17 Aralık 2016 Cumartesi

ALMANYA'NIN - ERMENİ TEHCİRİNDEKİ ROLÜ, BÖLÜM 1





ALMANYA'NIN - ERMENİ TEHCİRİNDEKİ ROLÜ, BÖLÜM 1








Ahmet Akyol          
ALMANLAR- ERMENİ TEHCİRİ
31 Mayıs 2016 
  

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA OSMANLI ORDUSUNDA BULUNAN ALMAN SUBAYLARININ ERMENİ TEHCİRİ’NE ETKİLERİ 

İkinci Dünya Savaşı sırasında, Hitler’li Nazi Almanyası, Yahudi Soykırımı yapmıştı. Günümüzde, belirli çevrelerde, Hitler’in, Birinci Dünya Savaşı 
sırasında, Osmanlı Devleti’nin yaptığı Ermeni Tehciri’ni kendisine örnek aldığı  görüşü, hakimdir. 

Bu çalışmada, Avrupa ülkelerinin Birinci Dünya Savaşı öncesinde dünyanın değişik yerlerinde yaptıkları çeşitli soykırımlar ve özellikle Almanya’nın yaptığı 
Herero ve Nama soykırımlarının Yahudi soykırımına katkıları; Almanya’nın Ermeni Sorununa Yaklaşımı; Osmanlı ordusunda bulunan Alman General ve subayların tehcir olayına etkileri ve Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra İkinci Dünya Savaşı’ndan önce Almanların yaptığı soykırımlar, esaslar verilip ayrıntılara girmeden  incelenecektir 

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI ÖNCESİNDE YAPILAN SOYKIRIMLAR 

Avrupa tarihi incelendiğinde, karşımıza inanılması son derece güç bir insan hakları ihlâli, asimilâsyon ve acımasız tehcir örnekleri çıkar.Örnekler çoktur. 

Asya kökenli ve Ural- Altay dillerine mensup bir halk olan Samiler, yaklaşık 5000 yıl önce, bulundukları bölgeden göç ederek İskandinavya ‘ya ve Kola 
Yarımadası’na gelerek yerleşmişlerdi. Norveç Krallığı, 1700’lü yıllardan itibaren Samileri asimile etmek için her yolu denedi. Gelenek ve göreneklerini 
devam ettirmek isteyen Samiler şiddetle cezalandırıldı. İstenilenleri yapmayan Samiler yakılarak idam edildi. 
1852 yılında baskılara ve asimilasyon politikalarına dayanamayan Samilerden bir grup, Norveç’in Finlandiya sınırına yakın Kautokeino bölgesinde dini 
gerekçelerle ayaklandı. 
Ayaklanma kanlı bir şekilde bastırıldı, ayaklanma liderleri kafaları kesilerek idam edildi. 

İngiltere sömürge tarihinde önemli bir yeri bulunan Avustralya’da, İngiliz Merkezi Hükümeti ve Avustralya Sömürge Valiliği tarafından, 1788 yılından 
başlayarak, Avustralya’nın Sidney, New South Wales, Tasmania, Queensland, The Kimberleys ve The Northern Territory bölgelerini sömürgeleştirmek ve yeni tarım alanları, hayvancılık bölgeleri, yer altı madenleri ve hammaddeler sağlamak için, Avustralya’nın yerli halkı olan Aborginaller’e, sistematik olarak 
acımasızca soykırım uygulandı. 

Yapılan bilimsel araştırmalara göre, Avustralya yerlilerine uygulanan soykırım, bizzat İngiliz Merkezi Hükümeti tarafından 1824 yılında çıkarılan savaş 
kanunları çerçevesinde uygulanmış, böylelikle sömürgelerde İngiliz Bölge Sömürge Yönetiminin her yaptığı insanlık dışı uygulamanın kanunî olarak tescili 
sağlanmıştır. 

1800 sonlarında Alman ırk antropolojisine göre, Avrupalı ‘beyaz ırktan’ olan ve özellikle Avrupa ülkelerinden insanlar, en üst değerdeki insan kategorisine 
sahiplerdi.Bunun dışındakiler ise aşağı kategorilerde insanlardı. 

1900’lü yılların başlarında, Orta Avrupa’nın Germen, Kuzey Avrupa’nın İskandinavya toplumlarında, Nordik ırk’ın arîliğini korumak ve kollamak amacıyla geliştirilen “Arî Irk- Race Hygiegni” teorisi, ilk önce İsviçre, Danimarka, Finlandiya, İsveç ve Norveç’te kanunlaştırıldı ve uygulamaya konuldu. 

Norveç’te “Göçerler” olarak bilinen Tater’lar/Omstreifer’lar, arî-ırk ideolojisine göre (biyolojik bir soykırım metodu olarak) zorla 
kısırlaştırıldılar. 

Norveç Devleti,kısırlaştırma dışında değişik bölgelerde Taterlar için toplama kampları oluşturdu. Taterlar tehcir edilerek bu kamplarda tecrit edildi. 

Bulgaristan’da, 1878’den itibaren, din olarak Müslümanlığı seçmiş çeşitli milliyetten etnik gruplara, özellikle Türklere, Pomaklara ve 
Çingenelere(Romenlere) karşı, Bulgar kültürünü, düşünüşünü ve yaşantı biçimini kesinlikle benimsemeleri ve kendilerini sadece Bulgar olarak görmeleri için 
yaptığı etnik ve kültürel soykırıma dönük asimilasyon politikası sonucu 350 000 civarında Türk, Pomak , Romen ve hatta Tatar Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç 
etmek zorunda kaldı. 

Birinci Dünya Savaşı’nda, Almanlar, 4 Ağustos 1914’te önce Belçika’ya girdiler. Direnişi kırmak için yüzlerce kişi kurşuna dizildi. Birinci Dünya Savaşı’nın en 
karanlık sayfalarından biri olarak tarihe geçen Belçika’nın işgali sırasında erkeklerin askere gitmesi sebebiyle Alman fabrikalarında işçi sıkıntısı 
çekildiği için, neredeyse Belçika’nın bütün erkek nüfusu işçi olarak zorla Almanya’ya göç ettirildi.  

O dönemde Belçika Genel Valisi olarak atanan General Von Der Goltz, Aralık 1914’te görevden alınarak Osmanlı Devleti’ne gönderildi. (Mareşal Goltz’un 
Padişahın  Hassa Yaverliğini ve Genelkurmay Başkanlığı’nda bir süre Danışmanlık yaptığını bir tarafa not alalım.) 

Tarihin utanç dolu sayfalarından biri de, Almanların 1904- 1907 yılları arasında Batı Afrika’da Namibia’da gerçekleştirdikleri Herero ve Nama Soykırımı’dır. 

Almanlar, pek hatırlamak istemedikleri bu olaya “Aufstand der Herero und Nama” (Herero ve Nama Başkaldırısı) adını vermişlerdir. 

Almanlar, silâhlı çatışmadan ve ölüm tuzaklarından kurtulabilen tüm Herero ve Namaları, bölgede hazırladıkları toplama kamplarına kapattılar. En asgari insanî 
şartların bile sağlanamadığı kamplarda yaşayan Hereroların çoğu fazla çalışma, yetersiz beslenme ve hastalıktan hayatını kaybetti. 

Bazı kamplarda kocaları ölmüş Herero ve Nama kadınlar ve genç kızlar bulunuyordu. Bunlar Alman askerlerin ihtiyaçlarına cevap vermek  için 
oradaydılar. Alman baba ve yerli kadınlardan meydana gelen çocuklar için de, özel kamplar kurulmuştu. ( Herero ve Nama Soykırımı hakkında ayrıntılı bilgi için 
TIKLAYIN)  
http://www.ahmetakyol.net/herero-ve-nama-soykirimi/ 

Toplama Kampları, bazı antropolojik ve tıbbi araştırmalara da sahne oldu. Alman Antropolog Prof. Dr. Eugen Fischer, ırklar üzerinde bazı tıbbî deneyler yapmak 
için kamplarda bulundu.Fischer, aşağı ırktan olarak değerlendirdiği insanların yok edilmesini savunuyordu. (Fischer’in bu fikri, Nazi rejimi sırasında büyük 
ilgi ve beğeni gördü, Fischer, Berlin Üniversitesi Rektörlüğü’ne getirildi. Fischer’in öğrencisi Josef  Mengele, Holokost sırasında Yahudi çocuklar üzerinde 
genetik deneyler  yapacaktır.) 

Fischer, Almanya’ya dönerken yanında 400’den fazla Herero kafatası getirdi. Bu kafatasları üzerine yaptığı çalışmayı kitaplaştırdı. (Alman Prof. Dr. Eugen 
Fischer’in E. Baur ve F. Lenz ile birlikte yazdığı “Menschliche Erblichkeitslehre ve Rassenhygiene” (İnsan Kalıtım Öğretim ve Irk Hijyen) kitap 
için TIKLAYIN) 
http://chgs.umn.edu/histories/documentary/hadamar/racism.html

 Bofinger de, iskorpite yakalanan esirlere yüksek oranda arsenik ve uyuşturucu madde enjekte ederek ölmelerine neden oldu. Bofinger’in amacı, öldürdüğü 
bedenleri daha sonra otopsiye alarak, bu maddelerin vücut üzerindeki etkisini incelemekti. 

Avrupalıların yaptıkları tüm soykırımların ve/veya yapılanların Hitler tarafından bilinmemesi düşünülemez. Hitler, elbette hem Avrupa hem de Alman 
tarihini çok iyi biliyordu. Çeşitli kaynaklarda, Almanya’da defalarca baskı yapan  Prof. Dr. Fischer’in kitabının ikinci Baskısını okuduğu ve fikirlerinden 
çok etkilendiği yazılıdır. Hitler, hapisteyken kitabı  elinden düşürmemiştir. 

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI ÖNCESİ OSMANLI ORDUSUNUN DURUMU VE ALMAN ISLAH HEYETİ 

Balkan Savaşı, sevk ve idare ve eğitim noksanını özellikle komutan ve subayların  amelî alanda kıta hizmetinde yetiştirilmemiş olmalarının sakıncalarını bütün 
çıplaklığıyla ortaya koymuştu. 

Balkan Savaşı’ndan sonra, Ahmet İzzet Paşa’nın Harbiye Nazırlığı zamanında, bu sakıncaları ortadan kaldıracak esaslı önlemler alındı. 

Sadrazam Mahmut Şevket Paşa’nın girişimiyle, Osmanlı Ordusunu savaşa hazırlamak ve çağdaş bir ordu haline getirmek için (daha önce de çeşitli askeri danışmanlar alınan) Almanya’dan bir Askerî Islah Heyeti istenmesi kararlaştırıldı. 

Bu sırada, Osmanlı Devleti’nde olup bitenlerden günü gününe haberdar olan Almanya’ da, gereken ön çalışmalar başlamıştı. 

Almanya’da Askerî Kabine, 15 Haziran 1913’te, İmparator II. Wilhelm’in tahta çıkışının yıldönümü günü, (Almanya- Kassel’deki 22 nci Tümen’in  komutanı ve 
Alman ordusunda Korgeneralliğe layık görülmeyen  en yaşlı Tümen komutan larından biri olan) Liman von Sanders’e, usûlen bir rütbe terfi ettirilerek Korgeneral rütbesiyle, 5 yıllık süre için, Alman Askeri  Heyeti’nin Başkanı olarak Osmanlı Devleti’ne gidip gidemeyeceğini, sordu. Sanders, kısa bir değerlendirmen sonra, buna olumlu yanıt verdi!.. 

Osmanlı Devleti’nin daha resmî isteği olmadan, Askerî Kabine Başkanı Von Luncker, 30 Haziran 1913’te, Başbakan’a, “İstanbul’a gitmeye hazır olduğunu 
bildiren Liman Von Sanders’i, İmparator Wilhelm’in, Heyet Başkanlığı’na atadığını bildirdi. 

İstanbul’daki Almanya Büyükelçisi Wangenheim ile Osmanlı yetkilileri arasında yapılan ön görüşmelerden sonra, Osmanlı Bakanlar Kurulu, 27 Ekim 1913’te, Alman Askerî Heyeti’nin çağrılmasına karar verdi. 

Kasım 1913 başında, Liman Von Sanders’in atanması için Padişah’tan irade çıktı.Kasım 1913 sonunda da, Sanders, Osmanlı Devleti’ndeki görevi hakkında 
talimat almak üzere, İmparator Wilhelm tarafından kabul edildi. 

 Öncelikle Alman stratejik hedeflerine uygun çalışacağı belirtilen Sanders, yanındaki heyet ile birlikte 14 Aralık 1913’te İstanbul’a geldi. 

 Sanders ile Osmanlı Hükûmeti arasında yapılan sözleşme çok kapsamlıydı. General Sanders, beş yıl müddetle Osmanlı Ordusunda 1 nci Ferik (Korgeneral) rütbesiyle Alman Islah Heyeti Başkanı olarak görev yapacak, aynı zamanda İstanbul’da bulunan 1 nci Kolordu’nun Komutanı olacaktı.Askeri Şûra’nın da üyesiydi. Başlıca konularda onun oyuna başvurulacaktı. (Sanders hakkında ayrıntılı bilgi için TIKLAYINIZ)  
http://www.ahmetakyol.net/liman-von-sanders/

Askeri heyetteki Alman subaylarına üç Tümen Komutanlığı, üç Kolordu Kurmay Başkanlığı, bir Piyade Alayı- bir Topçu Alayı- bir Ağır Topçu Alayı Komutanlığı 
görevi verildi. 

Alman Islah Heyeti gelmeden Osmanlı ordusunda özel sözleşmelerle Öğretmen ve Müşavir olarak bulunan 30 Alman Subayı vardı. Bunun 7’si Islah Heyeti’ne 
aktarıldı, gelenlerle birlikte sayı 70 kişi olmuştu.Savaşın devamı süresince 1096 subay daha gelerek 1169 Alman subay, Osmanlı hizmetine girdi. 

Korgeneral Sanders, Harbiye Nazırı’ndan sonra gelecekti. Fakat Genelkurmay Başkanı,Sanders’ten kıdemli olursa Liman, Genelkurmay Başkanı’ndan sonra 
gelecekti. (Bu tanım, Almanya ile yapılan gizli antlaşmanın 3 ncü maddesindeki özel ifadeye rağmen, Sanders’in Genelkurmay Başkanlığı’nı istemediğini 
göstermektedir.) 

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA OSMANLI ORDUSUNDA ALMANLARIN DURUMU/GÖREVİ 


Liman Von Sanders, Osmanlı ordusunda çok geniş yetkilerle donatılmış olmasına, Genelkurmay Karargâhı’nı da yeniden düzenlemesine rağmen, hiçbir zaman Genelkurmay Başkanı  ve Başkomutan olmadı. 

Osmanlı’daki Genelkurmay Başkanlığı, günümüzde Türk Silâhlı Kuvvetleri’ndeki Genelkurmay Başkanlığı’na benzemiyordu. Harbiye Nazırlığı’na bağlıydı, ayrıca 
Kuvvet Komutanlıkları yoktu. İmparatorluk hudutları içinde değişik yerlerde bulunan askeri birlikler, doğrudan Genelkurmay Başkanlığı’na bağlıydı. 

1914 yılı Temmuz ayı sonlarında ya da Ağustos 1914 başlarında Enver Paşa, Mareşalliğe yükseltilen Liman Von Sanders’e, Osmanlı Devleti’nin bir savaşa 
girmesi halinde Başkomutanlık Vekâleti’nin kendisi tarafından yürütüleceğini bildirdi. Genelkurmay Başkanlığı’nı kabul edip etmeyeceğini Mareşal’e sordu.  

Liman, bu teklifi reddetti; savaşta Genelkurmay Başkanlığı yerine bir birliğe komuta etmeyi yeğleyeceğini bildirdi. 

Esasen Sanders ile Enver Paşa hiçbir şekilde anlaşamıyor ve birbirlerine güvenmiyorlardı. 

(ENVER PAŞA: Edirne’nin 22 Temmuz 1913’te Bulgarlar’dan geri alınmasındaki başarı ona atfedilmiş; Hiçbir birliğe koyma etmeden kısa sürede Miralay(Albay), 
ve Mirliva (Tuğgeneral) olmuş; 3 Ocak 1914’te Harbiye Nazırlığı ve Genelkurmay Başkanlığı’na getirilmişti.) 

Seferberlik ilân edildikten sonra, 2Ağustos 1914’te, Başkomutanlık Karargâhı kuruldu. 3 Ağustos 1914’te, Başkomutanlık Vekâleti’ne, Harbiye Nazırlığı ve 
Genelkurmay Başkanlığı da sorumluluğunda kalmak üzere Enver Paşa atandı. 

Yeni teşkil edilen Başkomutanlık Karargâhı’nda Genelkurmay Başkanlığı bulunuyordu. 

Genelkurmay 1 nci Yar Başkanı: Alman General Bronzard, 

Genelkurmay 2 nci Yar Başkanı: Kurmay Albay Hafız Hakkı Bey idi. 

Şube Müdürlükleri  Genelkurmay Başkanı’na bağlıydı ve en kritik şubelerin müdürlükleri Alman subayların kontrolündeydi. 

Diğer yanda Bronsart von Schellendorf’un durumu son derece karmaşıktı.  Bir tarafta Askeri Heyetin üyesiydi ve Heyet Başkanı Liman Von Sanders’in 
emrindeydi. Diğer taraftan Osmanlı Genelkurmay Başkanlığı karargâhında, 1 nci Yar Başkanı ve Genelkurmay Başkan  Vekili  olarak doğrudan doğruya Enver Paşa’ya bağlıydı.(Alman General Bronsart  hakkında ayrıntılı bilgi için TIKLAYINIZ)  
http://www.ahmetakyol.net/bronsart-ne-diyor/

Liman Von  Sanders ise önce 1 nci Kolordu, sonra 1 nci Ordu, daha sonra Gelibolu’daki 5 nci Ordu Komutanı olarak Genelkurmay Başkanı Enver Paşa’nın 
emrindeydi, oysa Sanders bu durumu bir türlü kabullenemiyordu. Hem Genelkurmay Başkanlığı’nı istemiyor, hem de her konuda kendisine danışılsın ve her konuda kendisi karar versin istiyordu. (Liman von Sanders Paşa’nın, Çanakkale Muharebeleri sırasında, muharebe plânları, icraat ve yapılacaklar hakkında devamlı olarak Alman Genelkurmay Başkanlığı ile irtibat ve istişare içinde bulunmasını herhalde tarih değerlendirecektir.) 

 ALMAN ASKERİ PERSONELİN ROLÜ 

Osmanlı Devleti daha Birinci Dünya Savaşı’na girmeden önce, Harbiye Nazırı ve aynı zamanda Genelkurmay Başkanı Enver Paşa’nın talimatıyla, Genelkurmay 1 nci Yar Başkanı Alman General Bronzart von Shellendorf, 7 Haziran 1914’te, Osmanlı Ordusu’nun gerektiğinde uygulayacağı Sefer Plânlarını hazırlamıştı. 

Enver Paşa, bu plânı uygun buldu. 

General Bronsart, kabul edilen ilk Sefer Plânı’ndan sonra, bu plâna uygun olarak Seferberlik Plânı hazırladı. 

Birinci Dünya Savaşı öncesinde, Alman Genelkurmay Başkanlığı, Osmanlı Devleti’nin bir an önce savaşa girerek Kafkasya’ya, Mısır’a taarruz ederek 
Rusların ve İngilizlerin buralara bağlanmasını istiyordu. 

Genelkurmay Başkanlığı 2 nci Yar Başkanı Hafız Hakkı Bey de, bir Seferberlik Plânı hazırlamıştı.Bu plânda, bahara kadar savaşa girmemek esas alınmıştı. 

Sonuçta, Genelkurmay 1 nci Yar Başkanı General Bronsart ile Genelkurmay 2 nci yar Başkanı Hafız Hakkı Bey,  kendi plânlarını Alman Genelkurmay Başkanlığı’na 
kabul ettirmek için (Ne ilgisi varsa?) Almanya’ya gittiler. Elbette bu durum, Osmanlı Devleti’nin aczinin en açık göstergesidir!..Fakat tam bu sırada (ne 
tesadüf?) Karadeniz Olayı meydana geldi ve Osmanlı Devleti fiilen savaşa girmiş oldu!.. 

 Savaşın başında ve devamında Almanlarca silâh, malzeme ve teknik personel yardımı yapıldığı bir gerçekti. Ancak bu hususun çoğu, daha çok Osmanlı 
Devleti’ni bir an önce savaşa sokmak gayesini hedef tutuyordu. Halbuki Osmanlı Devleti’nin hazırlanıncaya kadar silâhlı tarafsız kalmak suretiyle de Boğazları 
kapaması, bu suretle her bakımdan Müttefiklerin yardımına muhtaç Rusya’yı yalnız bırakması, Kafkasya’da Rus, Mısır’da İngiliz kuvvetlerini bağlaması pekâla 
mümkündü ve Türkiye tarafsız kaldığı dönemde de bu görevi yerine getirmişti. 

Alman subay ve erlerinden oluşan Osmanlı donanması, Enver Paşa’nın izin vermesiyle Karadeniz’e açıldı ve Rus limanlarını bombaladı; bu durum Osmanlı 
Devleti’nin savaşa girmesine neden oldu!..Şüphesiz Enver Paşa’nın bu oldu bittiye  göz yummasını tarih değerlendirmektedir, ileride daha da ayrıntılarıyla 
değerlendirecektir. Hazırlıklar tamamlanmadan girilen hareketin hesabı mutlaka sorulacaktır!.. 



(Fotoğrafa dikkatle bakın. Osmanlı Devleti  Başkomutan Vekili, Harbiye Nazırı ve Osmanlı Ordusu Genelkurmay Başkanı Enver Paşa, İmparator’a esas duruşta selâm veriyor. İmparatorun sağ elinde sigara var, sigarayı sol eline alıp selâma karşılık vermeyi bile düşünmemiş. Her şey apaçık ortada…İçler acısı durum budur!..) 


Harbiye Nazırı ve Enver Paşa, Genelkurmay Başkanlığı görevini, yani Osmanlı ordusunun sevk ve idaresini Genelkurmay 1 nci Yar Başkanı Alman General 
Bronsart’a bırakmıştı. 

General Bronsart, bu görevi sırasında ilginç karar aldı. 

Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı’na girince, Başkomutanlık, Sadrazamlığa ve Dahiliye Nezareti’ne( yani İçişleri Bakanlığı’na) alınacak tedbirler hakkında 
teklifte bulundu. Bu tekliften iki madde görelim: 

“25- 50 yaşına kadar askerliğe elverişli bütün Fransız, Rus, İngiliz ve Belçika uyruklular tevkif edilecektir. 

 Rus, Fransız, İngiliz ve Belçika mağazalarına el konulacak ve varsa adı geçen milletler uyrukluluğunu haiz şirketler idaresine de el konulacaktır.” 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder