Serdar Kaangil etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Serdar Kaangil etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Ocak 2015 Pazar

ERMENİ MESELESİNİ TEHCİRE GÖTÜREN OLAYLAR




ERMENİ MESELESİNİ TEHCİRE GÖTÜREN OLAYLAR

Meşrutiyetin Doğu Anadolu Etkisi

2. Meşrutiyetin ilanından sonra iç sorunlarda bir durulma ortaya çıkmıştı. Makedonya çeteleri  silah bırakmış ve düzene sadık kalacaklarını bildirmişlerdi. Ermeni örgütleri de silahlı eylemleri bırakacağını, çatışmalara girmeyeceklerini açıkladılar. Meşrutiyete en soğuk bakan kesim Kürt aşiretleri oldu. Çünkü Hamidiye Alayları nedeniyle kendilerine sağlanan imkanların ortadan kalkabileceğinden endişeliydiler. Nitekim İttihatçı hükümete destek veren Taşnaksutyun üyeleri Hamidiye Alaylarının meşruiyetini tartışmaya açtı. Neticede  Hamidiye Alayları kaldırıldı. Ardından feodal yapının değiştirilmesi girişimi başlatıldı. Bu gelişmeler Doğudaki Müslümanlar tarafından kaygıyla izlenirken gayrimüslimler arasında sevinçle karşılandı. Ermeni örgütleri sağlanan hürriyet ortamını lehlerine çevirmek ve Ermeniler üzerindeki nüfuzlarını arttırmak için çeşitli kollardan çalışmalara başladılar. Ermenilerin yoğun yaşadığı illerde örgüt şubelerini açtılar. Yayınladıkları gazete, kitap ve mecmualarla bağımsızlık görüşlerini yaymaya ve örgütlenmeye giriştiler.

İttihat Terakki için Doğu’da en önemli mesele bölgede yaşayan Müslümanlarla gayrımüslim unsurlar arasında bir uzlaşı ortamı oluşturmaktı. Meşruti hükümet ilk yıllardan itibaren buna özen göstermeye çalıştı. Meşrutiyetin ilk iki yıl içinde bunda  başarılı olduğu kabul edilir. 1909’daki Adana olaylarından Dünya Savaşına kadar büyük olaylar ve çatışmalar yaşanmaması da bunun göstergesi sayılabilir. Buna rağmen Ermeni örgütleri Kürt aşiretlerin Ermenilere baskısı, gasp ve cinayet, kız kaçırma, tecavüz, adaletin istismarı, zorla din değiştirme ve Kürtlerle olan arazi itilafları gibi bir çok sorunu gündeme taşıyarak Ermeni milliyetçiliğini yükseltmeye çabaladılar.

Sason İsyanı sonrasında vatandaşlıktan çıkış senedi imzalayan ve mallarını-mülklerini satarak Rusya ve diğer ülkelere göç eden Ermeniler 2. Meşrutiyetle birlikte geri dönmek istediler. Mallarını değerinden çok daha düşük fiyata Kürt aşiretlere kaptırdıklarını öne sürerek geri istediler. Bunun yanında Rumeli muhacirlerinin yerleştirildiği araziler de çoktu. Patriğin devreye girmesiyle konu hükümete ulaştı. İttihat hükümetini en zorlayan konulardan biri bu tapu itilafları olmuştur. Hükümet bu konuyu kısa zamanda çözüme kavuşturdu. Abdülhamit zamanında giden Ermenilerin arazilerine yerleştirilen muhacirlerin kullandığı topraklar, iddiacıların tapu veya kayıt gösterebilmeleri halinde, aradan geçen zaman dikkate alınmaksızın asıl sahiplerine iade diliyor, muhacirlere ise başka yerler gösteriliyordu. Eğer muhacir kendi emeğiyle araziye bir şeyler katabilmişse bunun bedeli ilk sahibinden alınmak şartıyla hükümet tarafından muhacire ödeniyordu. Ayrıca bölgede herhangi bir vatandaş, arazisinin Sason isyanından sonra gasp edildiğini iddia ve ispat ederse mevcut kullanım belgeleri ve tapular geçersiz sayılıyordu.  Bu çözüm Ermenileri pek de memnun etmemiş, alınan kararlar yeterli görülmemişti.

Arazi meselesinde devletin aldığı bu kararlar Kürt ahali ve aşiretler arasında infial uyandırmıştır. Yaklaşık 17-18 yıldır ekip biçtikleri toprakların bir anda ellerinden  çıkmasını kabullenememişlerdir. Mağdur duruma düşenlerin çoğunda İttihat ve Terakki’ye karşı şiddetli bir kin ve öfke duyguları günden güne kabardı. Bunlardan bir kısmı Osmanlı topraklarını terk edip, Rus nüfuzu altındaki İran topraklarına sığınarak Rusya’dan medet ummaya başladı.  Diğerleri ise hükümetin vatanı sattığı, gayrimüslimlerle işbirliği yaptığı suçlamalarıyla kampanya başlattılar.  Bu gelişmeler Bitlis-Hizan Kürt İsyanına yol açtı.

Yeniköy Antlaşması

Ermeni meselesi 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra, uluslararası bir mesele haline gelmiş, başta İngiltere ve Rusya olmak üzere diğer Avrupalı devletlerinin gündeminde ve takibinde yer aldığı gibi, Osmanlı toprakları üzerinde emperyalist ülkelerin kullandığı bir koz haline gelmiştir. Ermeni ıslahatı Rus savaşı sonrası anlaşmalarda yer bulmuş ve doğu illerine umumi müfettişlik tayini ile bu ıslahatların denetimi istenmiştir. Balkan Savaşından sonra 1913 yılında ıslahatlarla ilgili baskıların yeniden yoğun şekilde oluşması üzerine 8 şubatta Yeniköy Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşmaya göre; Vilayet-i sitte denilen şehirlerin olduğu bölge ikiye ayrılacak, her iki bölgede de Hristiyanlardan oluşan birer meclis olacak ve bu bölgelerin ıslahat çalışmaları gerek müfettişlerce gerekse yabancı ülkelerce denetlenebilecekti. Bölgenin yüksek memurları padişah onayıyla atanacak ve Müslüman memurla Hristiyan memur sayısı eşit olacaktı.

Bitlis-Hizan Molla Selim İsyanı

Alınan tedbirlere rağmen 1914 baharında Molla Selim başta olmak üzere, Seyyid Ali ve Şeyh Şehabettin önderliğinde patlak veren isyan askeri kuvvetlerin hazırlıklı olmaları ve erken hareket etmesi sayesinde kısa sürede bastırılmıştır. Asiler ilk başlarda Bitlis vilayetinin bir kısmını işgal etmeyi başardılarsa da askeri kuvvetlerin şehre girmesiyle kısa sürede isyan bastırılmıştır.

Ermenilerin Bitlis isyanında askeri kuvvetlerin yanında asilere karşı çatışmaya girdikleri bilinmektedir. İttihatçı-Taşnak ittifakını Adana olaylarında olduğu gibi bu isyanda da görmekteyiz. İsyanın bastırılmasından sonra şehrin dışına gruplar halinde kaçan asiler askeri takibata alınırken bir kısmı da ele geçirilerek Bitlis’te oluşturulan Divân-ı Harp tarafından idam edilmişlerdir. Halk tarafından sevilen ve kendisine son derece hürmet edilen Seyyid Ali’nin idamı halk arasında galeyana sebep olmuş, idamının ardından uzun süre matem tutulmuştur. İsyanın Rusların kışkırtmasıyla çıktığı konusunda şüpheler olup isyanın elebaşısı Molla Selim’in Rus konsolosluğuna sığınması ve tüm girişimlere rağmen teslim alınamaması bu şüpheyi güçlendirmektedir.

Görüldüğü gibi İttihatçı hükümetin  Dünya Savaşına kadar olan tavrı Ermeni karşıtı olmayıp, tersine Ermenilerin lehine kararlardan dolayı İttihatçı-Ermeni  ittifakı olarak görülmüş ve neticede Kürt isyanına sebep olmuştur. Sadece bu konu bile Diasporanın “İttihatçıların asimilasyon ve Ermenileri yok etme planı içinde olduğu” iddialarını çürütmektedir.

İttihat-Taşnakütyun ittifakına rağmen ve Hizan İsyanındaki işbirliğine rağmen isyandan sadece 1-2 ay sonra Haziran 1914’deki Erzurum toplantısında Taşnaksütyun’un aldığı şu kararlar ilginçtir:

“İttihat ve Terakki Hükümeti’nin, Hıristiyan unsurlara ve özellikle Ermenilere karşı eskiden beri takip ettiği iktisadi, sosyal ve idari birbirine zıt politika, baskıyı ve ıslahatı uygulama konusunda gösterdiği aldatıcı hareketleri göz önünde tutan Taşnaksutyun Kongresi, İttihat ve Terakki’ye karşı muhalefet durumunda kalmaya, onun siyasi programını eleştirmeye, kendisine ve teşkilatına karşı şiddetle mücadeleye girişmeye karar vermiştir.”

Savaş yaklaşmaktadır ve Ermeni örgütleri bu savaşa kurtuluşları için bir fırsat olarak bakmaktadırlar.

Savaş başlıyor

28 Temmuz’da Avusturya’nın Belgrad’ı bombalaması ve Sırbistan’a savaş açmasıyla 1. Dünya Savaşı başlar.

Ağustos 1914 tarihinde Osmanlı seferberlik ilan eder etmez, Marsilya’da yaşayan Türk Ermenileri 5 Ağustos 1914’de bir beyanname yayınlamışlardır. Çeşitli gazetelerde yayınlanan söz konusu beyannameden birkaç cümle şöyledir:

“Rus Ermeniler, Moskova orduları saflarında, kardeşlerimizin cesetleri üzerine yapılan tahkirin intikamını almak için, vazifelerini yapacaklardır. Bize Türk tahakkümündeki Ermenilere gelince, hiçbir Ermeni’nin silahı, ikinci vatanımız olan Fransa’ya ve onun müttefik ve dostlarına çevrilmemelidir.

(…)

Ermeniler, kime karşı olduğunu söylemeden Türkiye sizi silah altına çağırıyor; demiryollarının rayları 300.000 kardeşimizin cesetlerinden geçen II. Wilhelm’in ordularını ezmeye yardımcı olmak için Fransa ve onun müttefiklerinin ordularına gönüllü yazılın…”

 Ağustos 1914’deki Taşnaksütyun toplantısına ittihat hükümeti temsilci göndererek savaşta Ermenilerden Osmanlı’ya sadık kalmalarını ve Rus saldırısına karşı birlikte savunma vermelerini ister. Ermenilerin cevabı Osmanlı’ya sadık kalınacağı ama İttihat hükümetine bağlı olmayacakları şeklindedir ve bu cevap temsilcileri tatmin etmez. Örgütün gizli kararının Rusya ile birlikte osmanlı’ya karşı savaşmak olduğu şüphesi hasıl olur.

Nitekim aynı ay Rusların Kafkas ordusunda gönüllü Ermeni tugayları kurulur. Bu gönüllü birlikler zorunlu askerlik görevi olmayan Rusya dışındaki ve özellikle Anadolu’daki Ermenilerden oluşturulmuştu. Osmanlı ordusuna katılmayan Ermenilerin çoğu bu gönüllü tugaylara katılırken, firar edenlerin bir kısmı da dağlara çekilmişti.

Zeytun İsyanı – 17-30 Ağustos 1914

Zeytun Ermenileri tarafından Zeytun Fedai Alayı kurularak çıkarılan isyan seferberlik için asker yazımı yapılan birliğe saldırı ile başlar ve ardından köylere saldırıyla devam eder. İsyancı Ermeniler tarafından yaklaşık 100 kişi öldürülür.

Osmanlı Savaşta

1 Kasım’da Osmanlı Devleti savaşa dahil olur.

1 Kasımda General Georgy Berhmann sınırı geçti. Rusların resmi savaş ilanı Osmanlı Devleti’ne 2 Kasım da geldi. General Georgy Berhmann amaci Doğubeyazıt ve Köprüköyü ele geçirmekti. Kasım ayının sonunda Ruslar Erzurum-Sarıkamış ekseninde Osmanlı İmparatorluğu’nun içine 25 kilometrede ilerlemiş durumdaydılar. Osmanlı 9.000 şehit, 3.000 esir vermiş, 3.000’e yakın askeri de firar etmişti. Rus harekatının başarısında Ermeni gönüllülerinin etkisi büyük olmuştu.

Sarıkamış Trajedisi

Kars ve Ardahan’ı Rusların işgalinden kurtarmak ve düşmanı arkadan kuşatmak amacıyla Enver Paşa’nın düzenlediği harekatta ordu yazlık kıyafetlerle kışın en çetin zamanında Erzurum dağlarına sürülmüş ve büyük çoğunluğu kırılmıştı.118.000 askerin kimi tahminlere göre 60.000’i kimi tahminlere göre 90.000’i tek kurşun sıkamadan donarak telef oldu.Bir kısmı ise esir düştü, öldürüldü.

Büyük ümitlerle girişilen Sarıkamış kuşatma saldırısı üç hafta kadar sürmüş ve büyük kayıplarla sonuçlanmıştır. Enver Paşa, lakonik bir sözle bu olayı şöyle anlatmıştır: “Gittik, gördük, saldırdık, geri döndük”. Ama ne pahasına! 3. Ordu’nun  neredeyse tamamına yakını  yokolmuştu,  toplarıyla,  silah ve taşıt araçlarının da yarısından fazlasını kaybetmişti.  Kolordu Komutanı ve karargâhı esir düşmüştü. Ordu Komutanı Hafız Hakkı Paşa tifüse yakalanmış, sonra da ölmüştü. Enver Paşa’nın ise büyük bir bunalıma girdiği, Türk ulusundan özür dileyen vasiyetnamesini yazarak intihar etmeye karar verdiği,  Talat Paşa’nın etkisiyle ve zorlukla bu fikrinden vazgeçirildiği söylenir. Ordunun kayıplarının yanında birçok köy savaş kuralları gereği yakılmış veya harap edilmiştir. Halk Rusların ve en çok Ermenilerin zulmünden korkarak varını yoğunu bırakıp göç etmeye koyulmuştur. Bu facia sonunda Doğu Anadolu’nun kapısı ön birlikleri Ermenilerden oluşan Ruslara açılmış oldu.

2. Van İsyanı

Van’da Ermeni komitaları Ekim 1914’den itibaren büyük bir isyan hazırlığı içindeydi. Rus ordusunun zaferi ve Doğu Anadolu’da ilerlemesi isyancıları cesaretlendirdi. Van Valisi Cevdet Bey’in 11 Nisan 1915 tarihli Van’dan çektiği telgraf, durumun vahametini açıkça ortaya koyuyordu. Telgrafta: “ Van’a gizlice 4000 kadar Ermeni çetecinin getirildiği ve bölgedeki Ermenilerin köyleri basmaya, yakıp yıkmaya, kadın, çocuk ve ihtiyarları yersiz yurtsuz bırakmaya başladılar.” şeklinde bilgi vermekteydi.

İsyanı, Rus General Maslofski şöyle anlatmıştır:

“Van mıntıkasında vaziyet karışık bir hal almıştı. 14 Nisan da Ermeniler Van’da kıyama başlamışlardı, önce küçük jandarma kıtasını katl ve tard etmişlerdi. Bunun üzerine Türkler Kâzım Bey’in 5. Mürettep fırkasını göndermişler İçkale ve şehirdeki Ermenileri muhasara eylemişlerdi. Aynı şekilde Van’daki Ermenilere yardım için general Truhin kumandasında bir birliğin Van’a sevk edilmesi Kolorduya bildirilmişti.”

Erzurum’dan Van’a doğru yola çıkan Rafael de Nogales, genel durumu ve Van isyanını yazmış olduğu hatıratında şöyle anlatmıştır:

“Harp ilânı başladıktan hemen sonra Erzurum meb’usu Pastırmaciyan 3. Ordudaki bütün Ermeni zabitan ve neferleriyle Rus tarafına geçmiş ve Müslüman köyler ahalisini bilârahmü şefkat (merhametsizce) yakmak, katletmek  için Ruslarla birlikte Türk arazisine girmişti. Bu vaziyet üzerine Türk Hükûmeti, henüz ordudan kaçmağa muvaffak olamayan Ermeni neferlerini toplayarak yol inşasında yahut, dağlık yerlerde erzak naklinde kullanmağa mecbur oldu. Bundan başka Ermeni ahalisinin düşman hesabına çalışacaklarından korkuluyordu… …Van vilâyetindeki Ermenilerin İran’a doğru yürüyen kuvve-i seferiyelerimizin gerisinde isyan çıkarmaları bunun delilidir.”

20 Nisan 1915’de Van’daki Osmanlı Bankasını, Duyun-u Umumiye binasını ve Postaneyi yakan Ermeniler, bununla da yetinmemiş ve Müslüman mahallelerini ateşe vermişlerdi. Saldırılarda binlerce müslümanın öldürüldüğü bildiriliyordu.

Rusların Van’a 15 Mayıs’ta girecekleri hesaplanmıştı. Bu yüzden Van’daki Hükümet, göçme imkanı olmayanların emniyetini sağlamak ve Ermeni saldırılarından korumak için ilk etapta Ruslarla görüşmeler yapmış ise de bundan bir sonuç alınamamıştır. Zira Rus ordusu Muradiye üzerinden Van’a doğru ilerlerken Müslümanları kılıçtan geçirmeye, Ermenilerden daha zalim ve insafsız katliamlara başlamışlardı. Bu katliamlardan kaçıp kurtulanlar da Van’a sığınmışlardı. 14 Mayıs’ta Van’da göç başlamıştı.

Ermeniler, Van’ın Rus ordusu tarafından işgal edilmesini kendileri için zafer saymışlardır. Dr. Ussher, Rusların gelişiyle birlikte Bitlis istikametine doğru Türk ordusunun çekilişini anlattıktan sonra Van şehrinde Ermenilerin yönetimi tamamen ele geçirdiklerini, Ermenilerin bunu yüzyıllardır beklediklerini ve o bekledikleri günün nihayet geldiğini kitabında büyük bir şevkle anlatmıştır.

Bundan sonra yönetim Van’da Ermenilerin elindedir. Van’da kalan ve kaçamayan Müslümanlara karşı büyük bir katliam başlatılır. 23.000 civarında kadın, erkek, çocuk hunharca öldürülür. Amerikan Misyoner evine sığınan 8.000 kişi de katledilenler arasındadır. Bu dönemde Van çevresinde 250 bin kadar Ermeni toplandığı, Van ilindeki Müslümanların % 62’sinin, Bitlis ilindekilerin % 42’sinin, Erzurum ilindekilerin % 31’inin, Diyarbakır ilindekilerin ise % 26’sının öldürüldüğü tespit edilmiştir.

Çanakkale Savaşı

Batı cephesinde ise İstanbul’u işgal etmek için İngiliz ve Fransız donanmaları Çanakkale Boğazını geçmeye çalışmaktaydılar. İtilaf Devletleri’nin deniz harekatı 19 Şubat 1915’te başladı. 18 Mart’ta büyük saldırı başladı. 25 Nisan’da ise çıkarma harekatı ve kara savaşları başladı. Çanakkale’den artık hergün binlerce şehit haberi alınmaktaydı.

İşte bu şartlar altında 24 Nisan Ermeni komitacılarının tutuklamaları başladı. Ve ardından da 27 Mayıs 1915’de tehcir kanunu çıkarıldı.

Serdar Kaangil.,

https://panteidar.wordpress.com/2012/02/10/ermeni-meselesi-3/

.

ERMENİLERİN KÖKENİ ve 1071 ÖNCESİ ERMENİLERİ ,





ERMENİLERİN KÖKENİ  ve  1071 ÖNCESİ ERMENİLERİ ,



Ermeniler, Anadolu’nun ve Kafkasya’nın kadim halklarından biridir. Tarihi kökenleri kesin olarak bilinmemekle birlikte, Tarihçi Herodot; Ermeniler’i,  Trakya kökenli Frigler’in doğuya, Urartu bölgesine yönelen bir kolu olduğunu söylemiştir. Bu göç eden Frig kolu topluluğunun, Kafkas halklarıyla, Urartu ve Hurrilerle karışarak Ermeni toplumunu oluşturdukları ileri sürülür. Ancak Ermenilerin Urartu oldukları söylenemez, çünkü aynı dil ailesinden değillerdir ve gramerleri arasında hiçbir benzerlik yoktur.

Tarihte Ermenilerden ilk olarak MÖ 521 yılında 3 ayrı dilde yazılmış Pers İmparatoru Darius’un Behistun yazıtındaki “Armina” sözcüğünde rastlanır. “Ermenileri yendim” ifadesi tarihte Ermeni’lerden söz eden ilk arkeolojik kanıttır. Bu tarihte Urartular yıkılmış ve Anadolu Pers kökenli Med’lerin egemenliğine girmişti. MÖ. 3000 yıllarına ait Akad çivi yazılarında Doğu Anadolu bölgesine “Armanu” denmesi, Ermenilerin yaşadıkları coğrafyanın adını aldıkları tezini güçlendiriyor.

Dinsel açıdan Ermeniler, Nuh’un torunu Hayk’tan geldiklerine inanırlar. Hayk’ın 400 yıl boyunca Ağrı dağı bölgesinde yaşadığı ve sınırlarını Babil’e kadar genişlettiği inancının hiçbir bilimsel dayanağı yoktur. Yine bazı Ermeni tarihçiler Hititlerden geldiklerini öne sürseler de bunu destekleyecek bir kanıta sahip değiller.

Ermeni toplumu, geleneksel tarih anlatımına göre MS 301 yılında “Aydınlatıcı” lakabıyla anılan Aziz Gregor öncülüğünde Hıristiyan dinini kabul etmiştir. Ermeni kilisesi 451 yılında Ortodoks/Katolik dünyasıyla yolunu ayırarak ayrı bir ulusal mezhep olarak örgütlendi. Ermeni Apostolik Kilisesi adını alan ulusal kilise, Batılı kaynaklarda Gregoryen adıyla da anılır. Büyük çoğunluğu Gregoryen olan Ermenilerin küçük bir Katolik cemaatlerinin yanında önemsenmeyecek sayıda Protestan olanları da mevcuttur. Ermenilerin Hristiyanlığı ilk kez benimseyen toplum olduklarını öne sürülür.

Net olarak bilinen tarih içinde Ermenilerin Pers, Makedon, Selefkit, Roma, Part, Sasani, Bizans, Arap, Türk ve Rusların egemenliğinde altında yaşadığı görülür. Bağımsız bir devlete sahip olduklarına dair kesin bir bilgi yoktur. Ermeni krallıkları, prenslikleri olarak adlandırılan oluşumların ise bağımsız devlet olmayıp bölge derebeylerinin hükümranlıklarıdır. Örneğin Ani Hanedanlığı böyledir. Sadece Akdeniz bölgesinde yaşayan Ermeniler, Kilikya Krallığını kurmuşlar ve yaklaşık 2 asır boyunca varlıklarını sürdürebilmişlerdi. (1199-1375)

Bizans yönetimi altında iken Ermeniler,  mezhep çekişmelerinden yaşadıkları rahatsızlığın yanında ağır vergiler altında ezilmekteydi. Bizans’ın baskı ve zulmüne karşı zaman zaman çıkardıkları isyanlar katı bir şekilde bastırılıyordu.

Ermeni tarihçi Mateos, Bizans’ın izlediği siyaseti şöyle ifade ediyordu; “Roma Dükü, Bizans İmparatoru büyük bir ordu ile beraber, Ermenistan’a yürüdü. Hıristiyanların üzerine atılıp onları kılıçtan geçirdi ve esaret altına aldı. O zehirli bir yılan gibi her yere ölüm getirdi ve böylelikle dinsiz milletlerin yerini aldı.”

Mateos, Bizanslılara karşı büyük bir kin ve düşmanlık duyuyordu. Eserinde de bu kini sık sık dile getiriyordu: “Bizanslılar muharebe ve kahramanlık sahasından nefret ederek, Ermeni mezhebinin tetkiki ile uğraştılar ve Allah’ın Kilisesi’nin içinde kargaşalık ve kavga çıkardılar. Onlar, Türklere karşı harp etmekten kaçınıyorlar, fakat hakiki Hıristiyanları inançlarından döndürmek için büyük gayret sarfediyorlardı. Bizanslılar bu gayretleri ile bütün Ermeni prens ve kumandanlarını doğudan çıkarıp, kendi memleketlerinde ikâmet etmeye mecbur ettiler. Kaçmayı kendileri için bir zafer sayan ve kahramanlık addeden bu Grekler, kurtu görür görmez kaçmağa başlayan kötü çobanlara benzediler.”Urfalı Mateos, Vekayi-namesi (952–1136) ve Papaz Grigor’un Zeyli (1136–1162)  s.111–112

Selçukluların Anadolu’ya gelişi ve 1071’deki Malazgirt Savaşı Ermeniler için tarihi bir dönüm noktası olmuştur. Malazgirt’e doğru sefere çıkan Bizans Ordusu, Sivas’ta bölge Rumlarının büyük sevinç gösterisiyle karşılandı. İmparator Diyojen, halkın Ermeni taşkınlık ve barbarlığından yakınmaları üzerine kentin Ermeni mahallelerini yıktırdı. Pek çok Ermeni’yi öldürüp, önderlerini sürgüne yolladı. Sivas olayı, Ermenilerin Bizans’tan yediği son darbe oldu. Savaşta Bizans ordusundaki Ermenilerin çoğu Uz ve Peçenek Türkleriyle birlikte saf değiştirip Selçuklu ordusuna katılmaları Selçuklu döneminde iyi ilişkiler kurmalarını sağladı. Anadolu’da Bizans hâkimiyetinin hızla çökmesi üzerine güneye doğru göç ederek Fırat boylarında Toroslarda, Çukurova, Maraş ve Urfa bölgelerinde küçük prenslikler kurmaya başladılar.

Selçuklu devletinden hoşnut olmalarına karşın Moğol istilası sırasında Kösedağ savaşını kaybeden 2. Gıyaseddin Keyhüsrev, ülkeyi terk etmek üzere Ermeni bölgesinden geçerken engellenmiş ve Moğollara teslim edilmişti.  Bu olay, Ermenilerin Selçuklu dönemindeki ilk ve tek hıyaneti olarak bilinir.

OSMANLI’DA ERMENİLER

Osmanlı dönemi Ermeniler için tarihte  rahat ve huzur içinde yaşadıkları en uzun dönem olmuştur. Hiçbir devletten görmedikleri ilgi ve samimiyeti Osmanlı’dan gören Ermeniler de bunun karşılığında Osmanlı’ya sadık kalmışlar ve bu yüzden de Millet-i Sadıka olarak anılmışlardır. Ta ki 19. Yüzyıla kadar.

Devlete bağlılıkları, Türk adetlerini benimsemeleri, hatta iyi Türkçe konuşmaları, Ermenilerin devlete ait resmi veya özel işlere atanmalarına sebep olmuştur. Bu bakımdan 16. yüzyılda Ermeni asıllı Mehmet Paşa gibi vezirlik rütbesine kadar yükselen devlet adamları, 18. yüzyılda Divrikli Düzyan soyundan saray kuyumcuları ve sonradan Darphane bakanları, Sasyan ailesinden saray doktorları, 19. yüzyılda Bezciyan ailesinden Darphane bakanları, Dadyan ailesinden Baruthane bakanları devletin en yüksek kademelerinde görevler yapmışlardır. 19. yüzyılda ve Abdülhamit devrinde ve sonrasında ise Ermeni dış işleri görevlileri ve bakanlar bulunmaktadır. Ayrıca birçok Ermeni de Osmanlı devlet adamlarına danışmanlık yapmıştır.

Osmanlı’da ilk önemli Ermeni meselesi, Katolik Ermenilerle Gregoryen Ermeniler arasındaki ihtilafların had safhaya varmasıdır. Misyoner çalışmaları sonucunda mezhep değiştirip Katolikliğe geçen Ermeniler, Gregoryenlerin temsil edildiği Ermeni Patrikliğinden ayrı bir yönetim talep etmeye başladılar. 1828 Ocak ayında Katolikler hakkında şikayetler artınca Osmanlı’dan Ermenilere ilk müdahale geldi ve ilk tehcir uygulandı. Padişah 2. Mahmut İstanbul’daki Katolik Ermenileri taşra vilayetlerine sürdürür. Ancak 1829 Rus Savaşında Katolik Ermenilerin savaşta Osmanlı’ya sadakat göstermeleri üzerine affedilir ve geri dönmelerine müsaade edildiği gibi ayrı bir kilise olarak temsil hakları da tanınır.

Tanzimat ve Islahat Fermanlarıyla Ermeniler Osmanlı idaresi içerisindeki bazı idari düzenlemelere tabi tutuldular. 1863 yılında Ermeni Millet Meclisi kuruldu. Meclisin kuruluş amacı, dini konuların ve mülkiyet konularının idaresiydi. Ama zaman içinde politik bir meclise dönüştü. İngiltere bu meclisi Ermenistan’ın muhtariyeti için bir vasıta saymıştı.

Ermenilerin ıslahat beklentileri ve kıpırdanmaların başlaması üzerine Ermeni Patriği Nerses 1876 yılında Vatandaşlık Meclisi Şurası’na sunduğu mektubunda, “Şayet günümüze kadar Ermeni milleti, millet olarak korunduysa ve inancını, kilisesini, dilini, tarihi ve kültürel değerlerini koruyorsa, tüm bunlar Osmanlı hükümetinin Ermeni milletine gösterdiği koruma, yardım ve hayırseverlik sayesindedir. Kader, Ermenileri Türklere bağlamıştır. Bundan dolayı Ermeniler, devletin savaş ve ağır sınav günlerinde buna kayıtsızca davranamaz. Aksine her zaman oldukları gibi ona yardım etmek zorundadırlar. Vatanını seven Ermeni, devlete yardım ederek, Ermeni milletinin hizmet ve yardımının en iyisini görecektir.” demektedir.

Ancak dönem milliyetçiliğin dalga dalga yayıldığı ve ulusal kurtuluş savaşlarının, bağımsızlık mücadelelerinin yapıldığı dönemdir. Ermeni milliyetçileri de bu dalganın etkisiyle örgütlenmeye ve seslerini duyurmaya başlamışlardır. Zayıflayan Osmanlı İmparatorluğunun geniş ve zengin toprakları karşısında iştahları kabaran emperyalist devletler, Ermeni milliyetçilerinin bu sesini duymakta gecikmediler.

1878 Osmanlı-Rus Harbi, Türk milletinin asla unutamayacağı, asla sarılamayacak yaralarla dolu bir savaştı. “93 Harbi” olarak anılan bu savaşta Rusya, Osmanlı topraklarında hızla ilerlemekteydi. Toprak ve insan kaybı büyüktü. Daha önemlisi bu savaşta Osmanlı İmparatorluğu “sadık bir milletini”; Ermenileri de kaybetti. Ermeni milliyetçileri Rusların yanında yer aldı ve saldırılarıyla Ruslara destek verdi.  Fransız komutan Romieu, Fransa Savaş Bakanlığı’na gönderdiği raporda, 1878 ve ilerleyen yıllarda, Ermeni çetelerinin Türklere karşı terörist faaliyetlerde bulunduklarını ve nefret beslediklerini belirtmiştir. Fransa Milli Arşivi, Guerre Mondial, 1914-1918/Turquie/Vol. 890, Légion d’Orient-I (Septembre 1915-Novembre 1916)

93 Harbi‘nin ardından Osmanlı ile Rusya arasında, 3 Mart 1878 tarihinde Ayastefanos Antlaşması imzalanmıştı. Bu antlaşmanın şartları  Osmanlı açısından son derece ağırdı ve Rusya’yı da Balkanlar‘da tek güç haline getiriyordu. Nitekim bu durum Avrupa’nın diğer emperyalist devletlerini rahatsız etmekteydi. Bu ağır şartları hafifleteceği vaadiyle Abdülhamit’i ikna eden İngiltere’nin girişimiyle Osmanlı, Rusya, İngiltere, Fransa, İtalya, Almanya, Avusturya-Macaristan arasında 13 Temmuz 1878’de Berlin Anlaşması imzalandı. Bu anlaşmayla toprak kayıpları azaltıldı ama Kıbrıs İngiltere’ye (sözde) kiralandı ancak zamanla İngiltere adaya sahiplendi ve 1914’de ilhak etti. Berlin Anlaşmasının konumuzu ilgilendiren yanı ise; Osmanlı İmparatorluğu’nun, Vilayat-ı Sitte denilen Doğu Anadolu’daki illerde Ermeniler lehine ıslahat yapacak olmasıydı. Bu madde ile Ermeni hareketleri şiddetlenmiş ve ayrı devlet talepleri artmıştı.

17. yüzyıldan 19. yüzyılın ortalarına kadar Türkiye’deki Ermenilerin durumlarında önemli değişiklikler meydana geldi. Örneğin, 1715’te John Golod tarafından kiliseler inşa edildi, mevcut kiliseler yenilendi. 1773’te Zekeriyos Galzwan tarafından hastaneler inşa edildi. 1832’de Harutane Bezcian tarafından okullar yapıldı. Bu arada Ermeni Kilisesi, Ermeni dili, edebiyatı ve milliyetçiliğinin doğuş ve yayılış merkezi oldu. Ermeni Patrikhanesi ise Ermenilerin ulusal meselelerinin görüşüldüğü bir merkez oldu. Nitekim  İstanbul Ermeni Patriği Nerses Varjabedyan, Napazer Mıgırdıç Kırımyan ve Horen Narbey 1878 Berlin Konferansında Ermenilerin isteklerini dile getirdiler. Siyasi bir otoritenin boşluğu böylece kilise tarafından doldurulmuştu.

İSYANA HAZIRLIK

Kırımyan, İstanbul’a eli boş bir şekilde dönünce öfkesini haykırdığı bir vaaz verdi: “Diplomatlar bir tas yemeği masaya koydular. Diğerleri birer kılıçla gelmişti. Bu özgürlük kasesinden kend paylarını demir kepçeler ile aldılar. Ancak Ermeniler bir kaşık isteğiyle geldikleri için bu yemekten paylarını alamadılar. Ermeni halkı, elbette kılıcın neler yapabilmiş olduğunu ve neler yapabileceğini çok iyi biliyorsunuz ve böylece baba toprağına, akraba ve dostlarınıza döndüğünüzde silahlanın, silahlanın ve yine silahlanın. Ey insanlar özgürlük umutlarınızı kendinize bağlayın, kendi aklınızı ve yumruğunuzu kullanın. İnsan kendi kurtuluşu için kendisi çalışır.” (Vigen Guroian, “Armenian Jenocide and Christian Existence”, s. 330)

Bu öfke Van’da Artsvi Vaspuragan Dergisi’nde yayınladığı yazılarında da görülüyordu.  Kırımyan bir yazısında Van Ermenilerine  şöyle hitap ediyordu.  “…bu doğanın kanunu, eğer koyun gibi olursanız savaşmak için bir boğanın boynuzlarına sahip değilseniz, silahlanmamışsanız sürekli boğazlanırsınız. Arzu ettiğiniz, hayalini kurduğunuz özgürlüğü kan akıtmadan kazanacağınızı  mı düşünüyorsunuz?” (Rubai Peroomian, “The Heritage of Van Provincial Literarture”, Armenian Van/Vaspuragan, Edited By Richard Hovannisian, California, 2000, s. 149.)

Silahlanma ve isyan çağrılarını Ermeni milliyetçileri fazla beklemeksizin yerine getirdiler. Ve ilk etapta 1887’de Hınçak Cemiyeti ve ardından 1890’da Taşnak Sütyun Cemiyeti kuruldu.

Hınçak Cemiyeti, Osmanlı ve İran’daki ilk sosyalist cemiyettir. Rusya’dan ayrılarak eğitim için Avrupa’ya giden yedi Rus Ermeni’si tarafından kurulmuştur. Zengin aile çocuğu olan bu küçük burjuvalar dönemin sosyalist hareketlerinden etkilenerek biraz şöhret, biraz macera, biraz da milliyetçi duygularla  tam adı Memâlik-i Osmaniye Sosyal Demokrat Hınçakyan Cemiyeti olan örgütü oluşturdular. Partinin ilk hedefi Ermenistan’ın siyasi ve milli bağımsızlığıdır. Adını Kumkapı gösterisi ve Babıali baskını ile duyurdu. Hınçak Cemiyeti 1897’de Asıl Hınçaklar ve Yenilikçi Hınçaklar olarak ikiye bölündü.

Taşnaksutyun Cemiyeti 1890’da Ermeni Devrimci Federasyonu olarak kuruldu. Radikal milliyetçi bir örgüttü ve amacı önce özerk, sonra bağımsız bir Ermeni devleti kurmaktı. Örgüt sesini duyurmak amacıyla 1894’de Diyarbakır’da, 1895’de Van’da gösteri yaptı ve Doğu Anadolu’nun çeşitli yerlerinde eylemler düzenledi. 1896’da ise örgüt üyesi bir grup Osmanlı Bankası’nı bastı. Bu eylemleriyle öne geçerek Hınçak cemiyetini kenara itip Ermeni ulusal hareketinin öncülüğünü elde ettiler.

Serdar Kaangil.,

https://panteidar.wordpress.com/2012/01/07/ermeni-meselesi-1/


..