Galip Baysan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Galip Baysan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Mayıs 2015 Cuma

Ermeni İsyanı Büyüyor - 2 Nisan/ Mayıs–1915




 Ermeni İsyanı Büyüyor - 2    Nisan/ Mayıs–1915


Galip Baysan,
Pazartesi, Mayıs 13, 2013


Şubat 1915’te Timor nahiyesi merkezinde çıkan isyanla artık olaylar önüne geçilemez bir duruma girdi. Burada civardan katılanlarla birlikte ellerine Rus silahları olan asilerin sayısı bini aşmıştı. Müslüman köylere saldırmaya başladılar. İsyan Gevaş ve Çatak kazalarına da yayıldı. Komitenin hazırladığı “Müdafaayı Şahsiye için Talimat” adındaki belge hükümlerine (1) uyularak Müslüman köylerinde yaşayan Ermeniler hemen Ermeni köylerine göçe başladılar. Kısa zamanda Saray ve Hoşab kazalarındaki Müslüman köylerinin arasında kalan Ermeni köylerinde eli silah tutan bütün Ermeniler buralardan ayrıldılar. Buna karşılık Ermeni köylerinde yaşayan Türkler bu gelişmelerden habersizdiler ve sadece resmi elemanların verdiği talimatlara uymakla sorumlu oldukları bilinci ile hareket ediyorlardı. Askerlik çağındaki Ermeni gençlerin tümüne yakını “asker kaçağı”, “silahlı” ve “bir teşkilat içinde” bulunmalarına rağmen, Türk ve Müslüman gençlerinin askeri görevle dışarıda bulunmaları nedeni ile bu gibi isyankâr faaliyetlere karşı tamamen müdafaasız bir durumda bulunuyorlardı. 
İsyanla birlikte çetelerle devriyeler arasına silahlı çatışmalar başlayınca, saldırılar hemen Müslüman köylerine ve yolculara yöneldi. Rastladıkları bütün Müslümanları çocuk yaşlı demenden imha etmeye başladılar. (2) Resmi belgelerde yeminli ifadelerle bu olaylar detaylı olarak açıklanmaktadır. Meselâ Mehmet Hulusi adlı bir zatın yeminli ifadesinde Ermenilerin yaptıkları katliamlar ve Rus Ordusu ile Ermeni faaliyetleri arasındaki ilişkiler şu sözlere özetleniyordu: 
“Saray bölgesinin Ruslar tarafından işgali sırasında Ermeni çeteleri 200 kişilik Köprüköy köyüne saldırdılar. Kadınlar, erkekler, çocuklar ve yaşlılar katledildi, evler yakıldı. Ayrıca Van Gölü’nü aşmak için Ebriren köyüne geçen askerlerin cesetleri Van Gölü kıyılarından çıkarıldı.”(3) Aynı günlerde Van’daki durumu, Van valisi Cevdet Bey’in 2 Mart–1915 Tarihli mesajından öğreniyoruz: 
“Van’ın yukarı mahallelerindeki isyancı Ermeniler şehrin her tarafından saldırılar ile bütün mahallelere yayılmak istemişler ancak püskürtülmüşlerdir. Türk taarruzu karşısında askerlerimize kale gibi evlerinin mazgallarından ateş açılmış askerlerimiz de bu kesimlere girememişlerdir. Bu çatışmada 23 şehit, 27 yaralımız olmuştur.” (4) 
Bu satırlardan ve Ermeni yazarların aynı konuda verdikleri bilgilerden de açıkça anlaşılacağı şekilde, Ermenilerin yıllardır hazırladıkları ve bekledikleri gün gelmiştir. Sadece Van’da değil bölgede yaşayan bütün Ermeniler isteseler de istemeseler de kendi devletlerine isyan halinde ve düşman ülke orduları ile işbirliği içine girmişlerdir. Askerden silahlarıyla (veya silahsız olarak) kaçan Ermenilerin sayıları 30.000 – 40.000 ‘i aşmaya başlamıştır. Bölgede yaşayan Türk ve Müslüman köylerinde çoğunlukla yaşlılar, kadın ve çocuklar vardır. Savunmasız bu insanların yaşamları tamamen devletin koruyucu kanatlarına ve Ermeni çeteleri ve Rus gücünün merhametine kalmıştır. Ancak devlet güçleri isyanları bastırmak için yetersiz, Ermeni ve Ruslar çok zalimdir. 
Van isyanı da, Van Valisi’nin elindeki küçük kuvvetlerle bastırılacak kadar küçük değildi. Rusların Van istikametindeki taarruzları karşısında Van seyyar jandarma Fırkası (Tümeni) 4 Mart’ta geri çekilmişti. Bu tümenin kumandanı Binbaşı Kazım Bey (General Kazım Özalp) vakit geçirmeden Birinci Kuvve-i Seferiye’nin Van tarafına yürümesini tavsiye etmiştir.(5) 
Cephedeki gelişmeler Rusların Van istikametinde ilerleyerek Van’ı işgal ve bölgedeki bütün Ermenilerin tam bir ayaklanmaya başlayacaklarını işaret ediyordu. Ermenilerden kalan isyana katılmayanlar da vardı ve hükümet bölge resmi organlarına gönderdiği bildirilerde isyana katılmayanlara karşı dikkatli olunması” isteniyordu. 12 Mart 1915 tarihli telgrafta 3. Ordu Komutanlığı, isyana katılmayanlar için, isyana katılanlar ile bir tutulmaması, onlara zarar verilmemesi, onların korunması ve adaletle hareket edilmesini istiyordu. (6) 
Olaylar geri bölge emniyetinin sağlanması için cepheden önemli bir savunma gücünün ayrılmasını gerektiriyordu. Bu durum, tam da Rus ordusunun ve onlara destek veren Ermeni isyancıların hedefledikleri bir olgu idi. 24 Mart’ta Van Seyyar Jandarma Tümen Komutanlığı’nın 3.Ordu Komutanlığı’na gönderdiği mesajın özeti şöyledir: 
“Van bölgesindeki bazı köylerde Ermenilerin çıkardıkları olaylar, Tümenin Van bölgesinde yaptığı harekâtı sonuçlanıncaya kadar mevcut kuvvetler ile idare edilmeli, Ermenilerin hareketlerini kıracak önlemler alınmalıdır. Mutlaka yardım gönderilmesi lâzımsa Tümenin yarısından fazlasını bu göreve ayırmak gerekir, bu ise Kafkaslardaki harekâtı aksatır. Bu nedenle hangi hareketi yapacağımızın bildirilmesi” (7) 
Bölgede alınan tedbirlere gelince, her tedbir Ermeniler ve olayların gerçek nedenleri olan misyonerler ve kilise mensuplarınca İstanbul ve dış dünyaya ters bir şekilde yansıtılacak, ülkesine isyan etmiş, düşmanla sıkı bir ilişki içinde olan asi kütleler, Devlet baskı ve zulmüne uğramış masum insanlar olarak gösterilecektir. Bölgedeki durum zannederiz ki Van’ın Mahmudi Kazası Kaymakamı Kemal Bey’in 4 Mart 1915 günü İçişleri Bakanlığı’na gönderdiği telgraf’tan daha iyi anlaşılacaktır. 
“Yüzyıllardan beri Osmanlı Devleti’nin koruyuculuğu altında yaşamlarını sürdüren Ermeni vatandaşlarımızı kendilerine bu günkü durumu sağlayan Müslümanlara karşı yaptıkları ve örneğine hiç rastlanmamış olan faciaları belirten şu bilgileri okurken boğulacak kadar ızdırap duyuyorum. 
Yirminci asrın nefretle tarihe kaydedeceği bu lekeli sayfalarını, vatanımız içinde hükümetimiz sayesinde güvenli ve mutlu bir hayat yaşayan Ermeni vatandaşlarımız yazmışlardır. 
Bu şahısların masum ve bakir kızlardan başlayarak yetmiş yaşındaki erkeklere kadar Türkler hakkındaki uyguladıkları alçakça hareketlere karşı hükümetimiz, her çeşit intikam ve kinden sıyrılmış olarak düzeni sağlamaya çalışmaktadır. 
Ermeni komitelerinin hükümetin bu durumundan faydalanarak tek veya toplu, fakat devamlı olarak yabancılara ve hükümete başvurmalarının nedeni, komitelere katılan Ermenilerin faaliyetlerini örtmek ve kapatmak için olduğu kesindir.” (8) 


DİPNOTLAR:

(1) Ermeni Komitelerinin Köylere kadar yayılan teşkilatları ve değişik direktif ve talimatlarla ilgili bilgi için bknz. Ermeni Komitelerinin Amâl ve Harekatı İhtilaliyesi; s.177–194, 200–216. 
(2) Faiz Demiroğlu: Vanda Ermeni Mezalimi (1895-1920), s.59 ( Ankara-1985)
(3) Ergünöz Akçora:    Van ve Çevresinde Ermeni İsyanları (1896- 1916), s.166 (İstanbul – 1994).  
(4) ATASE Arşivi, No–4/3671, Kls.2820, Des 69-A, F.3–87.
(5) Ali İhsan Sabis, Harp Hatıralarım C.2, s.186.
(6) Askeri Tarih Belgeleri Dergisi Sayı 8/1 No.18/8.
(7) E. Akçora, s.169.
(8) ATBD, Sayı 81, No.1819. 

Dr. M. Galip Baysan


http://haberguncel.blogspot.com.tr/2013/05/nisan-mayis1915-ermeni-isyani-buyuyor-2-galip-baysan.html


..

Ermeni iddialarına karşı görüşler




Ermeni iddialarına karşı görüşler  



Galip Baysan
Pazartesi, Şubat 17, 2014



2015 yılı yaklaşırken basından aldığımız bilgilerle sadece Fransa’da değil, dünyanın değişik ülkelerindeki Ermeni faaliyetleri, örgütlenmeleri, Batı ülkelerinden gördükleri destek, bu desteğin ışığında Ermenilerin Türkler hakkındaki korkunç ithamları ve bu ithamlarını siyasi harekete dönüştürme yolundaki gayretlerini dikkatle izliyoruz. Bunun yanında Türk Devleti ve Türk toplumunun sesini duyurma imkânı bulamadan hemen hemen her batı ülkesinde ön yargılarla mahkûm edilmeye çalışıldığını görüyoruz. Bu noktada okuyucu olarak aklımıza bazı sorular gelmeli.
—Acaba neden Ermeniler bu kadar atak bu davada haklı olabilirler mi? Ancak çok acı çekmiş insanlar bu kadar büyük bir kini 70–80 yıl ötesine taşıyabilirler. Acaba Türk kamuoyunun bilmediği bir şeyler mi var?
—Acaba neden Batılı ülkeler Ermenilere destek veriyorlar da Türk görüşlerine ne basında ne resmi araştırmalarda yer verme gereği duymuyorlar? Ermenilerin sadece Hıristiyan olması ile bu soru cevaplanabilir mi? Yoksa onlar da Ermenilere 1890–1920 yılları arasında bir soykırım uygulandığından emin midirler?
—Ermenilerin iddiaları çok büyük, acaba 1,5–2 milyonluk bir insan kitlesinin bilinçli olarak imha edildiğini iddia ederken bu iddialarını kanıtlayacak çok ciddi belgelere mi sahipler?
—Ermenilerin bu iddiaları neden Osmanlı arşiv, belge, hükümet ve itham edilen kişi ve kurumlarca işgal kuvvetlerinin kontrolü altında bulunduğu (daha doğrusu olayın şahitlerinin hayatta bulunduğu) 30 Ekim 1918 ila 6 Ekim 1923 tarihleri arasındaki 5 yıllık süre içinde ve sonrasında yapılmamış da, 40 yıl sonra ortaya atılmıştır?
—Ermeni Meselesi’ni yaratmış, beslemiş, büyütmüş ve Ermeni olaylarında birinci derecede sorumluluk taşıyan Rusya ve İngiltere neden bu tip iddialara iltifat etmiyor da, ikinci, üçüncü derecede rolü olan ve hatta ABD, Arjantin gibi hiç rolü olmayan ülkelerde bu faaliyetlerin ve verilen desteğin yoğunlaştırılabildiğini görüyoruz? Bunun nedeni nedir?
—Günümüzde, şahsi haksızlığa uğramış bireyler bile Uluslararası İnsan Hakları Mahkemeleri’nde hak ararken, Türk Devleti, Türk halkı neden bu ve benzeri uluslar arası hukuk yolları ile “haksız itham”lara karşı kendilerini savunamıyorlar, acaba gerçekten suçlu oldukları için mi?
—1915 Olayları bir soykırım kabul edilir mi? Türk iddiası “Zorunlu Göç” olayını Osmanlı Devleti’nin yapmaya hakkı var mı? Bir ülkenin kendi vatandaşlarını zor kullanarak bir yerden bir yere göndermesi bir soykırım mıdır? Yoksa bir savunma hakkı mıdır?
—Batılı tarihçiler olaylara ne diyorlar? Bilim adamları olayı nasıl değerlendiriyorlar, Türkleri haklı bulan var mı? Varsa neden siyasileri etkilemek için bir şey yapmıyorlar?
Bu ve benzeri soruları istediğimiz kadar çoğaltabiliriz. Bizim okuyucudan beklediğimiz, önyargılara iltifat etmeden, akıl ve bilimin gerektirdiği soruları sorarak, bizden cevap beklemeleri ve cevapların da pozitif verilere, yani belgelere dayandırılmasıdır. Bu noktada biz de Ermeni ve diğer uluslar gençlerinin kendi insanlarına, yazarlarına, çizerlerine aynı soruları sormalarını beklemek hakkına sahibiz.
Batı dünyasında Ermeni görüşlerine karşı çıkma büyük yürek ve cesaret ister. Bilgili olmanız, inanmanız yeterli değildir. Ermeni örgütleri ve militanlar sizi kazanmak için her türlü fedakârlığı göze alırlar, eğer bunu başaramazlarsa, sizi baskı ile tehditle ve gerekirse terörle susturmak için faaliyete geçerler (Bu konuda pek çok örnek vardır ve sırası geldikçe bazılarına temas edilecektir.).
Bu isimlerden biri Amerikalı Ortadoğu ve Türk Tarihi uzmanı Profesör Justin Mc Carthy’dir. Türk-Ermeni ilişkileri ve Tehcir olayı ve sonuçları hakkında önemli çalışmalar yapmış ve birbirinden güçlü ve değerli eserler vermiştir. Profesör Mc Carty ile 1998 ve 2000 yıllarında kendisi ile Milliyet Gazetesi muhabirleri arasında ilginç görüşmeler yapılmıştır. Biz bu görüşmeleri ve bundan sonra Prof. Bernard Lewis, Prof. Standford Shaw ve Ezel Kural Shaw gibi Orta Doğu Tarihi konusunda isim yapmış bilim adamlarının görüşlerini sıra ile yazmaya çalışacağız.   Bunun yanında bu yazı serisi içinde başka Ortadoğu ve Osmanlı Tarihi uzmanlarının görüşlerini de sunmak istiyoruz.
İnanıyoruz ki; ister Türk ister Ermeni, ister Fransız ve isterse Amerikan genci olun bu bildirileri okuyunca sizin de kendi insanlarınıza bazı soruları sormanız zamanı gelmiş demektir. Önyargılardan dogmalardan sıyrılmak kolay değildir, doğru ama gerçekler “kör inanışlara saplanıp kalmakla” değil, araştırmalarla, incelemelerle, sorular ve cevaplarla bulunabilir.

 Dr. M. Galip Baysan

http://haberguncel.blogspot.com.tr/2014/02/ermeni-iddialarina-karsi-gorusler-galip-baysan.html

..

30 Nisan 2015 Perşembe

BİLİYORMUSUNUZ? TEHCİR ERMENİLERDEN ÖNCE İKİ KERE TÜRKLERE UYGULANDI





BİLİYORMUSUNUZ? TEHCİR ERMENİLERDEN ÖNCE
İKİ KERE TÜRKLERE UYGULANDI


1915 yılı ilk 5 ayı içinde Tehcir yani Zorunlu Göç olayı, sadece bölgede yaşayan ve düşman ordusu ile birlikte çalıştığı aşikâr olan Ermenilere uygulanmadı. Ermenilerden önce bir değil iki defa bölgede yaşayan Türk ve Müslümanlara uygulandı ve 100.000lerce Türk insanı büyük acılar yaşadılar. Bu gün bütün dünyanın ve özellikle Ermeni Diasporası ve destekçilerinin unutturmaya çalıştıkları ve hatta unutturdukları bu konuyu dikkatinize sunmak istiyoruz.
1914 sonu ve 1915’in ilk aylarında, 25 yıla yakın bir süreden beri çok iyi bir şekilde hazırlanan ve techiz edilen çetelerin ve Doğu Anadolu’da yaşayan Ermenilerin büyük çoğunluğu hareket halindeydi ve beklenen büyük isyan için biraz sabırsız davranıyorlardı Bunun nedeni Türk Ordusu’nun Ruslar karşısında Sarıkamış’ta aldığı ağır yenilgiydi. 60.000 den fazla insan gücü, silah ve malzemeyi soğuk kış şartlarına ve Ruslara terk eden Türk Ordusu, 3’ncü Ordu ancak 20.000 kişilik bir kuvvete inmişti. Bu ordunun yeniden teşkilatlanması için Hafız Hakkı Paşa görevlendirildi. O da 1915 Mart’ında Erzurum’da Tifüs’ten öldü. 1915 Şubatında bütün erkek nüfusun askere alınması kararlaştırılmış ve bu nedenle Doğu’daki Türk Köyleri erkeksiz kalmıştı.
Şubat 1915’te Timor nahiyesi merkezinde çıkan isyanla artık olaylar önüne geçilemez bir duruma girdi. Burada civardan katılanlarla birlikte ellerine Rus silahları olan asilerin sayısı bini aşmıştı. Müslüman köylere saldırmaya başlandı. İsyan Gevaş ve Çatak kazalarına da yayıldı. Komitenin hazırladığı “Müdafaayi Şahsiye için Talimat” adındaki belge hükümlerine (1) uyularak Müslüman köylerinde yaşayan Ermeniler hemen Ermeni köylerine göçe başladılar.

Aynı günlerde çok yakınlarda 1878’den beri Rusların elinde kalan Kars-Ardahan bölgesinde seri cinayetler işleniyordu. Sarıkamış Harekâtı sırasında, 37 yıllık bir esaretten sonra kurtuluş ışıkları gören Kars ve Ardahan halkı sevinçlerini gizleyemediler. 4 Ocak 1915 günü Ardahan’ı baskınla alan Kazak Sibir alayı, Çıldır’dan Göle’ye kadar Türk köylerinde “Türklerin gelişini alkışladınız” diye silahsız ahaliyi, çoluk çocuk demeden katliama başladılar. 1915 başından itibaren üç ay Ruslar, Kars ilindeki silahsız Türk-Müslüman ahaliyi kırıp sindirmekle uğraştılar. Yüz bine yakın insan Tehcire tabi tutulup Türk hududunda Cephe hattının engelleri üzerinden Türkiyeye sürüldüler. Bakû’daki “İslâm Cemiyeti Hayriyesi” nin “Felâket ve Harbzedelere Yardım Şubesi” Çardan resmen izin alıp 1915 Nisan başında yardıma gelinceye kadar, pek vahşice yapılan bu Rus mezalimi devam etti. En az 40.000 Türk katledildi. Bu cemiyet resmen kayıtlı “22.000 harbzede” Karslı’ya 1917 sonlarına kadar yardıma devam edip ölmekten kurtardı. (2)
Bu konuda büyük rahatsızlık duyan Osmanlı liderlerinin bu konudaki anıları ve yazılı belgelerden biri olan Başkomutan Enver Paşanın Ermeni Tehciri ile ilgili teklifi şöyleydi:
 “Van gölü etrafında ve Van Valiliğince bilenen belirli yerlerdeki Ermeniler isyanlarını sürdürmek için daima toplu ve hazır bir haldedirler. Bu toplu halde bulunan Ermenilerin buradan çıkarılarak isyan yuvasının dağıtılması düşüncesindeyim. 3 ncü Ordu Komutanlığı’nın verdiği bilgiye göre, Ruslar 20 Nisan 1915’de kendi sınırları içindeki Müslümanları, sefil ve perişan bir halde sınırlarımızdan içeri sokmuşlardır. Hem buna karşılık olmak ve hem yukarıda belirttiğim amacı sağlamak için, ya bu Ermenileri aileleriyle beraber Rus sınırı içine göndermek yahut bu Ermeni ve ailelerini Anadolu içerisinde çeşitli yerlere dağıtmak gereklidir. Bu iki şekilden uygununun seçilmesiyle yapılmasını rica ederim. Bir sakınca yoksa isyancıların ailelerini ve isyan bölgesi halkını sınırlarımız dışına göndermeyi ve onların yerine sınırlarımız içine dışarıdan gelen İslam halkın yerleştirilmesini tercih ederim.” (3)
 Olaylar gün geçtikçe Ermenilerin lehine ve Türklerin aleyhine gelişmeye başladı. 8 Mayıs günü Ermenilerin bir Türk mahallesine hücum ederek birçok evi yaktıkları bildirildi. İşte bu durum üzerine Van Valisi Cevdet bey halkın başka yerlere göçmesine ve Van’ın yavaş yavaş terk edilmesine karar verdi. Bu çekilme sırasında pek çok Türk yollarda Ermenilerce soykırım ve akıl almaz işkencelere maruz bırakıldılar. Böylece bölgede ilk mecburi göç olayı Ermenilere değil fakat Türk ve Müslümanlara karşı uygulandı. Nedense Ermeni taraftarı yazarların hemen hemen tümüne yakın bir kısmı bu olaya temas etmedikleri gibi olayı tamamen ters yüz ederek Van’da Ermenilerin Türklerin zulmüne karşı kahramanca direndikleri ve Türkleri ağır bir yenilgiye uğrattıkları yolunda yayınlar yapmışlardır.(4)
Türk ve Müslümanların çekilme yolları:
1.Van Gölü kuzeyinden geçen Van-Erciş –Ahlât –Bitlis yolu,
2.Van Gölü güneyinden geçen Van-Gevaş-Bitlis yolu ve
3.Uygun vasıtalar temin edildiği takdirde Van-Tatvan deniz yolu idi.
O tarihlerde karayolu için motorlu ve motorsuz araç pek mevcut değildi. Gölde 200 kadar insan taşıyabilecek 70 kadar yelkenli gemi mevcuttu ve muhtelif köylerin iskelelerinde bağlı bir durumda bulunuyordu. Ancak Türk ve Müslümanlar için en büyük talihsizlik, bu gemilerin hemen hemen tümüne yakın bir kısmı Ermeniler tarafından çalıştırılıyordu.
Karayolundan gidenlerin çoğu Ermeni asilerin saldırılarına maruz kalarak, savunmasız olduklarından bin bir türlü vahşi işkencelere maruz kaldılar, en talihlileri katledildiler.
Gemilerle gidenlerin büyük bir kısmı Ermenilerin yaşadığı adalarda bilhassa Çarpanak adasında kıyıdaki köylerde hunharca, çocuk ve kadın yaşlı ve hasta demeden caniyane bir şekilde öldürüldüler.(5)
“Van’ın boşaltılmasından sonra bütün Türk mahallelerini yaktılar. Şehirde kalanları ve yollarda yakaladıkları kişilerin yaşlarına bakmadan toptan kitle halinde katlettiler. Bundan maksatları, Van’daki Türklerden bir iz bırakmak istememeleriydi.” (6)
Bu konuda en iyi bilgi, tarih kitaplarından ziyade olayları yaşayan ciddi kaynakların anılarının satır aralarında bulunabilir. Emekli Kurmay Albay Rahmi Apak’ın Ermenilerle ilgili anılarının bir bölümü şöyledir.
“Hasankale’den kalkıp Muş’a geldiğimiz zaman, Muş’taki külliyetli sayıda bulunan Ermeniler Türkler ve hükümet aleyhinde azgınlıklar ve taşkınlıklara başlamışlardı. Tatvan’a gelip Van gölünü bir deniz gibi seyrettiğimiz zaman, koca göl içinde Ermeniler tarafından öldürülmüş erkek ve kadın Türklerin cesetlerini su üstünde şişmiş ve yüzer görmüştük. Ermeniler, tamamiyle kapalı olmayan cephe aralarında vızır vızır işlemekte ve Türk askeri kuvvetleri ve hareketleri hakkında Ruslara haber götürmekte idiler. Bizim tümen casuslardan üç dört tane yakaladı ve Muş bölgesindeki Ermenileri buralardan kaldırmaya ve gerilere nakletmeye mecbur oldu.(7)

DİPNOTLAR:

(1) Ermeni Komitelerinin Köylere kadar yayılan teşkilatları ve değişik direktif ve talimatlarla ilgili bilgi için bknz. Ermeni Komitelerinin Amâl ve Harekatı ihtilaliyesi; s.177-194, 200-216.
 (2) Kırgızoğlu, M. Fahrettin, Kars Tarihi, Cilt –1, s.553-554 (Taş Çağlarından Osmanlı İmparatorluğu’na Doğru, İstanbul-1953); Ahmet Ender Gökdemir, Cenüb-i Garbi Kafkas Hükümeti, s.14-15 (Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara –1988).
 (3) Genelkurmay, No 1/1, KLS 44, Dosya 207, F.2-1.
 (4) Ermeni Komitelerinin Amal ve ..., s.263-281.
  (5) Hulki Saral, a.g.e., s. 142, Ergünöz Akçora, a.g.e, s. 192, Van’da Ermeni Mezalimi, s.60-67, Hüseyin Çelik, Görenlerin Gözüyle Van’da Ermeni Mezalimi, s.29-97 (Yüzüncü Yıl Üniversitesi).
 (6) F.Çakmak, a.g.e, s.96.
 (7) Rahmi Apak, Yetmişlik Bir Subayın Hatıraları, s.114 (Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara-1988)

Dr. M. Galip Baysan

https://groups.google.com/forum/#!topic/kotanlartr/VQNRL2WPvsk

..

16 Nisan 2015 Perşembe

Soykırım iddiaları ve Türk Aydınları




Soykırım iddiaları ve Türk Aydınları 


Galip Baysan
Tarih Pazar, Nisan 07, 2013


Önceki iki yazımızda bahsettiğimiz yabancı bilim adamlarının “ tarihsel gerçekleri” savunma adına verdikleri büyük mücadeleyi izlerken aklımıza modern, çağdaş ve gerçekçi olduğunu iddia eden bir kısım Türk aydınının sözleri geldi. Bunlardan biri, daha birkaç yıl öncesinde “Nobel Edebiyat ödülü” verilen genç bir yazarımızdı. Bu ünlü yazarımıza dünyanın en ünlü ödülü verilmesine rağmen bir türlü sevinemedik ve pek çok Türk aydınının içini garip bir hüzün kapladı. Çünkü bu genç yazarımız; bir önceki Şubat ayında, İsviçre’de yayınlanan Tagesanzeiger’in “Das Magazin” isimli kültür ilavesine verdiği beyanda “ 1.000.000 Ermeni ve 30.000 Kürt’ün Türkler tarafından öldürüldüğünü söylemiş ve şöyle devam etmişti: “ Bizim geçmişimiz bu günümüzle birlikte değişime uğruyor. Bu günkü gelişmeler geçmişi değiştiriyor.Ülkenin geçmişindeki kötü olayları yavaş yavaş konuşmamız gerekiyor....Burada 30 bin Kürdü öldürdüler, 1 milyon da Ermeni ve neredeyse hiç kimse bunu dile getirmeğe cesaret edemiyor. O halde ben yapıyorum ve bu yüzden benden nefret ediyorlar.” Yani Türk Halkının belki de bütün dünyanın izlediği, dinlediği en önemli ve hemen hemen tek sesi, hiçbir şüpheye meydan bırakmayacak kadar net bir şekilde “ Ermeni Soykırımı bir gerçektir,hatta dahası da var” diye haykırıyordu.
 2001yılında büyük bir siyasi oyun sonucu 50-60 kişilik bir oturumla kabul edilen ve Fransız Devlet Başkanı Jacques  Chirac tarafından hemen kabul edilerek yürürlüğe konan “soykırımı tanıyan kanunun” daha da geliştirilip, cezaya bağlandırılması için yapılan çalışmalar sırasında, 2005 Aralık ayında 19 Fransız tarihçi: 2001 yılında kabul edilen kanun dahil, tarihle ilgili tüm yasaların iptali için ortak bir bildiri yayınladılar. “Tarih İçin Özgürlük” adını verdikleri bildiride şu ifadelere yer verilmişti. “Parlamentoların tarihi konularda karar alması demokratik rejimlere yakışmaz. Özgür bir ülkede tarih yazma görevi Meclise ya da hukuki mercilere ait değildir.” 
 Fransa Parlamentosunun “İnkâr Yasası” olarak tanınan, soykırımı tanımayanlara ağır para ve hapis cezası öngören yasa teklifinin 18 Mayıs 2006 günü Mecliste oylanmasından bir hafta kadar önce, 10 Mayıs günü, Fransız Liberation Gazetesi yasayı eleştiren tarihçi Jean Pierre Azema’ nın makalesiyle bir grup Türk aydınının bildirisine yer verdi. “Hafızalarla oynamaktan vazgeçin” çağrısını yapan Fransız tarihçi Azema; tarihle ilgili konularda çıkan yasaların iptalini istediklerini hatırlattı. Azema yazısında “yasaların gerçekleri dile getiremeyeceği, tarihi hakikat kavramının zaten devlet otoritesini tanımayacağını belirterek, bunun için Sovyetler Birliği tecrübesine bakmanın yeterli olacağını” yazdı. Fransız tarihçi;    “Tarihin sadece tarihçilere ait bir alan olduğunu, her vatandaşın cezai yaptırım korkusu olmadan araştırıp tartışabileceği bir ortam oluşturulması gerektiğini” dile getirdi. “Fransa’da tarih için özgürlük bildirisine imza atan tarihçilerin, gaz odalarını inkâr edenler hariç, düşünen tartışan herkesi savunduğunu” kaydetti ve “Soykırımın inkârına yönelik bu yeni girişimin ardından bir çeşit açık arttırma yöntemiyle yasa hazırlandığını” ifade etti. 
 İnkâr yasasına tepki gösteren bir başka tarihçi Pierre Nora, aynı günlerde Le Figaro Gazetesinde yazdığı makalesinde milletvekillerine şöyle sesleniyordu: “ Yasa teklifinin kabul edilmesi tarihin kısırlaştırılacağı anlamına geliyor. Bir sınır açılacak ve her türlü saptırmaya kapılar açılacaktır. Ermeni Lobisinin baskısı altında kalan milletvekillerinin dışında kimse bu tasarıyı desteklemiyor. Ermenilerin yasa istemesi yanlış. Prof. Bernard Lewis’in de Fransa’da mahkûm ettirilmesi bir ‘Entelektüel Terördür’.”                   
 Amerikan ve Fransız Bilim adamlarının bu bildirileri dışında Liberasyon Gazetesinde bir grup Türk aydınının da bir bildirisi de yayınlandı. Türk basın yayın organları tarafından pek fazla üzerinde durulmayan bu bildiri, her Türk vatandaşı için ibret alınması ve asla unutulmaması gereken ifadelere yer vermekteydi. Bildirinin Prof.Murat Belge, tarihçi Halil Berktay, yazar ve akademisyen Elif Şafak, Agos Dergisi genel yayın yönetmeni Hrant Dink, Prof.Müge Göçek, Prof. Ahmet İnsel, gazeteci Ethem mahcupyan, Baskın Oran, Ragıp Zarakoğlunun imzaladığı belirtiliyordu. Bildiride “Türkiye’de yakın zamana kadar bu konuda aksi görüş bildirenlerin ‘hain’ ilan edildiği hatırlatılıyor ve Fransa’daki yasa teklifinin Türkiye’deki tartışma ortamını da tıkayacağı, cepheleşme riski taşıdığı, teklifi yapanların tıpkı Türkiye’de 1915 olaylarının özgürce tartışılmasının engellenmesi gibi bir girişim içinde olduklarını düşünmeleri gerektiği kaydediliyor ve yasanın reddedilmesi çağrısı yapılıyordu.  Dikkat edilirse Nobel kazanan ünlü yazarımızla, Fransız gazetelerine ilan veren Türk aydınlarının ifadeleri sanki aynı kaynaktan çıkmış gibi, birbirlerine çok benziyor. Yabancılara tıpkı bir misyon mensubu gibi Türkiye ve Türk Halkı şikayet ediliyor. “Sanki Türkiye’de bazı gerçekler kasıtlı olarak gizleniyor, geçmişte/ günümüzde işlenen büyük cinayetler var, bunların üzeri kasten örtülüyor, bunları dile getirme cesaretini gösterenler de bir kısım geri kafalılar tarafından hemen vatan hainliği ile itham ediliyor ve doğruların konuşulmasına izin verilmiyor. Biz çağdaş Türk aydınları Türkiye’de bir dönem başlattık, artık tabular yıkılıyor. Yakın bir zamanda diğer Türk aydınları da gerçekleri görecek, bize katılacaklar. Sizin böyle bir kanun çıkarmanız bizim yolumuzu tıkayacak ve Türkiye içindeki olumlu gelişmeleri önleyecektir. Bu nedenlerle bizler asil, necip Fransız Parlementosu’ndan bu kanunu reddetmelerini talep ederiz” diyor gibiler. İnsan gayri ihtiyari kendi kendine soruyor;  acaba bu yazı, gerçekten “Türk Aydınları” unvanını taşıyan insanlar tarafından mı yazılmış? Veya acaba Diyaspora Ermenileri Türklerin ağzından bir bildiri yayınlamış olsaydı daha farklı bir şey mi yazarlardı? Bu konuda yorumu okuyuculara bırakıyoruz.
 Eğer 18 Mayıstaki Fransız Meclisindeki oylamayı merak ediyorsanız söyleyelim. Kanunun kabul edilmesi için yeterli oyu sağlayamayacağını anlayan İktidardaki Sosyalist Partisi, bir gün evvelki görüşmeleri kasten uzatarak oylamanın Kasım ayına sarkmasını sağladı ve Kasım ayında da bildiğiniz gibi 125 kişilik minik bir “şike oturumda” Tarihçilerin bütün itirazına rağmen kanun kabul edildi. Bu kanunun Senatoda kabul edilmesinin zor olduğunu ileri sürenlere, Ermenilere destek veren Fransız Parlamenterlerin yine kendi adamlarının çoğunlukta olduğu bir mini oturumda istedikleri sonuçları alacaklarını ve bu kanunun mimarlarından Sarkozy’nin en güçlü Fransız Cumhurbaşkanı adayı olduğunu hatırlıyoruz.
 Sözlerimizi bağlarken Türk Entelektüel kesimine şu soruyu sormak istiyoruz: acaba sizce hangisi daha doğru ve gerçekçi kabul edilebilir. “ Dinsel ve Irksal yardımlaşma duygusu ile Karartılmış bir dünyayı aydınlatmaya çalışan yabancı bilim adamları mı?” Yoksa “aydınlık bir dünyayı kendilerine özgü nedenlerle karartmaya çalışan dost ülkeler ve Türk aydınlarımı? ”Bize göre Prof. Shaw, Jean Pierre Azema, ülkemizde her türlü karşı düşüncelere karşı gerçekleri haykırmaktan çekinmeyen Prof. Yusuf Hallaçoğlu, Prof. Ergün Aybars gibi bilim adamları mevcut oldukça, dünyada insan hak ve özgürlükleri, eşitlik ve özgür düşünce ilerlemeye devam edecek ve daha yaşanır bir nitelik kazanacaktır. Biz bu ve benzeri cesur davranışlar sergileyen değerli bilim adamlarına saygılarımızı sunuyor, yaşamını yitirmiş olanlara tanrıdan rahmet dileyerek sözlerimize Fransa’nın yeni Cumhurbaşkanı Hollande’nin Anayasa Konseyinin reddettiği soykırımı reddedenlerle ilgili “ İnkar Yasası”  yerine yeni bir yasa çıkarma gayretlerini dikkatle izlemenizi tavsiye ederek son vermek istiyoruz.  

Dr. M. Galip Baysan


http://haberguncel.blogspot.com.tr/2013/04/soykirim-iddialari-ve-turk-aydinlar-galip-baysan.html

15 Nisan 2015 Çarşamba

Amerikada Ermeni Meselesi Nasıl Geliştirildi





Amerikada Ermeni Meselesi Nasıl Geliştirildi 


Galip Baysan
Pazartesi, Mart 23, 2015

Geçenlerde bir yazımda Amerika’da Ermeni meselesinin nasıl doğduğunu anlatmaya çalışmıştım. Yoğun bir Hıristiyanlık algısı ile doğan Ermeni sevgisi daha sonraki yıllarda daha da geliştirildi ve ABD’nin Birinci Dünya savaşına katılma nedenlerinden biri haline getirildi.
Morgenthau’nun kitabının çıktığı 1918 Aralığına kadar Amerika’da en etkin propoganda kitabı, İngilizlerin ünlü propaganda yayını Mavi Kitap olarak bilinen Vikont Bryce’ın “The Treatment of Armenions in the Ottoman Empire / Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermenilere Karşı yapılan Muamele” adlı hazırlanışını yakından izlediğimiz kitap oldu. Bunun bir sebebi de onun 1888’de Amerika Tarihi ile ilgili yazdığı “The American Commonweath” adlı kitabın Amerika’da akademik çevrelerde büyük kabul görmüş olmasıydı. Amerikalılara hitap edebilecek imkâna sahip olması nedeni ile özellikle seçilmişti. Savaştan önce Amerika’da uzun yıllar elçilik yapmış olması da ayrı bir avantajı idi. Meselâ Amerika’daki misyoner kuruluşları Ermenilere yardım için açtıkları kampanyalarda kendi propagandalarına destek sağlamak için “eski dostumuz büyükelçi Bryce’da iddialarımızı doğrulamıştır.” gibi ifadelerle, Türk düşmanlığına destek buluyorlardı. (1) 

Amerika kamuoyunu kazanmak amacıyla, İngilizler başlattıkları dev propaganda kampanyası” sırasında, Amerikan gazetelerine de Bryce Raporu’nun önemli kısımlarının yazılması için dağıtıyorlardı. “The New York Times, Philedelphia Public Ledger ve Chicago Herald gibi gazeteler bu Ermeni dehşeti öykülerine oldukça fazla yer vermeye başladılar. Current History (Güncel Tarih) adlı New York Times’ın çıkardığı aylık dergi, Bryce Raporu’nun uzun giriş bölümünü doğrudan veren ve raporun Türk vahşetiyle ilgili en korkunç kısımlarını özetleyen Türk karşıtı makaleleri orta sayfa serileri olarak veriyordu. New York Times gazetesi üç sayfasını Bryce Raporu’na aktarmak için kullanmıştı. New Republic Bryce’ı kaynaklarının seçimi ve kanıtları için övmüştü, ancak bu kaynakların çoğunun anonim olduğundan hiç bahsedilmemişti. Aksine raporun özeti verilmiş ve Türkler kınanmıştı. Diğer gazete ve dergiler de aynı şeyi yapmış, raporun özeti ya da rapordan alıntıları yayınlamışlardı. (2) 

“Wellington House, Bryce Raporu’nu diğer propaganda yayınları için bir kaynak olarak kullandı.   Kitabın en inanılmaz bölümü, sadece Osmanlı kabine üyeleri ve Genelkurmayınca bilinebilecek hayal mahsulü kararların anlatıldığı ‘Müslüman Askerlerin Raporları’ isimli iki kısa raporun yer aldığı kısımdı. Söz konusu askerler Ermenilerin öldürülmesi için, birinin bizzat Şeyhülislam tarafından verildiği iddia edilen tamamen hayali emirleri rapor ediyorlardı.” (3) 

Raporlar propaganda yazıları maalesef gerçek gibi kabul edilecek ve yıllar sonra bu konuda bilimsel çalışmalar yapan bazı yazarları da etkileyecektir. Meselâ bunlardan biri olan Howard M. Sachar, The Emergence of The Middle East 1914–1924 (Orta Doğu’nun Doğuşu) adlı kitabında bakın ne diyor: 

“Türk –Ermeni ilişkileri savaşın başlamasından birkaç ay sonra, Türklerin Ermenileri sistematik olarak katletmeleri sonucu bozuldu. 1915 yılında katliamlar Amerikan misyonerleri tarafından duyuruldu. Onların bildikleri hem Amerikan basını, hem de Bryce Raporu ile geniş ölçüde kamu’ya duyuruldu. Böylece ABD’nin en büyük şehirlerinde zincirleme bir yoğun sempati (Ermenilere) hareketi başladı. Başkan Wilson, kurbanların yararına müdahale etmesi için halktan ve dinsel kuruluşlardan onbirlerce mektup aldı. Bu normal olmayan bir reaksiyondu. Çağdaş batı yaşamında böyle büyük çaplı bir şehitlik ve vahşilik örneği mevcut değildi. ABD’nin Hıristiyan halkına Ermeniler, tarihi (dinsel, yer altı sığınakları, mezarlıklar arenalar ve gladyötörlerin işkencesi altında acı çeken ilk hıristiyanları) hatırlatıyordu. Sanki bu yirminci yüzyıl versiyonuydu.” (4) 

Ağustos 1915’te Morgenthau’nun teşviği ve Cumhurbaşkanı’nın hararetli konuşması sonrasında bir Yakın Doğu (daha ziyade Suriye ve Ermeniler için ) Yardım Fon’u oluşturuldu. Türk zulmünün kurbanları için bağış toplanmaya başlandı. Tarihte halkın büyük bir cömertlikle gönülden katıldığı böyle bir genel cömertçe yardımlaşma zor görülebilir. Ülkenin en büyük şehirlerinde New York’un Amsterdam Opera Binası, Philadelphia Stadyumu, Detroit’deki Billy Pazar Çadırı ve diğer meydanlarda toplantılar yapıldı. Başkan Wilson ve Theodore Roosevelt telgrafla, Morganthau ateşli bir konuşma ile katıldılar. Senatörler, Din adamları, Milletvekilleri, belediye başkanları ve pek çok seçkin insan konuşmalar yaptılar. Brodway’de çalışanlar ve film yıldızları dev bir Yakın Doğu’ya yardım yürüyüşü yaptılar. Harvard – Yale 1916 Futbol maçı geliri fon’a bırakıldı. Kongreye verilen bir teklife ve 22 Ekim 1916’da alınan bir karara göre; her sene bir Pazar günü “Orta Doğu Kurtarma” günü olarak kabul ediliyor ve Amerika’daki 50.000 kilise bağış toplamaya devam ediyordu. Bundan böyle “açlık çeken Ermeniler” Amerikan şefkatinin bir büyüsü olmuş gibiydi. Büyük yardımlar yapılmağa başlandı. Rokfeller Vakfı 150.000 dolar, Gugenheim Fonu 30.000 dolar, New York Hipodromundaki toplantıdan 75.000 dolar, Hediyelerle 10.000 dolar, birkaç yüz zengin aileden 5.000’er dolar, ayrıca yüzbinlerce kişi’den yardımlar. 1915 yılında toplam 6.000.000 dolar, 1916’da 20.000.000 dolar yardım toplandı.(5) 

Toplanan paralar İstanbul’daki Amerikan Büyükelçisi Morganthau’ya gönderiliyor ve Osmanlı devleti içinde dağıtımı o ayarlıyordu. (Tabii ki paraların nereye gittiğini ve gerçek dağıtımın örgütlere mi, kiliseye mi, yoksa bütün bu olaylar yüzünden yollara düşen, gerçek ihtiyaç sahibi insanlara mı gidecekti, bunu tahmin etmek cidden zordur.) Osmanlı yöneticileri (büyük bir insanlık örneği göstererek) paranın alınmasına ve dağıtılmasına itiraz etmediler. 1917 yılında bir ayda 100.000 dolar gelmeye başladı. (6) Morgenthau gelen yardım paralarının (önemli) bir kısmını Filistin’deki Musevi örgütlerine aktardı (7) Çünkü Sykes-Picaut Anlaşması gündeme girmişti ve bölgede başka büyük oyunlar oynanıyordu. 

DİPNOTLAR:

(1) Osmanlı’dan Günümüze Ermeni Sorunu, Justin Mc Carthy, Birinci Dünya Savaşı’nda İngiliz Propagandası ve Bryce Raporu, s.35 (Editör, Hasan Celal Güzel, 2. Baskı, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara- 2001). 
 (2) Aynı Eser, s.35.
(3) Aynı Eser, s.35-36. 
(4) Howard M. Sachar, The Emergence of The Middle East, 1914-1924, s.342 (The Penguin Press, Washington – 1969). 
(5) Aynı Eser, s. 343.
(6) Aynı Eser, s.343.
(7) Aynı Eser, s.194.


Dr. M. Galip Baysan

http://haberguncel.blogspot.com.tr/2015/03/amerikada-ermeni-meselesi-nasil-gelistirildi-galip-baysan.html


.

Bir Fransız Avukatın Gözünden Ermeni Meselesi





Bir Fransız Avukatın Gözünden Ermeni Meselesi 

Galip Baysan,
Mart 30, 2015


Avrupa’daki gelişmeleri cesur bir Fransız Avukatı Georges de Maleville’nin kitabından daha doğru bir deyimle gördükleri karşısındaki isyanından alacağımız kısa notlarla netleştirmek istiyoruz. 
“Fransız Hükümeti – Türkleri hiç de ilgilendirmeyen çeşitli nedenlerle –Alfartville’de, Ermenilerin hepsinin ve hemencecik,  Türklere karşı gösterecekleri ve sonsuza dek olması gerekeceği kinin ifadesi olan “kin Anıtı”nın dikilmesine izin verdi. 
İletişim araçlarıyla her yerde tekrarlanan bu slogana inanılacak olursa, Türkler Türk olarak, her zaman için, Ermenilerin amansız düşmanı idiler. Bu söylenti hemen hemen bayağı bir düşüncedir. 
Gerçekten de böyle bir söz günümüz yetişkin insanlarına çok eski anılar, çok eski devirlerle ilgili bir zamanlar okunmuş olan öyküleri anımsatmaktadır. Kuşaklar önce ölen siyaset adamlarının söylemlerini; “Ermeni katliamı” hakkında Gladstone’un intikam alıcı sözlerini... 
L. Genet’in 1945 yılında yayınlanan ve Fransa’da özgür ortaöğretim döneminin resmi el kitabı olan çok ılımlı “Çağdaş Tarih Kitabı, S:517’de, Abdülhamit hakkında şunlar okunabilmektedir. ‘Gladstone İngiltere’si Ermenileri korumak istermiş gibi davranınca, sultan reformları ilan eder. Gerçekte o katliamları hazırlamaktadır. 1894’ten 1896’ya kadar, arka arkaya üç katliam gerçekleştirilir. Bu bunalım 250.000 kişinin ‘canını almıştır.” 1945 yılında, geleneksel ortamlarda, küçük Fransızlara öğretilen şeyler bunlardı.” (1) 
“Sonra birden bire, 1975’de, Lübnan’ın parçalandığı sırada, son derece uyumlu bir plâna göre, kendisinden söz ettirmek üzere yabancı ülkelerde görevli bir dizi Türk diplomatını öldürmek suretiyle, ‘olay yaratan’ Yakın Doğu’da üstlenen terörist elemanların desteğiyle açıkça harekete geçen devrimci bir Ermeni örgütünün ortaya çıktığı ve dünyanın tüm ülkelerinden gelen teröristlerin hemencecik bu “Ermenilere” katıldığı görülmektedir. 
Paris’in ENA’sında, bir öğretim elemanının bu konuda temiz yüreklilikle şunları yazması insanı şaşırtmaktadır. ‘Üç dört yıl süreyle önemli bir başarısızlığa uğramadan, yapan kişilerin adlarını gizli tutan operasyonların sonunda, Ermeni terörizmi, bu suikastlara yol açan soykırım gerçekliliği ve öneminin olayların dehşeti içerisinde, kınamayı rahatça aştığı ölçüde, Ermeni davasına hizmet etmiştir. Acı duyulsun ya da duyulmasını, tanıtıcı terörizm burada haklılığını bulmaktadır.’
Böylece, tartışılan olaylara tamamen yabancı yüksek düzeydeki görevlilerin açıkça katledilmeleri, katillere özgü siyasi nedenler içerisinde, haklılığını bulacaktı. Kurbanın katilinin bağımsız olarak ve kendi iradesi ile kendisinden nefret etmek nedenlerinin bulunduğunu sandığı bir ulusa ait olması halinde, herhangi bir kimse, herhangi bir kimseyi öldürmekle kendini “haklı” bulur. Bu, ‘İnsan öldürme çılgınlığının egemenliği’ ve barbarlığın kurumsallaşmasıdır.” (2) 
“Ermeni davasının sözde öç alıcıları çeşitli ülkelerin havayolları bürolarını havaya uçurmaya, daha sonra, hemen hemen her yerde, hava limanlarındaki halkı makineliyle taramaya başladıklarında, kamuoyu, büyüklenmelerine karşın, bu sözde güçsüzlerin hakkını koruyan insanlarda, uluslararası terörü yöneten eli kanlı deliler görmekte gecikmemiştir. Kısacası, bunlara ceza yasalarını tam sertliğini uygulamak gerekirdi. (3) 
“Terörist taşkınlıklar olgusuyla karşılaşılan başarısızlıktan sonra, “Ermeni davasının intikam alıcıları” da kamuoyu karşısında taktik değiştirmeleri gerektiğini ve en iyi yöntemin, kararın birkaç “tarafsız müttefikin” ilgilendiği yardım sayesinde, sürpriz olacağı resmi siyasi kuruluşlara propagandalarının doğruluğunu kabul ettirmekten ibaret olduğunu anlamışlardır. 
Strasburg parlamentosundaki en yeni durum budur. Ve orada olup bitenlerin sonucu, sadece hiçbir şey elde edememiş olan Ermenistan için değil, Avrupa için de ağırdır. 
Olayın asıl nedeni, Avrupa Parlamentosunun siyasi komisyonuna sunulan Vandemeulebrouke raporunda yatmaktadır. Bu raporda, bu parlamenter, her türlü gerçeğe rağmen “Ermeni soykırımının” Cenevre’de Birleşmiş Milletler Alt Komisyonu tarafından onaylandığını ve bunun sonucu olarak, Avrupa parlamentosunun da bu sorunu kesip atması gerektiğini söylemekteydi. 
Burada bir kez daha, Ermeni propagandasının, kelime oyunları ve karışımları kullanmak suretiyle, giderek daha geniş bir dinleyici karşısında, büyük bir kudurganlıkla sürdürülen gerçeklerin çarpıtılması politikasının ortaya konulduğu gözlemlenmektedir.
Söz konusu rapor, 26 Haziran 1986 tarihinde, Avrupa Parlamentosunun Siyasi Komisyonu tarafından kabul edilemez olarak beyan edilmiştir. Ancak belli bir lobinin yeni bir atağı ile, 1987 Şubatında, rapor yine aynı komisyonunu önüne getirilmiş ve komisyon bunu tartışılmak üzere, tüm üyelerin katıldığı toplantıya göndermiştir. İşte bu koşullar altındadır ki Avrupa Parlamentosu 18 Haziran 1987 tarihinde, şaşırtıcı bir karar almıştır. Üyelerin çoğunluğu yokken (Tıpkı 2001 Ocak ayında Fransız Meclisinde yapacakları gibi), Avrupa Parlamentosu az bir çoğunlukla (518 üyeden, 128 üyenin katıldığı bir toplantıda 68 oy leyhte, 60 aleyhte olmak üzere) ‘Ermeni Lobisi’ tarafından dolaylı olarak önerilen karar kabul edilmiştir.” (4) 
“İntikam olayları iletişim araçlarının yardımı ile 1984’de, Paris’de, Sorbonne’da toplanan böyle bir (düzmece) mahkemeye başvurmuşlardır. Bu sözde ‘Halklar Mahkemesi’ Türk tarafının göstermiş olduğu kanıtlardan bir tekini dahi incelemeden kararını vermiş ve Türkiye Cumhuriyetini 1915 trajedisi için mahkûm etmiştir.” (5)
Bu satırların gerçekler karşısında susmanın asıl insanlık suçu olduğunu anlamış bir Fransız Avukatının kaleminden çıktığını tekrar hatırlatırız. 

DİPNOTLAR:


(1) Georges de Maleville, 1915 Osmanlı – Rus – Ermeni Trajedisi, Fransız Avukatın Ermeni Tezleri Karşısında Türkiye Savunması, S:14 (Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul – 1998) 
(2) Aynı Eser, S.104-105
(3) Aynı Eser, S.105
(4) Aynı Eser, S. 112- 115
(5) Aynı Eser, S. 107-108


Dr. M. Galip Baysan

http://haberguncel.blogspot.com.tr/2015/03/bir-fransiz-avukatin-gozunden-ermeni-mesalasi-galip-baysan.html