication, Ankara-2001).

Dr. M. Galip Baysan


http://haberguncel.blogspot.com.tr/2014/12/bir-turk-icin-bir-ermeni-asilirmi-galip-baysan.html

..

Sevrde Ermeni Meselesinin Görüşülmesi -2




Sevrde Ermeni Meselesinin Görüşülmesi -2


Galip Baysan,
Cuma, Ağustos 08, 2014


Kurulacak Ermenistan’la ilgili esaslar 25 Nisan Pazar günü saat 11’de San Remo’da Villa Devachan’da başlayan görüşmelerde İngiliz temsilciliğinin aşağıdaki tasarısı İngilizce ve Fransızca olarak sunuldu. (1) 
a. Türkiye ile Barış Antlaşması tasarısının ilk baskısının Bölüm III, Kesim V’inde yer alan sınırlar içinde, Amerika Birleşik Devletleri’nin Ermenistan Mandaterliğini kabul etmesi için Başkan Wilson’a çağrıda bulunulması. 
b. ABD Mandater olmayı kabul etmek istemiyorsa, Birleşik Devletler Başkanından, Ermenistan’ın aşağıdaki madde tasarısında belirtilen sınırları hakkında hakemlik yapmasının istenmesi. 
c. Barış Antlaşmasına Ermenistan hakkında şu anlamda bir madde konulması: “Türkiye, Ermenistan ve öteki bağıtlı yüksek taraflar, Erzurum, Trabzon, Van ve Bitlis İllerinde Türkiye ile Ermenistan sınırı konusunu, ABD Başkanının hakemliğine sunmayı ve bu konudaki kararını olduğu kadar, bağımsız Ermenistan Devletinin denize çıkışı için ileri sürebileceği tüm hükümleri kabul etmeyi kararlaştırmışlardır. 
Bu hakemliğe dek, Türkiye ile Ermenistan’ın sınırları bugünkü gibi kalacaktır. Ermenistan’ın kuzey ve doğudaki, yani Ermenistan ile Gürcistan ve Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki sınırları, üç Kafkas Devleti’nin kendi aralarında bu konuda bir anlaşmaya varamamaları halinde, Yüce Kurulca, Ermenistan’la Türkiye arasındaki sınırla ayni zamanda saptanacaktır.” 
Fransız ve İtalyan temsilcileri bu öneriyi kabul ettiler. ABD Başkanı Wilson kendisinden talep edilen mandaterliği kabul etme izni alabilmek için 24 Mayıs 1920 tarihinde Kongreye bir başvuruda bulundu. Wilson’un teklifi uzun bir değerlendirme sonrasında şöyle devam ediyordu: 
“...... San Remo’daki Konseyin çağrısına cevaben Kongrede Yürütme Organı’na Amerika’nın Ermenistan Mandasını kabul etme yetkisi verilmesini acilen tavsiye eder ve isterim. Bu öneriyi Amerikan halkının, işlemin gerçekleştirilmesine istekli olduğu inancı ile sunuyorum. Ermenistan’a duyulan yakınlık, halkımızın sadece belirli bir kesiminde değil, Ermenistan’ın yaşamının en kritik noktasından yardımları sayesinde kurtulduğu, yurdun tüm Hıristiyanlarında görülmektedir. Bu cömert halk, gönüllerinde Ermenistan sorununu kendi sorunları yapmışlardır. Anlatılması güç bir eza –cefa döneminden sıyrılmakta olan Ermenilerin yüce beklentiler ve umutlarla sarıldıkları, bu halk ve hükümetidir ve umarım Kongrede bu beklentilere gerekli biçimde cevap verecektir....” (12) 
1-Haziran 1920 günü Senato 52’ye karşı 23 oyla şu kararı aldı. 
“Başkan Wilson’un 24 Mayıs 1920 tarihli mesajıyla sunduğu Ermenistan Mandaterliği’nin Yürütme Organınca kabulünü, Kongre ret eder...” (13) 
Bu karar Ermeni tarihi için dönüm noktası kabul edilebilir. Ermenistan’ı yaratmayı düşünen liderler Llyod George, Clemenceau ve Briand, Nitti ve Hatta Wilson ellerinden geleni yapmış, barış antlaşmasına bir Ermenistan haritası eklemişlerdi. Ermeni toplumu 40-50 yıldır verdikleri mücadelenin sonucunu elde etmek üzere bulunuyorlardı. Dünyanın her tarafındaki Ermeni cemaati büyük bir sevinç ve gurur içinde, mutlu idiler. Artık Ermenistan önünde hiç bir engel kalmamış gibiydi; çünkü nede olsa Damat Ferit ve Osmanlı Sultanı İngilizlerin avucundaydı ve her istenileni yapıyordu, yapacaktı. 

Ellerinde yeterli Kara Gücü olmayan ve Türklerle yeni bir savaşa girmek istemeyen işgal güçleri için en önemli avantaj Sultan ve Hükümeti idi. “Eğer bize destek vermezseniz İstanbul’dan kovulursunuz” şantajı çok etkili oluyordu. Bu kozu ustaca kullanıp İstanbul Hükümeti’nin Anadolu Hükümeti ile mücadele etmesini ve Anadolu’daki direnci yok etmesini istediler. İmkânsız gibi görünen bu durum neredeyse Şeyhülislamın fetvası ile gerçekleşiyordu. Anadolu’nun dört bir yanında isyanlar başladı. (14) Batılıların üzerinde durmadığı bu olay, Türkler için çok büyük ölçüde tehlikeli boyutlara ulaşmıştı. Konya’da, Balıkesir – Bandırma ve İzmit Adapazarı,  Bolu Yozgat, Güneydoğu Anadolu bölgelerinde gelişen isyanlar Ankara’yı da tehdit etmeye başlamıştı. 
Türklerin antlaşmaya tepkisi tam anlamıyla bir şok, hayal kırıklığı ve sınırsız bir öfke olmuştu. Tevfik paşa 11 Mayıs günü anlaşmayı gördükten sonra yurda çektiği telgrafta, Yunanlıları Anadolu’dan çıkarmak için hiç umut kalmadığını ve koşulların “bağımsızlık prensipleri ile bir arada düşünülemeyeceğini, bildiriyordu. Koşulların İstanbul’da duyulmasının ardından basın, Türkiye’ye ‘İdam cezası’ verildiğini söyleyerek bir ağızdan itiraz etti. Sadrazam da, İngiliz Yüksek Komiseri  de Robeck’e, antlaşmayı milliyetçilere kabul ettirmenin neredeyse ‘olanaksız’ olduğunu söylüyordu. 
Paris’teki delegasyon başkanı Tevfik paşa, müttefikler, (İngiltere ve Fransa) arasında bir çatlak olduğunu fark ettiği için görüşmeleri biraz uzatmak ve bir şeyler elde etmek istiyordu. (15) Bunu fark eden işgalciler ellerindeki en büyük koz “Yunan Ordusunu” öne sürdüler. Yunanlılar 22 Haziran’da Balıkesir, Bursa istikametinde ilerlemeye başladılar. Yunan Ordusu ilerlerken İngilizlerde denizden zayıf Türk Birliklerinin  direncini kırmak için, yan ve gerilerine deniz gücü ile baskı yapmaya başladı. (16) Türk müfrezeleri 30 Haziran’da Balıkesir’i, 3 Temmuz’da Nazilliyi, 7 Temmuzda da Bursa’yı terk ettiler. Bursa’nın terki Türk kamu oyunu çok yaraladı. Meclis kürsüsünün üstüne siyah bir örtü örtüldü ve Millet Meclisi üyeleri Bursa kurtarılıncaya kadar bu örtüyü kaldırmamaya yemin ettiler ve kaldırmadılar. (17) Yunan Ordusunun iştahı bir türlü tükenmiyordu 20-27 Temmuz arasında Doğu Trakya’yı işgal ederek İstanbul kapılarına dayandılar.
Batı dünyasında Yunanlıların bu kadar kolay ilerleyebileceği tahmin edilmiyor, özellikle askerler Yunanlıların üstesinden gelemeyeceği bir çıkmaza gireceği endişesini dile getiriyorlardı. Churchill bu konuda görüşünü şu sözlerle belirtiyor: 
“Yunan kuvvetlerinin dikkat çekici ve ümit edilmeyen başarısı Müttefik devlet adamlarınca alkışlandı, askerler gözlerine inanamadılar, Lloyd George çok coşkulu idi. Görünüşe göre o bir kere daha haklı çıkmış ve askerler yanılmıştı.” (18) 
Aslında plânın çok cüretkâr olduğunun Lloyd George’da farkındaydı. Yunan saldırısına izin verdiği zaman, çevresindekilere “Başarıya ulaşırlarsa sorun yok ama eğer bu cüretkâr davranış başarılı olmazsa, o zaman ortaya .. doğrudan kabul edilmesi gereken .. yeni bir durum çıkacaktır. Her şey önümüzdeki üç dört hafta içinde belli olur.” (19) diyordu. 
Lloyd George tam bir Yunan fanatiği gibi davranıyordu. Ermenilerden çok Yunan İmparatorluğunun hayali ile yaşıyor gibiydi. Bütün ağırlığını en kritik anlarda Yunanlılardan tarafa koymaktan çekinmiyordu. Yunanistan’ın Türk milliyetçileri yeneceğine ve İstanbul Hükümetine yürekten inanıyordu. Kendisine karşı çıkan Churchill ve Mareşal Sir Heny Wilson’un protestolarına kulak asmıyor ve onlar için şu sözleri söylüyordu. “Elbette askerler Yunanlılara karşıdır... Onlar Türkleri benimser. Asker Muhafazakârdır. Türkleri desteklemek de Muhafazakârların politikasıdır. Onlar Yunanlılardan nefret eder. Muhafazakârların endişelerinden Henry, Wilson’un yaptıklarımıza bu denli karşı çıkışının nedeni budur.” (20) 
Yunanlıların seri ilerleyişi nedeniyle paniğe kapılan Damat Ferit, 25 Haziran’da Tevfik Paşa’yı görevinden aldı ve İstanbul’da 22 Temmuz günü bir şura toplandı (Saltanat Şurası) ve bu sırada alınan yetki ile Osmanlı temsilcileri Hadi Paşa, Rıza Tevfik ve Reşad Halis Beyler 10 Ağustos 1920 Salı günü Paris’in Sevr (Sevres) mevkiinde anlaşmayı imzaladılar. Barış Antlaşmasının önde gelen iki Ermeni temsilcisinden biri olan Avadis Aharonyan, günlüğünde haklı olarak, Sevres Antlaşmasının imzalandığı günü “Hayatımın en mutlu günü” olarak anmaktadır. Gerçekten de bütün dünya Ermenileri ve Yunan ırkı mensupları için 10 Ağustos, Tarihlerinin en aydınlık dönemini gösteriyordu. Bu anlaşma ile Anadolu ve Trakya  bölgelerinde iki yeni Hıristiyan Devlet; dev bir Yunan İmparatorluğu ve yakın bir gelecekte Doğu Akdeniz ve Baku’ye kadar genişleme şansı olan tarihin gelmiş geçmiş en büyük Ermeni Devleti doğmuş oluyordu. Osmanlı Devleti’nin yapacak hiç bir şeyi kalmamıştı. Sevre’le birlikte  900 yıla yakın süren Anadolu ve Doğu Avrupa Müslüman hakimiyetinin sonunun geldiği kabul ve ilan ediliyordu. 


DİPNOTLAR:

1. Osman Olcay: Sevre Andlaşmasına  Doğru, S.566-567. (SBS Basın Yayın Yüksek Okulu-1980 )
2. General Harbord’un Raporu, S.155-158, James B. Gidney : A Mandate for Armenia S.226.(The Kent State Univ.Press,Ohio-1967)
3. Aynı Eser, S.158.
4. Türk İstiklâl Harbi, VI Cilt, İÇ Ayaklanmalar (1919-1921) (Genkar Basımevi, Ankara – 1964, Kroki-i Grafik-I). 
5  Sevr Entrikaları, S.237 – 238. 
6. İhsan Ilgar, Milli Mücadele’de Bursa, S.42-51 (Tercüman-İstanbul -1980)  Hacim Muhittin Çarıklı’nın Hatıraları, S.275-278   (Ankara –1970). 
7. İkinci Harp Tarihi Semineri, İhsan Güneş, S.152 (Bildiriler –Ankara). 
8. Winston S. Churchill : The Aftermath Being a Sequel to The World Crisis, S.376 (London-1944).
9. Sevr Entrikaları, S:239.
10. Aynı Eser, S.238, 251, Dip Not: 7-8.

 Dr. M. Galip Baysan


http://haberguncel.blogspot.com.tr/2014/08/sevrde-ermeni-meselesinin-gorusulmesi-2-galip-baysan.html

..

Sevr’de Ermeni Meselesi -1





Sevr’de Ermeni Meselesi -1



Galip Baysan,
Cuma, Ağustos 08, 2014


Osmanlı toplumunda, Ermeni, isyanlarının başladığı 1880’lerdenberi geçen 120 yıla yakın süre içinde, Ermeni iddialarının ilk defa zirve yaptığı tarih 10 Ağustos 1920, yani Sevr Antlaşmasının Osmanlı görevlileri tarafından kabul edildiği tarihtir. İlk defa zirve yapıldığı tarih deyişimizin bir nedeni, bu günlerde ikinci defa zirveye doğru ilerlenme yolunda, başta Fransa olmak üzere Avrupa ülkelerinin gösterdikleri çaba ve Ermenilere verdikleri destektir. Ocak 2001 ‘de Fransa’nın 577 üyeli Meclisinden sadece 51 milletvekilinin katıldığı, (şike gibi özel) bir oturumda kabul ettiği ve Cumhurbaşkanı Jack Chirac tarafından apar topar imzalanıp yürürlüğe konarak başlatılan süreç ve geçen  10 Ekim 2006 tarihinde yine Fransa Meclisi tarafından ve yine bir azınlık grup toplantısında alınan “Soykırımı tanımayanlara ağır cezalar öngören kanun” la başlayan dönem, AB üyelerinin tıpkı Kıbrıs Rum kesimine olduğu gibi Ermenilere de verdikleri sınırsız destek, bütün bunların yanında önümüzdeki 2015 yılında Hıristiyan Batı Dünyasında tartışılan Soykırımı tanıma yasası ile ilgili gelişmeler; onları tarihlerindeki ikinci zirveye doğru hızla götürmektedir.    
Ermenilerin birinci zirvede elde ettikleri inanılmaz başarı, günümüz Ermeni camiası ve destekleyicileri için iyi bir emsal ve motivasyon kaynağı olmuştur. Bu nedenle Sevr’e giden yolda Hıristiyan Batı Dünyası ve Ermenilerin davranışlarının incelenmesi, Türk aydınları için bir “Paranoya” olmanın aksine hiçbir zaman unutulmaması gereken çok önemli derslerle doludur ve bu konu ile ilgilenen herkesin günümüzde cereyan eden siyasi olaylar ve nedenlerini daha kolay anlamalarına yardımcı olacaktır.
1919 yılı boyunca Amerika’da Ermeni propagandası çok yoğun bir çalışma içinde bulunuyor, Amerikan halkı, basın yayın organları, cemiyetler ve Kilise organları gibi vasıtalarla Başkan Wilson’u ve siyasetçileri etkilemeye çalışıyordu. Sonunda başarılı oldular ve ABD savaşa girdi.1918 yılı sonunda Savaş bitmişti, Türk Toprakları büyük yabancı güçlerin işgal ve kontrolü altındaydı. Ancak “propaganda makinesi” halkın saf vicdanını ve masum dini duygularını, merhametlerini hedef aldığından hala başarılı oluyordu. Bu kaynaklar “Dünya savaşının bitmiş olmasına rağmen, Ermenilerin bir devlet kurmak istedikleri topraklarda savaşın hala devam ettiğini, Türklerin Ermenilere zulüm yaptıklarını” iddia ediyorlardı. Hatta sırf bu propagandaların etkisinde kalan Başkan Wilson, 21 Ağustos 1919’da Damat Ferit Paşa’ya bir nota göndermişti. Bu notada “Kafkasya ve başka bölgelerde Ermenilerin öldürülmesi engellenmezse, Osmanlı İmparatorluğunun Türk bölgelerinden, Wilson prensiplerinin 12 nci maddesiyle tanınan bağımsızlığın geri alınacağı ve barış koşullarının Türkiye aleyhine değiştirileceği” bildiriliyordu. (1)
Tabii Nota tarihinin, 23 Temmuz – 7 Ağustos 1919 arası yapılan Erzurum Kongresi sonrasında oluşu, Ermenilerin bu kongreden büyük rahatsızlık duyduğunun ve bir hareket gösterme ihtiyacının işaretleri kabul edilebilir. Başkan Wilson Ermeni baskısının yoğunlaşması üzerine durumu yerinde incelemek üzere General James G. Harbourd başkanlığında bir heyet görevlendirdi. 46 kişilik heyet Anadolu ve Güney Kafkasya bölgelerinde 30 günlük bir seyahat yaptılar. Bu gezide heyet (Haydarpaşa – Konya- Adana üzerinden Tarsus, Mersin, İskenderun, Halep, Mardin’e oradan otomobille Diyarbakır, Harput, Malatya, Sivas, Erzincan, Erzurum, Kars, Erivan, Tiflis yolunu takip edecek sonra Bakü – Batum ve Karadeniz yoluyla İstanbul’a dönecekti. (2) 20 Eylül’de Sivas’a gelen heyet, Milli Mücadele liderleri ile de görüştü. Özellikle Amerikalı generalin ricası üzerine 22 Eylülde gizli olarak yapılan görüşme oldukça önemli sayılabilirdi. (3)  Mustafa Kemal’in 24 Eylül’de General Harbord için hazırladığı bir muhtıra Amerikalı generale verilmek üzere 5 Ekim’de Yaveri Nuri Bey vasıtası ile Samsun (Canik) Mutasarrıfı Hamit Bey’e gönderilmişti. (4) Gezi dönüşü heyet raporunu 16 Ekim 1919’da kaleme aldı. 
Rapor Ermeni Mandaterliği ile ilgili lehte ve aleyhte bazı esaslar ortaya koyuyordu. General Harbord genel olarak ayrı bir Ermenistan kurulmasına kesinlikle karşı çıkarken, bütün bölgede tek bir Manda yönetimi kurulmasını, eğer bölge halkı arasında bir kamuoyu yoklaması yapılırsa Manda Yönetimi için Amerika’nın tercih edileceğini belirtmiştir.  Eğer ABD sadece Ermeni Mandaterliğini üstlenirse, bölgeye beş yılık bir süre içinde ortalama 750.000.000 Dolar harcamalı ve bölgedeki Türk, Müslüman, Rus ve İran’a karşı bölgeyi koruyabilmek için yeterli olacak büyüklükte bir askeri güç’e ihtiyaç vardı. (5) Bölgeye gönderilecek askeri güç için tahminler bölgede yaşayan Ermenilerce desteklenecek Fransızların önerdiği 20.000 kişilik bir Avrupa ordusuyla, İngilizlerin yeterli bulduğu bir kaç subay arasında değişiyordu. (6) 
Hatırlanacağı gibi Barış Konseyinde İngiltere baştan itibaren Ermenistan’ın koruyuculuğu görevini Amerika’ya yüklemek istiyordu. Ancak sadece Ermenistan küçük bir bölge olması nedeniyle, daha cazip olması için: İstanbul ve Boğazların mandaterliğini de Amerika’nın almasını istiyordu. Böylece bir taşla bir kaç kuş birden vurmuş olacaktı. Şöyle ki: 
1- Savaş içinde “Ermeni Soykırım iddialarının” menşei Anadolu’daki Amerikan okulları, misyonerleri, Elçilik ve Konsoloslukları idi. 
2- Ermeniler lehine kamuoyu vicdanına en fazla etkili olunan toplum Amerikan halkı olmuştu. 
3- Amerikan halkı insanlık (ve dinsel) idealleri uğruna savaş içinde göç eden Ermenilere yardım için büyük kampanyalar yapmış ve hâlâ devam eden yüzlerce milyon dolara ulaşan yardım fonları oluşturmuştu. 
4-Ermeni Lobisi’nin en etkin olduğu ülke de Amerika idi. 
5- ABD’nin savaşa sokulması için bu olgulardan yararlanılmıştı. 
6- Savaş içinde yapılan gizli anlaşmaların uygulamaya konması için tek engel Başkan Wilson ve onun ilkeleri idi. Eğer Rusya’ya verilecek pay ABD’ye devredilirse ABD’nin muhtemel bir itirazının önü alınmış olacaktı. 
7- Rusya’daki iç savaş kızıllar lehinde gelişme gösteriyordu. 
8- Doğu Anadolu ve Güney Kafkasya’da meydana getirilen bir Ermeni devleti bir yanda Türklerin, daha Doğudaki Turan ülkeleri ile temasını önlerken aynı zamanda Bolşevik bir Rusya ile İngiliz ve Fransız sömürge bölgeleri arasında bir tampon oluşturacak, İngiliz ve Fransız sömürgeleri muhtemel bir Sovyet tehdidinden korunmuş olacaktı. 
9- İngiltere ve Fransa (kısmen de İtalya) kendi kamuoyları önünde verdikleri Türkleri cezalandırma ve Ermeni devleti kurma sözlerini de tutmuş olacaklardı. 
 İngilizler savaşın bitiminde Ermenistan topraklarını Türk Birliklerin çekilmesinin ardından hemen işgal etmişlerdi. Hükümet, bir Ermeni Mandasının işgücü ve para olarak pahalıya mal olacağının ama bunun karşılığında İngiltere’ye bir getiri sağlayamayacağının farkındaydı. İngilizler Doğu Anadolu ve Kafkasya’da kaldıkları sürede Ermenilerin bölgede üstün bir konuma geçmesi için ellerinden geleni yaptılar. Türklerin asker ve sivil birlikleri dağıtıldı, silah ve cephaneleri ellerinden alınıp Ermenilere verildi ve Türk lider ve memurlar görevlerinden alınıp sürgün edildi, yerlerine Ermeni yöneticiler getirildi. Ancak İngilizlerin bu bölgede bulunmalarının en önemli nedeninin Kafkas petrolleri ve Rus iç savaşında “Beyaz Ruslar”a yardım etmek olduğu her halde tahmin edilmeyecek (fakat açıklanacak) bir husus değildi. 
İngiltere Kafkasya’dan çekilirken, ABD’nin gelişi de şüpheli olunca Fransa ile anlaşmayı ve hatta Ermenistan’a Fransa’nın asker gönderebileceğini de düşünmeye başladı. Lloyd George Paris’te Clemenceau ile 15 Eylül’de yaptığı, bir görüşme sırasında Kafkasya’nın ardından, 1 Kasım’dan itibaren kuvvetlerini Suriye ve Kilikya’dan çekmeye başlayacağını açıkladı. Fransız lider sadece tanımlanan bölgede İngiliz askerinin yerini Fransız askerinin almasını kabul etti. Ayrıca Fransız lideri “Ermenilerin soykırım tehdidi altında bulunması nedeniyle, sırf Konferansa yardımcı olmak amacıyla Ermenistan’a Fransız askeri göndermeyi” de önermişti. Tabii ki bu öneri herhangi bir anlaşmanın kabul edildiği anlamına gelmemeliydi. Fransa’nın Ermenistan’da bulunmak gibi bir arzusu yoktu. Bu aynı zamanda Fransızlar için olağanüstü bir külfet anlamına geliyordu. (7) Galiba General Harbord heyetinin “Ermenilerin amaçları ne olursa olsun, Türk topraklarında ayrı bir Ermenistan yaratmanın mantıklı bir yönü yok.” (8) görüşüne onlarda katılıyor ama vazgeçmek de istemiyorlardı. İngilizler bu anlaşmaya uygun olarak 29 Ekim 1919’da Kilis’i, 30 Ekim’de Urfa ve Maraş’ı ve 5 Kasım’da da Antep’i Fransızlara devrettiler.
Ankara’da Büyük Millet Meclisi’nin açıldığı günlerde İtilaf Devletleri San Remo’da 18-26 Nisan günleri arasında yaptıkları toplantıda Anadolu’daki gelişmeleri hiç dikkate almadan; bir yıl önceden kararlaştırdıkları gibi. Türk ve Müslüman topluma hemen hemen hiç hak tanımayan bir anlaşma hazırladılar. Anlaşma 11 Mayıs günü Osmanlı Devletine sunuldu ve basına açıklandı. (9) Ve Osmanlı Devletine cevap vermesi için bir aylık bir süre tanındı. Konferans tamamen Lloyd George’un istediği gibi gelişmişti. Bazı yazarlar Konferansı “Lloyd George’un sirk’i” olarak değerlendirmektedirler. (10) Performansı mükemmeldi ve istediğini (en azından kâğıt üzerinde) elde etmişti. 

DİPNOTLAR:

1 . Seçil Akgün,General Harbord’un Anadolu Gezisi ve Ermeni meselesine Dair Raporu s.74-75 (İstanbuk-1981)
2.  Aynı Eser, S.74-75. 
3 . Fethi Tevetoğlu, “M.Kemal Paşa- General Harbord Görüşmesi “Türk –Kültürü, No:80, Haziran 1969, s.3-5.
4 . Aynı Eser, S.4-5.
5 . Seçil Akgün, a.g.e., S.136-145.
6 . Paul C. Hemreich :Sevr Entrikaları, S.153. ( Sabah Kitapları, İstanbul-1996)
7 . Aynı Eser, s.106- 107.
8 . Andrew Mongo, Atatürk, S.243 (Türkçesi Füsun Deruker, Yeni Binyıl, Sabah Kitapları, İstanbul –2000). 
9.  Sevr Entrikaları S.219-233.
10. David Walder, The chanak Affair, S.110 (Hutchinson of London –1969). 

Dr. M. Galip Baysan


http://haberguncel.blogspot.com.tr/2014/08/sevrde-ermeni-meselesi-1-galip-baysan.html

..

(27 Mayıs 1915) Hükümet Nihayet Tehcir kararı aldı,





(27 Mayıs 1915) Hükümet Nihayet Tehcir kararı aldı,


Dr. M. Galip Baysan ,
Pazartesi, Haziran 24, 2013

ERMENİLER İÇ BÖLGELERE GÖÇ ETTİRİLİYOR

Bu yazı serimizin altıncı ve son bölümünde sizlere Tehcir yani zorunlu göç kararının nasıl alındığını belgelerin ışığında anlatmaya devam ediyoruz. Ancak bu konuyu özellikle Türk aydınlarının nasıl ele aldığını, bundan sonraki faaliyetleri daha iyi açıklayabilmek için öğrenmek istiyoruz. Bu nedenle okurlarımızdan küçük bir katkı bekliyor ve elektronik posta adresimize okurlarımızın sadece; bu seriyi okudum, kısmen okudum veya hiç okumadım şeklinde varsa görüşlerini de ekleyerek bir not göndermelerini rica ediyoruz. 
Van Bölgesinin isyancı Ermeniler tarafından ele geçirilip düşman ülke Rusya’nın Ordusuna teslim edilmesi ve Van’da Rusya’nın kontrolünde bir Ermeni Devletinin kurulması, bunun yanında bölgede yaşayan 500.000’i aşkın Türk ve Müslüman halktan sadece 1500 kişi kalıncaya kadar kırılması Osmanlı Hükümetini çok zor bir durumda bıraktı. Ermeniler için acil ve sert tedbirler tartışılmaya başlandı. 27 Mayıs günü toplanan hükümet üyeleri değişik olasılıkları tartıştıktan sonra, Harbiye Nazırlığının tavsiye ettiği Tehcir ( Zorunlu Göç) kararı aldı. Olaylar şöyle gelişti:
Göç Yasasının çıkarılmasının arifesinde, Doğu Anadolu’yu savunmadan sorumlu komutanların talebi üzerine, ön hazırlık mahiyetinde, Hükümet bölge yöneticilerine bazı direktifler göndermeye başladı. Osmanlı Devleti’nin zorunlu göç olayı ile ilgili verdiği direktiflerden bazıları aşağıya çıkarılmıştır. 23 Mayıs 1915 tarihinde, Erzurum’a 14, Van’a 21 ve Bitlis’e 14 sayılı şifre ile şu talimat veriliyordu:
“Vilayet içindeki Ermeniler, Van vilayeti ile hudut komşusu olan, kuzey kısmı hariç olmak üzere, Musul vilayetinin güney kesimi ile Zor sancağı ve Merkez kazası hariç, Urfa sancağında gösterilecek yerlere göç ve barındırılacaktır. Barındırılacak yerlere gelen Ermeniler, Köy ve kasabalarda inşa edilecek konutlara yahut mahalli hükümetçe gösterilecek yerlerde yeniden kuracakları köylere yerleştirileceklerdir. Göç ettirilmeleri gereken Ermenilerin gönderilme ve iskânları mahalli yöneticilere aittir. Göç ettirilen Ermeniler, tüm taşınır mallarını beraberlerinde götürebilir. Bu taşımalar, doğal olarak, harp harekâtının müsaade ettiği yerlerde yapılır.”
Aynı gün bir şifre de Musul Valiliği ile Urfa ve Zor mutasarrıflarına yollanıyordu. Bu mesajda şunlar isteniyordu.
“Van, Bitlis ve Erzurum vilayetlerinden o taraflara gönderilecek Ermeniler Urfa’da Ermenilerin barındıkları yerlere, Musul ilinde ise vilayetin güney kesimlerine ve mahalli hükümetçe gösterilecek yerlere nakil ve oralarda barındırılacaklardır.”
“Barınma bölgelerine gelecek Ermenileri, ya dağınık biçimde mevcut köy ve kasabalara inşa edecekleri konutlara, ya da mahalli hükümetçe gösterilecek yerlerde yeniden kuracakları köylere yerleştirileceklerdir. Ermeni barındırılacak köy ve kasabalarda yeniden kurulacak Ermeni köyleri sınırının Bağdat Demiryolu’na ve diğer demiryollarına en az 25 km. uzaklıkta bulundurulması gerekecektir. Barındırma yerlerine gönderilecek Ermenilerin can ve mal güvenlikleri ile iaşeleri ve dinlenmeleri yol boyunca görevli memurlara aittir. Göç ettirilen Ermeniler tüm taşınmaz eşyalarını beraberlerinde götürebilirler.” (1)

İstanbul’un Fransa Elçiliği İşgüderinin bir raporu üzerine düşman taraf olan 3’lü İttifak devletleri (İngiltere, Fransa ve Rusya) hükümetleri bir bildiri yayınlayarak Osmanlı Devleti’ni kınadılar. Bu devletleri böyle bir bildiriye zorlayan ana kaynak tabii ki İstanbul patriği, yani dinsel kaynaklar olmuştur.  İngiltere, Fransa ve Rusya devletlerinin Ermenileri mağdur ve mazlum gösteren Nota’sı, 24 Mayıs 1915 günü Havas ajansı vasıtasıyla Osmanlı Devleti’ne verildi. Notanın özeti şöyleydi:
“Rusya, İngiltere, Fransa devletleri aşağıdaki beyanın yayınlanması konusunda ittifak etmişlerdir. Hemen bir aydan beri Türk –İslâm ahali Osmanlı Hükümeti memurlarıyla birlikte ve çok zaman bunların yardımıyla Ermenilere soykırım uygulamaktadırlar. Adı geçen katliamlar özellikle Nisan’ın yarısına yakın zamanda Erzurum, Tercan, Bitlis, Muş, Sason, Zeytun ve bütün Kilikya çevresinde olmuştur. Van çevresinde yüze yakın köylerin Ermenileri katledildiği gibi aynı zamanda Osmanlı Hükümeti İstanbul’da oturan zararsız Ermenilere de musallat oldu. Türkiye’nin insanlık ve medeniyete karşı (bu kelimeler Hıristiyanlık ve medeniyete karşı idi, Hıristiyan olmayan ülkelerden tepki alır diye insanlığa çevrildi) yapa geldiği bu yeni cinayetlerden ötürü gerek Osmanlı Hükümeti üyelerinin ve gerek bu gibi katliamlara katılmış ve katılacak olanların şahsen sorumlu olacakları itilaf hükümetleri Bâb-ı Aliye açıkça tebliğ eder.” (2)
Osmanlı Hükümeti bu Nota’ya derhal sert ve açıklayıcı bir cevap vermiş. Ermenilerin yaptıklarını ve alınan tedbirlerin her devletin kendi toprakları içinde yapmak mecburiyetinde olduğu polisiye tedbirler olduğunu belirtmeye çalışmıştır.(3)
Bu sözlerde çok açık mesajlar mevcuttur. Anadolu Ermenilerinin isyan ve ihanetini geçmiş bölümlerdeki yazılarımızda açıkça izledik. Bu tarihte yüz binlerce Türk ve Müslüman’ın kanları Ermeni çeteler tarafından oluk gibi akıtılırken Osmanlı Devleti’nin aldığı yasal emniyet tedbirleri bile haksız işlem kabul ediliyor ve suçluların yakalanması hemen en güçlü batılı ülkeler liderleri arasında bile “Soykırım” olarak adlandırılabiliyordu. Bu kelimenin dünyada “bu kadar ucuz bu kadar kasıtlı ” bir şekilde kullanıldığı, bir başka örnek göstermek mümkün değildir. Bundan böyle Türklerin yaptığı her hareket, her savunma tedbiri, haklı da olsa, haksız da olsa sadece ve sadece “soykırım” olarak adlandırılacaktır. Bu Ermenilere dış dünyanın desteğini sağlamanın ve savaş sonunda dev bir Ermenistan yaratabilmenin tek yoludur.
Bu konuda fazla bir şey söylemek istemiyoruz, o tarihte bu Nota’yı veren ülkeler Van’ın Ermeniler vasıtası ile Ruslara teslim edildiğini ve Van ili ve çevresindeki 509.707 Müslüman’dan (4) sadece 1500 kadın ve çocuğun kaldığını bilmiyorlar mıydı? Tabii ki biliyorlardı. Ama Nota’da Van için kullanılan “Van çevresinde yüze yakın köyde yaşayan Ermenilerin katledildiği”  ifadesine dikkatinizi çekmek isteriz.
Bu Nota bize Talat Paşanın sözlerini hatırlatıyor: “Ordu Göç ettirme kanununun uygulanmasını yeniden gündeme getirdi ve ısrar etti. Ben yine karşı çıktım. Birçok acı durumlar bana göstermiştir ki, Hıristiyanların Müslümanlara yaptıkları zulümler Avrupa’da büyük bir hoşgörüyle, sessiz karşılandığı halde, Müslümanların en ufak bir hareketi gereğinden fazla büyütülüyordu. Bu bakımdan, Rusların bu savaşta Ermenilerin yanı başında bulunması yüzünden çıkacak olan düzensizliklerin bize karşı kötüye kullanılacağını önceden biliyordum.”(5)
          Ermeni faaliyetleri Mayıs ayı sonuna doğru dayanılmaz bir seviyeye geldi. Başkumandanlık 26 Mayıs 1915 tarihinde İçişleri Bakanlığı’na, Ermenilerle ilgili bir yazı göndererek, bir ay önce Rusların bölgede yaşayan 100.000’e yakın Türk ve Müslüman halkın Türk hudutlarından içeri sürülmesine benzer şekilde Ermenilerin Rusya’ya değil fakat Osmanlı sınırları içinde bir bölgeye göç ettirilmesini talep eden aşağıdaki yazıyı göndermiştir.
“Ermenilerin Doğu Anadolu vilayetlerinden, Zeytun’dan ve buna benzer yoğun bulundukları yerlerdeki Diyarbakır Vilayeti, güneyine, Fırat nehri vadisine, Urfa, Süleymaniye yakınlarına gönderilmeleri şifahen kararlaştırılmıştı. Yeniden fesat yuvaları meydana getirmemek için Ermenilerin göç ettirilmesinde şu düşünceler esas alınmalıdır:
1-Ermeni nüfusu, gönderildikleri yerlerdeki aşiret ve İslâm sayısının % 10 nispetini geçmemelidir.
2-Göç ettirilecek Ermenilerin kuracakları köylerin her biri elli evden çok olmamalıdır.
3-Ermeni göçmen aileleri seyahat ve nakil suretiyle de olsa, yakın yerlere ev değiştirmemeli. Gereğinin yapılmasını ve sonucunun bildirilmesini rica ederim.” (6)
         Bu gelişmeler üzerine Osmanlı Hükümeti; 14 Mayıs 1331 (27 Mayıs 1915) tarihinde geçici bir kanun çıkarmıştır. (Geçici denmesinin nedeni, Meclis’in o günlerde kapalı olmasıdır.)
Bu geçici kanun “Savaş zamanında Hükümete karşı gelenler için askeri birlikler tarafından alınacak tedbirlerle ilgili geçici kanun” adını taşımaktadır. Bu kanuna göre;
1-Savaş halinde Ordu, Kolordu, Tümen ve müstakil mevkii komutanları, yurt savunması, asayişin korunması ve hükümet emirlerine karşı halk tarafından karşı koyma, direnme veya silahlı tecavüz vaki olursa buna karşı derhal askeri kullanarak hareketi bastırmaya, tecavüz ve direnmeyi yok etmeye yetkili ve mecburdur.
2-Ordu, Kolordu ve Tümen komutanları askeri gerekler karşısında casusluk, hıyanet halinde görecekleri kasaba ve köy halkını, teker teker veya toplu halde diğer yerlere sevk ve iskân ettirebilirler.
3-Bu kanun yayınlandığı tarihten itibaren yürürlüğe girer.(7)
Bu kanunun kabul edildiği günlerde, 26 Mayıs 1915 tarihinde verilmiş olan bir teklif 30 Mayıs 1915’te Bakanlar Kurulu tarafından görüşülmüş ve kabul edilmiştir. Buna göre, savaş bölgelerinde bulunan Ermenilerden bir kısmının düşman saflarına katılmaları, Osmanlı askerini arkadan vurmaları ve casuslukta bulunmaları nedeniyle cephe gerilerine sevk edilmeye başlandığı, görevlilere yardımcı olunarak, Devlet’in menfaatlerine uygun olarak devam ettirilmesi istenmiştir. Bunun yanında göç ettirilen Ermenilerin iaşe ve iskân masraflarının göçmenler için ayrılan ödenekten sağlanması, mali ve ekonomik meselelerinin halli, Ermenilere ait gayrimenkul ve diğer değerlerin tespit edilip korunması İstenmektedir.” (8)

Yine Talat Paşa’nın anılarına dönüyoruz. 

“Göç uygulamasına önce Erzurum’dan başlandı.(2 Haziran 1915) Erzurum Valisi Tahsin Bey, Dâhiliye Nezareti’ne, Ermenilerin gönderilmeleri sırasında Kürt aşiretlerin saldırısına uğradığını bildirdi. Vali’yi telgraf başına çağırarak yardım için orduya başvurmasını ve saldıranların şiddetle cezalandırılmasını emrettim. Nitekim Ordu Komutanlığı bir tabur asker gönderdi ve ele geçirilebilenler kurşuna dizilerek cezalandırıldılar.” (9) 
Bu zorunlu göç olayının Osmanlı yöneticilerine çok pahalıya mal olacağı daha ilk andan, itibaren belli olmuştu. Dost, düşman binlerce gözetmenin denetiminde, savaşılan ülkelerin dışında, tarafsız kalmış ve müttefik diğer Hıristiyan toplulukların da dikkatle izlediği, en ufak bir sertlikte hemen “Soykırım” damgası vurulacak bir emniyet tedbiri almak bile neredeyse cesur, vatansever bir iki insan olmasa imkânsız hale gelecek gibi görünüyordu. Haksızlıkların önlenmesi, adil davranışlar, soygun, rüşvet, hırsızlık, intikam hırsı, Eşkıyalık ve hatta zalimlerin şerrinden kadın, erkek, çoluk, çocuk, yaşlı genç pek çok insanı mümkün olduğu kadar en az zararla gitmeleri gereken bölgeye ulaştırmak çok zor olacaktı. 
Yine de Osmanlı devleti bundan sonra ard arda yayınladığı talimatlarla bu göç olayını emniyetle ve düzenli bir şekilde yapmaya çalıştı. İşte Ermenilerin günümüzde her fırsatta “1915 soykırımı” diye adlandırdığı olay bu “zorunlu göç” olayıdır. Aslında o güne kadar ve Osmanlı himayesinde, hemen hemen 800-900 yıldır savaş, kaçma, göçme gibi talihsiz olaylarla Türkler gibi karşı karşıya gelmemiş, çocuklarını savaşlara göndermemiş ve acısını tatmamış, ticaret ve sanayii elinde bulundurma nedeni ile daha müreffeh bir yaşam sürdüğü bilinen Ermeni Cemaati, ilk defa savaş ve getirdiği zorlukların gerçek yüzü ile karşılaşınca paniğe kapılmış ve bu olayı görüp gördükleri en büyük felaket olarak vasıflandırmışlardır.     Göçmenlere her türlü yardım yapıldı, koruyucu, denetleyici, yerli ve yabancı yardım ekipleri yer yer onlarla beraber yürüdüler. Oysa daha bir ay önce Van ve çevresinden göçen yüz binlerce Türk ve Müslüman’ın yanında Tanrı’dan başka hiç kimse yoktu. Üstelik geçtikleri yollarda canlarını ve ellerinde kalan son mallarını çalmaya kararlı Ermeni cinayet örgütleri pusuda bekliyorlardı. Ayrıca Ermenilerin acısı, göç bölgesine vardıklarında bitiyor veya yeni şartlara adapte olabildikleri ölçüde yeni bir yaşama geçiliyordu. Türk ve Müslümanların acısı ise Ermenilerden evvel başlamasına rağmen bu bölgelerde 1921 yılı, Batı Anadolu ve Trakya’da 1922 yılı son aylarına kadar devam edecekti. 
Ermeniler ve Ermeni taraftarı kişilerin “planlı ve kasıtlı olarak bir Toplumu toptan yok etme” amacı taşıdığı yolundaki iddialarını çürüten en önemli belgeler, Osmanlı Devleti’nin bu olayla ilgili değişik zamanlarda yayımladığı bildiriler ve verdiği talimatlardır. İkinci bir neden Ermenilerin en çok yaşadığı İstanbul – İzmir gibi büyük şehirlerde zorunlu göç olayı yaşanmaması ve bu kişilerin tehcir’e tabi tutulmaması ve en önemli belge de bizzat göçen insanların, büyük bir çoğunluğunun göç bölgesine ulaşıp, kendilerine sağlanan imkânlarla yaşamlarına devam etmeleridir. 

      DİPNOTLAR:

(1) Kamuran Gürün,Ermeni Dosyası ., s.218-219( TTK Ankara-1983)
(2) A.Alper Gazigiray,Osmanlıdan Günümüze Vesikalarla Ermeni Terörünün Kaynakları, s.325( İstanbul-1982); Ermeni Komitelerinin Amal ve İhtilaliyesi., s.307( Ankara-1983)
     Ulrich Trumpener, Germany and The Otoman, Empire 1914- 1918 adlı kitabının 210’ncu sayfa dip not 26. aynen şöyledir. “Rus Dışişleri tarafından hazırlanan memorandum Sır Edward Grey tarafından da onaylandı. Fransız hükümeti orijinal metindeki “Hıristiyanlık ve medeniyete karşı suç” ibaresini “insanlık ve medeniyete karşı suç” olarak değiştirilmesini istedi ve kolonilerdeki Müslümanları rahatsız etmemek için değiştirtti. 
(3) Esat Uras: Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi., s.606-609( İstanbul-1987).
(4) Justin Mc Carthy The Population of The Otoman Armenians; Armenions in late Ottoman Period, s.70 (Edited by Türkkaya Ataöv, The Turkish Historical Society, Ankara – 2001). 
(5) Talat Paşa’nın Anıları, s.82-83 (Bas. Haz. Mehmet Kasım, Say Yayınları, İstanbul – 1986). 
     (6) Azmi Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir olayı, s.110 (Van 100 ncü Yıl Üniversitesi -1990); Genelkurmay ATASE Arşivi, nu 1/1, KLS 44, Dos. 207. Fih. 2-3.
(7) Azmi Süslü, a.g.e., s.111; Cemalettin Taşkıran, Osmanlıdan Günümüze Ermeni Meselesi, s.215 (Editör, Hasan Celâl Güzel Yeni Türkiye yayınları, Ankara – 2001). 
(8) A.Süslü, a.g.e, s.111.
(9) Talât Paşa’nın anıları, s.83.

Dr. M. Galip Baysan
mgalipbaysan@yahoo.com.tr

http://haberguncel.blogspot.com.tr/2013/06/27-mayis-1915-hukumet-nihayet-tehcir-karari-aldi.html

..

Nisan - Mayıs–1915– 5 Düşüş sonrası Van



Nisan - Mayıs–1915– 5 Düşüş sonrası Van  



Galip Baysan,
Pazartesi, Haziran 17, 2013


 Bu yazı serisi içinde, bu güne kadar değişik şekillerde ele alınan “Tehcir” yani “Zorunlu Göç” olayının arifesindeki birkaç ay içinde, Doğu Anadolu’da, özellikle Van Bölgesinde cereyan eden olayları gerçek belgelerin ışığında, hemen hemen hiçbir katkı yapmamaya gayret ederek açıklamaya çalıştık. Osmanlı hükümetinin tehcir kararı almasına neden olan olayları incelemeye devam ediyor ve Van’ın düşüşü olayını değişik bir yorumla bir Ermeni yazarın kaleminden izliyoruz:  
“Varentsov- Dashkov’un teklifini kabul eden Milli Büro, gönüllü birliklerin harekâtını sevk ve idare için özel bir komite seçti. Tiflis, Alexandropol ve Erevan’da faaliyet gösteren komite, kısa bir zamanda tam kapasiteye sahip olan dört gelişmiş birlik hazırladı. Gönüllülerin askeri rolü, Kafkasya’daki toplam Rus kuvvetleri içinde önemsiz bir sayıda olmasına rağmen öncelikle kılavuzluk, öncülük, Rus birliklerine arızalı arazilerde yol göstermek ve öncü rolü oynamaktı. 1000 kişilik ilk grup Antranik tarafından yönlendiriliyordu. Bu grup Balkan Savaşı’na (Bulgarlar yanında) Ermeni gönüllülerle katılmış tecrübeli ihtilalcilerden müteşekkildi. Diğer üç grup Türk hududuna doğru ilerlerken Antranik Kuzey İran’da Rus kuvvetlerine katıldı. İkinci grup yardımcısı eski bir Osmanlı parlamenteri olan Dro tarafından yönetiliyordu. Erevan bölgesinde, Iğdır üzerinden Van’a doğru ilerliyordu. Hamazp ve Keri komutasındaki üçüncü ve dördüncü birlikler Sarıkamış’tan Oltu’ya batı hududu boyunca ileri (karakol) pozisyonunda bulunuyordu.
Türk gemileri Ekim sonunda Rus limanlarını bombalarken, Ermeni gönüllüleri zaten Osmanlı hudut ihlalleri için techiz edilmişlerdi ve hazırdılar. Gerçek oydu ki muvazzaf Rus ordusunda 150.000 Ermeni asker mevcuttu ve bunların bir kısmı Avrupa Cephesine transfer edildiler.” (1)
“Van’daki çatışma haberleri Kafkasya’ya ulaştığı ve acil destek isteği duyurulduğu zaman, 4’ncü Rus Kafkas Kolordu’su Van ve Malazgirt istikametinde taarruza başladı. Bu harekata katılan 2,3,4 ve 5’nci gönüllü Ermeni birlikleri Vardan’ın komutasında “Ararat Lejyonu” olarak savaşa katıldı. 28 Nisan’da Erivan’dan yola çıkan Lejyon, General Nikalayev’in birliklerine katıldı. Bu birlik hudutları 4 Mayısta geçti. İki hafta sonra Ermeni birlikleri ve onları takiben Rus birlikleri Van’daki isyancılar tarafından tezahüratla karşılandı. Van valisi Cevdet Bey güney yolu ile Voston istikametinde Van’ı terkederden Ermeni gönüllüleri IV. Kolordu Komutanı General Oganovski’nin takdirlerine mazhar oldu. Kendisi de “Katolik” olan Komutan, Ermeni gönüllüleri methetti. Rus askeri otoriteleri “Aram Monukyan”ı (Van’daki Ermeni Savunmasını organize etmişti) isyan bölgesinin Valisi tayin ettiler.
Ermenistan’ın siyasi varlığı artık şekillenmeye başlamıştı... Rusya’nın kontrolünde bağımsız bir Ermenistan beklenen ödüldü. Zaten yerli teşkilat Militia ve Polis Van gölü çevresinde tesis edilmişti. Tıpkı 2000 yıl önceki gibi. Haziran sonunda Ermeni lejyonu General Trukhin’in özel kuvvetlerine katılmıştı. Bu kuvvetler Van gölü güneyini temizleyecekler ve Bitlis’te kurtarılmayı bekleyen 100.000 Ermeni’ye ulaşılacaktı.” (2)

Tebriz’de 6 Mayıs 1915’te harekete geçen General Şarpantiye Komutasındaki Rus Süvari tümeni Van ve Adilcevaz üzerine harekete geçti. 12–16 Mayıs arasında Savuşbulak’a geldi. 18 Mayısta Başkale’ye yaklaştı, Türk birlikleri batı’ya doğru çekilmek zorunda kaldı. General Truhin komutasındaki birlikler Van’a girdiler. Türk birlikleri her tarafta çekilmeye başladılar. Türkler’in Van’ı boşalttıkları 14 Mayıs’tan iki gün sonra Ruslar şehre Ermenilerin büyük coşkusu ve şenliklerle girdiler. İyice cesaretlenen Ermeniler bölgede Türkleri imha etme kararıyla büyük bir “imha harekâtı” başlattılar.(3)
Türklerin, Van’ı boşaltması üzerine Van’da Ermeni dönemi başlamış ele geçen Türkler akla gelebilecek en feci şekilde, bazı köy ve kasabalarda son ferde kadar yok edilmişlerdir. Van’ı baştanbaşa yakan Ermeniler bu şehri elde tuttukları bir iki yıl içinde, yüzlerce yıllık tahribat yaptılar.(4)
Ermeniler Van’da soykırım uygularken kendi gençlerinin beynini vahşet hikâyeleriyle dolduruyorlardı. Bunlardan biri daha sonra Sait Halim Paşa ve Polis Müdürü Cezmi Bey’i öldürecek olan Arşavir Şıracıyan’dır. Anılarında bu dönemle ilgili sahte anılarla kininin nasıl beslendiğini anlatmaktadır.
“24 Nisan 1915’ten bir gün sonra, Sivas Valisi Muammer’in kendi bölgesindeki 20.000 Ermeni askerini katlettiğini öğrendik... Yaklaşık 120.000 soydaşımız çalışma taburlarında istihdam edilmişlerdir. Bunlar birbiri peşi sıra katledildiler...” (5)
“Kaçaklar İstanbul’da “dam taburu” olarak adlandırılıyordu. Soydaşlarıyla beraber başkent’in en iğrenç mahallerinde haddinden fazla kalabalık sefil barınaklarda yaşamaktaydılar... Jön Türkler onları bir tehdit vasıtası olarak gördüler Türk Polisi bir gecede beş bin kişiyi topladı ve bir daha kendilerinden haber alınamadı... Teşkilat-ı Mahsusa adındaki kıyım ve katliamlardan sorumlu özel organizasyon.. Kaşarlanmış sabıkalıları hapisten çıkararak oluşturuldu.” (6)
“Kaçaklar dünyasının bir adı vardı, tavan taburu. Gerçekten de onlar tavan araları, mahzenler ile gizli geçitlerin askerleriydiler... Tavan arasına mensup 15.000 nefer savaş boyunca hayatta kalmayı başardı. Jön Türkler Ermeni meselesini kökünden halledemediler ama kendi isimlerini sonsuzluğa dek ‘katil’ soykırımcı ve barbar kelimeleriyle eşdeğer hale getirdiler.” (7)
Böylece bir tarafta gerçek cinayetler işlenirken diğer tarafta vatanlarını savunma gibi en asil görevden kaçan ve düşmanla işbirliği yapan bazıları da Lafla seri halde cinayetler üretiyorlardı.

Aynı günlerde Van’dan gönderilen ve daha sora Amerika’da yayınlanan Ermeni gazetesi “Gosnak” ta yayınlanan bir mektup Van’ın gerçek durumunu anlatıyordu;
“Birçok silahlar ile birlikte 810 top ele geçirdik. Hükümete ait bütün binaları ve kışlaları yaktık. Van’da 1500 kadar kadın ve çocuktan başka Türk kalmadı. Bunlar Amerikan bölgesinde muhafaza ediliyor. Bazılarına da Rus Ordusu tarafından bakılıyor, yemek veriliyor. Bu gün Van Valisi Aram’dır. Bütün davalar artık Ermeni lisanı ile görülüyor. Köylere ve kasabalara Ermeni memurlar gönderiliyor.”(8)
            _ 900 yıllık bir Türk vilayeti olan Van, kendi vatandaşlarının isyanı ile ele geçirilmiş ve düşman ülke Rusya’ya teslim edilmiştir. İhanetin böylesi tarihte ender kaydedilmiştir.

Bu gün dahi ne Türk, ne de Batı Dünyası, Van ili ve çevresindeki 509.707 Müslüman’dan (9) sadece 1500 kadın ve çocuğun kaldığını bilmiyorlar. Vanı ele geçiren Ermeniler bütün Türk mahallelerini yaktılar. Şehirde kalanları ve yollarda yakaladıkları kişilerin yaşlarına bakmadan toptan kitle halinde katlettiler. Bundan maksatları, Van’daki Türklerden bir iz bırakmamak ve bölgede sayısal üstünlük sağlamak istemeleriydi. (10) 


DİPNOTLAR:

(1) Richard G.Hovannasian: Armenia On The Road of to İndependence, s.44 (University of The Californian Pres Ltd. USA- 1967),
(2) Aynı Eser, s.55
(3). Ergünöz Akçora: Van ve Çevresinde Ermeni İsyanları, s.127 (İstanbul-1994)
(4) Hüseyin Çelik: Görenlerin Gözüyle Van’da Ermeni Mezalimi s.26 (Yüzüncü Yıl Üniversitesi) 
(5) Arsavir Şıracıyan, Bir Ermeni Teröristin İtirafları s.54 (Kastaş Yayınevi- 1997). 
(6) Aynı Eser, s.52.
(7) Aynı Eser, s.79.
(8) Abdullah Yaman, Ermeni Meselesi v eTürkiye, s. 326- 327 (İstanbul – 1973). 
(9) Justin Mc Carthy The Population of The Otoman Armenians; Armenions in late Ottoman Period, s.70 (Edited by Türkkaya Ataöv, The Turkish Historical Society, Ankara – 2001). 
    (10) Fevzi Çakmak: Büyük Harpte Şark Cephesi Hareketleri, s.96 ( 1935 Yılında Harp Akademisinde Verilen Konferanslar, Ankara–1936) 

Dr. M. Galip Baysan

http://haberguncel.blogspot.com.tr/2013/06/nisan-mays19155-dusus-sonras-van-galip.html

.

Nisan - Mayıs 1915 - 4 - ( Tehcir kararına doğru )




Nisan/Mayıs 1915 -4- ( Tehcir kararına doğru ) 


Galip Baysan,
Cuma, Haziran 07, 2013


24 Nisan’da İstanbul’da Ermeni İsyanlarının elebaşlarının tutuklandıkları gün, Rusya’nın Eçmiyazin Katolikosu’ndan ABD Cumhurbaşkanına şu telgraf gönderildi.
“Sayın Başkan, Türk Ermenistan’ından aldığımız son haberlere göre, orada ‘katliam’ başlamış ve organize bir tedhiş Ermeni halkının mevcudiyetini tehlikeye sokmuştur. Bu nazik anda Ekselanslarının ve büyük Amerikan milletinin asil hislerine hitap ediyor, insanlık ve Hıristiyanlık inancı adına, büyük Cumhuriyetinizin Diplomatik temsilcilikleri vasıtasıyla derhal müdahale ederek, Türk Fanatizminin şiddetine terk edilmiş Türkiye’deki halkımın korunmasını rica ediyorum. 
Kevork Başpiskopos ve bütün Ermenilerin Katalikosu (1) 
Katalikos’a paralel olarak Rus Hükümeti, 27 Nisan günü İngiltere Dışişleri Bakanlığı’na, Eçmiyazin Katolikos’unun Türkiye’deki Ermenilerin katledildiğini iddia ettiğini söylemiştir. Rusya’nın Washington ve Roma Elçilerine de Ermeni protesto hareketlerinin desteklenmesi yolunda talimat verilmiştir.  (2) 
Bu olayın perde arkasında bir dostluk gösterisi vardı. Dâhiliye Nazırı Talat Paşa, 24 Nisan’dan hemen önce, eski arkadaşı Ermeni Milletvekili Vartkes’e İstanbul’u terk edip gitmesini tavsiye etmiş, sıkıntısı varsa para yardımı yapabileceğini bile söylemişti. Fakat Vartkes Efendi yerinden kıpırdamamayı tercih etti. Daha sonra yapılan soruşturmalar sırasında Vartkes efendi’nin Taşnak Komitesinden aldığı talimat nedeniyle İstanbul’da kaldığı anlaşılmıştır.”(3) 
Eçmiyazin Başpiskoposu’nun tevkif olaylarının başladığı aynı gün harekete geçmesi bu nedenle sürpriz değildir. Talat Paşa ve İttihatçıların dostlarını koruma arzusu, Ermeniler için uyarıcı olmuştur. Ermenilerin tehcir kararı ile ilgili yorumları bu uyarılara dayandırılarak daha sonraki yıllarda bakın nasıl farklı bir temel’e oturtulacaktır.
“Hükümetin Mayıs 1915’te aldığı karar esasen uygulanmakta olan geçmişte yapılmış bir olay için çıkarılmış bir karardı. Çünkü Kilikya’da tehcir ve soykırımlar başlamıştı.” (4)
  Ermeniler için alınacak tedbirler polisiye bir tedbir olmaktan çok askeri bir tedbir olacaktı. İlk olarak Başkent’teki komite ve militan üyeler yakalandı ve yargı karşısına çıkarıldılar. Askeri tedbir için Komutanlar baskı yapıyordu. Harbiye Nazırı Enver Paşa 2 Mayıs 1915’te İçişleri Bakanı’na şu yazıyı yolladı.
“Van gölü etrafında ve Van Valiliğince bilenen belirli yerlerdeki Ermeniler isyanlarını sürdürmek için daima toplu ve hazır bir haldedirler. Bu toplu halde bulunan Ermenilerin buradan çıkarılarak isyan yuvasının dağıtılması düşüncesindeyim.3ncü Ordu Komutanlığı’nın verdiği bilgiye göre, Ruslar 20 Nisan 1915’de kendi sınırları içindeki elli bini aşkın Müslüman’ı, sefil ve perişan bir halde sınırlarımızdan içeri sokmuşlardır. Hem buna karşılık olmak ve hem yukarıda belirttiğim amacı sağlamak için, ya bu Ermenileri aileleriyle beraber Rus sınırı içine göndermek yahut bu Ermeni ve ailelerini Anadolu içerisinde çeşitli yerlere dağıtmak gereklidir. Bu iki şekilden uygununun seçilmesiyle yapılmasını rica ederim. Bir sakınca yoksa isyancıların ailelerini ve isyan bölgesi halkını sınırlarımız dışına göndermeyi ve onların yerine sınırlarımız içine dışarıdan gelen İslam halkın yerleştirilmesini tercih ederim.” (5) 
           (Mareşal) Fevzi Çakmak da hatıralarında Van isyanından şu sözlerle bahsetmektedir: 
“5.6.7 Mayıs tarihlerinde Rusların saldırıları (kuzey kesimde) durdurulmuş X. Kolordu, İslâm –Kötek – Stenis hattını savunmak üzere tertibat almıştır. Bu sırada Van isyanı devam etmiştir. Asi Ermeniler sayıca az buldukları yerlerdeki, jandarma, memur ve ahaliyi, kadın, çocuk, yaşlı demeden öldürmüşler, genç kız ve kadınlara tecavüzlerde bulunmuşlardır. Van şehrini kan ve ateş içinde bırakmışlardır.” (6) 
          Tebriz’de 6 Mayıs 1915’te harekete geçen General Şarpantiye Komutasındaki Rus Süvari tümeni Van ve Adilcevaz üzerine harekete geçti. Olaylar gün geçtikçe Ermenilerin lehine ve Türklerin aleyhine gelişmeye başladı. 8 Mayıs günü Ermenilerin bir Türk mahallesine hücum ederek birçok evi yaktıkları bildirildi. İşte bu durum üzerine Van Valisi Cevdet Bey halkın başka yerlere göçmesine ve Van’ın yavaş yavaş terk edilmesine karar verdi. 

VAN BÖLGESİ TAHLİYE EDİLİYOR

Bu çekilme Türkler için inanılmaz zor şartlar altında yapılmaya başlandı. Göç sırasında erkeklerinin çoğu, uygulanan bölgesel seferberlik nedeni ile cephede Ruslarla savaşan Ordu’ya katıldığı için, yetersiz kuvvetlerle savunulmaya çalışılan Türk Halkı, yollarda Ermenilerce soykırıma ve akıl almaz işkencelere maruz bırakıldılar. Böylece bölgede 15-20 gün içindeki ikinci Tehcir (Zorunlu Göç) olayı Ermenilere değil fakat yine Türk ve Müslümanlara karşı bu sefer Ruslar tarafından değil ama Türkler tarafından uygulandı. Nedense Ermeni taraftarı yazarların hemen hemen tümüne yakın bir kısmı bu olaya temas etmedikleri gibi, olayı tamamen ters yüz ederek Van’da Türklerin Ermenilere kıyım uyguladıklarını, hatta rakam olarak 60.000 Ermeni’nin öldürüldüğünü beyan etmişlerdir. Bununla birlikte biraz daha ileri giderek Ermenilerin Türklerin zulmüne karşı kahramanca direndikleri ve Türkleri ağır bir yenilgiye uğrattıkları yolunda taraflı yayınlar yapmışlardır.(7)
Aynı günlerde Van Bölgesinde yaşayan Türk ve Müslüman halk büyük bir sorunla baş başa kalmışlardı. Tatvan ve Bitlis’e giden bütün yollar asi Ermeni çetelerin kontrolü altındaydı.
Türk ve Müslümanların çekilme yolları sınırlı idi:
1.Van Gölü kuzeyinden geçen Van-Erciş –Ahlat –Bitlis yolu,
2.Van Gölü güneyinden geçen Van-Gevaş-Bitlis yolu ve
3.Uygun vasıtalar temin edildiği takdirde Van-Tatvan deniz yolu idi.
O tarihlerde karayolu için motorlu ve motorsuz araç pek mevcut değildi. Gölde 2000 kadar insan taşıyabilecek 70 kadar yelkenli gemi mevcuttu ve muhtelif köylerin iskelelerinde bağlı bir durumda bulunuyorlardı. Göçe zorlanan Türk ve Müslümanlar için en büyük talihsizlik, bu gemilerin hemen hemen tümüne yakın bir kısmının Ermeniler tarafından çalıştırılıyor olmasıydı. 
Karayollarını büyük bir bölümü asi Ermeni Çetelerinin elinde bulunuyordu. Bu nedenle bu yollardan gidenlerin çoğu Ermeni asilerin saldırılarına hedef oldular. Göçmenler tümü ile savunmasız olduklarından bin bir türlü vahşi işkencelere maruz kalarak çok büyük zayiat verdiler, en talihlileri katledildi.
Gemilerle gidenlerin büyük bir kısmı yolculukları veya dinlenmeleri sırasında Ermenilerin yaşadığı adalarda ve bilhassa Çarpanak adasında ve kıyıdaki köylerde çocuk, kadın yaşlı ve hasta demeden hunharca öldürüldüler.(8) Van Gölü kan gölü oldu ve askerler uzun süre Van Gölü kıyılarından, masum Türk insanının cesetlerini toplayıp gömmekle meşgul oldular. 


DİPNOTLAR:

(1) Kamuran Gürün: Ermeni Dosyası, s.210–211( TTK, Ankara-1983)
(2) Salahi R.Sonyel: The Great War and The Tragedy of Anatolia, Turks And Armenians in The Maelstrom of Major Powers.122–123 (TTK; Ankara-2000) 
(3) Yılmaz Akbulut: Ermeniler ve Bingölde Ermeni Tehcirleri, s.71 ( Kültür Bakanlığı, Ankara-1998)
(4) Richard G.Hovannasian: Armenia On The Road of to İndependence, s.51(University of The Californian Pres Ltd. USA- 1967) 
(5) Genelkurmay, No 1/1, KLS 44, Dosya 207, F.2–1.
(6) Fevzi Çakmak, Büyük Harpte Şark Cephesi Hareketleri, s.86-87 (Şark Vilayetlerimizde, Kafkasya’da ve İran’da, 1935 de Harp Akademilerinde verilen Konferanslar, Ankara –1936); E. Akçora, a.g.e., s.126.
(7) Ermeni Komitelerinin A’mal ve Harekatı İhtilaliyesi ,s.263-281( Ankara-1983) 
(8) Ahmet Hulki Saral: Ermeni Meselesi, s. 142 (Ankara-1970/1985); Ergünöz Akçora: Van ve Çevresinde Ermeni İsyanları, s.192 (İstanbul-1994) Van’da Ermeni Mezalimi, s.60-67, Hüseyin Çelik, Görenlerin Gözüyle Van’da Ermeni Mezalimi, s.29-97 (Yüzüncü Yıl Üniversitesi) 

Dr. M. Galip Baysan


.